Konu
:
Ömer Seyfettin Başını Vermeyen Şehitin Özeti
Yalnız Mesajı Göster
Ömer Seyfettin Başını Vermeyen Şehitin Özeti
08-25-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Ömer Seyfettin Başını Vermeyen Şehitin Özeti
Ömer Seyfettin Başını Vermeyen Şehitin Özeti
Yarın arifeydi
Öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar
küçük Grijgal palangasının etrafında otluyorlardı
Karşıda
Yarım mil ötede Toygun Paşa'nın son muhasarasından çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi
sönmüş bir yanardağ gibi
simsiyah duruyordu
Hava bozuktu
Ufku
küflü demir renginde
ağır bulut yığınları eziyor
Sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi
acı acı bağırıyorlardı
Palanga kapısının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşça kımıldadı; ikindiden beri rutubetli rüzgarın altında düşünüyor
uzakta
belirsiz sisler içinde süzülen kurşuni kulelere bakıyordu
Bunların hepsi Türklerin elindeydi
Yalnız şu Zigetvar
Yıkılmaz bir ölüm seddi halinde "Kızılelma" yolunu kapatıyordu
Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor
anlaşılmaz bir lisanın çirkin küfürlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gürültüye boğuyorlardı
Kuru Kadı içini çekti
Sonra "Ah
" dedi
İncecik
sinirli boynunun üstünde bir taş topuz gibi duran çıkık alınlı
iri kafasını salladı
Yeşil sarığını arkaya itti
Islak gözlerini ovuşturdu
Şimdiye kadar
asker olmadığı halde
her muharebeye girmişti
Birkaç bin yeniçeriyle dört beş topu olsa
Bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi! Şimdi vâkıa müstakildi
Ne isterse yapabilirdi
Palanganın kumandanı Ahmed Bey
öteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmişti
Kapuşvar'dan sonra Zigetvar'ı saran ordu
kışın aman vermez zoruyla
zaptı yaza bırakarak Budin'e dönünce
o da askerleriyle tekrar palangasına gelmemiş
Toygun Paşa'nın yanında kalmıştı
Bugün Grijgal'den altı mil uzaktaydı
Palangaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu; esmer
zayıf yüzünü buruşturdu: "Palanga
palanga
Amma topu tüfeği kaç kişi?" dedi
Bütün genç muharipleri
Ahmed Bey
beraberinde götürmüştü
Hisardakiler zayıflardan
bekçilerden
hastalardan
ihtiyar sipahilerden ibaretti
Hepsi yüz on üç kişiydi!!! Düşman
galiba öteki palangalardan çekiniyordu
Yoksa burasını bırakmaz
mutlaka almaya kalkardı
Biraz eğildi
İnce yosunlu
soğuk sipere dirseklerini dayadı
Aşağıya baktı
İki üç asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu
Bir tanesi karşısına geçtiği iri bir koçu
başına dokunarak kızdırıyor tos vurduruyordu
Öbürleri elleri silahlarında bu oyunu seyrediyordu
Bağırdı:
— Oynamayın şu hayvanla
Askerler
başlarını tepelerinden gelen sese doğru kaldırdılar
Kuru Kadı'dan hepsi çekinirlerdi
Gayet sert
gayet titiz
gayet sinirli bir adamdı
Âdeta deli gibi bir şeydi
Sabahtan akşama kadar namaz kılar
zikreder
geceleri hiç uyumazdı
Daha yatıp uyuduğunu kalede gören yoktu
Vali Ahmed Bey ona "bizim yarasa" derdi
Zavallının "dâûsseher" denilen hastalığını kerametine de yoranlar vardı
Tekrar bağırdı:
— Haydi
artık akşam oluyor
içeri alın onları
Askerler koyunları toplamaya başladılar
Kuru Kadı'nın dirsekleri acıdı
Doğruldu
Tekrar Zigetvar'a baktı
Üst tarafındaki göl
kirli bakır bir levha gibi yeri kaplıyordu
Kargalar
havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür ellemeleri gibi karmakarışık geçiyorlar
sükûtu parçalayan keskin
sivri sesleriyle gaklıyorlardı
Kalbinde ağır bir elem duydu
"Hayırdır inşallah
" dedi
Canı o kadar sıkılıyordu ki
Elleri arkasında
başı önüne eğik
bastığı siyah kaplama taşlarına görmez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yürüdü
Derin bir karanlık kuyusunu andıran merdivenin dar basamaklarında kayboldu
Separator
jpg
Arife sabahı
herkes uyurken
o
her vakitki gibi yine uyanıktı! Mescit odasının önündeki taş yalakta
iki büklüm
abdestini tazeliyordu
Giden gece
daha gölgeden eteklerini toplayamamıştı
Bahçeye çıkan kapı kemerinde asılı kandil
sönük ziyasıyla
duvarları titretiyordu
— Hey
çavuşbaşı
Hey!
