Prof. Dr. Sinsi
|
Çanakkale Şehitlerine...
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya -
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde - gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahud kafesi!
Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer!
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: vahşetler denk
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela
Hani tauna da züldür bu rezil istila
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyle sefil
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına,
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz!
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı,
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin,
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: yüzlerce adam
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller
Veriyor yangını durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından,
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam
Sarılır indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-u beşer;
Bu göğüslerse Hüda’nin ebedi serhaddi
"O benim sun'-u bediim onu çiğnetme!" dedi
Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmiyecek!
Şüheda göğdesi, bir baksana, dağlar, taşlar
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar
Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab
Seni ancak ebediyyetler eder istiab
"Bu taşındır" diyerek Kabe' yi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili Sultanı Salahaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran 
Sen ki, İslamı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki asara gömülsen, taşacaksın Heyhat!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber 
Mehmet Akif Ersoy
|