Konu
:
Mısır: Karun
Yalnız Mesajı Göster
Mısır: Karun
08-25-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Mısır: Karun
Kârûn
Kârûn Kimdir?
Kârûn
Hz
Mûsâ'nın ümmetinden ve akrabâlarından olduğu hâlde
zenginliği yüzünden kibirlenip
Hz
Mûsâ'ya karşı çıktığı için yerin dibine batan [1] ve Kurân-ı Kerîm'in üç âyetinde adı geçen
zenginlik ve zenginliğe dayalı büyüklenmenin simgesi olan kişidir
[2] Bu ayetler
şöyledir;
«Andolsun ki
Musa'yı
mucizelerimiz ve apaçık delillerle Firavun'a
Haman'a ve Karun'a gönderdik de
onlar
'bu çok yalancı bir büyücüdür' dediler
»
(Mümin
24);
«Karun'u
Firavun'u
Haman'ı da yok ettik
Andolsun ki
Musa
kendilerine apaçık belgeler getirmişti de
onlar Yeryüzünde büyüklük taslamışlardı
Oysa azabımızdan kurtulamazlardı
»
(el-Ankebut
39);
«Gerçekten Karun
Mûsâ'nın kavmindendi
Ama
onlara karşı azdı
Biz
ona öyle hazineler vermiştik ki
anahtarları
güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır geliyordu
Hani
kavmi ona 'Şımarma; çünkü
Allah şımaranları sevmez
Allah'ın sana verdiği şeyde âhiret yurdunu gözet
dünyadan da payını unutma
Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun
Yeryüzünde bozgunculuk isteme; çünkü
Allah
bozguncuları sevmez' demişti de
O
'Bu servet bana
ancak
bende olan bilimle verilmiştir' diye cevap vermişti
Bilmez mi ki
Allah
önceleri
ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir
Suçlulardan suçları sorulmaz
Derken debdebe içinde kavminin karşısına çıktı
Dünya hayatını isteyenler
'Nolurdu
Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı; doğrusu
bu
büyük bir hazdır' demişlerdi
Bilgilendirilmiş olanlar da
' Yazıklar olsun size; İnanan ve yararlı iş isleyen kimseye Allah'ın sevabı daha iyidir
Ona da ancak sabredenler kavuşabilir' demişlerdi
Derken
kendisini de
konağını da yerin dibine geçirdik
Şimdi
Allah'tan başka kendisine yardım edebilecek kimseler de yoktur
Kendini savunabilenlerden de olamamıştır
Daha dün onun durumuna imrenenler
"Vay
demek ki
Allah
kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor da
daraltıyor da
Eğer bize lütfetmemiş olsaydı
bizi de yerin dibine geçirirdi
Demek ki
kâfirler gerçekten kurtuluşa erişmiyor' demeğe başladılar
»
(el-Kasas
76-82)
Hakkında çoğu İsrailiyyat kökenli olmak üzere birçok rivâyetler bulunduğu gibi; Tevrat'ın
"Sayılar"
kitabının 16
bâbında bir kıssası bulunan
"Korah"
ın da Karun ile aynı kimse olduğu görüşü yaygın bulunmaktadır
[2] Babasının ismi
Yasher'dir
[1] Hz
Mûsâ'nın amcası veya amcasının oğludur
[3] Önceleri fakir ve güzel huyluydu
[1] Başkalarının yardımlarıyla geçinirdi
[3] Tevrât'ı güzel okurdu
Hz
Mûsâ
buna duâ etti ve simyâ ilmini öğretti
[1]
Karun
Zenginliği ve hazinelerinin çokluğuyla meşhur olmuştur
Bu serveti
"Kârûn kadar zengin"
gibi ifadelerle deyimleşmiştir
Hazeri Musa (as) zamanında yaşamış
servet ve ihtişama kavuştuktan sonra hırs
gurur ve enaniyetinin esiri olmuştur
Mal ve servetini Allah'ın ihsanı olarak değil de kendisinde var olan ilim sayesinde verildiğini iddia etmiştir
Kasas Suresinde
Hz
Musa (as) ile aralarında cereyan eden hadiselere yer verilmiştir
Risale-i Nur'da
küfran-ı nimet olarak sarf ettiği sözlerine yer verilmiştir
Ayrıca
maddiyatı ön planda tutan ve her yola başvurmayı mubah sayan Avrupa medeniyetinin menfi kısmının sebep olduğu iki dünya savaşı ile yerküreyi nasıl yangın yerine çevirdiklerine dikkat çekilmektedir
[4]
Kurân-ı Kerim'in ayetlerine bakıldığında Karun'a ilişkin olarak ilk belirlenecek bilgi
onun Hz
Musa'nın kavminde oluşudur
İkinci nokta ise
Firavun ve Haman ile bir ilişkisinin bulunuşu
Ayrıca
büyük zenginliği
kavminin karşısında böbürlenişi
öğütlere kulak vermeyişi
sonunda da Yüce Allah'ın cezalandırması ile-konağıyla birlikte- yerin altına geçirilişi de göze çarpan diğer hususlar olmaktadır
Kıssanın bunlara ek olarak göz önünde bulundurulması gereken başkaca önemli noktaları da vardır ve zaten bu önemli noktalar çerçevesinde yapılacak bir irdeleme iledir ki
kıssanın Yüce Allah'ın kitabında zikrediliş hikmetlerinden bir bölümünden yararlanmak mümkün olacaktır
Bunları şöylece sıralamak mümkündür:
Hz
Musa'nın kavminden olan Karun
onlara karşı azmış
başına buyruk kimi davranışlar içine girmiştir
Onu bu noktaya getiren elinde tuttuğu zenginliğidir
Buna dayanarak böbürlenmekte
gösterişler yapmaktadır
Ama
bu kadarla da kalmasa gerek ki
kavminden bazı kimselerin uyarısına yol açmaktadır
Anlaşılıyor ki
Karun
elinde bulundurduğu maddî güce dayanarak kimi taleplerde bulunmaktadır
Bu talepler ne olabilir? Sorunun yanıtı bellidir: Kavminden diğer kimseleri de kendisi gibi azmağa
kendisine uymağa çağırmak
Üstelik bu çağrının kendisiyle sınırlı bir kişisel çağrı olmadığını da düşünmek gerekecektir
Âyetlerde Karun ile birlikte Firavun ve Haman'ın da anıldığını göz önünde tutmak
başkaca yorumlara da elvermektedir
Şöyle düşünülebilir
Firavun'a gönderilen
Haman'a gönderilen Hz
Musa
onlarla birlikte Karun'a da gönderilmiş olduğuna göre
demek ki
bu üçünün azgınlıkta ve bozgun çıkarıcılıkta ortak bir yanı vardır
bir işbirliği içindedirler
Zaten hor ve hakir görülen
arada bir kıyıma uğratılan
tam bir denetim altında tutulan Firavun dönemi Mısır'daki İsrailoğulları'ndan herhangi birinin Firavun ve çevresiyle onların işine gelen bir işbirliği kurmamış olması durumunda böylesine bir zenginliğe kavuşması da mümkün olmayacağına göre
açıktır ki
Karun
kavminin karşısına debdebe ile çıkarak
onları da işbirliğine çekmek için akıllarını çelmeğe uğraşmaktadır
Kavminden kimilerinin Karun'a verilen gibisini kendileri için de isteyip
onu büyük bir haz saymaları karşısında
bilgi verilmiş olan kimselerin inanç ve yararlı işe Yüce Allah'ın sevap vereceğini hatırlatarak uyarıda bulunmaları
işte
bu çekişmenin
bu propaganda ve karşı propagandanın ipuçları olarak değerlendirilebilir
Kavim
sabra çağrılmaktadır
Bu işbirlikçilik ve kavmin diğer kimselerini de aynı işbirliğine çağrı
Karun'un içine düştüğü azgınlığın yalnızca bir yüzüdür
Diğer yüzü ise
daha çarpıcı ve ilgi çekicidir
Özellikle de çağdaş düşünceler ve inanışlar bakımından ilginç olan bu olgu
bilgi ve servet ilişkisi bazında gözlemlenmektedir
Zenginliği ile böbürlenen Karun'a
kavmi
"Allah'ın sana verdiği şeyde ahiret yurdunu ara"
uyarısında bulunur
Karun ise
"Bu servet
ancak
bende olan bir bilimle verilmiştir "
der ve kıssanın son âyetinde ise
Yüce Allah'ın dilediğinin rızkını genişleteceği
dilediğinin rızkını ise daraltacağı ölçüsü vurgulanır
Bu üç noktayı bir arada irdelediğimizde yapılabilecek belirlemeler şunlardır:
Kavmi
Karun'un servetinin Allah vergisi olduğunu hatırlatınca
Karun
bu sözlere karşılık
servetinin kendisinde bulunan bir bilgiden ötürü olduğunu öne sürerek hem Allah vergisini dışlamağa kalkışmış
hem de "servet ve bilgi" arasında bir bağlantı kurmuştur
Bu ifade
bugünkü ekonomizm hastalığına yakalanmış olanların
'ekonomi dini inananlarının büyük bir hazla tekrarlayıp durdukları cümlelerin aynısıdır
Ve
Yüce Allah
serveti ve imkânı kendisinden bilmeyip de
bilgisinin verimi sayan Karun'u
ondan önce de daha güçlü ve daha çok toplamış olan kimseleri yok ettiğini belirterek
muaheze etmektedir
Burada
belirtildiği gibi
çağın
bu çağın hastalığının tanısı gözlenebileceği gibi
'servet'i kendi bilgi ve becerilerinin verimi sayanlar için bir de azap ve felâket uyarısı bulunmaktadır
Anlaşılıyor ki
Karun'un yerin dibine geçirilmek suretiyle helâkine yol açan azaba uğratılmasının sebeplerinden biri
onun bir işbirlikçi olarak Firavunla dayanışması ve bu doğrultuda azmış olması olduğu gibi
diğeri de Yüce Allah vergisi olan zenginliğini kendindeki bilgiye bağlayarak bir bakıma bilgiyi tanrılaştırmış olmasıdır
Tevrat'ta anılan Korah adlı kimsenin Karun'la aynı kişi olduğu görüşü yaygın olmakla birlikte
Kurân-ı Kerim ile Tevrat bir arada mütalaa edildiğinde bu kanı geçerliliğini yitirmektedir
Kurân-ı Kerim'in verdiği bilgilerin ışığında olaya bakıldığında
Karun'un İsrailoğulları'nın Mısır'dan çıkışından önce yaşayıp helâk olduğuna kail olmak gerekiyor
Bunun sebebi ikidir: Birincisi
Samiri kıssasında açıkça görüleceği gibi
İsrailoğulları
Mısır'dan çıkışlarından sonraki zamanlarda zenginlik
debdebe ve altına karşı pek ilgi duymamışlar
hatta
Samiri'nin çağrısı üzerine ellerinde bulunan ziynet eşyalarını onun yaktığı ateşe atmışlardır
Bu psikolojiyi yaşayan insanların bir başkasının zenginliği karşısında "bu büyük bir hazdır" imrenmesi içine girdiğini düşünmek mümkün değildir
Ayrıca
çıkış halinde habire konup göçen ve gerçekten de alabildiğine perişanlık içinde günler geçiren bir topluluk içinde ve toplulukla birlikte herhangi bir kimsenin anahtarlarını güçlü bir topluluğun taşıdığı hazinelerini götürmesini varsâymak için de yeterli tutanak yoktur
Yere geçirilen konağa ilişkin ifadelerin bir çadırı anlatmada kullanılamayacağını da göz önünde tutarsak
bu durum daha belirginleşir
İkincisi
maddenin başında ilk sıraya alıntıladığımız âyette
"Firavun
Haman ve Karun"
sıralaması varken
ikinci sıradaki âyette sıralama