Elinden ibriği bıraktı
Kulak kabarttı
Bu
kuledeki nöbetçinin sesi idi
Kolları sıvalı
ayakları çıplak
başında takke
hemen yukarı koştu
Merdivende çavuşa rastgeldi
Onu itti
Yürüdü
Nöbetçinin yanına atıldı:
— Ne var?
— Kaleden düşman çıkıyor
Erguvanî bir esmerlik içinde siyah bir kaya gibi duran Zigetvar'a baktı
Bu kayadan yine koyu
uzun bir karartı süzülüyor
palangaya doğru akıyordu
— Bize geliyorlar!
Dedi
Çavuşa döndü:
— Haydi
gazileri uyandır
Kurban bayramını bugünden yapacağız
Koş
Bana da çabuk topçuyu gönder
Çavuş
bir eliyle bakır tolgasını tutarak
koştu
Merdivene daldı
Kuru Kadı
uzakta
kara yerin üstünde daha kara bir leke gibi yavaş yavaş ilerleyen düşman alayına dikkatle baktı
Gözlerini küçülttü
büyülttü
Önlerinde birkaç top da sürüklüyorlardı
Binden ziyadeydiler
Halbuki hisardaki gaziler? Kendisiyle beraber yüz on dört kişi
"Ama
yine haklarından geliriz!" dedi
Uyanan
yukarı koşuyordu
Hisar kapısının iyice bağlanmasını emretti
Sarığını
cübbesini
kılıcını
tüfeğini getirtti
İhtiyar topçu gelince
ona da
hemen "haber topları"nı atmasını söyledi
Bu bir âdetti
Taarruza uğrayan bir palanga hemen "işaret topu" atarak etraftaki kuleleri imdadına çağırırdı
Biraz sonra düşman hisarın önünde
harp nizamına girmiş bulunuyordu
Toplar başsız
gür ejderha yavruları gibi siyah ağızlarını bedenlere çevirmişti
Türkçe bağırdılar:
— Size teklifimiz var
Elçimizi içeri alır mısınız?
Kuru Kadı:
— Alırız
Gönderin
gelsin!
Cevabını verdi
Bedenler
kalkanlı
tüfekli
oklu gazilerle dolmuştu
Palanganın ruhu
neşesi
keyfi olan iki arkadaş
bu esnada tuhaf tuhaf laflar söyleyip yine herkesi güldürüyordu
Bunların ikisine de "deli" derlerdi:
Deli Mehmed
Deli Hüsrev
Serhat muharebelerinde
hayale sığmayacak yararlıklarıyla masal kahramanları gibi inanılmaz bir şöhret kazanan bu iki deli
hiçbir nizama
hiçbir kayda
hiçbir zapt ü rapta girmeyen
dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi
Her zaferden sonra kumandanları onlara rütbe
hilat
murassâ kılıç gibi şeyler vermeye kalkınca
gülerler: "İstemeyiz fâni vücuda kefen gerektir
Hilat nâdanları sevindirir
" derler
hak uğrundaki gayretlerine ücret
mükafat
şâbâş kabul etmezlerdi
Harp onların bayramıydı
Tüfekler
oklar atılmaya
toplar gürlemeye
kılıçlar
kalkanlar şakırdamaya başladı mı
hemen coşarlar
kendilerinden geçerler; naralar savurarak düşman saflarına saldırırlar
alevli gözlerle takip edilemeyen birer canlı yıldırım olup tutuşurlardı
Kuru Kadı
onların herkesi güldüren münakaşalarını
saçma sapan sözlerini gülümseyerek dinlerken
elçiyi yanına getirdiler
iki deli de sustu
Herkes kulak kesildi
Bir elçi Türkçe biliyordu
Küstahça tekliflerini söyledi
Palangayı saran Zigetvar kumandanı Kıraçin'di
Yanında iki bine yakın muharibi vardı
Grijgal'in "Vire" ile verilmesini istiyordu
Ateşe
nura
haça
İncil'e
Zebur'a yemin ediyor; çıkıp giderken muhafızlara hiçbir ziyanı dokunmayacağına dair söz veriyordu
Kuru Kadı:
— Pekâlâ!
Haydi git
Biz aramızda anlaşalım
kararımızı size öğleden sonra bildiririz!
Diye elçiyi aşağı gönderip kapıdan attırdı
Sonra etrafındakilere döndü
Şöyle bir göz gezdirdi
Sırtının hafif kamburu içeri çekildi:
— İşittiniz ya
gaziler! dedi
Kıraçin haini bizim yüz on dört kişiden ibaret olduğumuzu anlamış
Üzerimize iki bin kişi ile geldi
Teklif ettiği "Vire"yi kabul etmek isteyenler varsa ellerini kaldırsın!
—
Kimsenin eli kalkmadı
— Öyleyse hazır olalım
Haydi
Bir gürültüdür koptu:
— Hazırız
— Hepimiz
hepimiz
— Hepimiz
hepimiz hazırız
— Kılıçlarımız
kalkanlarımız yağlı
— Oklarımız bağlı
— Yatağanlarımız keskin
— Bugün nusret[6] bizim
— Âmin
âmin
Kuru Kadı:
— Yarabbelâlemîn
Diye ellerini kaldırdı
Bir duaya başlayacaktı
Deli Mehmed yalın kılıç karşısına dikildi
Palabıyıklı
gök gözlü
geniş beyaz çehresi
yeni doğmuş bir ay gibi parlıyordu:
— Duayı bırak efendi
dedi
gaza duadan efdaldir
Gel
Lütfet
Bize şu kapıyı aç
Kalbindeki korkuyu at
İşte hepimiz hazırız
Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım
Kuru Kadı'nın elleri aşağı düştü
Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu
Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü
Sanki hepsi bir anda deli oldular
Hepsi bir ağızdan:
— Aç bize kapıyı
aç
Diye bağırmaya başladılar
Kuru Kadı'nın iri patlak gözleri yaşardı
Yüzü sapsarı oldu
Uzun siyah sakalı kımıldadı
İki deliyi bile titreten
bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahî bir mersiye ahengi kadar müessir sesiyle haykırdı:
— Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyiniz
Benim muradım sizi gazadan menetmek değildir
Bugün can
baş feda olsun
Bâhusus yarın kurban bayramı
Fakat bakınız maksadım ne? Bugün Cuma
hem de arife
Bugün hacılarımız Arafat'ta
diğer müminler camilerde bizim gibi gazilerin nusreti için dua etmekteler
Bunda şüphesi olan var mı?
— Hayır
— Hayır
asla
— Hayır
— O halde münasip olan budur ki
biz de namazlarımızı eda edelim
Gözlerimizin yaşını dökelim
Dua edelim
Birbirimizle helalleşelim
Sonra gazaya girişelim
Kalanlarımız gazi
ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım
Ahirette Peygamberimizin alemi dibinde toplanalım
Ne dersiniz?
— Hay
hay
— Muvâfık
— Pekâlâ!
Gazilerin hepsi buna razı oldu
Öğleye kadar durdular
Abdest aldılar
namaz kıldılar
tekbir çektiler
helalleştiler
Kıraçin'in askerleri sardıkları palangadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri "Vire" münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı
****
Ansızın
uzaktaki Türk kulelerinden atılan "işaret topları" işitildi
Bu
"Biz
dörtnala geliyoruz!" demekti
Kuru Kadı
eliyle hisarın kapısını açtı
Grijgal gazileri "Allah
Allah" naralarıyla müthiş bir çöl fırtınası gibi fışkırdılar
İki koldan hücum olunuyordu
Kollardan birisine Deli Hüsrev
birisine Deli Mehmed baş olmuştu
Ovada
Grijgal'e gelen yollardan bir toz dumandır kalkıyordu
Nice bin atlı imdada koşuyor sanılırdı
Düşman
bu hâli görünce şaşırdı
İki ateş arasında kaldığını anladı
Halbuki toz duman içinde yaklaşanlar ancak beş on gaziydi
Bozgun başladı
Deli Mehmed'le Deli Hüsrev'in takımları düşmanı kaçırmamak için iyice sarıyordu
Kuru Kadı cübbesini atmıştı
Elinde kılıç
teşcî ettiği gazilerin arkasından yürüyordu
Deli Hüsrev
bir sarhoş gibi Karaçin'in alayına dalmış
kesiyor
kesiyor
İnanılmaz bir çabuklukla kaçanlara yetişiyor
ikiye biçiyordu
Kuru Kadı'nın gözleri Deli Mehmed'i aradı
Bakındı
bakındı
Göremedi
Acaba o muydu? Yüreği ağzına geldi
Düşman safına karışıp kaynaşan kolun arkasında iri bir vücut yere uzanmıştı
Elli altmış adam kadar kendisinden uzaktı
Siyah
yüksek atlı bir şövalye
uzun bir kargıyı bu uzanmış vücuda ssaplıyordu
Durmadı
İlerledi
Koşarken ayağı bir taşa takıldı
Yuvarlanıyordu
Kılıcı ileri fırladı
Hemen toplandı
Kalktı
Düşen kılıcını aldı
Doğruldu
Koşacağı tarafa baktı
Şövalye atından inmiş
kargıladığı şehidin başını teninden ayırmıştı
Bir anda
bu kestiği baş elinde
yine siyah bir ifrit gibi şahlanan atına sıçradı
Kaçacaktı
Kuru Kadı
bütün kuvvetiyle ona yetişmek için koşarken
baktı ki
solu ilerisinde Deli Hüsrev kalkanını sallayarak
avazı çıktığı kadar bağırıyor:
— Mehmed
Mehmed!
Canını verdin!
Başını verme Mehmed!
Bu nara o kadar müthiş
o kadar müessir
o kadar yanıktı ki
Kuru Kadı: "Vah
Deli Mehmedmiş!" diye olduğu yerde dikildi kaldı
Durur durmaz
o an
kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını gördü
Nefesi tutuldu
Şaşırdı
Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu
Kendi kellesini götüren zırhlı şövalyeye yetişti
Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki
Lâin hemen yüksek atından tepesi üstü yuvarlandı
Götürmek istediği baş elinden yere düştü
Deli Mehmed'in başsız vücudu canlıymış gibi eğildi
Yerden kendi kesik başını aldı
Hemen oracığa
yorgun bir kahraman gibi
uzanıverdi
Bunu Kuru Kadı'dan başka kimse görmemişti! Herkes kaçan düşmanı kovalıyordu
Yalnız Deli Hüsrev:
— Yüzün ak olsun
ey celâsın! diye bağırdı
Sonra Kuru Kadı'ya doğru koşarak sordu:
— Nasıl
gördün mü bu civanı?
—
— Görmedin mi?
—
Kuru Kadı sesini çıkaramadı
Gördüğü harika onu dondurdu
Olduğu yerde öyle dimdik kaldı
Sanki ölmüştü
Deli Hüsrev onu hızla sarstı
— Ne durursun be
can! Ne oldun
haydi gazaya
Düşman kaçıyor
Deli Hüsrev'in kalkması Kuru Kadı'ya baştan can verdi
"Allah
Allah" diyerek ileriye atıldı
Mücahitlere karıştı
Cenk akşama kadar sürdü
Er meydanının kanlı yüzüne "gece siyah saçlarını" dağıtırken münadinin:
— Gaziler hisara!
Sadâsı duyuldu
Dönen gaziler içinde kılıcından kanlar damlayan Kuru Kadı
birkaç sipahi ile dışarıda kaldı
Yaralıları taşıttı
Şehit olanları saydırdı
Bunlar tam on dokuz kahramandı
Düşman altmış dört ceset bırakmış
diğer ölülerinin hepsini kaçırmıştı
Kuru Kadı
sabahtan beri yemek yememiş
su içmemiş
durup dinlenmemişti
Toplattığı şehitleri hisarın önündeki meydana yığdırdı
Şehit Deli Mehmed'in naaşını kendi buldu
Kesik başı koltuğunda
uyur gibi
sakin yatıyordu
Olduğu yerde gömdürdü
Sonra yanındakileri savdı
Bu taze mezarın başına çöktü
Ezberden "Yâsin" okumaya başladı
Dışarlarda kimse yoktu
yalnız uzakta palanga kapısındaki nöbetçi dolaşıyordu
Kuru Kadı okurken
önündeki mezarın birden yeşil nurlarla tutuştuğunu gördü
Sesi kısıldı
Dudaklarını oynatamadı
Çeneleri kitlendi
Bu yeşil nurun içinde Deli Mehmed'in kanlı boynuna sarılmış beyaz kanatlı bir melâike
hem onu nurdan elleriyle okşuyor
hem açık alnını öpüyordu
Bu sıcak
bu yeşil nur büyüdü
Taştı
Bütün âlem bu nurun içinde kaldı
Kuru Kadı'nın gözleri kamaştı
Ruhu yandı
Kendinden geçti
Onu
daha ilk defa böyle derin bir uykuya dalmış gören yoldaşları zorla kaldırdılar
Koltuklarına girdiler:
— Haydi
kapı kapanacak
dediler; içeri gir
Kuru Kadı'nın dili tutulmuştu
Cevap veremedi
Sarhoş gibi sallana sallana hisara girdi
Hâlâ titriyordu
Palanganın içinde Deli Hüsrev'in menzilinden geçerken durdu
Kulak verdi; ağlıyor mu
inliyor mu diye
Hayır
Deli
şıkır şıkır
atını kaşağılıyor
keyifli bir türkü söylüyordu
Seslendi:
— Hüsrev!
— Efendim?
Kapı açıldı
Kaşağı elinde
kolları paçaları sıvalı
başı kabak Deli Hüsrev
Daha Kuru Kadı bir şey sormadan:
— Gördün mü Deli Mehmed'in zevkini? dedi
— Siz de benim gibi buradan gördünüz mü?
— "Gözlüye hod gizli yoktur!"
Küttedek kapıyı kapadı
Yine türküsüne başladı
Kuru Kadı palangada sabahı dar etti
Güneş doğmadan Deli Mehmed'in mezarına koştu
Artık bütün günlerini bu mezarın başında geçiriyordu
Bu mezarın daimi ziyaretçisi oldu
Büyük bir taş yontturdu
Yazdırdı
Başına diktirdi
Beş vakit namazlarını bile cemaatine bu kabrin başında kıldırmak isterdi
Artık ne hâcet dilese
ne muradetse
ona nâil oluyordu
Grijgal'de
komşu palangalarda Kuru Kadı için "deli oldu" diyorlardı
Her an "bekâ" bâdesi<refölümsüzlük şerbeti</ref>ni içmiş ezeli bir sarhoş gibi nihayetsiz bir gaşy
pâyansız bir şevk
sükûn bulmaz bir heyecan içinde yaşıyordu
Fakat nasıl "deniz çanağa sığmaz"sa
onun büyük sırrı da ruhuna sığmadı
Taştı
Huruç günü gördüğü harikayı herkese anlatmaya başladı
Hatta daha ileri gitti
çok iyi okuduğu "Mevlid-i Şerîf" lisanıyla o gün gördüğünü yazdı
Yüzlerce beyitlik bir destan düzdü
Ama o zaman eski şevki kayboluverdi
Ruhuna koyu bir karanlık doldu
Kalbine acı bir ağırlık çöktü
Artık Deli Mehmed'in yeşil nurdan mezarı içinde sürdüğü ilahî zevki göremez oldu
Bu mahrumiyet onu delirtti
Yemekten
içmekten kesildi
Bir gün yine perişan
kırlarda dolaşırken Deli Hüsrev'e rastgeldi
Meğer o da geziniyormuş
Elindeki yayıyla yavaşça Kuru Kadı'nın arkasına dokundu
— Ahmak
dedi
neye gördüğünü halka söyledin? Adam gördüğünü kâle geçirirse kazandığı hâli kaybeder
Eğer susaydın
gördüğün keramete ölünceye kadar şahit olacaktın
Kuru Kadı yere diz çöktü
ağlamaya başladı:
— Çok perişanım
diye inledi
lütfet
Gel
beni gaflet uykusundan uyandır
Benim o görmüş olduğum ahvâl ne hikmettir? İçinde aklımı kaçırdığım bu mehâbet
bu heybet nedir? Benimle senden başka onu gören oldu mu?
— Bir gören daha var
O "can" herkese görünmez
— Kimdir?
— Bilemezsin
— Başkaları görmedi de
biz ikimiz niçin gördük?
— Şehitlik müjdesidir! İkimiz de mutlaka şehit düşeceğiz!
Kuru Kadı
gittikçe öyle serseri
öyle perişan
öyle berbat oldu ki
Kendisini o kadar seven Vali Ahmed Bey bile
Budin'den gelince
onun hallerine dayanamadı
Nihayet "Bu meczup bir kişidir
Palangada hizmetinden istifade olunamaz
" diye geriye göndermeye mecbur oldu
Aradan epey zaman geçti
Serhadde değil
hatta Grijgal hisarında bile herkes Kuru Kadı'yı unuttu
Yalnız yazdığı destan okunuyor
hiç unutulmuyordu
Separator
jpg
On iki sene sonra
Zigetvar'ın zaptı akşamı yaralılar toplanırken meşhur kahraman Deli Hüsrev'in —bir gülleyle parçalanmış— naaşı yanında
uzun boylu
ak saçlı
ak sakallı
yeşil cübbeli bir şehit buldular
Kıbleye karşı yüzükoyun uzanmış yatan bu şehidin büyük
yeşil sarığı henüz bozulmamıştı
Üzerinde hiçbir silah yoktu
Yarası
neresinden olduğu belli değildi
Günlerce süren muhâsara esnasında hiç kimse böyle bir adam görmemişti
İnceden inceye tahkîkat yapıldı
Kim olduğu bir türlü anlaşılamadı
O vakit birçok gazilerin "gayp ordusundan imdada gelmiş bir velî" sandıkları bu şehit
acaba
Grijgal hisarının o eski meczup kadısı mıydı?
alıntı vikipedi
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul