Prof. Dr. Sinsi
|
“Tevessül” Nedir, Neyle Ve Kimle Yapılır?
SALİH AMELLE TEVESSÜL
Mevzuya, salih amellerin vesile olduğuna dair âyetin söz konusu edildiği, bir talebe-hoca diyaloğunu naklederek başlamak istiyoruz Şöyle ki:
Bir talebesi, üstad Ebû Ali ed-Dehkâh’ın dersinde Cenâb-ı Hakk’ın, “Ona ancak güzel sözler yükselir (ulaşır) Onları da salih amel yükseltir”(31) âyetini okur Bunun üzerine Ebû Ali, “Amelin yükseltilmiş olduğunun alamet de; yaptığın şeyin sence tamamen unutulmasıdır Bu itibarla, eğer o amelin hâlâ senin nazarında duruyorsa, o amel geri çevrilmiş demektir Yok unutulmuş ise, o da yükseltilmiş ve kabul edilmiş demektir” der (32)
Salih amelle tevessüle dair ders ve ibretlerle dolu uzunca bir hadîs-i şerif şöyledir:
Abdullah b Ömer el-Hattâb (r anhüm) anlatıyor: Resûlüllah’tan (s a v ) şöyle dinledim:
“Sizden öncekilerden üç kişi yolu çıktılar Gecelemek niyetiyle bir mağaraya girdiler Bu esnada dağdan kopan büyük bir kaya parçası, mağaranın ağzını kapattı Birbirlerine, ‘Sizi bu kayadan ancak salih amellerinizle duâ etmeniz kurtarabilir’ dediler Bunun üzerine içlerinden biri şöyle niyaz etti:
‘Allâh’ım! Benim yaşlı, kocamış anam ve babam vardı Ben onlardan evvel ne çoluk-çocuğuma, ne de kölelerimden hiç birine bir şey içirirdim Bir gün hayvanlarımı otlatacak ağaçlık bir yer aramak arzusu, beni uzaklara götürdü Onların uyku saatlerinden önce dönemedim Buna rağmen gelir gelmez akşam sütlerini sağdım, fakat onların uyuduklarını gördüm Kendilerini uyandırmayı da, onlardan evvel çoluk-çocuk ve kölelerime akşam sütlerini içirmeyi de hoş bulmadım Çocuklar ayaklarımın etrafında ağlaşırken ben, süt bardağı elimde olduğu halde, onların uyanmasını gözeterek fecir söküp ortalık ağarıncaya kadar bekledim Nihayet uyandılar ve akşam sütlerini içtiler Allâh’ım! Eğer ben bu yaptığımı senin rızân için yapmış isem, şu kayanın üzerimize kapanmasından dolayı düştüğümüz sıkıntıyı bizden kaldırıver ’
Kaya biraz aralandı Ancak çıkabilecekleri kadar değildi
Diğeri de şöyle yalvardı:
‘Allâh’ım! Benim amcamın bir kızı vardı O bana insanların en sevimlisi idi (Başka bir rivâyette de, ‘Onu, bir erkeğin kadını en şiddetli sevdiği gibi seviyordum’ diye ifade edilmiştir ) Ona yaklaşmak istedim, benden çekindi Nihayet kıtlık senelerinden birinde o, kendiliğinden bana geldi Kendisini bana teslim etmesi şartıyla, ona yüz yirmi altın verdim Kabul etti Ona karşı olan arzumu yerine getirmeye muktedir olunca, o bana, «ALLAH’tan kork! Haksız yere mührümü bozma (nikâhsız olarak bekâretime ilişme)» dedi O bana, kadınların en sevimlisi olduğu halde ondan uzaklaştım Verdiğim altınları da kendisine bıraktım Allâh’ım! Eğer ben bunu senin rızân için yaptımsa, içinde bulunduğumuz sıkıntıyı bizden kaldırıver ’
Kaya biraz daha aralandı Fakat o açıklıktan da dışarı çıkmak mümkün olmuyordu
Üçüncüsü ise şöyle duâ etti:
‘Allâh’ım! Bir takım amele-işçi kiralamıştım Birisi hâriç hepsinin ücretlerini kendilerine ödedim O bir kişi ise hakkını almadan bırakıp gitti Onun parasını çalıştırıp çoğalttım O kadar ki, pek çok mal meydana geldi Bir zaman sonra o şahıs bana geldi ve «Ey Abdullah, bana ücretimi ver» dedi Ben de (mallarını göstererek); deve, sığır, koyun ve köle olarak bu gördüklerinin hepsi senindir, dedim O, «Ey Abdullah, benimle eğlenme» dedi Ben de, seninle alay etmiyorum, dedim Bunun üzerine malların hepsini aldı ve sürüp götürdü Onlardan hiçbir şey bırakmadı Allâh’ım! Eğer ben bu yaptığımı senin rızân için yapmış isem, içinde bulunduğumuz şu sıkıntıyı kaldırıp kurtarıver bizi ”
  Ve kaya tamamen açıldı, mağaradan yürüyerek çıktılar ”(33)
Demek ki dinimizde, peygamberlerle, velilerle, salih zatlarla olduğu gibi, sırf ALLAH rızâsı için yapılan salih amellerle de tevessül etmek mümkündür; yani bu usûl de meşru’ ve câizdir Bid‘at ve hurâfeyle de ilgisi yoktur
S O N U Ç
Hiçbir şeyin Kur’an-ı Kerim’in dışında kalması mümkün olmadığına göre, elbette ki peygamberlerin, evliyanın kabirlerini ziyaret edip ruhaniyetlerini vesile/vasıta ederek ALLAH Teâlâ’dan isteklerde bulunmanın hükmü de onda vardır Bazı âyet-i kerimelerin ibâre, bazılarının da işâre mânâlarında tevessülün hükmünü bulmak mümkün Yani kimilerinde açıkça, kimilerinde de işâret ve delâlet yoluyla Allâh’a yakınlık için bazı şeyleri vesile/vasıta edinmenin meşrûiyeti ifade edilmiştir
Yukarıda açıkladığımız gibi dilimizde “vesîle”, kendisi ile maksada-hedefe ulaşılan vâsıtadır Müfessirler, âyette (Mâide, 35) geçen “vesîle”ye çeşitli mânâlar vermişler  Bunlardan Fahreddîn-i Râzî hazretleri, “vesîle”yi, Peygamber Efendimizin vârisi olan “mürşid-i kâmil” ile tefsir etmiştir
İsmail Hakkı Bursevî (k s ) de bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, “vesîle”den murad, salih ameller olduğu gibi, Allâh’a yakın olmak için kendisiyle tevessül edilen her şeydir, diyor Sonra da Te’vîlât-ı Necmiye’den şunları naklediyor:
Bu âyet-i kerime, ‘vesîleyi arama’ emrini açıklamaktadır; bu, elbette ki lâzımdır Çünkü ALLAH Teâlâ’ya vusûl yani Hakk’a ermek, seyr u sülûkü(34) tamamlamak, ancak vesîle ile elde edilir Bu vesîle de, hakîkat âlimleridir   (35) Yani Peygamber Efendimizin zâhir ve bâtınına vâris olan ALLAH dostlarıdır  İster hayatta olsunlar, ister vefat etmiş bulunsunlar; vasıta olmaları açısından bir şey fark etmez
Dikkatlice baktığımızda görürüz ki âyet-i kerîmede mü’minlere, kurtuluş ve selâmet için, üç şeye riâyet etmeleri emredilmiştir:
1) ALLAH’tan korkmak,
2) Ona yaklaşmaya vesîle aramak,
3) Onun yolunda cihad etmek  
Vesîle’den maksat ise, peygamberler, evliyalar, salih kişiler ve salih ameller olduğuna göre, onlarla tevessül etmek, onların hatırına, onların yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak’tan talepte bulunmak da şüphe yok ki caizdir
Ayrıca yukarıda geçtiği üzere, “vesîle” kavramı umumidir; mutlak olarak vesîleyi aramamız ve onunla Allâh’a yaklaşmamız emrediliyor  Karîneden mücerret emirler ise vücub ifade ettiğine göre, mü’minlerin “vesîle”yi arayıp bulmaları, onlarla ALLAH’a yaklaşmaları icap ediyor Onlar, mü’minleri ALLAH Teâlâ’ya yaklaştıran-ulaştıran bir vâsıtadır Nitekim tasavvufla alakalı bir eserde, “ALLAH” ismini zikirle meşguliyetin mahiyeti anlatılırken, şu açıklamaları görmekteyiz (mealen):
