Prof. Dr. Sinsi
|
Ahzab Sûresi Tefsiri
33-AHZAB:
1- Ey Peygamber! Geçmişte indirilen kitaplarda adı sanı bilinen şanlı peygamber! Sadece Allah'tan kork, başkasından değil
Bu yüce sûrede Peygambere karşı kâfirlerin ve münafıkların dedikodularına sebep olacak bazı hükümler ve ilâhî emirler indirileceğinden onlara karşı her şeyden önce peygamberi desteklemek için bu hitab ile başlanmıştır Bu hitab, Ahzab savaşı ile hınçlarını alamayan kâfirlerin ve münâfıkların Zeyd ve Zeyneb meselesi yüzünden koparacakları yaygaraları, yayacakları yalan ve düzmece sözleri ile, başka bir saldırı hazırlayacaklarına işaret ederek onların da öbürleri gibi bir etkisi olmayacağını önceden haber veren ilâhî bir emirdir Onun için buyuruluyor ki, takvayı Allah'a yap! Allah'tan kork Kafirlere ve münafıklara itaat etme Onların sözlerine kulak verip de görevini yerine getirmekten çekinme, muhakkak ki Allah çok bilen, ve hakîm (her yaptığını yerli yerince yapandır)dir Allah bütün yararlı ve zararlı olan şeyleri bilir Emirlerini de ilmiyle ve hikmetiyle verir; onun için yalnız O'ndan kork, O'na itaat et
2- Ve Rabbinden sana ne vahyolunursa onun ardınca git Muhakkak ki Allah, her ne yapacaksanız haberdar bulunuyor Vahyi de ona göre veriyor, onun için kâfirlerin ve münâfıkların dediklerine bakma, sana vahyolunana tabi ol
3- Ve Allah'a tevekkül et, itimad et Vekil olarak Allah yeter Ondan başka dayanacak, işler kendisine havale edilecek yoktur Zira O'nun koruduğuna başkası zarar veremez, O'nun vereceği zarardan da başkası koruyamaz
4- Allah bir adam için, içinde iki kalb yapmamıştır Hiçbir kimseye iki vicdan verilmemiştir, hiçbir adam kalbinde "bir"e, "iki" demez, Hakk'ın birliğinin şahidi olan, bu kalb ve vicdan birliği her duygunun ve her bilginin en temel kanunudur Mantık'ın tesaduk (uyum) ve tenakuz (çelişki) kanunları bunun bir dalıdır Bu olmasa idi, insan kendini tanıyamazdı Ve kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır
ZIHAR: Bir kimsenin eşine "Sen bana anamın sırtı gibisin" demesidir ki, anam bana nasıl haram ise, sen de bana öyle haramsın demek olur Araplar, böyle denilen bir kadını ana gibi kabul ederler, hemen ayırırlardı ve ana gibi sayıldığına göre tekrar nikâh edilememesi de gerekirdi Burada onlara ana gibi demekle gerçekten ana oluvermeyecekleri anlatılarak bu adetin değiştirilmesinin gerekliliği gösteriliyor ki, ayrıntısı ile keffareti, (Mücadele) Sûresi'nde gelecektir Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır
5- ED'IYÂ, "deıyy"in çoğuludur Deıyy, evlat diye çağırılan demektir ki dilimizde evlatlık denilir Ebu's-Suud der ki: Arapça'da "Efılâ" ölçüsü, "takıyy" kelimesinin "etkıya" şeklinde gelmesi gibi, tekil vezni "Feîl" olup manası "fail" olan sıfatlar içindir Oysa "deıyy" "fail" mânâsında değil, "mef'ul" mânâsınadır, buna göre çoğulunun "edıyâ" diye gelmesi kural dışıdır (Deıyy fail mânâsında olsaydı evlat eden olacaktı Oysa burada mânâsı evlat edinilen çocuk demektir ) O yapılan zıhar ve evlatlığa evlat diye isim verme sizin ağzınızda lafınızdır Sadece sözün geçerli olduğu hususlarda bazı hükümleri olabilirse de gerçekte onun vicdanda tasdik edilmesi gereken bir varlığı yoktur ve nihayet bir mecazdır O halde onlar hakkında gerçekten ve her yönden oğul hükümlerinin yürürlükte olması gerekmez Mesela evlatlığın boşadığı bir kadını almak haram olmaz Onda "Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın karıları  " (Nisa, 4/23) hükmü uygulanmaz Allah ise hakkı, vakıaya uygun olanı, gerçeği söylüyor Ve yol gösteriyor O halde başkasının değil, onun irşadını dinleyiniz Şöyle ki Onları öz babalarına nisbet ederek çağırın, öz babalarına nisbet edin Allah katında bu daha doğrudur Öz babalarına nisbet ederek çağırmanız, herkesin soyunu karıştırmayıp saklı tutmanız, doğrusunu söylemeniz, Allah katında adalet ve hakkaniyete daha uygun, genel menfaatlerinize daha elverişlidir Eğer onların öz babalarını bilmiyorsanız, nesebde değil o zaman dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdırlar Bununla birlikte hata ettiğiniz hususlarda; yani gerek bu yasaktan önce, ve gerek sonra, kastınız olmaksızın, yanılma ve unutma ile yaptığınız yanlışlıklarda üzerinize bir günah yoktur Fakat kalblerinizin kasten yaptığı var ya, işte günah ondadır Ve Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir Hata edeni affeder İmam Şafiî hazretleri "tebennî"nin, yani oğul edinmenin hiçbir hükmü olmadığı görüşünü benimsemiştir Fakat İmam Azam Ebu Hanife hazretlerine göre, bir köle evlat edinilmişse, bu onun azat olmasını gerektirir, yine tebennî yaşı uygun olup evlat diye kabulü mümkün olan nesebi bilinmez bir kimsenin, nesebini ispat eyler ki ayrıntısı fıkıh kitaplarındadır
6- Peygamber müminler için canlarından ileridir Bütün işlerinde kendilerinden daha elverişlidir Çünkü o, onlar için ancak iyilikleri, yararları, kurtuluşları ne ise, onu gözetir, onu emreder, kötülüklerine ve zararlarına razı olmaz Halbuki insan nefsi öyle değildir O halde Peygamber onlara kendilerinden daha sevgili ve onun emri kendilerinin emrinden daha geçerli ve ona karşı şefkatleri nefislerine şefkatlerinden daha mükemmel olmalıdır Rivayet olunur ki Resulullah (s a v ) Tebük gazasına gidilmesini emrettiği zaman bazı kimseler analarımızdan, babalarınızdan izin isteyelim demişlerdi, bu âyet bunun üzerine indi Peygamberin eşleri de onların analarıdır Yani hürmet ve saygıda müminlerin anaları mesabesindedirler Onları nikâh etmek haram, kendilerine hürmet etmek farzdır Bunun dışındaki hususlarda ise, öteki yabancı kadınlar gibidirler Onun için Hz Âişe, biz kadınların anaları değiliz buyurmuştur Rahim sahipleri yani akraba olanlar da bazısı bazısına daha yakın, daha önceliklidir Allah yazısında, bu âyette veya miras âyetlerinde, "Müminlerden ve Muhacirlerden" bu kayıtlamada iki ihtimal vardır Birisi rahim yönünden akrabaları beyan etmesidir Yani genel olarak müminlerden ve özellikle Muhacirler'den olan rahim akrabaları, çünkü kâfirlerden olan akraba mümine varis olmaz Diğeri "iptidaiye" olarak âyet metninde geçen "evlâ"nın sılası olmaktadır Yani akrabalar birbirlerine Allah yazısında diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır Din hakkı bulunan müminlerden, hicret hakkı olan muhacirlerden, daha öncelikli olarak miras alırlar İslâm'ın başlangıç yıllarında, hicret ve dinde kardeşlik sözleşmesi ile meşru kılınmış olan mirasçı olma, bu âyet ile neshedilmiş (yürürlükten kaldırılmış), akraba olanlar, diğerlerine öncelikli duruma getirilmiştir Ancak dostlarınıza bir "maruf" yapmanız hariçtir Burada "maruf"tan maksat vasiyettir Yani akrabaya değil de akrabalık bağı dışında olan dostlara yapılan vasiyet, o öncelikli olma hükmünden müstesnadır Çünkü üçte bir miktarında vasiyet, mirastan önceliklidir Kitapta bunlar yazılmış bulunuyor Nitekim Nisâ Sûresi'nde miras âyetlerinde: "(Fakat bütün bu hükümler ölenin) edeceği vasiyetin (yerine getirilmesi)nden veya borcunun (ödenmesin)den sonradır " (Nisâ, 4/11) diye yazılı olduğu gibi, burada da bu âyetle yazılıdır Onun için Allah'ın kitabındaki bu hükümlere tabi olup Allah'a tevekkül et
7- Bu cümle yukardaki "Allah'tan kork" veya "Allah'a güvenip dayan" emirlerinden birine atfedilerek demektir Yani an o peygamberlerden sözlerini aldığımız vakti, peygamberliği kabul ile dine davet ve Allah'ın emirlerini tebliği ve icra etmeye and ile söz verdikleri zamanı, ve hele senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryemoğlu İsa'dan Bunların özellikle zikredilmesi şanlarına dikkat çekmek, Peygamberimizin önce zikredilmesi ise ta'zim içindir Yani başta sen olmak üzere şanları en büyük olan ve ulü'l-azm denilen, özellikle bu meşhur peygamberlerden ki hep onlardan pek sağlam bir söz aldık Ağır, kuvvetli birer misak
