Yalnız Mesajı Göster

1856-1879 Döneminde Osmanlı Milli Eğitim Sisteminde Reform Çalışmalarının Yapısı

Eski 08-30-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

1856-1879 Döneminde Osmanlı Milli Eğitim Sisteminde Reform Çalışmalarının Yapısı








1856-1879 Döneminde Osmanlı Milli Eğitim Sisteminde Reform Çalışmalarının Yapısı ve Seyri

Tanzimat öncesi Osmanlı’da her alandaki kurum ve müesseslerde ciddi bir çözülme ve bozulma yaşanıyordu Bu bozulmaların yaşandığı kurumlardan biri de eğitim müessesi idi Bozulan müesseselerin yeniden toparlanma çalışmalarında eğitim sistemi de önemli bir paya sahipti Osmanlı’da hemen her müessese taklit, istibdat ve guruplaşmalarla dejenere olmuştu Bu vasatta Osmanlı ciddi bir siyasal ve ekonomik zaaf içinde idi Bu arada Batı Dünyasının kaydettiği gelişme ve Batı’nın her geçen gün Osmanlı’’da ağırlığını yükseltmesi çözüm arayışlarında dikkatleri Batı’ya yöneltti Bu arada pek tabiî ki Batı’da aranan çözümlerden birisi de eğitim alanında idi Osmanlı’daki gerilemenin nedenleri arasında bir şeylerin eksikliği açıktı Batı’nın gelişmesinin nedenleri arasında ise bir şeylerin farklılığı ve fazlalığı söz konusu idi

Bu gelişme Batı ile ilişkilerin geliştirilmesinde yabancı dil bilgisini çok önemli bir konuma getirdi Yabancı dil ve ezici ağırlıkla Fransızca en çok rağbet gören lisan oldu Fransızca bilenler kamu görevlerinde süratle yükseldiler ve Batı’da olup bitenlerin Osmanlı’ya taşınmasının öncüleri oldular

1856 sonrasında iyice gelişen bu ilişki ve bunun getirdiği yeni, farklı ve çatışan fikir ortamında eğitim sistemi üç farklı karakter ve bu karakterleri temsil eden kişiler arasındaki tartışmalarla şekilleniyordu Şüphesiz bu şekillenmenin kökeni Tanzimat öncesi gelişmelere kadar uzanır Bu makalede konunun 1856 öncesi safhalarının tartışılmasından çok bu tarihten sonraki yaklaşık 20 yıllık dönemde meydana gelen hızlı gelişmeler üzerinde durulacaktır

Osmanlı eğitim sistemindeki reform çalışmaları geleneksel medrese eğitiminde meydana gelen tıkanıklıkla birlikte gelişmiştir Bu gelişmede çatışma halinde olan üç gurup vardır: Birincisi öteden beri var olan geleneksel eğitimdir, medresedir Medrese Osmanlı’nın son döneminde coğunlukla din ilimlerinin öğretilmesinde odaklanmıştır İkinci gurupta ise sözü edilen gelenekçilere tepki olarak gelişen ve mevcut eğitim bunalımı ve çözülmenin nedeni olarak mevcut sistemi gören tamamen Batıcı olanlar yer almaktadır Bu gurupta din ve fen ilimlerinin tamamen birbirinden ayrılması, hatta birincisinin ikincisine mani olması nedeniyle ortadan kaldırılması gereği vurgulanmaktadır Bu guruba göre din bilimsel gelişmeye manidir Batıcı olan bu gurup, Batı’nın bilim, kültür ve felsefesinin tamamen bir bütün olarak Osmanlıya taşınması gereğini savunur Bu iki gurubun ortasında sorunun dinde veya çözümün topyekün Batı kültür ve biliminde olmadığını savunan ve bu ikisi arasında bir sentez üreten gurup bulunmaktadır Sentezci gurup Osmanlı’nın bütün müesseselerinin dine dayalı olduğunu, dinden vazgeçilemeyeceğini, ancak Batı’nın biliminin reddedilmesinin de mümkün olmadığını savunur Çözüm olarak Batı’nın kültür, inanç ve felsefesinden arındırılan, fenlerinin(bilimlerinin) taşınmasını ve bu değerlerin İslâm dini ile birlikte yan yana getirilmesini savunur Osmanlı’da eğitim reformu bu üç gurup arasında bir dizi karmaşık ilişkiler ve iniş-çıkışlar göstermektedir
Bu çalışmamızda bu üç gurubun temel yapısı üzerinde durulacaktır Bu gurupların durumları, temsilcileri ve bu temsilcilerden örnek şahsiyetlerin eğitim yapıları analiz edilecektir Ayrıca sözü edilen bu ilişkilerin gerçekleşmesinde ortaya çıkan eğitim müesseselerinin yapıları ve fonksiyonları üzerinde durulacak ve bu şekilde eğitim reformunun 1856 sonrası 20 yıllık dönemde izlediği seyrin yapısı tanımlanmaya çalışılacaktır Sonuçta özellikle bahsi edilen dönem itibariyle Osmanlı eğitim sisteminin içinde bulunduğu dönemin temel karakterleri özetlenecektir

