|
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazım Hikmet Ran Şiirleri
ŞEYH BEDREDDİN DESTANI'NDAN
1
Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi,
duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,
gümüş ibriklerde şarap,
bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi
Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak
Çelebi Sultan Memet tahta çıkmış hünkâr idi
Çelebi hünkâr idi amma
Âl Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi
Köylünün göz nuru zeamet
alın teri timar idi
Kırık testiler susuz
su başlarında bıyık buran sipahiler var idi
Yolcu, yollarda topraksız insanın
ve insansız toprağın feryadını duyar idi
Ve yolların sonu kale kapısında kılıçlar şakırdar
köpüklü atlar kişner iken
çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi
tarumar idi
Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi,
ahüzar idi
2
Bu göl İznik gölüdür
Durgundur
Karanlıktır
Derindir
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların
Bizim burada göller
dumanlıdırlar
Balıklarının eti yavan olur,
sazlıklarından ısıtma gelir,
ve göl insanı
sakalına ak düşmeden ölür
Bu göl İznik gölüdür
Yanında İznik kasabası
İznik kasabasında
kırık bir yürek gibidir demircilerin örsü
Çocuklar açtır
Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi
Ve delikanlılar türkü söylemez
Bu kasaba İznik kasabası
Bu ev esnaf mahallesinde bir ev
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak
Çekik çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi
Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş
Hattı talik ile yazıyor
"Teshil"i
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona
Bakıyor :
Başı tıraşlı
kalın kaşlı
ince uzun boylu Börklüce Mustafa
Bakıyor :
Kartal gagalı Torlak Kemâl 
Bakmaktan bıkıp usanmayıp
bakmağa doymı*****
İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar 
9
(  )
En yumuşak, en sert,
en tutumlu, en cömert,
en
seven,
en büyük, en güzel kadın :
TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı
Sıcaktı
Bulutlar doluydular
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere
Birden-
-bire
kayalardan dökülür
gökten yağar
yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına
çıktılar
Dikişsiz ak libaslı
baş açık
yalnayak ve yalın kılıçtılar
Mübalâğa cenk olundu
Aydının Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç
saflar
pâre pâre edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini 
Yenildiler
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek
O, "hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,"
der
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlûpları 
10
Karanlıkta durdular
Sözü O aldı, dedi :
"- Ayasluğ şehrinde pazar kurdular
Yine kimin dostlar
yine kimin boynun vurdular?"
Yağmur
yağıyordu boyuna
Sözü onlar alıp
dediler ona :
"- Daha pazar
kurulmadı
kurulacak
Esen rüzgâr
durulmadı
durulacak
Boynu daha
vurulmadı
vurulacak "
Karanlık ıslanırken perde perde
belirdim onların olduğu yerde
sözü ben aldım, dedim :
"- Ayasluğ şehrinin kapısı nerde?
Göster geçeyim!
Kalesi var mı?
Söyle yıkayım!
Baç alırlar mı?
De ki vermeyim!"
Sözü O aldı, dedi :
"- Ayasluğ şehrinin kapısı dardır
Girip çıkılmaz
Kalesi vardır,
kolay yıkılmaz
Var git al atlı yiğit
var git işine! "
Dedim : "- Girip çıkarım!"
Dedim : "- Yakıp yıkarım!"
Dedi : "- Yağış kesildi
gün ağarıyor
Cellât Ali,
Mustafayı
çağırıyor!
Var git al atlı yiğit
var git işine!  "
(  )
14
Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi
Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı
Yağmur çiseliyor
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir
Yağmur çiseliyor
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü
Yağmur çiseliyor
|