8- Niçin? Allah'ın, doğrulara doğruluklarını sorması için Sözün gelişi, mütekillim, yani birinci çoğul şahıs kipi ile "soralım diye" denilmesiydi Ancak bu şekilde doğrudan doğruya fiiline bağlanacaktı Böyle olmayıp başlı başına bağımsız bir cümle olmak üzere, mukadder (var sayılan) bir fiile bağlandığının anlaşılması için, birinci şahıstan, üçüncü şahısa dönülerek "sorması için" denilmiştir ki öznesi gizli olan "O"dur ve Allah isminin yerine geçmiştir Yani Allah peygamber gönderip söz almayı, o doğrulara doğruluklarını sormak, imtihan ile doğruluklarını ortaya çıkarmak için yaptı Ve kâfirlere can yakıcı bir azab hazırladı Görülüyor ki bu "hazırladı" mukadder (var sayılan) "yaptı" fiiline atfedilmiştir Demek ki doğrulara "soru", kâfirlere "azab" var; o halde Allah'tan korkmalı, kâfirlere bakmamalıdır
Şimdi o soru ve imtihandan bir örnek ile, bu gerçeği açıklamak için buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
9- Ey iman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın Hani size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular salıvermiştik Allah ne yaptığınızı görüyordu
10- O zaman onlar, hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan, ve o vakit gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı Siz Allah'a türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz
11- İşte burada müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı
12- O vakit münâfıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış " diyorlardı
13- O vakit bunlardan bir grup: "Ey Medine halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün " diyorlardı Yine onlardan bir kısmı da Peygamberden izin istiyor, evlerimiz gerçekten (düşmana) açıktır " diyorlardı, halbuki açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı
14- Eğer onların her tarafından üzerlerine girilse de sonra fitne çıkarmaları istenilse derhal onu yapacaklardı Ama onunla da pek az duracaklardı
15- Halbuki bundan önce Allah'a ahid vermişlerdi Arkalarını dönmeyeceklerdi Allah'a verilen ahid ise mesuliyetlidir, mutlaka sorulur
16- De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez Vereceğini var saydığınız takdirde de ancak pek az faydalandırılırsınız "
17- De ki: "Eğer Allah size bir felâket diler veya bir rahmet murad ederse, sizi Allah'tan saklamak kimin haddine?" Hem onlar kendilerine Allah'tan başka bir veli de bulamazlar, bir yardımcı da
18- Şüphesiz Allah, içinizden o savsaklayanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri biliyor Onlar harbe pek az geliyorlardı
19- Size karşı kıskançlık ediyorlardı Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı Bu Allah'a göre önemsizdir
20- Onlar ahzabı (düşman birliklerini) gitmedi sanıyorlardı Eğer o birlikler bir daha gelecek olursa, çölde bedevi Araplar içinde yer alıp, sizin haberlerinizden (başınıza geleceklerden) sormayı isterler Onlar içinizde kalacak olsalar da pek az harb ederler
9- O zaman üzerinize ordular gelmişti Hicretin beşinci yılı gelen ahzab orduları ki, Kureyş ve Ehâbîş ile Kinane ve Tihame'den onlara uyanlar ve Necid'den Gatafan ile bunlara tabi olanlar, Nadîr ve Kureyza yahudileri gibi Arabistan'ın önemli kabileleri toplanmış olup, Buharî şerhlerinde nakledildiğine göre, sayıları yirmidörtbine ulaşıyordu Şöyle ki: Hayber'de yerleşmiş olan Benî Nadîr yahudileri, İslâma karşı geniş bir suikast düzenlemeye çalışıyorlardı Bunların, Sellâm b Ebilhakîk, Huyey b Ahtab ve Kinane b Rebi' b Ebilhakîk gibi ileri gelenleri, Mekke'ye giderek Kureyş'i peygambere karşı savaşa davet etmişler ve "Birlikte olursak, müslümanlığın kökünü kazırız" demişlerdi Kureyş derhal bu teklifi kabul etti Sonra Necid'de Kaysi Gaylan'dan Gatafan'e vardılar Heyber'in yarı gelirini vermeye vaad ederek ve Kureyş'in birlikte olduğunu söyleyerek onları kendileri ile birlikte olmaya davet ettiler Gatafan ile anlaşması olan Beni Esed de aynı ortaklığa davet olunmuştu Kureyş'e kan bağları ile bağlı oldukları için Beni Süleym de katılmıştı; böylece Arabistan'ın önemli kabileleri birleşerek üç kolordu oluşturmuşlardı Birinci kol, Gatafan askerlerinden oluşmuş ve Arap başkanlarından Uyeyne b Hısn'ın kumandasında idi İkinci kol, Esed oğullarından oluşmuş ve meşhur Tuleyhate'l-Esedî'nin kumandasındaydı Üçüncü kol Ebu Süfyan kumandasında Kureyş ordusuydu Resul-i Ekrem (s a v ) bunların hazırlanmakta olduklarını haber alınca sahabeleri ile istişare etti (Onların görüşlerine başvurdu ) Selman-ı Farisî (r a ) hazretlerinin ileri sürdüğü görüş üzerine hendek kazılması emredildi Sonra Resulullah (s a v ) üç bin kişi ile onların karşılarına çıktı Sel' dağını arkalarına, hendek'i düşman ile aralarına alarak konakladı, bir aya yakın bir zaman geçti ok ve taş atışmaktan başka savaş yapamıyorlardı, mevsim kıştı, bu durum sıkıntı doğurdu, derken bir gece Allah Teâlâ soğuk bir saba rüzgarı gönderdi, bu rüzgar onları şiddetle üşütüyor, toprakları yüzlerine savuruyor, ateşlerini söndürüyor, çadırlarını söküyordu, hayvanlar birbirlerine karışmıştı, askerlerin etrafında melekler tekbir alıyorlardı Bunun üzerine Tuleyhatü'l-Esedî, "Muhammed size sihir yapmaya başladı, haydi çabuk çabuk" demişti Kureyş ile yahudilerin arası açılmıştı Artık tutunamadılar ve bozulup kaçtılar İşte bu ilahi nimet hatırlatılarak buyuruluyor ki:
Birçok ordular geldi de biz onların üzerlerine rüzgar ve sizin görmediğiniz askerler gönderdik Bu şekilde onların tehlikelerini geri savdık Ve Allah yaptıklarınızı görüyordu Ne zahmetler çekiyordunuz, nasıl hendek kazıyordunuz? Allah görüyordu Resul-i Ekrem Hendek'in sınırlarını belirlemiş ve her on kişiye kırk arşın olmak üzere kazı işini müslümanlar arasında bölüştürmüştü Kendisi de bir ırgat gibi bizzat çalışıyordu Mevsim kıştı Müslümanlar üç gün gıdasız kalmıştı ve bu esnada Peygamberin bazı mucizelerini görmüşlerdi Muhacirler ve Ensar çalışırlarken şu beyti mırıldanırlarmış:
"Bizler sağ olduğumuz sürece edebiyen cihad etmek üzere Muhammed'e bey'at etmiş kimseleriz
" Resul-i Ekrem de hem çalışır, hem Ensar ve Muhacirler'e dua ederdi: "Ya Rabbi! Hayır ancak ahiret hayrıdır Ensar ve Muhacirler'i mübarek eyle" derdi
Selman, Huzeyfe, Numan b Mukrin, Amr b Avf ve Ensar'dan altı kişi çalışırlarken bir kaya çıkmış, kıramamışlar, kaya külüngü kırmıştı Durumu Resulullah'a bildirdiler Oraya indi Selman beraberinde idi Resulullah külüngü aldı, kayaya vurdu Bir vuruşta çatlattı ve ondan bir şimşek çıkmış, Medine alanını aydınlatmıştı Resulullah tekbir aldı, müslümanlar da aldılar, sonra ikinci, sonra üçüncü kaya parçalanmıştı, Selman gördüğü şimşeği Resulullah'a sordu Resulullah: "Birincisi Hîre'yi ve Kisra'nın köşklerini gösterdi ve Cebrail bana haber verdi ki ümmetim onları alacak İkincisi Şam ve Rumlar'ın kırmızı köşklerini gösterdi ve haber verdi ki, ümmetim onları alacak Üçüncüsü de Yemen'de San'a köşklerini gösterdi ve haber verdi ki ümmetim onları alacak, müjde!" buyurdu Bunun üzerine mümnler sevindiler, münafıklar "Şaşmaz mısınız, size ne boş vaadde bulunuyor, yerinizden çıkamazken Yesrib'den ta Hîre'yi ve Kisra'nın Medain'ini gördüğünü ve onların size fetholunacağını söylüyor" diyorlardı
