Prof. Dr. Sinsi
|
Türkü Gözlü Güzele Mektup
TÜRKÜ GÖZLÜ GÜZELE MEKTUP-II
Yıllar sonra bu sefer kim olduğunu bilerek gene seni yazıyorum, gene
sana yazıyorum Çünkü yazmak yaşamaktır, yazmak yanmaktır Yazmak
ağlamaktır, yazmak anlamaktır Yazmak gözlerine dalmaktır, yazmak
yüzünden ilham almaktır Yazmak seni sevmektir ve seni sevmek Allah’a
şükretmektir Bilesin!
Şimdi Sensizliğin ve sessizliğin tenhasında hayalinle baş başa sana seni anlatıyorum
Kerkük’te bir Türkmen ananın balasına söylediği bir hoyrat kadar,
Kaşgar’da, Urumçi’de bir Türkistanlı’nın Gökbayrağa duyduğu özlem kadar
büyük bir özlemle sesleniyorum sana Bilesin!
Ey gözlerine destanlar yazdığım Türkü Gözlü Güzel! Yokluğunun öldürücü
suskunluğuna bürünmüşken, şimdi; sensizliğin kurşun karası demlerinde
biriktirdiğim sevda masalıdır sana anlattığım Bilesin!
Bir günlük hasretinin dahi, yüreğimde yıllarca süren çilelere denk
fırtınalar koparmasına karşı, zamanın ve mekânın hissiz
vurdumduymazlığına düşülen aykırı notlardır yazdıklarım Hasretinle ve
özleminle daha bir güzelleştiğinin ve daha çok sevildiğinin belgesidir
aslında, zamana ve mekâna düşülen aykırı notlar Bilesin!
Yokluğundan varlığına doğru çıktığım yolların sonunda varlığın yok olur
Ben yokluğunda varlığına destan yazmışım Hiç gelmediğin halde “Aşk’ın
Aşkına Gitme!” demişim Şimdi varlığında yokluğuna ağıt yakarım
Rengârenk ve kat kat perdelerle örttüğün gönlündeki sırların gözlerine
olan yankısına yazılmış bir destandır bu yazdıklarım Bilesin!
Türkü Gözlüm, bil ki; bu çağa inat bu çağın yabancı yalancı
çağrışımlarına inat… Yalancı sevdalarına mevsimlik aşklarına inat… Sahte
dostlarına, Vefayı sadece semt sananlara inat… Ağlayamayan ve
anlayamayanlara inat… Sevdamız da vefamız da Allah rızası içindir
imanıyla sana seslenmeye devam edeceğim Bilesin!
Gözlerine yazdığım şiirlerden bir köprü kurup, yokluğundan varlığına yol almaktayım Bilesin!
Erciyes kadar köklü ve yüce, bir Selçuklu medresesi kadar bilge bir
sevdanın kelimelerle resmedilmesidir bu yazdıklarım Bilesin!
Sanma ki bu mektup sana bir sitemdir, sana bir şikayettir Bu mektup
kendi gönlüme serzeniştir Bu mektup; gecenin güne, bülbülün güle,
toprağın semaya, canın canana arz-ı hâlidir
Ben Hz Yusuf’a kuyuda, Hz İbrahim’e nârda, Hz Eyyub’a sabırda hâldaş
olmaya niyetlenmişim Seni vazgeçilmez davamın ve sevdamın yolunda her
dem yanımda bilmişim Bilesin!
Şimdi bir türkü böler hayallerimi, bir türkü saplanır gönlüme hançer
gibi… Bir türkü süzülür gözlerimden damla damla; “ Ellerini çekip benden
yârim bugün gider oldu / Hem sever hem sevilirken bu ayrılık neden
oldu ” Bu türkü gönlümde açar bin türlü yara Bilesin!
Ve bülbül ve güle dair bir hikâye düşer aklıma eski zamanlardan kalma;
“Bülbül sema’da uçup dururken öyle bir koku almış ki bir anda başı
dönmüş kolu kanadı kırılmış, gülün rayihasının meftunu olup nereden
gelir bu koku diye semadan yer doğru uçmuş
Uzun bir müddet ağaçların çalıların otların arasında bu güzel kokunun
sahibini aramış durmuş Bulamayınca da yüksek bir yere konmuş yanık
yanık öterek sesini duyurmaya çalışmış:
Gül uzaklardan gelen bu hoş sesi işitmiş oda güzeller güzeli sesin
sahibine bir anda meftun olmuş Rahiyasından olabildiğince kokuları
rüzgârın peşi sıra savurmuş Bülbül rüzgârın ardından gelen bu kokuları
takip etmiş Bülbül gülü görmeden kokusuna meftun olmuş gül bülbülü
görmeden sesine âşık olmuş Âşıkla maşuk vuslat hasretiyle yanıp
kavrulurken kavuşmaları çok fazla vakit almamış Bülbül güle öyle bir
sevdalanmış öyle bir sevdalanmış ki onun her halini görmek istemiş
Gülde sevdalısının sesine öyle meftun olmuş ki ona en güzel kokularını
hediye edebilmek için bir solmuş bir açmış bir solmuş bir açmış ve ona
en güzel kokusunu göstermek istemiş Gül kokusuyla dile gelmiş
Her aşkın bir cilvesi vardır Bülbül ile Gül’ün aşkının cilvesi ise
birbirlerine âşık olup kavuşup hasretlerinin son bulmamasıdır yani
vuslatın hep bir başka bahara kalmasıdır Bülbül öttükçe gül açmış gül
açtıkça kokusu bütün âleme yayılmış gül utancından gonca haline dönmüş
bülbül gülün bu halini görebilmek için var gücüyle ötmüş ötmüş ötmüş
Gelgelelim gülün tomurcuktan gonca haline geçtiği sıra hep bitap düşüp
gaflet uykusuna dalmış Her uyandığında gül açmış bülbül feryat figan
edip göremediğine yanmış ve o günden beri her seher vakti bu ıstıraplı
aşk tekerrür edip durmuş Bülbül sevdiğinin gonca halini görmek
hasretiyle bir ömür ötmüş gül ise sevdiğinin en güzel halini görebilmesi
ümidiyle bir ömür boyu açmış açmış solmuş
Ne gül olmak kolay ne de bülbül olmak; bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın ”
Bir düş görürüm düşümde Bir beyaz gül gelir düşer tam kalbimin üstüne
Düş bu ya ben o gülün saçlarını okşarım gül uyur öylece Hayra yorup
düşümü, düşmüşüm beyaz gülün kokusunun peşine… Bilesin!
Beyaz gülüm! Ben senin kokuna vurulmuşum Sana gelirken çalılara
takılmış kolum kanadım gecikmişim, yorulmuşum, vurulmuşum Şimdi
geciktiğim her saniye için asırlara denk çileler yaşarım Sana değil
kendime yanarım Bilesin!
Gül’e naz, bülbüle niyaz yakışır Güne güneş, geceye ayaz yakışır Sen
her daim gül de küçülsün gözlerin Sen gülsün güle gülmek ve güle en çok
beyaz yakışır Bilesin!
Sebepsiz bölünen uykuların, seher vakti gözyaşı dökerek edilen duaların
ve her seher dua ederken dökülen gözyaşlarının sebebi sensin Bilesin!
Gün oldu konuştun Ağustos zaferleri yaşadım Gönlümde her kelimenle
kutlu bir ihtilâl oldu Hazan mevsiminin hüzün günlerinde dilin lâl
oldu Sana da bana da bir hal oldu Bilesin!
Türkü Gözlüm! Tarihin mirasını da talihin yükünü de beraber
omuzlamalıyız Aşkı, sevdayı, vefayı biz yaşatmalıyız Ve biz
öğretmeliyiz cennet kokulu bebeklere… Sensiz bu yük ezer beni ve bensiz
sen yıkılıp çökersin Bilesin!
Yavuz Sultan Selim’i köle eden, o koca sulatanı kızgın çöllerde yaya
yürüten sevdanın varisiyiz Seninle kalabalık, karanlık çirkefe bürünmüş
yollarda değil, sıcak çöllerde ak yokuşlarda yan yana omuz omuza
yürümektir muradım Bilesin!
Senden öğrendim karşılıksız, hesapsız sevmeyi ve sen öğrettin bana
sevilmeyi… Hz Mevlana’nı buyurduğu gibi; “Aşksız insan kanatsız kuş
gibidir ” Sen kolum kanadım, sen derdim dermanım, sen bana Aşkı öğreten,
sen canım cananımsın Bilesin!
Vuslat türküleri kadar şen, hasret türküleri kadar hüzünlü ey Türkü
Gözlü Güzel! İman ile isyan arasında gidip geldiğim vakitlerde
gözlerinden hayalime düşen ışıkla yol buldum Bilesin!
Terkedilmiş eski başkentler kadar yalnız, viran olmuş bir cami kadar
mahzun ve kimi kimsesi olmayan bir ana kız kadar çaresizim Eski
başkente akşam iner, yağmur yağar, hüzün yağar şimdi… Rahmettir yağan ya
da gök ayrılığın hüznüne ağıt yakıyordur kendi dilince… Bilesin!
Bir şairin gönlüne, şiirin menziline girmek zordur Türkü Gözlüm Ne
zaman bir türkü dinlesen, ne zaman bir şiir okusan ve ne zaman bir beyaz
gül görsen yüreğin sızlar Ne zaman aynanın karşısında gözlerinle göz
göze gelsen, gözlerine yazılmış şiirler bir damla yaş olur süzülür
yanağına…
Senin yangının, senin gözyaşın ta ötelerden gelir saplanır bir şairin yüreğine… Bilesin!
Leylâ eğer Mecnun’u sevmeseydi, Mecnun onca sene çölde gezer miydi?
Şirin Ferhat’ı beklemeseydi, Ferhat dağı deler miydi? Ya da Aslı’nın
aslı olmasaydı Kerem yanıp küle döner miydi?
Ey türkü gözlerine destan yazdığım güzel!
Şimdi Mecnun’a, Ferhat’a, Kerem’e sevda manifestosu yazıyorum ve Fuzûlî
misali diyorum ki; “Âşık-ı sadık benim onların sadece adı var ” Bilesin!
Ey bu mektubu okurken her harfte bir damla gözyaşı döken güzel!
Seni ve güzelliğini, kelimelere cümlelere ve şiirlere sığdırmaya çalışan
tüm şairler ve yazdığım tüm harfler adına bir kez daha senden özür
dileyerek ve gene ve sadece;
Bir seni hep seni tek seni sevdiğimi
Bir sana hep sana tek sana seslenerek;
Şiir diye yüreğimi sunuyorum yüreğine
Ve canım deyip aldığın canımı kurban diye adıyorum bir damla gözyaşına Bilesin!
Bayramın mübarek olsun…
Vesselam…
Mustafa Türkarslan
|