Yalnız Mesajı Göster

Atatürk Döneminde İslami Hareketler Ve Laiklik

Eski 08-31-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Atatürk Döneminde İslami Hareketler Ve Laiklik



Osmanlı’da laik yapılanma girişimleri, Avrupalılaşma hamlelerine hız vermek amacıyla ortaya çıkmış olarak gözükmektedir Özgür düşünce ve laiklik, kaynağını diğer batılı ülkeler gibi halktan almadığı için, dini çevrelerce sürekli eleştirilmiştir ve tarih boyunca karşıt hareketlere maruz olmuştur

III- ATATÜRK DÖNEMİNDE LAİK DÜZENE GEÇİŞ VE KARŞITLARI
Cumhuriyet tarihi boyunca, “düşünce” üzerinde Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün son derece yoğun bir belirleyiciliği olmuştur, bu etki iki tür işlemiştir: Pozitif anlamda, yani bir tarz düşünceyi teşvik ederek ve destekleyerek ve negatif anlamda, yani o tarza uymayan düşünceleri yasaklayarak veya marjinalize ederek Sonuç olarak, bütün bu Cumhuriyet tarihi boyunca herhangi bir düşüncenin “Atatürkçülük” ile bir çeşit modus vivendi kurmadan varolması hemen hemen imkansız hale gelmiştir Bu nedenle, Türkiye’deki laik düzeni incelemek için öncelikle kemalist ideolojinin laiklik anlayışını ele almak gerekir

Kemalist ideolojinin laiklik anlayışı
Kemalist iktidar, dinin kamusal alandan uzaklaştırılması yönünde giderek radikalleşen bir çizgi izlemiş, çok köklü dönüşümlere girişmiştir

Atatürk’te laiklik kavramı şu anlamı taşır: Din artık toplumsal, siyasal, ekonomik, eğitsel, sanatsal kurum ve kuralları belirleyecek bir pozisyonda değildir Toplumlar bu alanları bilimsel verilerin yardımıyla demokratik bir süreç içerisinde çözümleme gereğine inanmaktadırlar Herhangi bir dinin bu alanları düzenleyen değişmez, kutsallık niteliğini taşıyan hükümleri çerçevesinde ilerleme de, toplumsal uyuşma, toplumsal birlik ve dayanışma da, toplumsal barış da sağlanamaz Dinlerin toplumu yönettikleri dönemde bile birçok mezheplere bölünmüş olmaları boşuna değildir Üstelik yeni ve yakın çağlarda yaşamın blimsel olarak bilinebilir alanları durmadan genişlemiştir Bu alanlarda özgür tartışmaya ve nesnel araştırma verilerine dayalı çözümler öneriler çoğunluk kararına dönüştürülerek toplumsal dayanışma içinde uygulamaya geçirilebilir Bu olanak ortaya çıktıktan sonra, kimde ne türlüsü olduğu bilinemeyen (“iman ile paranın kimde olduğu bilinmez” sözü binlerce yıllıktır) dinsel inançların zorlamasıyla düzen kurmada direnmek toplumla uyum değil uyumsuzluk dayanışma değil, çözülme barış değil, kavga getirir Kemalizmin laiklik anlayışı bu tablodan çıkan sonuca göre, dinsel inancı artık yalnızca bireylerin kendi bireysel vicdanlarına, bireysel özel yaşamlarına iter

Atatürk’ün tasarımında iki temel unsur vardı: “millet” ve “batı uygarlığı” Hedef kişiyi “geleneksel doğulu cemaat hayatı” çemberinden kurtarmaktı Mustafa Kemal, Osmanlı- İslam halk kültüründen kaynaklanan sosyal denetim araçlarından tiksiniyordu (mahalle, cami, kahvehane, imam, bekçi, mahalle kuralları, mübarek zatların adalet dağıtması vs) İslami ahlak ve buyruklar kişiyi söndüren akıldışılıklardı Laikleştirici reformlar, kişiyi halk denetiminden toplum baskısından sıyırmak içinde gerekliydi Meşruluğunu bilim ve akıldan alan Batı toplumunun özgürlükçü ve yaratıcı kimliğine ancak böyle ulaşılabilirdi

