Yalnız Mesajı Göster

Arş’A İstiva Etmek Hakkında

Eski 08-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Arş’A İstiva Etmek Hakkında




BİSMİHİ TEALA
ٱلرَّحۡمَـٰنُ عَلَى ٱلۡعَرۡشِ ٱسۡتَوَىٰ
'' O Rahman, Arş`a istivâ etmiştir'' (Ta-ha/4)

Cenâb-ı Hakk'ın (Celle celalühü) "O Rahman, Arşa istiva etmiştir" buyruğu ile ilgili birkaç mesele vardır:

"Rahman"(Celle celalühü) kelimesi, yaratandan ifadesinin sıfatı olmak üzere mecrûr da okunmuştur

Merfû okunması daha güzeldir Çünkü bu durumda kelime, takdirinin"O, Rahmandır" şeklinde olması üzere, medinden ötürü merfû olur
Yahut da, lâm-ı tarifi ile, yaratana işaret olunmuş olan bir mübteda olarak merfû olur Buna göre eğer "Kelimeyi mecrûr okuduğumuz, yahut "medih" üzere merfû okuduğumuz zaman, cümlesinin irabtaki mahalli nedir?" denilirse, biz deriz ki; Kelime'yi mecrûr okuduğun zaman, o, mahzûf bir mübtedanın haberi olur, başka birşey olmaz

Merfû okunduğunda da böyle olması mümkündür Yine bunun mübteda olan Rahman (Celle celalühü) kelimesinin iki haberi olması da caizdir
Teşbihin Batıllığı

İkinci Mesele

Müşebbihe, ma'budlannın Arş'ın üzerine oturmuş olduğunu söyleyip, bu ayeti delil getirmişlerdir Bu, hem aklen, hem naklen birkaç bakımdan bâtıl ve yanlıştır:

1) Hak Teâlâ (Celle celalühü) Arş ve mekan yok iken de vardı O, mahlû-katı yarattığı zaman bir mekanda olmaya ihtiyaç duymamıştı Aksine O, mekandan münezzehtir ve böyle olmakla hep (ezeli ve ebedi olarak) muttasıf olmuştur Ancak, bâtıl bir iddiada ve zanda bulunan kimse, Arş'ın hep ALLAH'la (Celle celalühü) birlikte olduğunu zannetmiştir

2) Arş üzerinde oturanın bir cüzünün (parçasının), Arş'ın sol tarafında olan parçasının aksine, Arşın sağ tarafında olmuş olması gerekir O zaman oturan kimse bizzat, te'lif ve terkib edilmiş (parçalardan meydana getirilmiş) bir varlık olur Böyle olan her varlık ise, bir te'lif ve terkib edene muhtaç olur Bu ise, ALLAH (Celle celalühü) hakkında imkansızdır

3) Arş üzerinde oturan, biryerden biryere hareket edip geçmeye ya muktedirdir, yahut onun için böyle birşey mümkün değildir Eğer birinci ihtimal söz konusu ise, o zaman o, hareket ve sükûnun mahalli haline gelmiş olur ve zorunlu olarak, muhdes bir varlık olur Eğer ikinci ihtimal söz konusu ise, o zaman o bağlanmış bir varlık gibi olur, hatta kötürüm birisi gibidir, hatta bundan da kötüdür Çünkü kötürüm olan bir kimse, başını ve göz bebeklerini hareket ettirmek istediğinde, bu onun için mümkündür Fakat bu, müşebbihenın ma'bûdu için mümkün değildir

4) Müşebbihe'nin ma'bûdu, ya her mekanda vardır, ya da bir mekandadır Eğer o her mekanda ise, o zaman onlar o ma'bûdun, pislik ve necaset mekanlarında da bulunduğunu kabul etmeleri gerekir ki hiçbir akıllı bunu söylemez Eğer o, bütün mekanlarda değil de bir mekanda bulunuyorsa, o zaman o kendisini bu mekana yerleştirmiş olan bir varlığa muhtaç olmuş olur ve böylece de muhtaç bir varlık olur Bu ise ALLAH (Celle celalühü) hakkında imkansızdır