10- O zaman size üstünüzden ve aşağı tarafınızdan gelmişlerdi Gatafan ve kendilerine uyanlar vâdinin yukarsından, doğu tarafından gelmişler, "Uhud"un yanına konmuşlardı Kureyş de Ehabîşî ile Tihame ve Kinane'den kendisine uyanlarla on bin kişi kadar olarak vadinin aşağısından batı tarafından gelmiş, Cüruf ile Zügabe arasında, Rûme'den sellerin toplandığı yere konmuşlardı Ve o zamanki gözler kaymış, hayret ve heyecandan doğru bakamıyor, ve yürekler ağızlara gelmişti, dehşetli korkudan ve heyecandan nefesler kesilecekti Müşrikler bütün ileri gelen başkanların kumandası altında toplanarak genel bir saldırıya karar vermişlerdi Bunun için Hendek'in en dar noktası saldırıya hedef olarak seçilmişti Arapların Dırar b Hattab, Hübeyre b Ebi Vehb, Nevfel b Abdullah, Amr b Abdivedd gibi meşhur cengaverleri atlarını sürerek hendeği geçmişlerdi Bunların herbiri bin kişiye denk sayılıyordu Amr b Abdivedd, "Bedr"de yaralanmış ve intikamını almadıkça saçlarına koku sürmemeye yemin etmişti "Uhud"a gelmiş, bu kez de hendeğe bayraklı olarak gelmişti Bu sıralarda doksan yaşlarında olmasına rağmen, hendeği ilk geçen o olmuştu Hendek ile dağın arasında adamlarıyla birlikte o dar yerden atlamış, çorak yerde atları dolanıp gezinmeye başlamıştı Birkaç müslüman ile Hz Ali de bunlara karşı sınırı tuttu Amr bayraklı idi
Hz Ali ona: "Ey Amr! Senin bir adetin vardır Kureyşt'en birisi sana iki teklifte bulunsa mutlaka birisini tutarsın, değil mi?" dedi
Amr, "Evet" dedi
Hz Ali: "O halde ben seni Allah'a ve İslam'a davet ediyorum
" Amr: "O'na ihtiyacım yok
" Hz Ali: "Öyleyse seni binitlerimizden inip döğüşmeye davet ediyorum
" Amr : "Vi ben seni öldürmek istemem" diye alay etti
Hz Ali: "Fakat ben seni öldürmeyi arzu ediyorum" dedi Bunun üzerine Amr kızıp atından indi, bir kılıç darbesiyle atının ayağını kesti, Hz Ali'ye saldırdı Amr'ın darbesi Hz Ali'nin kalkanını parçalayıp alnını kanatmıştı Hz Ali karşı darbe ile Amr'ı omuzundan biçmiş, Allahü ekber diye bağırmıştı, derhal etraftan yükselen tekbir sesleri ortalığı çınlattı, Amr ile birlikte bir iki kişi daha vurulmuştu; birini Hz Ali öldürmüş, birine de bir o k isabet etmişti Süvariler (binekliler) bozulup çekilmişler, bugün Ahzab savaşının en dehşetli günü olmuştu Bütün gün savaş şiddetle sürmüş, düşman müslümanlar üzerine ok ve taş yağdımaya devam etmişti Savaşı yönetmekten bir an olsun ayrılmaya fırsat bulamadığı için Resulullah ,o gün dört vakit namazı eda etmeye imkan bulamamıştı, işte o gün gözler yerinden kaymış yürekler boğazlara dayanıp nefesler tıkanmıştı
Ve Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz Çeşit çeşit zanlar vardı: Kalpleri sabit olan samimi müminler, Allah'ın dinini yüceltmek için verdiği sözünü yerine getireceğine kanat etmekle birlikte bu kez o sözü yerine getirecek mi, yoksa kendilerini imtihan mı edecek? diye düşünüyorlar da kusur edip kaymaktan ve gereği gibi tahammül edip dayanamamaktan korkuyorlar; zayıf kalpliler ve münâfıklar da "hani diyordu  " diye hikaye olunacağı gibi kötü zanda bulunuyorlardı
11- İşte bu anda veya bu noktada müminler imtihana çekilmiş, samimi inanan ile münafık, sebat eden ile sarsılan seçilmiş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı
12- Ve o zaman münafıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar yani itikadları zayıf olanlar şöyle diyorlardı: Allah ve Resulü bize bir "gurur"dan, bir aldanmadan başka bir vaadde bulunmamış Bu sözü Muattib b Kuşeyr söylemiş: "Bizim birimiz korkudan tuvalet ihtiyacını gidermeye çıkamazken, Muhammed tutmuş da bize Kisra'nın ve Kayser'in hazineleri fethedeceğimizi vaad ediyor, bu sırf aldanma vaadi bir boş vaaddir " demiş, akranları da bu sözleri tasdik etmişlerdi
13-14- "Onlardan bir grup demişti  " Bu grup da, Evs b Kayzî ve ona tabi olanlar imişler Ey Yesrip ahalisi!
YESRİP, Medine-i Münevvere'nin eski ismidir Esasen bulunduğu yeryüzü parçasının adı olduğu da söyleniyor Resul-i Ekrem onun bu isim ile anılmasını mekruh görüp yasak etmiş, orası "Taybe" veya "Tâbe"dir buyurmuştu O halde onlar sanki peygambere muhalefet olsun diye bu ismi söylemiş oluyorlar Sizin için kalacak duracak yer yok, yani asker durduracak bir karargah veya tutunacak bir yer yok onun için dönün Bu tabirde birkaç mânâ ihtimali vardır: Geri dönün, Medine'ye evlerinize dönün, yahut Muhammed'in dininden eski müşrikliğinize dönün, yahut ona olan beya'tinizden dönün de onu düşmanlara teslim edin, yahut Yesrib'de size duracak yer kalmadı, dönün kâfir olun ki, orada durabilesiniz demek olabilir
Onlardan bir topluluk da peygamberden izin istiyorlar Bunlar Harise oğulları imiş Evlerimiz "avret" diyorlardı Avret: Aslında eksik ve gedik demek olup burada sağlam değil, açık ve muhafazasız demektir Halbuki o evler açık değildi, korumalı idi Dışardan düşmanın o taraftan girmesine ihtimal yoktu İçerden de şehrin asayiş ve güvenliğine bakılıyordu Bununla birlikte evleri açık olsaydı varıp da onları koruyacaklar mıydı? Hayır Sadece kaçmak istiyorlardı Yoksa O evlerin etrafından üzerlerine girilse de onlar içlerinde iken üzerlerine doğru varılsa, o açık dedikleri evleri savunacaklar mı, hatta sade bu kadar değil, girilse de sonra kendilerinden "fitne" istenilse, inkâra dönmek veya düşmanın emrine teslim olmak teklif olunsa mutlak onu, o fitneyi yaparlar, hiç çarpışmazlardı ve fitnede durmazlardı, sadece biraz dururlardı; yani o fitneyi yapmakta durmazlar, ancak soru ve cevap konuşulacak kadar biraz dururlardı Daha doğrusu o inkârı yaptıkları takdirde, o evlerde veya şehirde pek az durabilirlerdi, mahvedilirlerdi,
15-çünkü Şanım üstüne yemin ederim ki, bundan önce Allah'a söz vermişlerdi hiç arkalarına dönüp kaçmayacaklardı Harise oğulları "Uhud" savaşında yılgınlık ettikleri zaman, tevbe edip bir daha böyle yapmayacaklarına yemin ederek Resulullah'a söz vermişlerdi Allah'a verilen söz sorulur ve cezası verilir, dinden dönenlerin de sonları mutlaka budur
Meâl-i Şerifi
21- Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için
16-20-çünkü Şanım üstüne yemin ederim ki, bundan önce Allah'a söz vermişlerdi hiç arkalarına dönüp kaçmayacaklardı Harise oğulları "Uhud" savaşında yılgınlık ettikleri zaman, tevbe edip bir daha böyle yapmayacaklarına yemin ederek Resulullah'a söz vermişlerdi Allah'a verilen söz sorulur ve cezası verilir, dinden dönenlerin de sonları mutlaka budur
|