"Karun
Firavun ve Haman"
şeklindedir
İlkinde peygamberin gönderildiği kimseler sıralanmakta; ikincisinde ise
helâk olanlar
İlkinde küçükten büyüğe bir sıralama varken
ikincisinde bu yoktur
Bu farklılık
Karun'un Firavun'dan önce helâk edildiğini belirleyebileceğimiz bir açıklık getirmektedir
Firavun
İsrailoğulları'nın Mısır çıkışı sırasında helâk olduğuna göre
Karun
demek ki
Mısır'daki dönemde helâk edilmiştir
Kurân-ı Kerim'in yorumlarının bu doğrultuya elverici olmasına karşın
Tevrat
Karun diye kabul edilen Korah'ın helâkinin Mısır'dan çıktıktan sonra olduğunu anlatır
Sayılar kitabının 16
babında hikâye edilen Korah olayında
üstelik
Korah'ın zenginliğinden filan da söz edilmemektedir
Olay
Korah ve avanesinin Hz
Musa'ya kâhinlik için başkaldırısı biçiminde gelişir
Kavmin yanında daha iyi bir konum ve daha geniş yetkiler istenmesi için Korah ve kendisi ile birlikte bulunanlar Hz
Musa'ya karşı çıkmışlar ve bunun sonucunda da o
onun adamları
evinin halkı ve çadırı yerin altına geçirilmiştir
İki olay arasında örtüşen yan
yalnızca
yerin altına geçirilme olmaktadır
Bu ise
diğer farklılıklar göz önünde tutulduğunda Karun ile Korah'ın aynı kişi olduğunu söylemek için yeterli olmayacaktır
Mümkündür ki
yere geçirme suretiyle helâk hem Karun için
hem de Korah için gerçekleşmiş olsun
Zenginliğiyle azan ve çevresini de azdırmak isteyen
bununla da kalmayıp
servet i kendi bilgisine bağlayarak Allah'ın vermiş olduğu gerçeğini dışlayan işbirlikçi Karun ile Hz
Musa karşısında riyaset davasına kalkışan Korah
biri Mısır'dan çıkış öncesi
diğeri Mısır'dan çıkış sonrası
ayrı ayrı
aynı azaba uğratılmış olabilirler
Rivâyetlere gelince: Biraz Kurân-ı Kerim'den
biraz Tevrat'tan alman bilgilere epeyce eklemeler ve yakıştırmalar yapılarak
Karun hakkında çok detaylı bilgiler aktarılmıştır
Bir bölümünün akıl ve mantık kabûl eder yanı bile yoktur
Çoğu da
Tevrat'tan çok Yahudi sözlü anlatımlarına dayanan İsrailiyyat ürünüdür ve bunlarla Tevrat arasında bile büyük çelişkiler bulunmaktadır
Kendi içinde çelişik olan bölümler de cabası
Rızkın Allah'tan olduğunu hatırlatan
Zenginliği kendi bilgisinin verimi sayan
Firavunla işbirliği yaparak kendi kavmini sömüren
ezen
Hz
Musa'nın çağrısı karşısında da düzenlediği gösterilerle kavmi kendi yanına çekip işbirlikçisi bulunduğu kimselerin safına katılmağa çağıran
Bütün bunları yapan ekonomi bilgini ve de kavmine karşı Firavun işbirlikçisi bir insanın helâkinin anlatılması yoluyla insanoğlunun helâkini gerektiren durumlardan haber veren Kurân-ı Kerim'in Karun hakkında anlattığı bilgi bundan ibarettir
Ötesi İsrailiyattır
[2]
Hayatı
Kârûn
Hz
Mûsâ'ya îmân etmeden önce İsrâiloğulları'nın başında Mısır Firavun'unun temsilcisiydi
İdâresi altında bulunanlara zulüm ve eziyet ederdi
Hz
Mûsâ'ya inandıktan sonra
kendisini ilim ve ibâdete verdi
Ondan pek çok şeyler öğrendi
Hz
Mûsâ ve kardeşi Hz
Hârûn'dan sonra
İsrâiloğulları'nın en bilgilisiydi
Tevrât'ı ezbere bilir ve çok güzel okurdu
Şeytanın vesvesesine kapılıp ibâdeti terk etti
Dünyâ malı toplamaya başladı ve gittikçe hırsı arttı ve çok mal toplamak gayretine düştü
Hz
Mûsâ'dan simyâ ilmini öğrenmiş ve hayır duâsına kavuşmuştu
Kavuştuğu bu nîmetlerin kıymetini takdir edemedi
Bildiklerini dünyâ malı toplamak için kullandı
İnsanlara hizmet etmeyi hiç aklına getirmedi
Zenginliği ile dillere destân olup
darb-ı mesellere geçti
“Kârûn gibi zengin
”
sözü
onun sahip olduğu mal sebebi ile ortaya çıktı
Mallarını hazînelere doldurdu
Hazînelerinin anahtarlarını
kırk katır taşırdı
[1] Ancak melûn şeytan
insan kılığında yanına geldi ve onunla arkadaş oldu
Sonra fırsatını bulduğu birgün
dostâne bir tavırla:
“–Ey Kârûn! Başkalarından gelenlerle geçineceğimize
gidip haftada bir gün çalışalım; altı gün de ibâdet edelim!”
dedi
Bu fikir
Kârûn'a uygun geldi
Şehre indiler ve bir gün çalıştılar
Bu bir günlük çalışmaları mukâbilindeki ücretle de altı gün geçinip ibâdet ettiler
İlk tâvizini koparmış olan şeytan bu sefer:
“–Ey Kârûn! Bak; kimseye muhtaç olmadık! Gel; bundan sonra haftanın yarısında para kazanalım
yarısında ibâdet edelim! Hem kazandığımız paranın fazlasını Allâh yolunda fakirlere infâk etme imkânımız da olur!”
dedi
Artık tâviz yoluna girmiş bulunan Kârûn'a
bu teklîf daha da câzip göründü ve bunu da kabûl etti
Şeytan
hîlesini gerçekleştirmeye muvaffak olmuştu
Çalışma müddetini iyice artırdı:
“–Daha fazla çalışıp daha çok para kazanalım! Bu parayla hem ibâdet eder
hem de daha fazla fakiri sevindiririz!”