5) Cenâb-ı Hakk'ın (Celle celalühü), "O (ALLAH'ın Celle celalühü) benzeri gibisi yok ayeti, bu ifadede istisna yapılabilir olmasının delâlet ettiği gibi, O'nun için hiçbir yönden benzerlik ve eşitliğin olmadığı manasını ifade eder Çünkü meselâ, "Oturma, mikdar, renk hususları müstesna, O'nun benzeri gibi yoktur" denilerek, bundan istisna yapılabilir İstisnâ'nın yapılabilmesi ise, bütün bu hususların bu ifadenin kapsamına girmesini gerektirir Binâenaleyh eğer ALLAH (Celle celalühü) oturuyor olsaydı, oturma bakımından ona benzeyen başkasının da olması gerekirdi Diğer hususlar da böyledir O zaman da, ayetin manası kaybolurdu

6) Cenâb-ı Hak (Celle celalühü),
وَيَحۡمِلُ عَرۡشَ رَبِّكَ فَوۡقَهُمۡ يَوۡمَٮِٕذٍ۬ ثَمَـٰنِيَةٌ۬

"O gün Rabbinin Arşını, üstlerinde bulunan sekiz melek yüklenir '' (Hakka /8) buyurmuştur

Melekler Arşı taşıdıklarında, Arşda ma'budlarınm oturduğu mekan olunca, bu durumda, meleklerin, müşebihenin ma'budunu da taşımış olmaları gerekir Bu ise mahlûk birşeye ıtlaktır Çünkü Halik ve Ma'bud, mahlûku koruyup gözetendir Mahlûk ise Hâlık'ı ne koruyup gözetebilir ne de taşıyabilir

7) Şayet bir mekanda karar kılan bir varlığın ilah olması caiz (mümkün) olsaydı, güneş ve ayın da birer ilah olmadığı nasıl bilinebilecekti?

Çünkü bizim güneş ve ayın ilah olmadıklarını ortaya koyar iken izlediğimiz (akli) yol, onların hareket ve sükûn ile muttasıf oldukları, böyle olan varlığın ise muhdes olup, bir ilah olmadıkları şeklindeki metoddur Siz bu yolu ibtal edince, güneşin ve ayın ilahlığını tenkid kapısı, sizin için kapanmış olur

8) Âlem bir küre şeklindedir Bize nisbetle "üst" olan cihet, yeryüzünün diğer tarafında oturan kimselere nisbetle "alt'dır Bunun aksi bir cihetle (yönle) kayıtlı ve sınırlı olsaydr, bu cihet, kimi insanlara göre üst olsa bile, diğerlerine göre alt olurdu Alimlerin ve akıllı kimselerin ittifakı ile sabittir ki, ma'bûd'un eşyanın "alt" yönünde olduğunu söylemek caiz değildir

9) Ümmed-i MUHAMMED (Sallu aleyhi ve sellem), Cenâb-ı Hakk'ın (Celle celalühü) "De ki, O, ALLAH birdir" (ihlas/1) ayetinin müteşâbih ayetlerden değil de muhkem ayetlerden olduğu hususunda icmâ etmiştir

Binâenaleyh eğer Cenâb-ı Hak (Celle celalühü), bir mekanda olsaydı, o zaman O'nun sağ tarafındaki izleyen şeylere bitişik tarafı, sol tarafındaki şeylere bitişik tarafından başka olurdu

O zaman da o, mürekkeb (parçalardan meydana gelmiş) ve kısımlara bölünebilecek bir varlık olmuş olurdu ve gerçekte "Tek" olmamış olurdu O zaman da, "De ki: O, ALLAH tektir" (İhlas/1) ayeti, yanlış olmuş olurdu

10) Hz İbrahim (aleyhi's-selam), "Ben, batıp kaybolan şeyleri sevmem "(En-am/ 76) demiştir Buna göre eğer ma'bûd bir cisim olmuş olsaydı, o da ebedi olarak batmış ve ebedi olarak kaybolmuş olurdu Böylece de o, Hz İbrahim'in (aleyhi's-selam) "Ben, batıp kaybolan şeyleri sevmem" sözünün kapsamına girmiş olur İşte bu deliller ile istikrar (bir mekanda karar kılma) kavramının ALLAH (Celle celalühü) hakkında imkansız olduğu gerçeği kesinleşir

Müteşabih Ayetler Hakkındaki Tutumlar

Bu gibi konularda insanların iki farklı tutumları bulunmaktadır:

1) Bir kısmı, "Biz müteşabih ayetleri te'vil etmeyiz Aksine kesin olarak, ALLAH'ın (Celle celalühü) mekandan ve cihetten münezzeh olduğunu söyleriz ve ayetin te'vilini yapmayız" diyenlerdir

Allâme Gazali, İmam-ı Ahmet b Hanbel'in (rahmetullahi aleyhima) bazı öğrencilerinden, onun şu üç haberi te'vil ettiğini rivayet etmiştir:

Peygamber'in (Sallu aleyhi ve sellem) "Hacer-i Esved, ALLAH'ın (Celle celalühü) yeryüzündeki sağ elidir" "Mü'minin kalbi, Rahman'ın parmaklarından iki parmak arasındadır'hadisi ve "Muhakkak ki ben Rahmanin nefesini yemen cihetinden hissediyorum"hadisi

bil ki bu görüş iki yönden zayıftır:

a) Bu kimse eğer ALLAH'ın (Celle celalühü) mekan ve cihetten münezzeh olduğuna kati olarak hükmediyorsa, aynı kat'iyyette ALLAH'ın (Celle celalühü) bu ayetteki "istivâ"dan muradının "oturmak" olmadığına da hükmetmiş olur

İşte buda bir te'vildir Ama o kat'î bir biçimde ALLAH'ın (Celle celalühü) mekân ve cihetten münezzeh olduğunu söylemeyip, bu konuda şüpheli ise, o zaman ALLAH'ı (Celle celalühü) bilip tanımamş olur

Ancak şöyle söylemesi müstesna: "Ben, ALLAH'ın (Celle celalühü) muradının, ayetin lafzının zahirinin hissettirdiği mana olmadığını,bundan muradın başka birşey olduğunu; ama hata ederim korkusu ile, bu muradı belirlemeye girişemediğimi kati olarak söylüyorum" İşte o zaman bu sözü, doğruya yakın olabilir

b) Bu görüş, şu yönden de zayıftır Çünkü ALLAH (Celle celalühü) bizlere Arapların dili ile hitab edince, O'nun bu lafızlarla ancak, bu lafızların Arapça olarak delâlet ettiği manayı kastetmiş olması gerekir İmdi "İstiva" kelimesinin Arapça'da, "istikrar ve istilâ" dan başka manası olmayıp, ama ayette bunu istikrar manasına hamletmek imkansız olunca "istila" manasına hamletmek gerekir Aksi halde, bu lafza hiçbir mana vermemiş olmak gerekir Bu ise caiz değildir

2) Bu, mutlaka te'vile yönelmek gerektiği hususunda kesin bir delildir Bu da şudur: Aklın delaleti, buna, İstikrar manasını vermenin imkansızlığını gösterip; "istiva" lafzının zahiri de "istikrar" manasına delâlet edince; bizim ya iki delilden herbiri ile amel etmemiz yahut ikisini birden terketmemiz, ya da nakli olanı, akli olana tercih etmemiz; yahut da aklı tercih edip, nakli te'vil etmemiz gerekir

Birincisi bâtıldır Aksi halde o zaman, birşeyin hem mekandan münezzeh olması, hem de mekanda bulunması gerekir Bu ise imkansızdır

İkincisi de imkansızdır Çünkü bu, iki zıddı birlikte yok saymayı gerektirir ki bu da yanlıştır Üçüncüsü de batıldır

Çünkü akıl, naklin esası (mihenki)dir Zira yaratıcının varlığı, ilmi, kudreti ve peygamber gönderişiakli delillerle sabit olmadıkça, nakille de sabit olmaz Dolayısıyla aklı tenkid etmek, hem aklın, onunla birlikte hem naklin tenkidini gerektirir Binâenaleyh geriye ancak, aklın doğru olduğuna kesin olarak hükmetmemiz, naklin de teVili ile meşgul olmamız kalır Bu, maksadı elde etme hususunda kafi bir delildir Bu sabit olunca diyoruz ki: Alimlerden bazıları burdaki "istivâ"dan muradın "İstilâ" manası olduğunu söylemişlerdir Nitekim şâirde şöyle demiştir:

"Bişr, kılıç kullanmadan ve kan da akıtmadan, Irak'ı istilâ etmiştir"

Eğer denilirse ki: "Bu te'vil şu bakımlardan caiz değildir:

