Yalnız Mesajı Göster

1856-1879 Döneminde Osmanlı Milli Eğitim Sisteminde Reform Çalışmalarının Yapısı

Eski 08-30-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

1856-1879 Döneminde Osmanlı Milli Eğitim Sisteminde Reform Çalışmalarının Yapısı



Yeni okulun ders programı incelendiğinde edebiyat, Fransızca, genel tarih, coğrafya, fizik, matematik, resim, hukuk ve mantık derslerinin birinci sınıf ders programı olduğu görülmektedir Bu okul bünyesinde Cemalettin-i Efgani’nin sanat üzerinde yaptığı bir konuşmada “peygamberliğin de bir sanat olduğunu” söylemesi üzerine çıkan karışıklıklar üzerine, Tahsin Efendi önderliğinde icra edilen konferanslar iptal edildi Efgâni İstanbul’dan uzaklaştırıldığı gibi, Tahsin Efendi de müdüriyetten azledilerek bu göreve müdür yardımcılarından Kazım Efendi getirildi Okul bu hadiseden sonra kısa süre 1872-1873 döneminde eğitime devam etmiş olsa da ardından kapatılmıştır

Ülkede batı tarzında bir üniversiteye ihtiyaç bulunduğuna inanan idarecilerin gayretiyle bu defa 1873 yılında dönemin Maarif Nazırı Saffet Paşa Galatasaray’daki Mekteb-i Sultani müdürü Sava Paşayı hazineye yük olmamak şartıyla yeni bir Darülfünun açmakla görevlendirilmiş, yeni okul Darülfünun-u Sultani adıyla 1874-1875 öğretim yılında faaliyetlerine başlamış ve bu okul 1876 yılına kadar halktan gizli tutularak önceki Darülfünun’un akıbetine uğramaması amaçlanmıştır İlk mezunlarını 1879-1880 döneminde veren bu okullardan mezun olanlar, bu süre sonunda bir tez hazırlayıp “doktor” unvanını almışlardır Sözü edilen yeni okul bünyesinde açılan diğer alt ihtisas okullarına temas etmemekle beraber bu okulların ortak özelliklerinden birinin daha önce kapatılmış bulunan Darülfünun’un müfredatıyla benzeşen bir müfredata sahip olmaları olduğunu söyleyebiliriz

1856 sonrası 20 yıllık dönem dikkate alındığında Darülfünun’un yer aldığı noktanın tespiti bakımından Fransız yazar Mac Farlane’ın müşahedeleri ilgi çekicidir Farlane, 1847’de İstanbul’da Tıbbiyeyi ziyaretinden sonra İstanbul’da Fransız felsefeciliğinin (materyalizminin) hızla yayılmakta olduğunu, Tıbbiye kitaplığının düpedüz materyalist kitaplarını toplayan bir kolleksiyon olduğunu gördüğünü ifade eder Yine Farlane, Fransız Baron d’Holbach’ın dinsizlik kitabı olan “Systeme de la Nature’un en son Paris baskısının çok okunduğunu kitap üzerindeki işaretlerin yoğunluğundan anladığını; bu kitapta Tanrının varlığına inanmanın bir saçmalık olduğunun ve ruhun ölmezliğinin anlatıldığını ifade eder

Görülüyor ki sorunlara çözüm bulmak amacıyla kurulmuş bir müessese bu defa ateizmin-inançsızlığın tuzağına düşüyordu Bu okulun bir diğer özeliği Darülfünun-u Sultani bünyesindeki Mekteb-i Sultani müdürü Ali Suavi’nin 1877 yılında gayrimüslim talebelerin büyük bir bölümünün burslu okuduğunu ve dolaysıyla devletin her yıl bu müesseseye külliyetli paralar verdiğine dair ifadelerinden harekete söyleyebileceğimiz gibi, Darülfünun aynı zamanda gayrimüslimlerin imtiyazlı hale geldikleri birer müessese oluvermişlerdi