“Kişi, boş ve temiz bir yerde oturur; gözlerini yumup ağzını kapayarak dilini damağına bitiştirir İstiğfar ile kalbini iyi-kötü bütün düşüncelerden ve ALLAH’tan gayri her şeyden uzak tutar Bu hususta mürşidine muhabbetle bağlanarak onun rûhâniyetinden istimdât eyler (yardım taleb eder) ki, müridin bu hususi istimdâdı, mürşidi vâsıtasıyla diğer bütün mürşidler zincirinin ve Resûlüllah Efendimiz’in rûhâniyetine ve oradan da nihâyet Cenâb-ı Hakk’a ulaşır ”(36)
Demek ki büyük zatların kabirlerini-türbelerini ziyaret edip onların yüzü suyu hürmetine bir şeyler istediğimiz zaman da, dileklerimiz, sonuçta onlar vasıtasiyle ALLAH Teala’ya ulaşıyor Âmiyane tabirle onlar amaç değil, sadece birer araç Her şeyi veren de, alan da ALLAH Teâlâ’dır Yardım da vasıtalı veya vasıtasız yalnız O’ndan gelir Mü’min buna inanır Dolayısiyle kabir ziyareti hususunda Müslümanların tevessülüne, aksi yönde kesin bir hüküm varmış gibi karşı çıkmak doğru değildir Aksine, kul ile ALLAH arasında bazı hallerde vesile ve vasıtalar koymanın caiz olduğuna dair hem âyet, hem de hadisler mevcuttur Nitekim bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“Ümmetimin hayırlılarından bir topluluk vardır ki, Allâh’ın rahmetinin genişliğinden dolayı, açıktan gülerlerse de, azâbının korkusundan dolayı, gizli gizli ağlarlar Onların vücutları yerde, kalpleri semâdadır Ruhları dünyada, akılları âhirettedir (Yeryüzünde) sekîne ile yürürler, vesîle ile Allâh’a yaklaşırlar ”(37)
Peygamberimiz’in diliyle övülen, yeryüzünde İlâhi nur ile, sükûnet ve vakarla yürüyen bu mü’minler, doğrudan değil, vesile ile ALLAH’a yaklaşıyorlar
Ayrıca tevessülün câiz olduğu hükmünü daha pek çok hadîs-i şeriften de ortaya koyabilmek mümkün Meselâ, “Ameller niyetlere göredir; herkes için niyet ettiği şey vardır”(38) meâlindeki meşhur hadis-i şerif, bunlardan biridir Bilindiği gibi ameller kısaca, bedenî ve kalbî olmak üzere iki kısma ayrılır Buna göre kişi, mubah olan davranış ve düşüncelerden herhangi birine ibadet olarak niyet etse, o davranış ve düşüncenin ibadet olacağı izah ve isbâta gerek olmayacak derecede açıktır (39)
Şu da muhakkaktır ki, tasavvufla meşgul olan âlimler, tevessülün meşru‘ olduğu hususunda icma‘ (söz birliği) etmişler  Bunlardan kalabalık bir topluluk da bu icma‘ı tesbit edip üzerinde ittifak etmiştir Bunun muğlak ve kapalı bir yanı, şüphe ve tereddüde mahal olacak bir tarafı da yoktur
Âlimlerin tevessül üzerindeki bu icma‘ı, inananlar için elbette ki delildir ve bunu kabul etmeleri gerekir O bakımdan bu gibi mânevi meselelere vukufu olmayan, kuşatıcı bir ilmî yeterliliğe sahip bulunmayan kimselerin itirazlarına ise itibar edemeyiz Onları kendi kanaatleriyle başbaşa bırakır, telakkimizin doğru olduğuna inanırız
***
Mü’minleri, ALLAH Teâlâ’dan başkasına duâ ve ibadet etmekten sakındıran âyetlere gelince  Dilerseniz öncelikle bu âyetlerin meallerini görelim
“Allâh’ı bırakıp da sana faydası ve zararı olmayan şeylere tapma!Bunu yaparsan, o halde sen hiç şüphesiz zâlimlerden olursun ”(40) “Hak davet ancak ona (Allâh’a)dır Müşriklerin onu bırakıp da yalvarıp durdukları putlar ise, kendilerine hiçbir şeyle icabet etmezler Onlar ancak ağzına gelsin diye, suya doğru iki avucunu açana benzer ki, o su ağzına gelmez Kâfirlerin duâsı, sapıklık içinde bocalamaktan başka bir şey değildir ”(41) “(Müşriklere) de ki: ALLAH’tan başka, ilah dediklerinizi çağırın; anlarsınız ki, ne sizden zararı def etmeye, ne de değiştirmeye kaadir değillerdir ”(42) “O halde, ALLAH ile birlikte başka bir ilâha kulluk etme Azap edilenlerden olursun ”(43) “  Onu bırakıp da taptıklarınız (putlar), bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip değillerdir Kendilerine duâ etseniz, duânızı işitmezler (Farz-ı muhâl) işitseler, size cevap veremezler Kıyamet gününde de sizin şirkinizi (kendilerine taptığınızı) inkâr ederler (Her şeyden hakkıyla) haberdâr olan (ALLAH) gibi sana haber veren olmaz ”(44) “Allâh’ı bırakıp da, kendisine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olana (putlara) tapan kimseden daha şaşkın kim olabilir! Onlarsa, bunların tapmalarından habersizdirler (Kıyamette) insanlar bir araya toplandığı vakit bunlar, onlara (tapanlarına) düşman olurlar ve taptıklarını inkâr ederler ”(45) “Gerçekten bütün mescitler, hep Allâh’ındır O halde, ALLAH’la beraber başka birine ibadet etmeyin ”(46)
Evet, şimdi de bu âyetlere dayanarak “tevessül” için, “ALLAH Teala ile birlikte bir başkasına dua etme, yalvarma, niyazda bulunmadır” diyenlerin iddialarına gelelim  Gayet açıktır ki, meşru olan tevessülde bunun yeri yoktur Tevessülün meşru olduğunu söyleyen aklı başında hiçbir âlim bunu caiz görmemiştir Ayrıca âyetlerde bahis mezzu olanlar putlardır; peygamberler, veliler değil Bununla biklikte eğer bazı kimseler bu konuda yanlış bir tutum ve anlayış içinde iseler, onları hemen “şirk”le damgalayıp İslam dairesi dışına atmaya kalkışmak yerine, yapılması gereken, herhalde “Din nasihat(le kaim)dir, dinin direği nasihattir”(47) düsturunca kendilerini doğruya yöneltmek ve işin hakikatini açıklamaktır
ALLAH Teala'dan herhangi bir şey dilerken araya bir başkasını koymayı mutlak mânâda “şirk” kabul edenlere ayrıca sormak lâzım: Bu takdirde, “Ey iman edenler! ALLAH’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle arayın ”(48) “Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri vakit sana gelseler ve ALLAH'tan mağfiret dileseler, Peygamber de onlar için istiğfarda bulunsaydı, elbette ALLAH'ı çok affedici, çok merhametli bulurlardı”(49) vb âyetleri nasıl açıklayacaksınız? Öyle ya, madem ki ALLAH Teâlâ kullarına şah damarlarından daha yakın,(50) dua edenin duasına da karşılık vereceğini(51) bildiriyor; bu durumda insan, vesileye neden ihtiyaç duysun? Günahlarının affı, kusurlarının bağışlanması için Peygamber de olsa bir başkasının duasına niçin mecbur kalsın?!
Hz Yusuf’un, babası Hz Yâkub’a (aleyhimesselâm), gözlerinin açılması için önceden elçilerle gömleğini gönderip yüzüne sürmelerini istemesi ve böyle yapıldığında babasının gözlerinin açılması(52) hadisesi de mevzumuz bakımından önemli bir gerçeğe işaret etmektedir Onlara göre bu hadisenin -ilmi yönü bir tarafa- makul ve mantıklı bir izahı olabilir mi? Tevessül meselesinde şiddetli bir muhalefet tavrı takınanlar, dileriz ki Hz Yâkub’un bu fiilini, gözlerinin açılması için -en hafif tabiriyle- bir “bez parçası”ndan medet ummak, Hz Yusuf’un davranışını da o bez parçasında bir fayda vehmetmek olarak açıklama talihsizliğine düşmezler
  Ve yine kimse zannetmesin ki, tevessülün meşru olduğunu söyleyenler, yukarıda zikri geçen ALLAH Teâlâ’dan başkasına dua etmekten sakındıran âyetlerden habersiz, -hâşâ- tevhid ve şirk mevzuunda hassasiyet sahibi değildir! Bilakis onlardan çok daha itinalı ve dikkatlidirler
***
Konuyu özetlemek gerekirse şunları söyleyebiliriz:
Yukarıda açıkladığımız üç türlü tevessül usûlünce, istediğini ALLAH’tan isteyen, yardımı ondan bekleyen; ancak kendi aczini, kusûrunu-küsûrunu, hata ve isyanını bildiği için bir ALLAH dostunu araya koyan, onun hatırına-yüzü suyu hürmetine günahlarının afvını, ihtiyaçlarının giderilmesini isteyen mü’mine, asla “senin yaptığın bid‘attir, hurâfedir; şirk koştun, haram işledin” denemez Tasavvuf erbabı, bu gibi hususlarda, hiçbir mahzur görmemişler, hatta bunun lüzum ve faydasından bahsetmişlerdir Onlara göre peygamberlerin, evliyanın kabirlerini ziyaret etmenin en önemli gayesi; en mühim, en faydalı kabir ziyaret şekli de budur Bu maksatla kabir ziyaretinde bulunanların, evliyaya dua ederek onlara faydalı olmak veya kabirlerinden ibret almak gibi bir husus akıllarından bile geçmez… Bilakis bütün türbelere, dergâhlara, âsitânelere, tekkelere, yatırlara yapılan ziyaretlerde hakim olan anlayış, düşünce ve inanış onlardan istifade etmektir
Tasavvuf anlayışında evliyanın, ister hayatta ister vefat etmiş olsun, yeryüzündeki insanlar için, ALLAH katında şefaatçi ve yardımcı olacaklarına inanılır Nitekim bütün tarikatlerce makbul bir velî sayılan Ma‘ruf el-Kerhî (ö h 200), müridi Seriyyu’s-Sekatî’ye şöyle demiştir: “Allâh’a bir ihtiyacın olursa, beni vasıta ve vesile kılarak iste ALLAH’tan hacetini bana and içerek dile ” Bağdat sûfileri de, “Ma‘ruf el-Kerhî’nin kabrinin her derde deva olduğu tecrübeyle sabittir” diye ifade etmişlerdir
Sûfiler, tıpkı diri mürşidler gibi ceseden ölü evliyanın ruhlarının hayattaki insanları terbiye ve irşad ettiklerine, bazı velilerin öldükten sonra da dünyada tasarrufta bulunduklarına, bu âlemdeki nizama ve hadiselere yön verdiklerine inanırlar Tasavvufun, bilhassa Nakşibendilerin bu mevzudaki inançlarını, dilerseniz Reşahat’tan takip edelim: “Şeyh Ebu’l-Hasan Harkâni’nin vefatı (h 425), Şeyh Bayezid-i Bistâmi’nin vefatından (h 234) bir müddet sonra vaki olup, Şeyh Bayezid’in ona terbiyeleri zâhirî ve surî olmayıp, ruhanîdir ” Tasavvufta üveysiyet tarîkı ve ruhanî nisbet denilen bu inanç, bütün tarikatler tarafından kabul edilmiştir
Velhasıl bu hususta fıkıh, kelâm, hadis ve tefsir âlimleri, bilhassa selefiye mensupları dikkatli olmak ve şu hususları göz önünde bulundurmak zorundadırlar: Tasavvufla alâkadar olan mü’minleri tenkit veya onlara karşı kendi görüşlerini savunmak için dayandıkları aklî ve naklî deliller, kesin ve açık olma özelliğine sahip değildir (53)
Dolayısıyla o insanları müşrik, bid‘atçi-hurâfeci veya sapık olmakla suçlamak, hele de şirk ile itham etmek asla caiz olmaz Tenkit edilecek, düzeltilmesi için mücadele verilecek husus, İslâm toplumundaki bid‘atler ve hurâfelerdir Onun da usûlü, çıkıp basında-medyada ulu-orta konuşmak, onu-bunu suçlamak, itham etmek değil, iyi ve hayırlı neticeler almaya yönelik metodlarla faaliyetlerde bulunmak olmalıdır
DİPNOTLAR
1 Muallim Nâci, Lûgat-i Nâci, s 297; Şemseddin Sâmi, Kâmûs-i Türkî, s 451 İbnü Manzur, Lisânü’l-Arab, 11, 724
2 el-Cezâirî, Ebû Bekir, Akîdetü’l-Mü’min, s 123
3 İslam Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi, İstanbul, 1990, 1, 110
4 Kur’ân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/35
5 Bursevî, İsmâil Hakkı,Tefsîru Rûhu’l-Beyan , 2, 388
6 Bkz Sâvî (Celâleyn hâşiyesi), 2, 182
7 Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, 2, 82-83; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8, 253; Beyhakî, Delâil, 5, 488-489; Şevâhidü’l-Hak’tan Vehhâbîlere Cevaplar, Mehmed Emre, Fazilet Neşriyat, İst , s 134
8 İmam Hâkim, el-Müstedrek, 1, 313, 519 - 2, 263; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul 1985, 1, 143; Kurtubî, el-Câmi‘, Kahire, 1967, 1, 28
9 Bkz Âlûsî, Rûhu’l-Meâni,fî Tefsiri Kurâni’l-Azîmve’s-Seb‘i’-Mesâni, Beyrut, bty , 1, 320
10 İbn Mâce, Sünen, İkâme, 189; Tirmizî, Sünen, De’âvât, 118; Ahmed b Hanbel, Müsned, 4, 138; İbn Huzeyme, Sahîh, 2, 225-6; Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ, 6, 169; Hâfız el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 473-475; Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, (Terc ) 1, H 358
11 Bkz Tirmizî, Sünen, Salât, 348
12 Ebû Nuaym el-Isfahâni, Hılyetü’l-Evliya, 3, 121
13 Kur’ân-ı Kerim, Hucurât sûresi, 49/2-3-4
14 Kaadi İyaz, Şifâ-i Şerîf, 2, 41
15 Ebû Hâmid b Merzûk’un, Berâetü’l-Eş‘ariyyîn min Akâidi’l-Mu-hâlifîn’inden naklen, A Polat, Teymiyecilik–Vehhâbilik ve Tevhîdi Koruma Adına İşlenen Cinâyetler, Fazilet Neşriyat, İstanbul, bty , s 59-60-61
16 Serrâc, Ebû Nasr, el-Luma‘, Kahire, 1960, s 452
17 İmam Ahmed b Hanbel, Müsned, 5, 422
18 Erbilî, Mehmed Emin, Tenvîru’l-Kulûb, s 534
19 Bkz Buhârî, Sahîh, Tevhîd, 19; Müslim, Sahîh, İman, 322; Tirmizî, Sünen, Kıyâme, 15; İbn-i Mâce, Sünen, Zühd, 37; Dârimî, Sünen, Mukaddime, 8
20 Buhârî, Sahîh, İstiskâ, 3; Aynî, Umdetü’l-Kârî, 6, 13
21 Taberânî, Mu'cemü'l-Kebîr, 4, 104; 2, 335; İmam Hâkim, el-Müstedrek, 3, 299
22 Müslim, Sahîh, Libâs, 10
23 İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübrâ, 7, 210; Zehebî, Siyeru A‘lâmi'n-Nübelâ, 4, 127
24 Zehebî, a g e , 11, 212
25 Zehebî, a g e , 16, 400-1
26 Yûsuf b Nebhânî, Şevâhidü’l-Hak, s 166
27 Erol, Ali, Hâtırâtım, s 38
28 Kur’ân-ı Kerim, Hac sûresi, 22/38
29 Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb sûresi, 33/6
30 Kur’ân-ı Kerim, A‘raf sûresi, 7/196
31 Kur’ân-ı Kerim, Fâtır sûresi, 35/10
32 Fahreddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr (Terc ) Akçağ Yay , Ankara, 1993, 15, 129-30
33 Buhârî, Sahîh, Edeb, 5; Müslim, Sahîh, Zikir 27; İmam Ahmed b Hanbel, Müsned, 2, 116
34 Seyr u sülûk: Tasavvufta Hakk’a ermek için yapılan mânevî yolculuğa verilen addır
35 Tefsîru Rûhu’l-Beyan, 2, 387-388
36 Kibrît-i Ahmer, Limuharrihî, s 5
37 el-Gazâlî, İhyâu Ulûm, 1, 57’de, İmam el-Hâkim ve Beyhakî’den rivâyet etmiştir; ayrıca bkz Rûhu’s-Salât Aynü’l-Hayat Hadis-i şerifte geçen “sekîne” kelimesi lûgatte vakar, ağırbaşlılık ve sükûnet mânâlarınadır Tasavvufta ise sekîne, kalbte bir nûrdur ki, kalb onunla müşâhede ettiklerine karşı sükûnet ve istikrar bulur, mutmain olur (Bursevî, İsmail Hakkı, a g e , 9, 12) Başka bir ifadeyle sekîne, gaybla ilgili hususların gelişi esnasında kalbin bulunduğu itmi’nân ve huzûr hâlidir Sekîne; nûr, kuvvet ve ruhtan meydana gelir, korkan kişi o sayede sükûnete erer, mahzûn olan da tesellî bulur Günahkâr-isyankâr ve cür’etkârlar ona sığınır (Herevî, Menâzilü’s-Sâirîn, s 29; İbnü Arabî, Istılâhâtü’s-Sûfiyye)
38 Buhari, Sahih, Bed’ü’l-Vahy, 1
39 Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-Hâbita (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî hâmişi), 1, 223
40 Kur’ân-ı Kerim, Yûnus sûresi, 10/106
41 Kur’ân-ı Kerim, Ra‘d sûresi, 13/14
42 Kur’ân-ı Kerim, İsrâ sûresi, 17/56
43 Kur’ân-ı Kerim, Şuarâ sûresi, 26/213
44 Kur’ân-ı Kerim, Fâtır sûresi, 35/13-14
45 Kur’ân-ı Kerim, Ahkâf sûresi, 46/5-6
46 Kur’ân-ı Kerim, Cin sûresi, 72/18
47 Tirmizî, Sünen, Birr, 17, 18; Müslim, Sahîh, iman, 95
48 Kur’ân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/35
49 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ sûresi, 4/64
50 Kur’ân-ı Kerim, Kaf sûresi, 50/16
51 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ sûresi, 4/64
52 Kur’ân-ı Kerim, Yûsuf sûresi, 12/93-6
53 Doç Dr Vecdi Akyüz, Mukayeseli İbadetler İlmihali, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, 2, 333-34
|