I EĞİTİM REFORMU SÜRECİNDE ÇATIŞAN GURUPLAR
Osmanlı eğitim reformu geleneksel medrese eğitiminde meydana gelen tıkanıklıkla birlikte gündeme gelmiştir Eğitimde reform yapılması ihtiyacının hissedilişinde iç tıkanıklığın gözlenmesi kadar Batı ile kurulan temasların kazandırdığı yeni düşünce biçimlerinin de etkisi vardır Reform sürecinde bir cepheyi değişime ısrarla direnen geleneksel medrese-ulema-şeyhulislamlık kesimi oluşturmuştur Bu kesimin müesseseleşmesi asırlarca geçmişe, köklü bir uzantıya dayanır Bu süreçte ikinci cepheyi ise tamamen Batıyı taklit etme yanlısı bir tutum sergileyen, medreseye karşı cephe alan, Fransız materyalist ve pozitivist felsefesini hatta ateizmi Osmanlı’ya taşıyan bir ekip oluşturmaktadır Bu ekibe göre kalkınma ve ilerleme yolunda zihinler din dogmalarından mutlaka kurtarılmalıdır Eğitim reformu sürecinde üçüncü cephe ise her iki cephe arasında kalan sentezci bir yaklaşıma sahip bir ekipten oluşmuştur Bu ekip, Batı medeniyet düzeyine yükselmek için Batı’nın kültür ve felsefesinin de alınması gerekmediğini, hatta bunun imkansız olduğunu savunmakta ve çözüm olarak Batı’nın sadece bilimini ve İslamla barışık yönlerini alarak İslami ilimlerle yan yana öğrenme-öğretme tezini savunmuştur

Tanzimatla birlikte Osmanlı eğitim sistemindeki reform arayışlarında ortaya koyduğumuz bu üç kimlikle ilişkilendirebileceğimiz Mümtaz’er Türköne’ye ait orijinal bir tezle karşılaşıyoruz Türköne Batının her alanda meydan okumalarıyla karşılaşan Müslümanların “başlangıçtan itibaren üç farklı tepki ve bu tepkilerin şekillendirdiği düşünce dünyaları” oluşturduklarını belirtir Türköne; “Bu tepkilerden ilki taassubdur Batı evreni ile herhangi bir alanda ilişkiye girmeyi reddeden bu tavır kitlesel bir refleksi ifade etmektedir Bu tavırda din bir taassup zırhı içinde korumaya alınmış(tır) Modern İslam adını verdiğimiz ikinci tepki, Batı’nın meydan okumasını her alanda kabul ederek karşı argumanlarla dini kuvvetlendirmeye (çalışır) Batı ile diyaloga girer dini açıdan mahzurlu bulmadığı değer ve gerçekleri içselleştirerek kendi sisteminin dayanakları aline getirir Son tavır özelikle pozitivizm etkisi altında dini kayıtlamalardan azade bir şekilde Batılı düşünceleri tasdik eden ve savunan ana akımdır Bu düşünceyi bütün vasıtalarıyla beraber seküler olarak niteleyebiliriz” demektedir

Türk’öne’nin bütünsel anlamda reform hareketinin içinde bulunduğu tepki ort***** ilişkin bu sınıflandırması pek tabi ki reformun en önemli parçalarından biri olan eğitim sorununda da yansımalarını taşıyan bir gerçekliği ifade etmektedir Çalışmamızda bu üç tepkiyi temsilcileri ve müesseseleriyle birlikte ayrımlaştırarak ele alacağız taassup zihniyetini yansıtan gurubu gelenekçiler, seküler olarak nitelenen gurubu aşırı ve ılımlı uçlarıyla birlikte Batıcılar ve nihayet yeni ve açık bir arayış içinde olan “Modern İslam” tanımlaması uygun görülen gurubu da sentezciler adı altında tartışacağız

1Gurup:Gelenekçiler
1 Gurubu oluşturan gelenekçiler öteden beri Osmanlı eğitim sisteminde var olan medrese çevresinde yerleşikti Sadece din ilimleriyle, ahiret alemine dönük ilimlerle ilgilenen bu okullarda Osmanlı’nın son dönemine doğru ciddi bir bozulma yaşanıyordu “Ulemanın bilgi kaynaklarından biri olan akıl ile öteki bilgi kaynağı olan nakil arasında bir fark kalmamıştı ‘Ezbercilik’ nedeniyle ikisi de tarihsel anlamları bilinmeden tekrarlanan gelenek bilgileri olmuştu Ortada gerçek bir cehalet vardı Bu sorun karşısında ilimi medrese ve ulema temsil ediyordu Geleneksel eğitimde cezalandırma, gelenekselcilik, ezbercilik ve hoca otoritesi hakimdi Bu eğitim müesseselerinde “Kur’an, tecvit, namaz sureleri, ilmihal” gibi bilgilerin hakimiyeti vardı Şeyhülislâmlığın hakimiyetinde bulunan medrese eğitimi, zaman zaman ortaya çıkan reform hareketlerine rağmen hep din eğitimi etrafında şekillendi

Bu tespitler içerisinde geleneksel medrese eğitimi ve ulema sınıfının Osmanlı’nın son döneminde ulaştığı noktaya ilişkin iki önemli gerçeği ortaya koymaktadır Bunlardan birincisi medrese eğitiminin ısrarla din ilimlerinde odaklaşılmasıydı Asıl mesele ahiret alemine ilişkin bilgiyle kuşanmaktı ve geleneksel sistem içerisinde öğrenciler özellikle din ilimleriyle meşguldü Bu durum geleneksel eğitim sürecinden geçen öğrencilerin modern bilimden mahrum kalmaları ve zihinsel darlık içerisinde bulunmaları gibi çok vahim bir sonucu doğuruyordu İkinci husus ise medrese eğitiminin artık büsbütün ezbercilik yani taklit halini almasıydı Bir başka deyişle bu eğitim sürecinden geçenler öteden beri hazırlanmış bilgi kalıplarını bu bilgilere ilişkin şerh ve izahları sadece ezberliyor; kimin ne dediğini öğreniyor ancak sözlerinin ne anlama geldiğini, pratik hayata nasıl aktarılabileceğini, yeni durumlar karşısında ne tür kıyaslarla mantığı kullanarak çözüm üretebileceğini bilemiyordu Türköne’nin yaklaşımıyla, tepkisini taassupla gösteren bu gurubun yerleşik karakteri, “Batı ile sınırların belirgin şekilde çizilmiş ve yollar(ın) ayrılmış (olması), geleneğin kutsallaştırılması, normal şartlar altında var olan ‘tenkit’ ve ‘tahkik’ alışkanlıklarının terk edilmesi”dir

Berkes’in tespitlerine göre Osmanlı eğitim reformu çerçevesinde medrese eğitim geleneğinin oluşturduğu aslında cahillik olan bu durumun düzeltilmesine dönük teşebbüsler söz konusu idi Şeyhülislamlık birçok alanda hakimiyetini henüz koruyordu Eğitim sisteminde yapılan reformlarla yeni ve üst düzey okullar kuruldu Fakat 199 YY başlarında geleneksel eğitim hakimken orduda yapılan reformlarla birlikte ordu için farklı okullar açılması gündeme geldi Bu çerçevede II: Mahmut döneminde ve sonrasında belli bir süre hatta belki de 1893 yılında Adli Maarif adı altında bir okul açılıncaya kadar ordu dışında kalan alanda ilk öğretim tamamen dini çerçevede Şeyhülislamlığın nezaretinde idi

Görülüyor ki Osmanlı reformlarının yoğun olarak yaşandığı dönemde çok ciddi bir sorun olarak algılanan geleneksel eğitim sisteminin değiştirilmesi söz konusuydu Ancak Tanzimat döneminde medreselerin modernleştirilmesi yönünde hiç bir gelişme olmamıştır Ne hükümet bunları geliştirmeye çalışmış n de ulema ve şeyhülislamlık böyle bir lüzum görmüştür Ancak bu dönemde medrese öğrencilerinin yeni Darülfünun gibi okullara kaymaya başladığı görülmüştür Muhtemelen şeyhülislâmlığın halkın gözünde ve ulema nezdinde sahip olduğu itibar nedeniyle hükümet medreselere müdahaleden çekinmiş olmalıdır Aynı şekilde medreselerin içlerine kapalı olmaları, taklit ve fikri istibdadın getirdiği “düşünememe” durumu bir ölçüde de Avrupa’da olup bitenlerden habersizlik şeyhülislamlığın da çözüm arayışında olmayışının nedenlerinden olmuştur

Batı tarzı eğitimin getirilmesine dönük teşebbüsler olacak ve bu teşebbüslerin verdiği meyveler daha sonra geleneksel eğitimle çatışacaktır Bu çatışmada taraflar birbirlerini “dinsizlikle-gavurlukla” veya”cahillikle-bilgsizlikle” itham edeceklerdir Bu arada çatışan bu iki gurup arasında üretilen yeni bir sentez ile her ikisini de taklitten uzak dikkatli bir ayıklama gayreti ortaya çıkacaktır Bu üçüncü hareketin önemli temsilcilerinden birisinin Mecelle’nin hazırlanışında birinci derecede görev ifa eden Ahmet Cevdet Paşa olduğunu görüyoruz Mücadele reform süreci boyunca bu üç akım arasında gelişecek ve ortaya çıkan iyice karışık tablo -kişisel görüşümüze göre- Batı taklitçiliğinin hakim olduğu cephenin zaferiyle kendisini yeni Modern Türkiye’nin doğuşunda ortaya koyacaktır

2Grup:Batıcılar
1850’li yıllar ve sonrasında İstanbul ile aralarında zaman zaman sorunlar çıkan veya ufkunu geliştirmek isteyen aydınların Batı’ya özellikle Fransa’ya açılmalarıyla birlikte düşüncelerde Batı etkisinde artış gerçekleşmeye başlandı

İlerleyen yıllarda Fransız yazar Ernest Renan’ın “Bilim ve İslamlık” konulu bir konferansta, İslamın bilim ve felsefeye karşı olduğunu ve bunun asıl nedeninin İs lâmın Arap kafasının bir ürünü olması olduğunu” iddia edişi Osmanlı’da çok yoğun bir tartışma başlatmıştı Bu tartışmada ateşli şekilde yer alan ve Batının biliminin ve maddi yanının alınmasına taraftar olan Namık Kemal gibi isimler tepki olarak Arapları her türlü medeniyetin kaynağı görmeye ve böyle tanıtmaya başladılar Ortaya iki cephe açılmıştı: Batı medeniyeti ve Arap medeniyeti Osmanlı’da 1880’lerde ateşlenen bu tartışmalardan önce tam anlamıyla Batıcılığı savunanlar neredeyse yok hükmündeydi Bu kesimin çeşitli teşebbüsleri gelen itiraz veya herhangi bir hücum üzerine kesintiye uğrayabiliyordu Ancak bu kesim Batı’nın maddiyatını alıp maneviyatını bırakma kabulü içinde olan, fakat maddiyat ve maneviyat arasındaki çizgiyi nasıl oluşturabileceğini bilmeyen kesimlerin bu bilgisizliği üzerine tutumlarını bina ettiler Medrese ve Darülfünun cepheleri söz konusu olduğunda başlangıçta din ilimlerinin yanı sıra fen bilimlerini de öğreten Darülfünun’un yanında yer aldılar Darülfünun’un bu çevrelerin desteğiyle zaman içerisinde din ilimlerinden arındırıldığını, ancak bununla kalınmayarak arındırılan İslâm yerine yeni bir dinin pozitivizmin, materyalizmin ve ateizmin getirilmeye çalışıldığını görüyoruz

Ancak bu konuda hatalı genellemelere düşmemek açısından, Türköne’nin itiraz ettiği “Askeri alandan başlayarak Türklerin yükselen Batıyı teklide başladıkları ve bu gidişin topyekün bir Batılılaşma hummasına dönüştüğü” tezi üzerinde bir irdelemeye ihtiyaç bulunmaktadır Türköne bu iddiaya itiraz ederken modernleşmenin başlamasıyla güçlenen ve yaygınlık kazanan geleneğin İslâm geleneği (Modern İslam) olduğunu, Tanzimatın mektebi ile yaygınlaşan eğitimin temel kaynaklarının Batı değil İslâm kültürü olduğunu, mekteplerin ihtiyacını karşılamak üzere matbaalarda basılan eserlerin tamamının İslâm klasikleri ve geleneğe yeni bir ifade gücü kazandıran telif eserler olduğunu vurgulamaktadırforumsinsinet

Ancak belirtmeliyiz k bu tespit reform hareketinin hakim görüntüsünün ifadesi olarak “güçlenen ve yaygınlık kazanan” bir kimlik hakkında yapılmaktadır Yoksa bu tanımın reform sürecinin bütün ayaklarını tam bir homojenlikte kapsadığı ileri sürülmemektedir İlerleyen kısımlarda vurgulanacağı gibi Fransız yazar Mac Farlane’ın Tıbbiyeyi ziyaretinde materyalist felsefenin etkisine ilişkin olarak gözlemledikleri, veya Darülfünunda bir dönem tamamen Batıdan tercümelere dayalı müfredatın kullanılması reform sürecinde farklı, hatta Cevdet Paşanın vurguladığı gibi, bazı kişilerin Batı hukuk sisteminin aynen tercüme edilerek kullanılmasını bile talep edebilmeleri reform sürecinde farklı çözüm arayışlarını göstermektedir Pek tabiî ki bu arayışlar arasında İslam karşıtı bir fikir ve eylem cephesi de arayış içinde olan kanatlardan birini oluşturmuştur

Sözünü ettiğimiz bu kesimin örnek simalarından biri Tahir Münif’dir(1830-1910) Tahir Münif Elçi Katipliği göreviyle bulunduğu Berlin’de ve daha sonra Tercüme Odasında Almanca, İngilizce ve Fransızca öğrenmiş; Avrupa tabiat bilimlerine ve Fransız materyalist felsefesine ilgi göstermiştir Münif Paşa Royal Society Of England(İngiltere Kraliyet Kurumu)nu model alarak 1861 yılında Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’yi kurmuş ve Türkçe’de ilk modern anlamda bilimsel eser olarak tanımlanan Mecmua-i Fünun’u yayımlamıştır Bu bilgileri veren Lewis, söz konusu derginin, 19 YY Türkiye’sinde, 18 YY Fransa’sının Büyük Ansiklopedisinin rolüne benzer bir rol oynadığını ifade etmektedir Berkes, Encümen-i Daniş yerine bir darülfünun kurulması fikrinin bu dergi ve Tahir Münif’in kurduğu cemiyet çevresinde oluştuğunu vurgulamakta ve Münif’in Fransız yazar Farlane’i dehşet içinde bırakan ve onun deyimiyle dinsizlik felsefesini öğreten materyalistlerin kitaplarının okunduğu Tıbbiyenin ilk mezunlarından olan Fuat Paşa’nın himayesi altında bulunduğunu hatırlatmaktadır

Bu cephede dikkat çeken bir diğer önemli isim Tahsin Efendi’dir Tahsin Efendi Darülfünunun açılması girişiminin başlatılmasında rolü olan Tahir Münif’in koruduğu ve bu okulun direktörlüğüne atadığı kişidir Darülfünun’un müdürlüğüne 58 yaşında iken atanan Gavur tahsin Medrese geçmişinden gelmekle birlikte Bektaşî’dir Kendisi 1857’de Paris Elçiliğine Türk öğrencilerine hocalık etmek, Batı Bilimlerini tanımak ve Elçilik imamlığı yapmak üzere gönderilmiş ve Paris’te 12 yıl kalmıştır Berkes’in ifadesiyle doğmalara karşı ve düşün özgürlüğüne dönük materyalist felsefelere eğilimli Bektaşiler gibi o da Avrupa’da o zaman çok moda olan Alman yazar Ludwig Büchror’ın yazdığı Kraft und Staff (Güç ve madde) adlı eserin Fransızca çevrisinden çok etkilenmiştir Bu kitap özellikle tıbbiyeliler arasında uzun süre okunmuş; Türkçe’ye çevrildikten sonra ulema tarafından reddiyeler yazılmasına neden olmuştur Tahsin Efendi Arap yazısı yerine soldan sağa doğru yazılan bir yazı icadı gibi; biyoloji, psikoloji, çocuk eğitimi gibi, Fransızca’dan çeviriler gibi çok geniş ve çeşitli alanlarla ilgilenen bir kişi olarak tanınmıştırforumsinsinet

Tahsin Efendi Müslüman milletlerin kalkınmasının biricik yolunun din dogmalarından kafalarını temizlemek ve eğitim yoluyla çağdaş fenleri benimseyerek kafalarını aydınlatmak olduğuna inanıyordu Tahsin Efendi’nin Paris’te iken kütüphanelerde İslam düşün tarihinde materyalist denebilecek eserleri araştırdığı rivayet edilmektedir Belki de bu yönünün etkisiyle Darülfünun müdürlüğü döneminde “peygamberliği” de bir sanat olarak değerlendirerek ulemanın hışmını üzerine çeken Cemalettin Efgani’yi İslâm düşün tarihindeki kelam-felsefe çatışmalarını iyi biliyor olmasından ve fikirleriyle uyuşmasından olsa gerek korumuş ve ön plana çıkarmıştır
Tahir Münif, Tahsin Efendi ve burada ayrıntılı olarak sözü edilmemiş olan Saffet Efendi’nin Avrupa’daki aydın rasyonalist düşünün eğitimde, ekonomik hayatta, toplumsal gidişte, siyasette uygulanması gerekliliği yönündeki görüşleri ve bu uğurda sergiledikleri çabalar Cemalettin Efgani’ye verdikleri rol ile birlikte sarsıntıya uğramıştı Şeyhülislâmlık ve ulema şeriat dışı gördükleri alanda girişilen yeniliklere sesini çıkarmıyor ilgisiz kalıyordu Ancak bu defa Efgani ile birlikte konu din müessesesini ilgilendirmiş; din dışında olanlardan değil de din geleneğinden geldiği iddia edilen- şii olduğu ve kelamcılara karşı felsefecilere tuttuğu anlaşılan- Cemalettin Efgani’nin sözleriyle şeyhülislam Hasan Vehmi Efendi’nin girişimiyle ulema harekete geçmiştir Bu hareketle birlikte Efgâni İstanbul’dan uzaklaştırılmış ve Tahsin Efendi Darülfünun Müdürlüğünden azledilmiştir Bu vaka aslında Osmanlı’da medrese ve ulema sınıfının hala ne denli güçlü olduğunu ortaya koymaktadır Ardından kapatılan Darülfünun-u Osmani’nin niçin ve nasıl kapatıldığına dair açık bilgi bulunamasa da bu müessesenin zındıklar tarafından yönetildiği ve zındıklar yetiştirdiği görüşünün hakimiyetiyle kapatılmış olabileceği ihtimali gelişmeler ışığında akla pek yakın görünmektedir

Öte yandan bu görüşü desteklemesi bakımından Münif ve Tahsin gibi isimlerin “zındıklar” zümresinden olarak mimlenmiş olması ve Darülfünun’un kitaplığı oluşturulurken Avrupa’dan özellikle Fransa’dan aynen alınan ve tercüme edilen hümanizm ve pozitivist felsefenin kitaplarının Tahsin Efendinin müdürlüğü döneminde Osmanlıya taşınmış olması Ali Suavi’nin ifadesinde yer aldığı gibi gayrimüslim öğrencilerin büyük çoğunluğunun burslu okumaları birer önemli ip uçlarını oluşturmaktadır

Üçüncü Gurup:Sentezciler
Bu gurupta yer alan düşünürler Batı’nın aynen taklidi eğilimlerinin karşısında yer almışlardır Batı’nın bilim ve teknolojisinin alınması ancak, kültür ve felsefesinin terk edilmesi gereği ısrarla bu gurupta yer alanlar tarafından dile getirilmiş olan görüşlerdir Bu gurup içerisinde yerleştirebileceğimiz Modern İslam” düşüncesine sahip kesimin özellikleri hakkında Türköne’nin tanımları arasında şu ifadeler geçer: “Batı tartışılmaz bazı üstün niteliklere sahiptir Müslümanlar Batı’yı üstün kılan bu nitelikleri (ilim, teknik, medeni usuller) alarak kendi toplumlarını ilerletmek zorundadırlar Sadece maddi kültür unsurlarıyla değil, İslâmiyet’e özde aykırı olmamak kaydıyla manevi kültür unsurları da (siyasi ve medeni kurumlar) Batı’dah iktibas edilebilir ve uygulanabilir

Bu gurup aslında medresenin ve ulemanın içerisine düştüğü çıkmazı çok iyi görmüştü Ancak bu çıkmazdan kurtulmaya çalışırken Batı’nın aynen taklidinin daha büyük bir felaket olduğu bilincindeydiler Bu gurupta yer alanlar bir yandan iyi bir medrese eğitimine sahipken diğer yandan Batı kaynaklı eserleri de çok iyi tetkik etmiş, her iki yapıyı iyice tanıyan kişilerdi Ancak Batıcı kesimin bir kısmı bu sınıf içerisinden kayarak cephe değiştirmiş ve yine gerçekte Batıcı olan kesim daha ılımlı olan bu kesimde yer alarak ulema kesiminin etkili muhalefetinden bir süre kurtulmuş olmalıdır Öte yandan ulemanın içinde bulunduğu dar görüşlülük ve katılık bu kesimde yer alan çok daha gerçekçi düşünürlere zındıklık damgasını vurmaktan çekinmemiştir Örneğin aslında İslâmcı olan ve Batı’nın kültür ve felsefesi yerine bilim ve teknolojisine sahip çıkılması düşüncesini savunan Namık Kemal gibi isimler bile -büyük bir yanılgı eseri olarak- zındıklar zümresinden sayılmıştır Bu arada Berkes, “Namık Kemal kayıtsız şartsız şeriatçı, ya da Doğucu olmadığı gibi kayıtsız Batıcı da değildir” demektedir Ancak N Kemal’in geleneksel anlamda şeriatçı olmadığı söylenebilse de yine Berkes’in ilgili bölümde N Kemal’in yaptıklarına ilişkin aktardıkları, Namık Kemal’in İslamı kaçınılmaz bir gereklilik olarak savunduğu ancak bu savunuşunun geleneksel ulemanın dar görüşlülüğünden farklı olduğunu göstermektedir Türköne Modern İslam düşüncesinin oluşumunda birbirinden habersiz olarak aynı gerçeklere vurgu yapan bir çok kişinin sayılabileceğini vurgulamakla birlikte, bu konuda bir başlangıç arayanlar için Namık Kemal ve Ali Suavi’yi teklif etmektedir

Sentezciler olarak adlandırabileceğimiz 3 gurubun sağlıklı analizi bakımından bu gurubun bilhassa eğitim sisteminde odaklanmış bulunan, bu alanda müfredat hazırlayan ve idari görevler üstlenen öncü isimlerinden biri olan Ahmet Cevdet Paşa üzerinde durmak istiyoruz Cevdet Paşa’nın eğitim geçmişi ve yükselişi Osmanlı’da güç yapısının ve eğilimlerinin oluşumunu etkileyen faktörlerin bir kısmının anlaşılmasına da ışık tutacaktır
Osmanlı Tanzimatının en tartışmalı döneminde yaşmış olan Ahmet Cevdet Paşa(1823-1895), Bulgaristan’ın Lofça kasabasında doğdu Cevdet Paşa öğrenim hayatına küçük yaşta Arapça öğrenerek başladı Dönemin Hafız Seyyid, Doyranlı Mehmet, Birgivi Hoca gibi bir çok aliminden ders aldı ve islami bilgilerle ilgili kitapları okuyarak din bilgisini genişletti Bu arada fen ilimlerine ilişkin tahsilde de bulundu Miralay Nuri Bey, Müneccimbaşı Osman Sabit Efendi gibi hocalardan hesap, cebir, hendese gibi dersler aldı Farsça bilgisini de derinleştiren Cevdet Paşa tasavvuf sohbetlerinde de bulundu ve hocalık için icazet aldı

Alıntı Yaparak Cevapla