Yeni düzene geçişte, düzenlemelerin nasıl bir laiklik anlayışına dayandığı 1937’de laiklikle ilgili Meclis görüşmelerinde Hükumet adına konuşan İçişleri bakanı Şükrü Kaya’nın şu ifadelerinden de anlaşılmaktadır: “Laiklikten maksadımız dinin memleket işlerinde müessir ve amil olmamasını temin etmektir Bizce laikliğin çerçevesi ve hududu budur Biz diyoruz ki, dinler, vicdanlarda ve mabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işlerine karışmasın Karıştırmıyoruz ve karıştırmayacağız

Bu ifadeler ve uygulamalar göstermektedir ki, bu dönemde laiklik genel bir dünya görüşü ve ideoloji olarak anlaşılmıştır Eğer sorun salt devleti laikleştirmek olsaydı o zaman kamu düzeninin dışında kalan bireysel alana müdahale edilmemesi gerekirdi Oysa yapılan düzenlemelerin bir kısmının doğrudan bireysel alana ilişkin olduğu görülmektedir S Sayarı’ya göre Atatürk’ün laiklik hareketi, genel olarak Batı’da anlaşıldığı gibi sadece devletle dinin birbirinden ayrılmasını öngörmez; dinin devlet kontrolü altına ve düzenleme sahası içine alınmasını da öngörür Bir dizi düzenleme çerçevesinde Kemalist rejim, din üzerinde yönetsel denetimini büyük ölçüde genişletmiştir

Böylece, Cumhuriyetle birlikte laikliği otoriter zihniyetin mutlak hakimiyeti altına sokan batılılaşma anlayışı, bu kavramı kamu sahasının inanca ait taleplerden tamamen temizlenmesi ve bu sahanın devlet kontrolü altına alınması olarak yorumladı Böylece Osmanlı klasik toplum anlayışının yarattığı ve yüzyıllarca toplumsal bir “doğal hak” olarak kullanılan özel alana, toplumun rızası alınmadan el konmuş oldu Toplum cemaatsal yapıdan homojen bir yapıya geçerken doğal olarak yaşanması gereken özel alanın bir bölümünün kamu sahası haline gelmesi; devletin otoriter zihniyeti altında bir özgürlük genişlemesi değil aksine özgürlük daralması olarak yaşandı

Türkiye Cumhuriyeti kurucuları, dini, üstünde değerlerin, ideolojilerin ve gücün aşılabileceği çok işlevli bir halka olduğunu öğrenene kadar, önlerinde gerçek bir engel olarak gördüler Kurumsal İslam’a karşı tavırları nefret dolu bir güvensizlikti Burada, onlar için, Voltaire’in kiliseye duyduğu nefrete yakın bir vaziyet alış vardır Yine de Voltaire, Türk liderlerden daha özgürdü Dini kurumun baskılarına maruz kalmasına karşın, dinin böylesi birincil işlevi olduğu bir halkı hesaba katmak zorunda değildi

Türkiye’de laiklik, dini ve sosyal hayat şartları icabı doğmamış olduğundan, kabulü sırasında topluma yabancı idi ve bu yüzden; dinin sarsılarak kültürün zedelendiği milli birlik ve beraberlikte sarsıntıya uğradığı, sosyal ve ahlaki düzenin bozulduğu, milli gururun kırıldığı, din aleyhtarlığı ve hürriyet bir arada yaşayamayacağından laiklik anlayışının demokrasinin gelişimini kösteklediği görüşleri doğrultusunda birçok tepki ve eleştiriye maruz kaldı

Bu tepkilerin nedenlerine inilmediği için, yeni düzene tepki hep dinci nedenlere bağlanmış, “gericilikle” suçlanmış, hedef laiklik ilkesi olarak gösterilmiştir