dedi ve yavaş yavaş Kârûn'un kalbine dünyâ meyli ve muhabbeti girdi
Hz
Mûsâ'nın duâsıyla kendisine verilen simyâ ilmi ile de çok zengin oldu
Kalbi
dünyevî ihtiraslarla doldu
Bu arada bütün güzel ve nezih hasletlerini de kaybetti
Gurur ve kibre kapıldı
Oysa zenginliği
Hazret-i Mûsâ'nın öğretmiş olduğu ilim sâyesinde idi
[3]
Kârûn
zengin olunca; fakirliğindeki iyi ve güzel hasletleri kaybetti
Taşkınlık yaptı ve haddi ziyâdesiyle aştı
Böylece zulüm ve haksızlık yapmaya başladı
Zîynetlerle süslü elbiselerle dışarı çıkar
göğsü ilerde
salınarak kibirle yürür ve elbiseleri yerlerde sürünürdü
Nitekim Kasas sûresinin 79
âyet-i kerîmesinde meâlen;
“Kârûn
ziynet ve ihtişâmı içinde kavminin karşısına çıktı
”
buyrularak
onun bu hâli haber verildi
Sonradan gördüğü için
eyeri altından beyaz bir ata biner
iki yanına
süslü elbiseler ve zîynetlerle donatılmış yüzlerce köle ve câriyeler alır
halka gösteriş yapardı
Bunun da ötesinde İsrâiloğulları'na ve Hz
Mûsâ'ya karşı kibirlenir
işlerine karışarak muvaffak olmamaları için çalışırdı
Fakirleri aşağı görür
mal ve mülkünün çok fazla olmasına rağmen
cimriliğinden kıyıp birazını bile onlara veremezdi
Nasîhat edenleri
hiç dinlemezdi
Hattâ
duâsı ve öğrettiği ilim sâyesinde
mal ve mülke kavuşmasına vesîle olan hazret-i Mûsâ'nın sözünün bile
İsrâiloğulları tarafından dinlenmesine tahammül edemez oldu
Kârûn
Hz
Mûsâ'ya muhâlefette daha da ileri gidip
altından binâ yaptı
İsrâiloğulları'nı yanına çekmeye çalıştı
Onlardan bir kısmı
ona iltifât etmeye
ziyâfetlerine gitmeye
sözlerine kanmaya başladı
Şatafat ve malına imrenip
onun gibi zengin olma hülyâlarına düşenler oldu
Hattâ bâzıları emrine girerek
dediğinden çıkmaz oldu
Hz
Mûsâ
ona nasîhat ederek yaptıklarına son vermesini istedi
Allah'tan zekât emri gelinceye kadar bu hâl böyle devâm etti
Allah
müminlere zekâtı farz kılınca
Hz
Mûsâ
Kârûn'a vereceği zekâtın miktârını söyledi
Fakat Kârûn
eve dönüp
mal ve parasını hesap edince
vereceğini çok buldu
İsrâiloğulları'ndan
kendisi gibi olanları etrâfına toplayıp
Hz
Mûsâ'ya karşı çıkardı
Bir fâhişeye bol
para ve mal vaat ederek Hz
Mûsâ'nın kendisiyle zinâ ettiğini söylemesini istedi
Ertesi gün
Kârûn
İsrâiloğulları'nı topladı
Sonra Hz
Mûsâ'ya geldi
“İsrâiloğulları toplandı
seni beklerler
Allah'ın emir ve yasaklarını
dinlerinin esaslarını
şerîatlerinin hükümlerini onlara bildir
”
dedi
Bunun üzerine Hz
Mûsâ
onların yanına gitti
Anlatmaya başladı
“Hırsızlık yapanın
elini keseriz; iftirâ edene
seksen sopa vururuz; zinâ eden bekâr kimseye
yüz sopa vururuz; evli olan kimse zinâ ederse
ölünceye kadar onu taşlarız
”
buyurdu
Kârûn;
“Ya bu işi sen yapmış olursan?”
dedi
Hz
Mûsâ;
“Ben de yapsam durum aynıdır!”
buyurdu
Kârûn;
“İsrâiloğulları
senin filân kadınla düşüp kalktığını söylüyorlar
”
dedi
Hz
Musa;
“Ben mi?”
buyurdu
Kârûn;
“Evet!”
dedi
“Onu çağırın bakalım ne diyor? Şâhitlik ederse
yâhut îtirâf ederse
dediği gibidir
”
buyurdu
Çağırdılar
Gelince
Hz
Mûsâ ona;
“Ey kadın! Ben sana
bunların dediği gibi bir şey yaptım mı?”
buyurdu
Sonra peygamberlik nûru ile ona bakıp;
“Hz
Mûsâ'ya ve İsrâiloğulları'na denizi yarıp yol yapan ve Hz
Mûsâ'ya Tevrât'ı indiren Allah hakkı için doğru söyle
”
dedi
Allah için doğruyu söylemesine yemin verince; Allah
kadına tevfik ve yardım verdi
Kadın
kendi kendine;
“Bugün tövbe ile söze başlamam
Allah'ın peygamberine eziyet etmemden iyidir
”
diye düşündü ve;
“Hayır
onlar yalan söylüyorlar
Ama Kârûn bana
benimle zinâ ettiğin iftirâsını söylemem için çok para verdi
”
dedi
Bu sözleri söyleyince
Kârûn şaşırdı
ne yapacağını bilemedi
Orada bulunanları bir müddet sessizlik kapladı
Hz
Mûsâ
hemen secdeye kapandı
ağlayarak;
“Yâ Rabbî! Senin düşmanın bana eziyet etti
beni rezîl ve rüsvâ etmek isteyip
çirkin bir fiille suçladı
Ey Allah'ım
onun cezâsını ver
”
diyordu
Allah
Hz
Mûsâ'ya başını secdeden kaldırmasını emir buyurdu
Yere de
Hz
Mûsâ'nın isteğine uymasını emretti
Mûsâ;
“Ey İsrâiloğulları! Allah beni Firavun'a gönderdiği gibi
Kârûn'a da gönderdi
Ona uyan onunla kalsın
benimle olan ondan ayrılsın
”
buyurdu
İki kişi hâriç hepsi Kârûn'dan ayrıldı
Sonra Mûsâ;
“Ey toprak! Onları yut!”
buyurdu
Dizlerine kadar yuttu
“Ey toprak onları yut!”
buyurdu ve bellerine kadar yuttu
Sonra;
“Ey toprak onları yut!”
buyurdu
Boyunlarına kadar yuttu
Sonra;
“Ey toprak onları yut!”