Galatasaray Sultanisi
1868 yılında açılan Galatasaray Sultanisi bir kaç konu hariç Fransızca lisanla eğitim yapmaya başladı Bu okul o dönemde yabancı misyonlar tarafından daha önce zaten açılmış olan okullardan farklı olarak Batı dilinde orta derecede modern bir eğitim sağlama konusunda Müslüman hükümet tarafından yapılmış ilk ciddi teşebbüstü Bu okulun bir diğer özelliği de Müslüman ve Hıristiyan (ve Yahudi) öğrencilerin yan yana öğrenim görmesiydi Batı sisteminin Osmanlı’ya gittikçe yaygınlaşarak gelişiyle birlikte yetenekli ve Batılı eğitim görmüş idareci, diğer memuriyetler için gerekli personelin karşılanmasında bu okuldan mezun olan öğrenciler çok etkin rol oynadılar

Bu arada farklı dinlere mensup öğrencilerin birlikte okudukları 1863 yılında kurulan Amerikan Robert Koleji’nden veya İzmir Kaiserwirth okulundan söz eden Roderic Davison, “Galatasaray Lisesi” adıyla hakkında bilgi verdiği bu okulun karma eğitimi getiren resmi bir eğitim teşebbüsü olması özelliğiyle, “Millet” gurupları arasındaki keskin hatlar üzerindeki ilk meydan okuyuş ve ilk ihlal olduğunu vurgular Davison’un bu yönde aktardığı diğer önemli bir tespit de, bu okulun 1868 yılında açılışıyla birlikte eğitime 341 öğrenci alındığı, bu yeni eğitim sisteminin ve yeni kurumsallaşmanın, yeni nesli kendi kontrollerinden çıkaracağı gerekçesiyle Yunan Ortodoks liderleri, Yahudiler ve Papa’nın itirazına uğradığı ve yeni gelişmelerin bu itirazlar altında gerçekleştiği hususlarıdır Galatasaray Sultanisinde(lise) eğitime başlayan 341 öğrenciden 147’sinin Müslüman, 48’inin Grekoryan Ermeni, 36’sının Yunan Ortadoks, 34’ünün Yahudi, 34’ünün Bulgar, 23’ünün Roman Katolik ve 19’unun Ermeni Katolik olduğunu görüyoruz

Darülmaarif:
Osmanlı eğitim tarihinde Avrupai mektep planında yapılan ilk modern kurum niteliğinde olan bu okul başlangıçta Mekteb-i Maarif adıyla kurulmuştur Dönemin rüştiyelerinden daha ileri bir öğretim metodu ve müfredat programı uygulanması amaçlanan ve Darülfünun’a hazırlık oluşturması maksadıyla uygulana gelen klasik(dini) müfredata ek olarak bu okulun müfredatına aritmetik, geometri, felsefe, astronomi, coğrafya gibi pozitif bilimlere ilişkin dersler konulmuştur

1850 yılında öğretime başlayan bu okul Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmi Alem Valide Sultan’ın yaptırarak vakfettirdiği bir binada faaliyet göstermiştir Bu binanın çevresinde bulunan medreseler dikkate alınarak bu okulun medrese olarak inşasından vazgeçilmiştir

Bu okulun açılmasında önemli görevler ifa eden Kemal Efendi, Maarif-i Umumiye Nezareti Azalığı, Mekatib-i Umumiye Nazırlığı, Maarif Nazırlığı ve adı geçen okulda müdürlük görevlerinde bulunmuştur

Darülmaarifte okutulacak dersler, hoca ve yardımcılarla hizmetlilerin görev ve maaşları vakfiyesinde ayrıntılı olarak belirtilmiştir Ayrıca vakfiyede programları düzenlemek ve sade bir dilde yazılmış ders kitaplarını hazırlamak görevi de Encümen-i Daniş’e verilmiştir

Osmanlı’da 1869 yılında çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile ilk ve orta öğretim kurumlarında bazı düzenlemeler yapılarak dört yıllık rüşdiyelerden sonra öğrenim süresi üç yıl olan idadilerin açılması düşünülmüş ve darülmaarif binasında ilk, orta ve ise seviyesindeki öğretim kurumları bir arada toplanmıştır

Darülmaarifin dikkat çeken özelikleri dini ilimlerle fen ilimlerinin öğrenim sürecinde hemen hemen aynı ağırlığa sahip olmasıdır Bu okul, devletin ekonomik ve idari desteğinden çok vakıflarla kurulan bir destek mekanizmasıyla nispeten özerk faaliyet gösteren bir kimliğe sahip olmasıyla önemlidir

Darulmuallimin:
Sıbyan mekteplerine öğretmen yetiştirme fikri Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar ulaşsa da o dönemdeki birkaç küçük programdan sonra 1948’e gelinceye kadar bu konuda bir gelişme olmamıştır İlk teşebbüslerine 1848 yılında başlanan öğretmen yetiştirme teşebbüsleri 1857 yılında resmen Darülmuallimin’in kurulmasıyla açığı çıkmıştır Bu okulun ilk kuruluşunda müdürlüğünü Osmanlı eğitim reformu sürecinde çok önemli bir rol üstlenmiş olan Ahmet Cevdet Paşa yapmıştır Okulda, öğreticilik yeteneğinin kazandırılması bakımından “usul-ü ifade ve talim” dersi başlangıçta verilmekle birlikte bu ders bilahare kaldırılmıştır 1862 yılında sıbyan mekteplerinin Maarif Nezaretine bağlanmasının ardından bu mekteplerin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla 1868’de Darülmuallimin-i Sıbyan adı altında iki yıllık bir öğretmen okulu daha açılmıştır Bu öğretmen okulunun müfredatı incelendiğinde, Kur’an, tecvit, ilmihal derslerinin yanı sıra, hesap, ahlak, coğrafyaya giriş ve usul-i tedris gibi dersler verildiği görülmektedir Bu anlamda bu okulların dini ilimler ile fen bilimlerini bir arada vermekte oldukları anlaşılmaktadır Muhaliflerin menfi propagandasıyla bu okul kapatılmış ve 1872 yılında (kapatıldıktan 2 yıl sonra) yeniden açılmıştır Bu arada yeni usule göre eğitim metotlarını öğretmenlere öğretmek üzere 1874’te aynı binada Numune Mektebi kurulmuştur

Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin hükümleri uyarınca öğretmen yetiştiren okulların tek çatı altında toplanması öngörülerek, derecelenme oluşturulmuştu İstanbul’da geniş kapsamlı bir darülmuallimin oluşturulması düşünülmüş ve bu okulun fen ve Edebiyat kollarına ayrılması öngörülmüştü Sonuçta bu büyük okulun rüşdiye şubesi 1870 yılında, idadi şubesi de 1874 yılında açılmış, zaten var olan sıbyan şubesi ise 1874’te bu yeni mektebe bağlanmıştır 1876 Kanun-u Esasi’sinden sonra büyük Darülmualliminin rüşdiye şubesine ilk başta kurulan ve sonra da kaldırılan “usul-i tedris” dersi yeniden konulmuştur

Darülmuallimat:
1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin çıkarılmasıyla önce değişik adlarda muhtelif yerlerde açılan bu okulların gayesi kız sübyan ve rüşdiye mekteplerine kadın öğretmen yetiştirmek olarak belirlenmiş ve bu okulun sıbyan bölümünün süresi 2 yıl, rüşdiye bölümünün süresi 3 yıl olarak tespit edilmiştir Okul 1870’de dönemin Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından yapılan, İslamda kadınların eğitimine önem verildiğine ve şer’i tesettürün buna mani olmadığına işaret edilen konuşmayla açılmıştır

Okulun ders müfredatında sıbyan bölümünde din ilimlerine giriş, Osmanlıca Dil kuralları, kitabet, öğretim usulü, her cemaatin kendi dili, risale-i ahlak, hesap ve defter tutma, Osmanlı Tarihi, coğrafya, musiki, dikiş nakış dersleri yer almış; rüşdiye şubesinde ise bu derslerin yanı sıra Arapça, Farsça, tedbir-i menzil, matematiğe giriş, sağlık bilgilerine giriş ve terzilik dersleri konulmuştur İlk mezunlarını 1873 yılında veren okul Osmanlı-Rus harbinin çıkmasıyla kapanmış, daha sonraki dönemlerde yeniden faaliyete geçmiş, müfredatı ve yapısı zaman içinde iyice değişmiştir Medrese geleneği karşısında üzerinde durulan ve geliştirilen bu okullarda eğitim usulünün de değişmesi sözkonusu idi Her ne kadar çatışmanın asıl konusunu oluşturmasa da Avrupa ülkelerinin eğitim düzeyleri hakkında bilgi toplanması ve dersleri kolaylaştıracak aletlerin de alınması ders verme usulünde de bir yenilik ve değişiklik arayışını göstermektedir Bu konuda Kemal Efendinin yoğun faaliyetler içinde olduğunu görüyoruz

Sonuç ve Genel Değerlendirme
Osmanlı eğitim sistemindeki reform çalışmalarının iyice yoğunlaştığı 1856-1876 döneminde, bu dönemdeki yansımaları itibariyle eğitim sistemi hakkında şu tespitlere ulaşılmıştır:

Osmanlı aydınları ve yöneticileri geleneksel medrese eğitim sisteminde kronikleşen bir kısım hastalıkları tespit ederek bu hastalıkları giderme yolunda bir dizi reform çalışmalarına girişmişlerdir Eğitim sistemi devlet otoritesi altında tek elde toplanmaya çalışılmış, bu amaçla önce geçici bilahare daimi nitelikte çeşitli idari müesseseler kurulmuştur Yeni bir eğitim sisteminin oluşturulması yönündeki çalışmalar gelenekçi “ulema” ile Batıcı “aydınların” karşıtlığında ve sentezci “ulema-aydınların” -belki de Mümtar’er Türköne’nin önerdiği şekliyle “Modern İslam2 yaklaşımının temsilcilerinin- bulduğu sağlıklı bir yol arasında çatışmalarla gelişmiştir Geliştirilmeye çalışılan yeni eğitim sisteminde, medrese geleneğinin bireysel eğitim ve icazet sisteminden farklı olarak resmen belirlenmiş kurallar ve müfredatla toplu eğitim sistemini içeren ilk, orta ve yüksek eğitim süreclerinden oluşan mektepler yer almaktadır Ancak reform sürecinde -leteratüre bakılırsa- çatışma, sözü edilen yapısal yeniliklerden çok, eğitim sisteminde dinin nereye ne etkinlikte oturtulacağı, yani laikliğin nasıl anlaşılıp uygulanacağı sorusu etrafında dönmektedir Çatışmaların temel sorunu, Batı’dan neyin ne kadar ve nasıl alınacağı, eğitimde ilim(islami ilimler) ve fenlerin(pozitif bilimler) nasıl ilişkilendirileceği sorunu etrafında şekillenmiştir İleri gelenlerin bir kısmı tamamen dinden ayrık bir eğitimi savunurken, diğer bır kısmı da hem din hem de bilimin birlikte müfredata alınması gereğini vurgulamıştır
Bu arada müsessese, kullanılan aletler, ders işleme ve sınıf geçme usulleri hakkında Avrupa’dan getirilen yeniliklere hemen hiç bir itiraz olmamıştır Çünkü medrese-ulema, içine kapandığı taassupta din ile ilgisi olmadığı için bu gelişmelerle ilgilenmediğinden itiraz etmemiş; diğer iki kesim ise zaten taraftar olmuşlardır Ancak bir dönem resim yapmanın dine aykırılığından hareketle harita dersinin yasaklanacağı korkusunun ve benzeri vakaların ürettiği yankılardan anlaşıldığı üzere, yeni eğitim sisteminde din ile ilişkilendirilebilecek her türlü -ilgi derecesi ne kadar zayıf olursa olsun- konu tartışma nedeni olabilmiştir

Sonuçta bu teşebbüsler tek bir yapıda barınmamış ve aradaki ipler koparak mesafe gittikçe artmıştır Eğitim kurumlarının tek bir resmi çatı altında toplanmasında bir ölçüde başarılı olunmuşsa da, eğitimin tek bir tipte oluşması sağlanamamıştır

Ancak medrese eğitim sistemi ve medrese müessesesi bu gelişmelerden büyük bir darbe almıştır Reformcular ulema ve medreseleri karşılarına almamışlardır Muhtemelen bu tutum sözü edilen kesimin gücünden çekinilmesinden doğmuştur Ancak reformcular bir yandan vakıf gelirlerine devlet olarak al konmasını ve gelirlerin tek elde toplanmasını sağlamış, diğer yandan devletin tercihini tamamen yeni öğretim kurumlarından yana kullanmış; bu suretle medrese maddi ve siyasi açıdan tercih edilme özelliğini kaybetmiş ve marjinal bir konuma itilmiştir

Bu dönemde okulların mali sorunlarının çözümlenme biçimi de dikkat çekmektedir Darülfünun gibi geleneksel ulema kesiminin desteğinden büyük ölçüde yoksun okullar devletin desteğiyle ayakta durabilirken, müfredatında dine ağırlıklı olarak yer veren okulların mali ihtiyaçlarının vakıflar kanalıyla sağlanabildiği görülmektedir

Eğitim sisteminde Batının etkisi net olarak ağırlığını hissettirmektedir Reformlarla birlikte gayrimüslimlerin müslümanlarla aynı okullarda aynı imkanlarla okutulması sağlanmakla kalınmamış, özellikle Darülfünun gibi okullarda dikkat çektiği üzere gayrimüslimlerin çoğunluğunun burslu okutulmasıyla da “eşitliğin ötesine geçilerek” yerleşik ezikliğin de etkisiyle bu defa gayrimüslim öğrenciler imtiyazlı duruma gelmişlerdir Bu dönemin diğer önemli bir yeniliği de kızların eğitiminin yüksek düzeyde gerçekleşmesinin kapısının aralanması ve kız öğretmen okullarının açılmasıdır

Bu yıllar medresenin hızla gücünü kaybettiği dönem olarak dikkat çekmektedir Ulemanın gelişmeler karşısında ısrarla gözlerini kapayarak çözüm aramaksızın ilgisiz kalması, devletin resmen desteklediği ve geliştirmeye çalıştığı okullardan mezun olan öğrencilerin devlet dairelerinde memur olma imkanının çok daha yüksek olması gibi nedenlerle bir çok medrese öğrencisi Darülfünuna kaymıştır

Üç gurup arasındaki çatışmalarda Batıcılar her geçen yıl daha da güçlenmiş, Batı materyalist felsefesi etkili olmaya başlamış, medrese karşıtı gurup içerisinde ateist bir ekip yetişmiştir Ancak bütün bu çalkantılar içerisinde hakim ve ağırlıklı kimlik, İslam ve özellikle Batıyla karşılaşmaya hazır, Modern dünyanın kurumlarını kendi sistemine adapte etme teşebbüsünde bulunan Türköne’nin kavramlaştırmasıyla “Modern İslam”dır

Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana eğitim alanında yaşadığı çok ciddi çatışmaların ve bugün gelinen noktanın kökeninin anlaşılması bakımından tarihin, buraya kadar üzerinde durduğumuz bölgesinin bize kazandıracağı çok ciddi ip uçları olduğunu görüyoruz

Alıntı Yaparak Cevapla