Yalnız Mesajı Göster

Nazım Hikmet Ran Şiirleri

Eski 08-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nazım Hikmet Ran Şiirleri



ŞEYH BEDREDDİN DESTANI'NDAN


1


Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi,

duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,

gümüş ibriklerde şarap,

bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi

Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup

yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak

Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi

Çelebi hünkâr idi amma

Âl Osman ülkesinde esen

bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi

Köylünün göz nuru zeamet

alın teri timar idi

Kırık testiler susuz

su başlarında bıyık buran sipahiler var idi

Yolcu, yollarda topraksız insanın

ve insansız toprağın feryadını duyar idi

Ve yolların sonu kale kapısında kılıçlar şakırdar

köpüklü atlar kişner iken

çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi

tarumar idi

Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi,

ahüzar idi


2


Bu göl İznik gölüdür

Durgundur

Karanlıktır

Derindir

Bir kuyu suyu gibi

içindedir dağların


Bizim burada göller

dumanlıdırlar

Balıklarının eti yavan olur,

sazlıklarından ısıtma gelir,

ve göl insanı

sakalına ak düşmeden ölür


Bu göl İznik gölüdür

Yanında İznik kasabası

İznik kasabasında

kırık bir yürek gibidir demircilerin örsü

Çocuklar açtır

Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi

Ve delikanlılar türkü söylemez


Bu kasaba İznik kasabası

Bu ev esnaf mahallesinde bir ev

Bu evde

bir ihtiyar vardır Bedreddin adında

Boyu küçük

sakalı büyük

sakalı ak

Çekik çocuk gözleri kurnaz

ve sarı parmakları saz gibi


Bedreddin

ak bir koyun postu üstüne

oturmuş

Hattı talik ile yazıyor

"Teshil"i

Karşısında diz çökmüşler

ve karşıdan

bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona

Bakıyor :

Başı tıraşlı

kalın kaşlı

ince uzun boylu Börklüce Mustafa

Bakıyor :

Kartal gagalı Torlak Kemâl

Bakmaktan bıkıp usanmayıp

bakmağa doymı*****

İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar


9


()

En yumuşak, en sert,

en tutumlu, en cömert,

en

seven,

en büyük, en güzel kadın :

TOPRAK

nerdeyse doğuracak

doğuracaktı

Sıcaktı

Bulutlar doluydular

Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere

Birden-

-bire

kayalardan dökülür

gökten yağar

yerden biter gibi,

bu toprağın verdiği en son eser gibi

Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına

çıktılar

Dikişsiz ak libaslı

baş açık

yalnayak ve yalın kılıçtılar


Mübalâğa cenk olundu


Aydının Türk köylüleri,

Sakızlı Rum gemiciler,

Yahudi esnafları,

on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın

düşman ormanına on bin balta gibi daldı


Bayrakları al, yeşil,

kalkanları kakma, tolgası tunç

saflar

pâre pâre edildi ama,

boşanan yağmur içinde gün inerken akşama

on binler iki bin kaldı


Hep bir ağızdan türkü söyleyip

hep beraber sulardan çekmek ağı,

demiri oya gibi işleyip hep beraber,

hep beraber sürebilmek toprağı,

ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,

yârin yanağından gayrı her şeyde

her yerde

hep beraber!

diyebilmek

için

on binler verdi sekiz binini


Yenildiler


Yenenler, yenilenlerin

dikişsiz, ak gömleğinde sildiler

kılıçlarının kanını

Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi

hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak

Edirne sarayında damızlanmış atların

eşildi nallarıyla


Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların

zarurî neticesi bu!

deme, bilirim!

O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim

Ama bu yürek

o, bu dilden anlamaz pek

O, "hey gidi kambur felek,

hey gidi kahbe devran hey,"

der

Ve teker teker,

bir an içinde,

omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,

yüzleri kan içinde

geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak

geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları


10


Karanlıkta durdular

Sözü O aldı, dedi :

"- Ayasluğ şehrinde pazar kurdular

Yine kimin dostlar

yine kimin boynun vurdular?"


Yağmur

yağıyordu boyuna

Sözü onlar alıp

dediler ona :

"- Daha pazar

kurulmadı

kurulacak

Esen rüzgâr

durulmadı

durulacak

Boynu daha

vurulmadı

vurulacak"


Karanlık ıslanırken perde perde

belirdim onların olduğu yerde

sözü ben aldım, dedim :

"- Ayasluğ şehrinin kapısı nerde?

Göster geçeyim!

Kalesi var mı?

Söyle yıkayım!

Baç alırlar mı?

De ki vermeyim!"


Sözü O aldı, dedi :

"- Ayasluğ şehrinin kapısı dardır

Girip çıkılmaz

Kalesi vardır,

kolay yıkılmaz

Var git al atlı yiğit

var git işine!"


Dedim : "- Girip çıkarım!"

Dedim : "- Yakıp yıkarım!"

Dedi : "- Yağış kesildi

gün ağarıyor

Cellât Ali,

Mustafayı

çağırıyor!

Var git al atlı yiğit

var git işine!"


()


14


Yağmur çiseliyor,

korkarak

yavaş sesle

bir ihanet konuşması gibi


Yağmur çiseliyor,

beyaz ve çıplak mürted ayaklarının

ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi


Yağmur çiseliyor,

Serezin esnaf çarşısında,

bir bakırcı dükkânının karşısında

Bedreddinim bir ağaca asılı


Yağmur çiseliyor

Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir

Ve yağmurda ıslanan

yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin

çırılçıplak etidir


Yağmur çiseliyor

Serez çarşısı dilsiz,

Serez çarşısı kör

Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü


Yağmur çiseliyor

Alıntı Yaparak Cevapla