buyurdu
Toprak onları içine alıp
kapandı
Böylece yerin dibine geçtiler
Kârûn ve arkadaşlarından hiçbir eser kalmadı
Allah
Kârûn'u ve iki arkadaşını yere geçirince
İsrâiloğulları
kendi aralarında fısıldaşıp;
“Mûsâ
Kârûn'un evini
mal ve hazînelerini elde etmek için ona bedduâ etti
”
dediler
Hz
Mûsâ
bunun üzerine Allah'a duâ edip
evini
malını ve hazînelerini de yere geçirmesini istedi
Bunun üzerine
Hak teâlânın emriyle Kârûn'un sarayı
mal ve hazîneleri de yerin dibine geçti
Nitekim Allah
Kasas sûresi 81
âyetinde meâlen;
“Nihâyet biz onu (Kârûn'u) ve sarayını yere geçiriverdik
Artık Allah'ın azâbından onu kurtarmaya yardım edecek hiçbir cemâatı da yoktu
Kendisi de o azâbı men etmeye kâdir değildi
”
buyurdu
Kârûn
helâk olunca; Hz
Mûsâ'nın nasîhat edip
Allah'ın azâbıyla korkuttuğu müminler
Allah'a hamd ettiler
Önceden Kârûn'un malını
saltanatını ve yaşayışını temennî edenler
pişmân oldular
Allah bunu bildirerek
aynı sûrenin 82
âyetinde meâlen;
“Dün onun mal ve saltanatını temennî edenler; Vay
demek ki
Allah dilediği kimsenin rızkını genişletiyor ve daraltıyor
Eğer Allah bize lütfetmeseydi
bizi de yere batırmıştı
Vay
demek hakîkat şu ki
kâfirler aslâ kurtulmayacak
demeye başladılar
”
buyurdu
Allah
peygamberi Hz
Mûsâ'yı ve müminleri her belâ ve sıkıntıdan kurtardı
Düşmanları olan Firavun'u
Hâmân'ı ve Kârûn'u helâk eyledi
Nitekim Ankebût sûresi 39
âyet-i kerîmesinde meâlen;
“Kârûn'u Firavun'u ve (onun vezîri) Hâmân'ı da helâk ettik
Gerçekten Mûsâ
onlara apaçık delillerle gelmişti de
onlar yeryüzünde kibirlenip baş kaldırmışlardı (îmân etmemişlerdi)
Azâbımız onlara ulaşıp kurtulamadılar
”
buyurdu
[1]
Karun'un Büyüklenmesi ve Cezalandırılması
Hz
Musa devrinde Firavun'un ve askerlerinin dışında helak edildiği bize bildirilen bir başka kişi ise Karun'dur
Kuran'a baktığımızda
Karun'un hem Hz
Musa'nın kavminden (yani İsrail soyundan) olduğunu hem de Mısır'da büyük bir mülke sahip olduğunu görürüz
Aşağıdaki ayet
Karun'un Firavun ile birlikte Hz
Musa'ya karşı cephe aldığını göstermektedir:
«Andolsun
Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun'a
Haman'a ve Karun'a
Ama onlar: (Bu
) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler
»
(Mümin Suresi
23-24)
Firavun'la birlikte olan Karun'un aynı zamanda çok büyük bir hazinenin sorumlusu olması da dikkat çekicidir:
«Gerçek şu ki
Karun
Musa'nın kavmindendi
ancak onlara karşı azgınlaştı
Biz
ona öyle hazineler vermiştik ki
anahtarları
birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu
»
(Kasas Suresi
76)
Karun'un
Firavun yanında edindiği konum ve zenginlik
onu kendi kavmine karşı azgın ve küstah yapmıştır
Hz
Musa'yı inkar ettiği gibi
İsrailoğulları'na gösteriş yaparak onları dünya hayatına özendirmeye çalışmıştır
Allah Karun'un kibrini ve İsrailoğulları içindeki imanı zayıf kimselerin ona özenişini şöyle anlatır:
«Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı
Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke
Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı
Gerçekten o
büyük bir pay sahibidir" dediler
»
(Kasas Suresi
79)
İsrailoğulları içindeki müminler ise Karun'a hiçbir şekilde özenmedikleri gibi
gerçekte onun acınacak bir cehalet içinde olduğunu anlamış ve ona şöyle öğüt vermişlerdir:
«
Hani kavmi ona (Karun'a) demişti ki: "Şımararak sevinme
çünkü Allah
şımararak sevince kapılanları sevmez
" "Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara
dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma
Allah'ın sana ihsan ettiği gibi
sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama
Çünkü Allah
bozgunculuk yapanları sevmez
" »
(Kasas Suresi
76-77)
Aynı mümin kişiler
Karun'a özenen Yahudilere de öğüt vermiş ve onları mümin şerefiyle düşünmeleri ve hareket etmeleri
dünyanın geçici süsüne değil Allah'ın rızasına talip olmaları için uyarmışlardır:
«
Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke
Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı
Gerçekten o
büyük bir pay sahibidir" dediler
Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size
Allah'ın sevabı
iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler
»
(Kasas Suresi
79-80)
Karun'un sapmasının temel nedeni ise
"kendisinde bir bilgi bulunduğuna"
inanması
yani kendisinin diğer insanlardan üstün olduğunu düşünerek kibirlenmesidir:
«Dedi ki: "Bu
bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir
" Bilmez mi ki gerçekten Allah
kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır
Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz
»
(Kasas Suresi
78)
Ancak Karun'un büyüklenmesi kendisine yarar değil zarar getirmiştir
Allah'a başkaldırıp nankörlük ettiği
sahip olduklarını kendinden bilerek büyük bir kibir içinde azgınlık yaptığı için kendi kendini azaba sürüklemiş
Allah'ın karşısında yapayalnız ve aciz bir kul olduğunu anlamıştır
Çünkü Karun'un kibirlenmesine ve cahillerin de ona özenmesine neden olan malı ve mülkü
Allah helak etmiştir:
«Sonunda onu da
konağını da yerin dibine geçirdik
Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı
Ve o
kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi
»
(Kasas Suresi
81)
Bu helakle birlikte artık Karun
çevresindekiler ve aynı zamanda kendinden sonra gelenler için bir ibret ve düşünme konusu haline geldi
Bir gün önce ona özenenler
hırsla istedikleri şeyin aslında geçici ve değersiz olduğunun farkına vardılar
Büyüklenenlerin sonunda kurtuluşa eremeyeceklerini gördüler ve Allah'a mutlaka hesap vereceklerini anladılar:
«Dün
onun yerinde olmayı dileyenler
sabahladıklarında: "Vay
demek ki Allah
kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır
Eğer Allah
bize lütfetmiş olmasaydı
bizi de şüphesiz batırırdı
Vay
demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz" demeye başladılar
»
(Kasas Suresi
82)
Böylelikle Karun da Firavun ve Haman gibi helake uğrayanlardan oldu:
«Karun'u
Firavun'u ve Haman'ı da (yıkıma uğrattık)
Andolsun
Musa onlara apaçık delillerle gelmişti
ancak yeryüzünde büyüklendiler
Oysa onlar (azaptan kurtulup) geçecek değillerdi
»
(Ankebut Suresi
39)
Karun kıssası
bizlere mal ve mülk dolayısıyla kibirlenen veya kendisini diğer insanlardan daha bilgili veya akıllı görerek büyüklenen insanların Allah katında kesinlikle sevilmediklerini göstermektedir
Karun dışında Allah bize geçmiş kavimleri de örnek vermektedir
Daha önce de bir çok medeniyet geçmiş ve bunlar çok büyük güçlere ve maddi saltanata ulaşmışlardır
Fakat şu anda hiçbiri yeryüzünde yoktur
Allah
dünyaya hakim olduklarını düşünen o kişilerin de canını almış
ihtişam dolu sarayları ise ancak harabe şekilde günümüze kadar kalmıştır:
«(Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki
şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta
kullanılamaz durumdaki kuyuları (terk edilmiş bulunmakta)
yüksek sarayları (çın çın ötmektedir)
»
(Hac Suresi
45)
Yine Karun kıssasında öğretilen bir diğer husus
dünyanın geçici süsüne ve bu süse sahip olan insanlara imrenmemektir
Asıl imrenilecek insanlar
Allah yolunda sıkıntılara göğüs geren
mallarını ve canlarını O'nun yolunda kullanıp harcayan
malla değil iman
akıl ve takva yönünden zengin olan insanlardır
Dünyada çok büyük rahatlık ve ihtişam içinde gibi gözüken kibirli kişiler ise
gerçekte manevi azaplar içinde yaşayan ve her gün cehenneme doğru sürüklenen kimselerdir
Allah bu durumu şöyle bildirir:
«Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azaplandırmak ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını ister
»
(Tevbe Suresi
55)
Mal
yalnızca ihtişam ve zevk için istenmez
Unutulmamalıdır ki
Allah insanları mallarıyla da imtihan etmektedir
Bu mallar Allah'ın rızası için kullanıldığı ölçüde insana fayda getirir
Karun'a o kadar malın kontrolü verilmesine rağmen bunlar ona hiçbir yarar sağlamamıştır
Karun'un konumu aslında tüm nesiller için bir ibret vesilesi olmalıdır
[5]
Karun Öldü mü?
Kuran okurken en ziyade dikkat edilmesi gereken hususlardan biri
âyetleri yalnız iniş anı ve iniş sebebiyle sınırlamadan düşünmektir
Bu hususa dikkat edilmezse
bütün zamanlara ve bütün insanlara yönelik ilahî hitap
belli bir andaki belli insanlara münhasır kalıverir
Pek çok Kurân âyeti karşısında nefsimizin bizi dûçar kıldığı bu ciddi hata
Peygamber kıssalarında özellikle yoğunlaşır
Meselâ Benî İsrail'e dair bahisler
çoğu kez
yalnızca o günün insanlarına münhasır kılınır
Bu tavrı aşabilen birçok insan ise
bu kez
aynı kıssaları yalnızca Yahudilere mahsus biçimde okuyarak bakışını sınırlar
Bu bakışla
ilgili kıssalar
en fazla
Yahudilerin kötü haline ışık tutan bir delilden ibaret kalır
Gerçekte ise
bütün bu kıssaların her birinde
hepimize
tüm duygularımıza yönelik dersler vardır
Çünkü Kurân herhangi birinin sözü değildir
Küçücük bir incir tanesine koca bir incir ağacının programını yazan
tek bir insanı koca kâinatın küçük bir misali hükmüne getiren bir Zât-ı Zülcelâlin kelâmıdır
Onda cüzî
geçici
ânlık bir şey yoktur
Tek bir âna
tek bir olaya ve yalnızca belli insanlara bakan bir şey yoktur
Kurân'ın en hususî görünen âyetleri bile
bütün zamanları kuşatan ve bütün insanlara bakan küllî dersler sunmaktadır
İnsan
bunun belki binlerce örneğinden biriyle
Kasas sûresinin son âyetlerinde karşılaşır
Bu âyetler
zahiren tek bir insanı
Kârun'u anlatır; ve ona muhatap olan iki grup insandan söz eder
Ama kendine ve bugününe bu kıssanın dürbünüyle bakmayı denediğinde
insanın kendi nefsinde saklı bir Kârun'u
ve Kârunlaşmış bir çağın evrensel nefs-i emaresini keşfetmesi mümkündür
Kârun
Benî İsrail'den biridir ve Hz
Musa ile aynı dönemde yaşamıştır
Hatta
kimi rivayetlerde Hz
Musa'nın amcası veya amcasının oğlu olduğu belirtilmektedir
Rabbi tarafından kendisine büyük bir servet verilmiştir
O kadar ki
hazinelerinin değil kendisini
anahtarlarını dahi
güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşımaktadır
Fakat
bu servet Kârun'u azdıracaktır
Hz
Musa
ondan
Rabbinin kendisine sunduğu bu servetten Allah yolunda infak etmesini ister
Bunu kendi namına da istemez
Elçisi olarak
Rabbi namına
Rabbinin emri olarak ister
Ama Kârun
servetine sahip çıkarak
Allah için tek kuruş harcamaya dahi razı olmaz
Bu tavrının gerekçesi şudur:
“Muhakkak ki
bu
bana kendimdeki bilgi sayesinde verildi
”
Kârun'un emr–i ilâhîye isyan ediş sebebi olarak Kurân'da aktarılan söz
budur
Gerçekten
bu sözde
sonu isyana varacak manidar bir düşünce çizgisi sergilenmektedir
Bir bütün olarak Kurân âyetlerinden anladığımıza göre
açık açık “Bir Yaratıcı yoktur” diye işe girişen hiçbir münkir yoktur
Çünkü
bir Yaratıcının varlığını kabul etmemek
hiçbir aklın kaldıramayacağı derecede ağır bir yüktür
O yüzden
inkâr süreci ‘şirk'le
Allah'ın uluhiyetine gizli-açık ortaklar koşmakla başlamakta; gerisi çorap söküğü gibi gelmektedir
En başta İblis'i önce kibirli
sonra kâfir
ve en sonunda şeytan kılan hal budur
İblis
şeytanlığa giden yoldaki ilk adımını
zahiren doğru gibi gelen bir sözle
“Beni ateşten
onu topraktan yarattın”
sözünün içerdiği
“Ateş topraktan üstündür”
gizli hükmüyle atmıştır
Allah'ın yaratışını alt-üst sıralamasına koyup kendisine bir üstünlük biçerek yolun dışına kaymaya başlamıştır
Ama
bir kez daha vurgulayalım
“Beni ateşten
onu topraktan yarattın”
sözünün zahirinde pek yanlış yoktur
İblis Yaratıcıyı kabul etmekte; Allah'ı kendisinin ve her şeyin Yaratıcısı olarak bilmektedir
Kendisinin ateşten
insanın topraktan yaratıldığı da doğrudur
Yanlış olan
bu doğruları
yanlış bir yoruma tâbi tutmasıdır:
“Ateş topraktan üstündür
O halde ben insandan üstünüm
O halde
Allah ona secde etmemi istemekle
hâşâ
yanlış yapıyor
”
Kârun da
tıpkı İblis gibi
bir Yaratıcıyı kabul etmektedir
Kendisinden servetinin bir kısmını ona o serveti veren Allah için infak etmesi istendiğinde
“Bunu ben kendim kazandım”
demeyişi
bunun delilidir
Bilakis
Kârun
zahirde masum yönler de barındıran bir söz söylemiştir
Kasas sûresinin 78
âyetinde geçen bu sözde dört manidar husus vardır:
(a)
“Bu
verildi
”
Bu söz doğrudur
Kârun
“Kendim ettim
kendim buldum”
dememekte; ondaki servetin Allah tarafından verildiğini kabul etmektedir
Ağzından
hâşâ
“Allah da kim oluyormuş? O mu verdi ki istiyor?”
gibi bir söz çıkmamaktadır
(b)
“Bu
bana verildi
”
Allah'ın ona servet verdiği de doğrudur
Gerçekten
başka birine değil
ona bu servet verilmiştir
Meselâ Hârun'da
Musa'da veya Yûşâ'da değil
onda böyle bir servet vardır
Ancak
“Bu
bana verildi”
ifadesi
tıpkı İblis'in ateşten yaratılmış olmayı topraktan yaratılmış Âdem karşısında üstünlük gerekçesi kılması gibi
bir seçilmişlik ve üstünlük iması taşımaktadır
Kârun
ihtimal ki
böylesi bir servetin kendisine verilmiş olmasında kendindeki bazı özelliklerin de rol oynadığını düşünmektedir
Bu bakımdan
‘bana verildi de tehlike çanları çalmaya başlamış; nefis kendine bir hisse koparmış sayılabilir
Allah'ın yarattığı bir kula
Allah'ın yarattığı bir servet
Allah'ın ihsanıyla verilmiştir; ama o
nefsine bir pay vererek
‘şirk–i hafî'yi gerçekleştirmiştir
(c)
“Bu
bana
bilgi [ilm] sayesinde verildi
”
Burada ise
esbabperestliğin ayak sesleri duyulur
Gizli şirkin ardından
sıra
‘esbâb şirki'ne gelir
Allah'ın bir şeyi ihsan etmesi ‘ilm' şartına bağlanır; ve bir kere ‘ilm' olduktan sonra
Allah'ın servet vermeye mecbur olduğu düşünülür
Bu servet ‘bilgi sayesinde' veriliyorsa
söz konusu olayda
bilginin de hissesi vardır
‘Bilgi sayesinde' ifadesiyle başlayan esbab şirki
bekleneceği üzere
bu bilgiyi edinme vasıtası olarak görülen akıl
zeka
anne-baba
soy
okul
hayat tecrübesi
ders kitabı
öğretmen
gibi bir dizi unsura da bir ‘etken faktör' pâyesi verilmesiyle uzayıp gidecektir
(d)
“Bu
bana kendimdeki bilgi sayesinde verildi
”
Bu söz ise
nefis ve esbab şirkinin nasıl da birbiriyle kaynaştığının
küçük âlemde ene ve büyük âlemde tabiatın nasıl beraberce bizim ‘tağut'umuz haline geldiğinin özetidir
Bu sözle özetlenen nihaî düşünceye göre
Kârun'a bir şey verilmiştir; ama verilmesi
ilim sayesindedir
O ilim olduktan sonra
Allah vermeye mecburdur
Eh
o ilim de Kârun'un kendisinde olduğuna göre
Allah'a karşı bir borcu yok sayılır
İş
kendindeki ilimde düğümlenmektedir
Kendindeki ilim Allah'ın olmadığına göre
Allah adına bir infak zorunluluğu duyması da gerekmez! Allah'ın ondan böyle bir şey istemeye hakkı yoktur
Kârun'a ait bu söz
Kurân'da ibret için önümüze sunulan başka birçok ‘şirk' ve ‘tuğyan' örneğinde de görüldüğü gibi
manidar bir karışım içerir—doğruyla yalanın
asılla sahtenin
hakla bâtılın garip bir karışımı
O yüzden
ortada apaçık bir küfür tablosu görünmez
Apaçık bir küfür görülmediği için ne vicdan tam anlamıyla uyanır
ne kalp tam anlamıyla titreşime geçer
Vicdana ve kalbe karşı
cevap hazırdır:
“Ben bunun bana verildiğini reddetmiyorum
”
O halde bunu O'nun namına kullan
çağrısı geldiğinde
cevap yine hazırdır: “
Ama bu
bendeki ilim sayesinde bana verildi
”
Şirkin içerdiği bu ikili hal
insanın önündeki en ciddi tehlike durumundadır
Bu hal ile
bir yanda
Samed âyinesi olan kalbin ve nokta-i istinat olarak yalnız Allah'ı bulduğunda huzura kavuşan vicdanın uyarıları
“Ben O'nu inkâr etmiyorum”
diyerek susturulur
Ama
alttan alta
şirk derelerinden küfür girdabına ve tuğyan batağına doğru o ölümcül yolculuk devam etmektedir
Sûrenin sonraki iki âyeti
bu çelişik durum karşısında
iki grup insandan söz eder
Bir grup insan
bu sözlerin sahibi olan Kârun karşısında
onun servetinin zahirî büyüsüne kapılmış gibidir
Kârun
bu servetin ‘kendindeki ilim sayesinde verildiği'ni anlatır ve servetini herkesin gözlerini kamaştırır biçimde sergilerken
nefislerinin iştihası kabaran ve âyette ‘dünya hayatını arzulayanlar' diye tarif edilen pek çok insan
Kârun gibi olmanın özlemi içindedir
Böylesi insanların bir sonraki adımda yapacağı şey
Kârun'un bu servetin ona verilmesinde etken olarak gösterdiği ilmi edinmeye çalışmak; sonuçta
kendilerine de servet verilecek olsa
Kârun'un sergilediği tavrı ve ürettiği felsefeyi tekrarlamaktır
Ama bir de
kendilerine Kârun gibi servet verilmeyen
ama ‘ilim verilen'ler (ûtu'l-ilm) vardır
Bu ifade
pek çok Kurân âyetiyle birlikte Kasas: 80'de de geçer
Bu ilim
elbette
maddî ve zahirî bir mâlûmat değildir
İman ilmidir
Marifetullahtır
Cenab-ı Hakkın tüm isimleriyle bilinmesi; o imanî marifet ışığında
küfranî fikirlerin incelikle tahlil ve teşhis edilmesidir
Kendilerine ilim verilenler
başta nebiler olmak üzere
nefisperestliği ve esbabperestliği vahyin aydınlığında aşmışlardır
Ve
gerek gizli şirkten
gerek esbab şirkinden uzaklaşmış insanlar olarak
Kârun'un isyanını ve ‘dünya hayatını arzulayanlar'ın ona özenmesini esefle izlemekte; binler veyl ve teessüf ederek
onları ‘iman edip iyi işler yapanlar'dan olmaya çağırmaktadırlar
Sonuç
âyetin hatırlattığı üzere
‘önceki nesillerden
ondan daha güçlü
ondan daha çok malı olan kimseleri helâk eden' Zât-ı Zülcelâl'in Kârun'u ve avenesini helâk etmesi; ve bu durum karşısında
Kârun'un haline imrenenlerin Muhsin-i Kerîm ve Rezzak-ı Rahîm'in yalnız O olduğunu anlamaları; ‘kendilerine ilim verilenler'in ise imanlarına yeni bir delil ve şahit daha edinmeleridir
Manidar bir husus
Kasas sûresinde yalnızca Kârun'a izafe edilen ilgili sözün
Zümer sûresinin 49
âyetinde
umumî bir ifade olarak belirtilmesidir
Bu ise
söz konusu zihniyetin yalnızca Kârun'a has olmadığının; aynı tehlikenin her nefis için söz konusu olabileceğinin açık bir delilidir
Bu ikinci âyetin ihtarını da hatırda tutarak
bir an için Kârun'un ve o günün diğer insanlarının ortamından çıkalım ve bu kıssanın dürbünüyle şu günümüze bakalım:
Bugün de
yeryüzünde
bir dizi Kârun taslağı bulunuyor
Ve her biri
bir yanda kendilerine verilmiş serveti başkalarının ağzının suyunu akıtırcasına sergiliyor
öte yanda bu serveti nasıl hak ettiklerine dair her türlü ukalâlığı her yerde yapıyorlar
Ne kadar akıllı oldukları
hangi durumda nasıl yatırım yaptıkları
neyi nasıl keşfettikleri
başarılarının sırrının nerede olduğu
şu-bu derken
ellerindeki serveti ‘aklımı seveyim' makamında açıklıyorlar
Ama hiçbiri
vaktiyle onlardan da fazla serveti olduğu halde şu an müflis ve beş parasız kalan veya onca servetin ölümlerine mani olmadığı insanların durumunu bir ibret olarak hafızasına kaydetmiyor
Geri kalan milyonlarca
milyarlarca insan ise
dünyanın neresinde olursa olsun
zenginliğe ulaşmış bu insanların şirk kokan gevezeliklerini izleyerek
‘milyarder olma kitabı' alarak
ekonomi dergileri ve yönetim kitapları okuyarak
işletme eğitimi görerek muhakkak aynı sonuca ulaşmaya çalışıyor
Birçok insan
bu kitapları okur ve bu eğitimi görürken
mülkün asıl Sahibinin O olduğunu aklına bile getiremiyor
İnsanı yaratanın; insana o aklı
hafızayı
kolu
gözü verenin; insanın sahiplendiği ama tek bir zerresinin işleyişini bile elinde tutmaktan aciz olduğu onca serveti de yaratıp verenin Kim olduğu unutuluyor
Sonuçta
ortalık
nefislere ve sebeplere mal edilmiş servet manzaralarıyla dolup taşıyor
Bir tarafta Kârun misali zenginler birer Kârun edasıyla dolaşırken
öte tarafta nice insan Kârun'lar misali bir hayata özeniyor
Bir bütün olarak dünyanın şu an içinde olduğu hal Hz
Musa döneminden farklı olmadığı gibi
kendi iç dünyamıza baktığımızda da
aynı kıssanın bir özetini kendi iç dünyamızda yaşadığımızı görüyoruz
Samed âyinesi olan kalp
zîşuur fıtratımız olan vicdan
Rabbimizin emrinden olan ruh birer ‘ilim verilenler' nümunesi olarak bize Rabbimizi her daim hatırlatırken
nefis Kârun gibi çalışıyor
Akıl gibi bazı duygularımız ise
akıntıya göre yön
rüzgâra göre taraf değiştiriyor
Kâh nefsin güdümüne giriyor
kâh kalp ve ruhun ikazlarıyla hakikate uyanıyor
Ve bu hengâmda
ya kendi kalp ve ruhumuzdan
ya da ‘ûtu'l-ilm'den olarak marifetullaha mazhar olmuş insanlardan imanî bir uyarı geldiğinde
nefsimizin Kârun'u hiç mi hiç aratmayan felsefeler geliştirdiğini görüyoruz
Bize verilmiş olan bir nimet karşısında
nefsimiz
Kârun'un çizdiği tavrın bir benzerini sergiliyor
Meselâ
Rabbimiz bize servet mi vermiş? Vicdanımız
ya da vicdanlı bir muhatabımız “Allah'a şükret
O'ndan bil ve O'nun adına sarf et” mi dedi? Hemencecik
o tehlikeli
“İyi ama
”
çarkı dönmeye başlıyor
“İyi ama
Allah çalışmayana vermez
Ben de iyi çalıştım
”
Veya
Rabbimiz bizi insanların imrendiği bir makama mı ulaştırmış? Kendisine ilim verilen
esbab perdesinin gerisinde Müsebbibü'l-Esbâbı gören
her şeyde Rabbine giden bir yol bulan hakikatli bir muhatabımız
“Bu makam
O'nun ihsanıdır”
diyecek olsun
İç dünyamızdan anında itiraz sesleri yükseliyor:
“İyi ama
çok emek verdim
Gayret göstermesem
olmazdı
”
Ve
bu ilk cevabın ardından
nefsimizi binlerce kez kendileriyle okşadığımız notlar sıralanıyor
Çocukluktan beri bu işe nasıl gönül verdiğimiz
ne şekilde çalıştığımız
kaç geceler nasıl uykusuz kaldığımız
hangi zorlukların üstesinden geldiğimiz
hangi hallere karşı mücadele ettiğimiz
ne gibi uyanıklıklar sergilediğimiz
nasıl da tedbirli davrandığımız
çoğu kez dilimizde
ama en azından zihnimizde kırık plak gibi dönüp duruyor
Bu bakımdan
insanın Kârun kıssasından hisse kapıp
şunu her daim akılda tutması gerekiyor: Eğer bu asrın Kârun'ları karşısında bir özenti duyuyor; ve büyük ya da küçük
bize bir şeylerin ihsan edildiği herhangi bir noktada zihnimizin kıvrımlarında ‘bendeki ilim sayesinde' türünden kayıtlar taşıyorsak
Kârun'un akıbetine açık bir vaziyetteyiz demektir
Bu kapıyı kapayıp Kârun'un akıbetinden kurtulmak ise
öncelikle bu vâkıayı dürüstçe tespit etmemizle mümkündür
İkinci adım
Rabbimizden
Kârun'un nefislerin gözünü kamaştıran serveti karşısında kalp gözlerinin açıklığı sayesinde zerre kadar ubudiyet tavizi vermeyen Musa'nın dirayetinden
Hârun'un ferasetinden
Yûşâ'nın sadakatinden bizi de hissedar kılmasını istemek ve yönümüzü buna göre çizmek olacaktır
Böylece
umulur ki
Rabbimiz bize de bir asâ-yı Musa versin
Umulur ki
Rabbimizin bize verdiği her nimet
her ihsan
her servet
bize O'nu bildirsin
O'nu sevdirsin…
Alıntı
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul