|  09-01-2012 | #1 | 
	| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  İstiklal Marşımızın Besteleniş Hikayesi 
 
             İstiklal Marşı'nın Besteleniş Hikayesi
 İstiklal Marşı'nın Bestelenişi
 
 İstiklal Marşımızın Besteleniş Hikayesi
 
 İstiklâl Marşı’mızın besteleniş hikayesi
 
 Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir milli marşı olmalıydı
  Daha Cumhuriyet kurulmadan İstiklâl Savaşı sırasında, Garp Cephesi Komutanlığı’ndan bu arzu doğmuştu  Durum, sonradan Maârif Vekili olan Hamdullah Suphi’ye havale edildi  Böylece Türk milli marşı olarak "İstiklâl Marşı" adı ile yaptırılacak marşın hazırlıklarına girildi  Beste ve güfte için beşer yüz lira armağan kararlaştırılarak genelge ve mektuplarla bütün yurda duyuruldu  
 Önce şiir seçilip sonra beste yarışması açılacaktı
  Şiir yarışmasına yurdun dört bir yanından tam 724 şiir gönderildi  Komisyon bunlardan yedisini seçerek bastırdı ve meclis üyelerine dağıttı  
 Atatürk’ün başkanlığında TBMM’nin 12
  03  1921 günkü celsesinde Mehmet Akif Ersoy’un şiiri defalarca okutturularak alkışlar arasında milli marş olarak bestelenmek üzere seçildi  
 Beste yarışması ise güfte kadar ilgi görmedi
  Bu da memleketin o zamanki musiki durumunu yansıtmaktadır  Beste yarışmasına ancak 24 besteci katılmıştı  Bunlardan bazıları şunlardır: 
 Ahmet Cemalettin Çinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rifat Çağatay, Asım Bey, Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H
  Saadettin Arel, İsmail Hakkı Bey, İsmail Zühdü, Kazım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca, Zeki Üngör  
 Güfte yarışması sonuçlandırıldıktan sonra Anadolu’daki savaş iyice kızıştığı sıralarda beste yarışması ilgisini tabii olarak kaybetmiştir
  Buna rağmen muhiti olan bestekârlar faaliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya uğraşmışlardır  
 O sıralarda Edirne’de müzik öğretmeni bulunan Ahmet Yekta Madran, kendi marşını Edirne ve havalisinde yaymaya ve söyletmeye başlamıştır
  İzmir’de müzik öğretmeni bulunan İsmail Zühdü de kendi marşını İzmir ve havalisi ile Eskişehir’de yaymakta idi  Ankara’da da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekte olup İstanbul’da ise iki marş söylenip yayınlanmaktaydı  Bunlar da İstanbul tarafında bir çok mekteplerde öğretmenlik yapan Zati Arca’nın, Kadıköy tarafında ise Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi  
 Bu durum birkaç yıl böylece devam etmiş ve 1924’te Ankara’da maârif vekaletinde toplanan bir kurul, Ali Rifat Çağatay’ın marşını resmi marş olarak kabul ederek ilgili kurullar ile bütün okullara bildirmiştir
  Bu marş, 1924’ten 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilmiştir  Zeki Üngör, İstiklâl Marşı’nın besteleniş hikayesini şöyle anlatmıştır: 
 "İstiklâl savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimi idim
  Yani doğrudan doğruya Saray’a ve Vahdettin’e bağlıydık  Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimde idi  
 Şişli’de Uğurlu Han’ın 4 numarasında oturuyordum
  Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde, Talim-Terbiye Heyeti azası ve terbiye mütehassısı dostum Haydar merhumla oturuyorduk  Kapı çalındı  İlkokul öğretmeni İhsan merhum geldi  Büyük bir heyecan içinde, süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı  Hepimiz coşmuştuk  Hemen kalkıp piyano başına geçtim  Ve derhal içimde doğan parçayı çalmaya koyuldum  
 İlk etapta marşın giriş kısmındaki akoru oluşturdum
  Bu şekilde iki, üç mezür yaptım  Arkadaşlarım: "Aman dediler, bu çok güzel bir şey olacak  " Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim  O anlattı, ben çaldım  Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı  Ertesi gün de çalıştım  İki gün sonra beste bitti  Götürüp arkadaşlara gösterdim  Çok beğendiler  Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim  Kıymeti hakkında daha kat’i bir fikir edinmek maksadıyla da besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim  On gün sonra direktörden gelen mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin Türk milletinin ihtişakışacak şekilde olduğu belirtilerek tebrik ediliyordum  
 Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’dan çağırdılar, gittim
  Bana Muzika-i Humayun’u bütün kadrosu ile Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi  Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm  Ve Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sabri’nin bulunduğu beş kişilik bir heyet yolladım  Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk  Bir ay sonra da kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim  Ve hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım  Üç gün sonra geldiler  Böylece milli marşı bu heyete ilk defa Ankara’da verilen o baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık  İşte milli marş böyle bestelendi  ” 
 Bestekarın bu anlatışından, eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Akif’in şiirini besteye giydirdiği anlaşılmaktadır
  Bu sebepten meydana gelen prozodi hataları, eser hakkında sonradan yapılan tenkitlerin başlıcası olmuştur  Bestekar yukarıdaki beyanatının bir yerinde her ne kadar, "Bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim" diyorsa da, eserdeki ses sahasını halk tabakasını nazara almadan kullanması bestenin milli marş olarak bestelenmediğini meydana çıkarmaktadır  Marştaki bu teknik hatalardan başka ses ritminden ağır çalınıp söylenmesinde bestekarın kusuru başta gelmektedir  Besteci bu durumu şöyle anlatmıştır: 
 “Ben İstiklal Marşı’nı bestelerken kulaklarımda İzmir’e koşan atlıların dörtnal sesleri vardı
  Eserin başında metronomu (1 dörtlük=80) olan bir eser hiçbir vakit cenaze marşına benzemez  
 Plaklardaki ağır tempolu çalınışı ise; "Sahibi’nin Sesi" stüdyosunda orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler, bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler
  Bu sebeple plağın aynı yüzüne bir marş daha çalmamızı rica ettiler  Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim  O anda aklıma bir şey geldi: "Marşı biraz ağır çalalım, böylece plak dolar  Sonra çalınırken gramofon biraz hızlıya ayarlanır, olur biter" dedim  Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim gibi yapıldı  Fakat bilahare böyle bir fikir vermekle hata ettiğimizi anladım  Çünkü marş çalınırken gramofonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?” 
 Görüldüğü gibi tam bir alaturka davranışla İstiklal Marşımızın en can alacak noktası; ritmi, ölü doğrulmuştu
  
 Plak yayıldıktan sonra ağır ritim de hafızalara yerleşti ve besteci ölümüne kadar bu ağır ritmi yürüğe götürmeye uğraştı durdu
  
 Ayrıca, marşın Türk temlerini ifade etmediği ve hatta “Karmen Silva” isimli bir operetten alındığı da iddia edilmiştir
  
 Daha sonra marşın değiştirilmesi aaai ortaya atılarak yetkili yetkisiz türlü şahıslar tarafından türlü fikirler ileri sürülmüşse de değiştirilmesi fikri tutmamıştır
  
 Bu konudaki makul olan umumi kanaat; her ne kadar yeniden daha iyisini yapmak imkansız değilse de eskisinin artık tarih olmuşluğu hakikati nazara alınarak, bunun üzerinde gerekli rötuşlarla mevcudu onarmaktır
   
 
 | 
	|  |   |