İslamcı muhalefet, siyasal yapıdaki ulusçu – islamcı çatışması nedeniyle ve Osmanlı döneminde gelişmesine olanak tanıyan nedenlerin sürmesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nde de geniş bir yandaş yığını bulabilmiştir Bu muhalefet hareketinin önüne ise yasaklayıcı ve cezalandırıcı yöntemlerle çıkılmıştır İslamın niteliği gereği çağdaş uygarlığa erişmeyi engellediği fikri ve İslamcıların dinsel görüşler ile Müslüman halkın yandaşlığını sağlayabildiği kanısı; İslamcı muhalefetin yasacılık yoluyla bastırılabileceği yanılgısına yol açmıştır Bu nedenledir ki Hıyanet-i Vataniye Yasası ile başlayan bir dizi yasayla, İslamcı muhalefetin örgütlenmesi ve görüş açıklaması suç sayılmıştır

Laiklik kapsamı içinde yapılan reformlar ile bunlara karşı oluşan islami harektelerin olası sebeplerinin üzerinden geçtikten sonra; Atatürk döneminde gerçekleşen olayları somut bir şekilde görmek de fayda var

Laik düzene geçişte yapılanlar ve islami hareketler
Türkiye 1920’den itibaren devleti ve toplumu laikleştirici dönüşümlere sahne olmuştur bunları dört alanda toplayabiliriz

a)Devletin Laikleşmesi
Bu yöndeki en önemli adımlar şunlardır:
Amasya Kararları, Erzurum ve Sivas kongreleri ile ulusun kendi kaderini kendisinin belirlemesi ilkesinin vurgulanması (böylece hakimiyet Tanrı’dan topluma verilmiş oluyordu)
TBMM’nin açılması ve “egemenlik ulusundur” ilkesinin kurtuluşun temeli yapılması
1921 anayasası (1 maddesinde “hakimiyet bilakaydü milletindir” denilmiş ve egemenliğin kaynağının Tanrısal olmadığı anayasallaştırılmıştır
Saltanatın kaldırılması ( Rauf Bey ve hemfikirlerinin saltanat ve hilafete vicdanen ve hissen bağlı olduklarını, ailelerinin padişahın nimetleri ve ekmeğiyle yetiştiğini, saltanat ve hilafetin kaldırılmasının islam aleminde çok kötü etki yapacağını söylemelerine karşın gerçekleşmiştir)
Cumhuriyet’in ilanı (1928 nisanında yapılan değişikliklere değin, “Türkiye devletinin dini, din-i İslamdır” hükmü geçerli kalmak üzere cumhuriyet ilan edildi Cumhuriyet’e karşı gösterilen tepki saltanatın kaldırılması karşısındaki tepkiden daha kuvvetli olmuştur Bunun nedeni, saltanatın kalkmasından sonra bile hilafeti yeni siyasal düzende Devlet Başkanı olarak görmek eğiliminin yaygın olmasıdır)
Hilafetin kaldırılması (Hilafetin kaldırılmasıyla, gündelik hayatın en küçük noktasına kadar nüfuz etmekte olan dinin, bu bölgelerle ilişkisi kesilmiş oldu)

1924 anayasası
1928 anayasa değişikliği ( Üç dinsel esas olan devletin dini, ahkamı şer’iye ve yemin anayasadan silindi Gerekçe “Muassır medeniyet hukuku ammesinde, milletin hakimiyetinin tecellisine medar en mütekamil devlet şeklinin laik ve demokratik cumhuriyet olduğu müsellimattandır” cümlesi ile verildi)
Laiklik ilkesinin anayasaya girmesi (“altı umde” den biri olarak 1937’de anayasaya girmesiyle, devletin temel yapısındaki gel-git’li laikleşme süreci tamamlanmış, 1920’de kayıtsız şartsız milet egemenliği ile açılan seyir defteri kapanmış oluyordu)
Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı ve Hilafetin kaldırılması sonucunda; “halife ve şeriatı” yeniden egemen kılmak amacıyla, Şeyh Sait isyanı patlak vermiştir Şeyh Sait dinin elden gittiği gerekçesiyle 1925 şubat ayında doğu illerinde ayaklanma başlatmıştır Bu ayaklanma ile, etkinlikleri aynı zamana rastlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası “dinsel gericilikle” ilintileri olduğu söylenerek kapatılmıştır