1) İstilâ'nın manası, acziyyet halinden sonra, gâlibiyyet elde etmektir Bu ise ALLAH (Celle celalühü) hakkında imkansızdır

2) Bir kimsenin ancak onunla çekişen bir hasmı olduğu ve kendisine hâkim olunan -istilâ edilen şey ondan önce bulunduğu zaman ancak, "Falanca şunu istilâ etti" denilir Bu, ALLAH (Celle celalühü) hakkında imkansızdır Çünkü Arş ancak ALLAH'ın (Celle celalühü) yaratması ve var etmesi ile varolmuştur

3) ALLAH'ın (Celle celalühü) "istilâsı" bütün yaratıklara nisbetle söz konusudur Binâenaleyh burada sırf "Arş"ı, zikretmenin bir manası yoktur Böyle denilirse bunlara şu şekilde cevap verilir:

Biz "ALLAH'ın (Celle celalühü) istilâsını", kudreti manasına tefsir edersek, bütün bu tenkidler zail olur (Mesela) Keşşaf Sahibi şöyle demiştir: "İstiva Arş'ın üzerine olunca, Arş da hükümdarın tahtı manasına olup, o da ancak hükümdarla birlikte söz konusu olduğu için, Araplar istivayı "mülk, iktidar güç" manasına kinaye yapmışlar ve "Hakim oldu" manasını kastederek, aslında hükümdar, üzerine oturmamış ise de, "Falanca ülkeye hakim oldu" demişlerdir Kudret ve mülkün oluşunu Araplar böyle ifade etmişlerdir

Çünkü bu, "Falanca melik oldu, sahib oldu" gibi ifadelerden, delâlet itibarıyla daha beliğ ve daha kuvvetlidir Bunun bir benzeri de, "Falancanın eli açık (mebsût)tur" ve "Falancanın eli sıkıdır" diyerek, bunlarla "O, cömerttir" ve "O, cimridir" manasını kastetmendir Söylediğin lafızlar farklı ama, bu iki ifadenin manası aynıdır

Öyle ki bir kimse verme hususunda elini sıkı tutmasa, yahut hatta eli bile bulunmasa o kimse hakkında yine "Eli açık (geniş)" denilir, Çünk Araplara göre bu ifade ile, "cömert" ifadesi arasında bir fark yoktur ALLAH'ın (Celle celalühü), "Yahudiler "ALLAH'ın eli bağlıdır (sıkıdır)" dediler Hay kendi elleri bağlanasıcalar!"(Mâide /64) ve "Hayır, O'nun iki eli de açıktır'' ayeti bu manadadır, yani "ALLAH (Celle celalühü), hakkında eli bağlanma, açık olma düşünülmeksizin, cömerttir" demektir Bunun nimet verme tekeffül etme manasına oluşu mecazidir

Ben derim ki: Biz şayet bu kapıyı açarsak bâtınîlerin tevillerine de kapı açılmış olur Çünkü onlar,"Pabuçlarını çıkar" (Ta-ha/11) ayetinden muradın, "bir fiil tasavvur etmeksizin ALLAH'ın (Celle celalühü) hizmetine dalmak" manasında ve "Ey ateş, İbrahim'e karşı serinlik ve selâmet ol" (Enbiya /69) ayetinden muradın da, ortada hiçbir ateş ve ona hitab söz konusu olmaksızın ALLAH'ın (Celle celalühü) İbrahim'i (aleyhi's-selam) kurtarması manası olduğunu söylerler ALLAH'ın (Celle celalühü) kitabında vârid olan herşey hakkındaki söz de böyledir

Daha doğrusu bu hususta uyulacak kanun şudur "Kendisinden sarf-ı nazar etmeyi gerektiren, kafi ve akli bir delilin bulunması hariç, Kur'ân'da vârid olan her lafzı hakiki manasına hamletmek gerekir" Keşke bu gibi konularda birşey bilmeyen, bu konulara dalmasa

İşte ayet hakkındaki sözün tamamı budur Böyle müteşâbih ayet ve hadisler hakkında, daha tafsilatlı bilgi edinmek isteyenlerin, "Te'sisü't-Takdis" adlı esere başvurması gerekir

Muvaffakıyyet ALLAH'dandır (Celle celalühü)

( Razi, mefatihu'l gayb)


Alıntı Yaparak Cevapla