Bunun üzerine İttihat ve Terakki Fırkası üyeleri bu fırkayı yeniden kurmak için teşebbüse geçtiler İktidarı ele geçirmek maksadıyla Atatürk’e suikast planları bu dönemde başlamıştır fakat gerçekleşmeden suikastçılar silâhlarıyla yakalanarak tevkif edilmiştir 14 Temmuz 1926'da başta Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, Şükrü Bey, Ayıcı Arif, İsmail Canpolat olmak üzere 13 kişi idam edilmiştir

Meclis içinden gelen muhalefeti toplumdaki eleştri ve tepkiler izlemiştir Askeri Hoca başkaldırısı bastırılmış, ve Hoca ölüm cezasi ile cezalandırılmıştır Silifke olayını, Reşadiye, Bursa, Adapazarı olayları izlemiştir
Ayaklanmalar sonucunda çıkarılan Takrir-i Sükun Kanununun ve İstiklal Mahkemelerinin yarattığı buyurgan hava altında diğer devrimler gerçekleşmiştir

b)Hukukun laikleşmesi
Şer’iye vekaletinin kaldırılması ( md 1 TC’de insan ilişkilerine ilişkin olan hükümlerin yasallaştırılması ve uygulanması TBMM ile onun kurduğu hükümete ait olup, iyiyle kötüyü ayırdedici İslam dininin bundan başka inançları ve tapınmaları için Cumhuriyetin başkentinde bir “Diyanet İşleri Başkanlığı” makamı kurulmuştur ibaresini içerir)
Mecellenin kaldırılması
Şer’iye mahkemelerinin kaldırılması
İsviçre ve İtalya’nin ilgili yasaları temel alınarak Türk Medeni Kanunun, Borçlar Kanununun, Türk Ticaret ve İcra-İflas Kanunlarının kabulü
Kadın haklarına ilişkin yasal düzenlemeler (İsviçre Medeni Hukukunun kabulüyle getirilen geniş bir alandaki değişimler, kadının yasal statüsünün dönüşümü ile ilgiliydi Bunlar arasında tek-eşli evlilikler, varisler olarak erkek ve kadınların statü eşitliğini ve emlakın yönetimi ile ilgili birtakım hükümler yer alıyordu Bunu 1930’da kadınlara mahalli seçimlerde seçme ve seçilme hakkının verilmesi, 1934 senesinde genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkının kabulü takip etti)

c)Eğitimin laikleşmesi
Medreslerin ve mahalle mekteplerinin kaldırılması
Eğitimin birleştirilmesi (Mustafa Kemal’in kişiyi topluluk normlarından kurtarma girişiminde karşımıza çıkan ilk görüntü Tevhid-i Tedrisat kanunudur Bu kanun, eğitimi, ilk ve son defa ulemanın elinden almakla kalmadı, ayrıca ortak eğitimin ve böylece de okul yıllarından ileriye doğru cinsiyetler arasında tam anlamıyla yeni bir kaynaşmanın yolunu açmış oldu)
Üniversitelerin kurulması

d)Kültürün laikleşmesi
Türbe, tekke, ocakların kapatılması; şeyh, efendi, mürit, seyyit, mansıp, dede sanlarının kaldırılması ve kullanılmasının yasaklanması
Yazı Devrimi (Geçmişle ilişkilerin kopartılmasını amaçlayan en etkili reformlardan biridir Yazı Devrimi, simgesel önemi bakımından Şapka devrimi ile karşılaştırılabilir fakat alfabe değiştirmek, bir kuşak içinde o zamana kadar yazılmış bütün yapıtları okunmaz/anlaşılmaz hale sokmuştur Bu, düşünülebilecek en köktenci kültür değiştirme girişimiydi)
Giysi Devrimi, örtünmenin kalkması, soyadı kanunu
Tarih Devrimi
Takvim, ölçüler, resmi tatil ve bayramlarla ilgili düzenlemeler
Sanatın laikleşmesi
Uluslararası ilişkilerin laikleşmesi

Siyasal partileri, taşraları ve dinsel gericiliği bağlayan ikinci bir sarsılma 1930’da ortaya çıkmıştır O sırada, Kemalizme karşıt birçok grubun kuvvetle desteklediği çok partili siyasa konusunda yapılan bu deney, (Serbest Cumhuriyet Fırkası) Menemen kasabasında küçük “patrona” tipinden bir ayaklanmayla sonuçlandı Çevrenin temel yeri olan taşra, Cumhuriyet’in laik amaçlarına hıyanetle bir kez daha özdeşleştirildi

Dolayısıyla; Atatürk dönemi otoriter zihniyetin ve merkeziyetçi yapının, ‘laik’ ve ‘türk’ ideolojiyle bütünleştiği bir eylem alanı oldu Her türlü baskı ve şiddet, meşruiyetini laiklik ve milliyetçilikte temellendirirken; bu ilkeler de devletçi anlayıştan güç alarak toplumsal ve zihinsel yapıyı şekillendirdiler

IV- SONUÇ
Aşikar bir şekilde, Kemalist laikliğin temeli; konu üzerindeki temel Jöntürk fikirlerinde atılmıştı 1924’teki Kemalist reformların tümü, Osmanlı laikleşme sürecinin mantıksal sonuçları olarak görülebilir Kemalistlerin seleflerinden çok daha ileri gittiği alanlar, 1925’te tarikatların yasaklanması ve tekkelerin kapatılması ile 1926’da Avrupa Medeni hukukunun toptan kabulüydü Bu önlemler radikal olarak yeniydiler; çünkü, devletin artık kendine bağlı olmayan dinsel kurumlara ve yurttaşlararası kişisel ilişkilere önceden görülmemiş bir ölçüde müdahale etmesi anl***** geliyordu Bu sadece kurumlar ve yasamayı değil, ama sıradan yurttaşın yaşam tarzını da etkiledi

Mustafa Kemal’in Osmanlı İmparatorluğunun enkazı üzerine doğduğunu tahayyül ettiği toplum hakkındaki fikirleri, kollektiflik üzerinde toplanmakta ve bu fikirler kendilerine has güçlerini buradan almaktaydı Görüşleri aynı zamanda, kişiyi islam cemaatinin boğucu camiasından kurtarma konusu üzerinde de yoğunlaşıyordu Ama, yeni bir “ortak şuur” ve cemaat etkilerinden kurtarma, Mustafa Kemal’in başarmayı gerçekten istediği şeyin yani Türkler için yeni bir kimliğe doğru ağır ağır ve devamlı ilerlemenin sadece iki cephesiydi Bu kimliği Cumhuriyetin yeni sembolleri etrafında kristalleştirmek için, sonuncu “duyguları harekete geçirme” kabiliyeti ile birlikte bir “duyumsal unsur”a da sahip olmak zorundaydı

Kemalizmin sembollerinin, bu fonksiyonu ancak sınırlı Türkle üzerine aldığını görüyoruz Fakat, ayrıca, Kemalizm Türklerin ferdi kimliklerini oluşturmada İslam’ın oynadığı rolü anlamamıştı Her şeye rağmen, İslam’ın, kişinin bu dünyadaki varlığına, onun asli ontolojik güvensizliğine seslenen, kendisini psikolojik dürtülere tutunmasını sağlayan bir yönü olagelmişti

Yapılan reformlar uzantısında, yerleştirilen kemalist düzen ortadan kaldırılması gereken pürüzlere yol açmıştır Bunlardan birincisi, skolastiğin tipik özelliği olan doğrunun ölçütü olarak otoritecilik anlayışının, eğitimde ve bazı çevrelerde, Kemalist skolastik şeklinde sürdürülmesidir İkincisi birinciya bağlı olarak, modeli Batı’da olan rejimin, orada olduğu gibi, örneğin halk iradesine, insan doğasına, halkın mutluluğuna müracatla değil; hala antik ve dinsel bir anlayışla “Atatürk böyle istedi/yaptı” veya “o olsaydı böyle yapardı” formülü ile meşrulaştırılmasıdır Son olarak, “kendisi için en iyi olanı halk kendisi bilir” ilkesi yerine “halk için en iyi olanı elitler bilir” ilkesinin sürdürülmesidir Bu anlayış halkı yanlış yapmaktan korumuş olabilir, fakat hep çocuk kalmasına, bileği güçlü, karizmatik bir lider ya da bir “Baba” arayışına sevketmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla