|
Prof. Dr. Sinsi
|
Nazlı Budin - Macaristan
Nazlı Budin - Macaristan[/b]
Nazlı Budin
" Budin Türküsü " nü ilk duyduğumda henüz bir ilkokul öğrencisiydim Türkünün
" Aldı Nemçe bizim nazlı Budini " nakaratı ile biten dörtlükleri çocuk ruhumu pek etkilemişti O zamandan beri Budapeşteye, Macarlara karşı içimde üzüntü ile karışık sevgi hisleri duyarım Biz Türkler Macarları kardeş biliriz Sadece biz değil bütün dünya da böyle bilir İsadan sonra 927-997 yılları arasında yaşamış olan Macar kıralı Gezaya Bizanz imparatoru tarafından verilen kırallık tacı üzerinde şunlar yazmaktadır: " Ki Ovtis Despotis Pistüs Kralis Türkiyas" Bunun Türkçemizle ifadesi şudur : " Lîtufkâr Hükümdar Türkiya Kralına "
Türk-Macar Dostluk Derneği kıymetli arkadaşım sayın Prof Dr Vecdet Erkun tarafından kurulunca seve seve üye oldum On seneden beri elimizden geldiği kadar Türk-Macar Dostluğu ve kardeşliğine katkıda bulunmaya çalışıyoruz
Macaristan ve Macarlar hakkında herşeye ilgi duydum 1956 yılında Macarların işgalci Ruslara karşı giriştikleri kahramanca mücadeleyi her Türk gibi ben de heyecanla izledim Yurdumuzun hürriyet ve istiklâl aşığı soluklu ve büyük gönüllü şairleri Macar direnişine şiirleriyle manevî katkıda bulundular Sürgündeki Macar Vatanseverleri de bu büyük şairleri birer madalya ve beratla ödüllendirerek şükranlarını belirtmeyi ihmal etmediler Bu şiirleri "Macarlar ve Tuna Hakkında Yazılmış Şiirler" isminde bir kitapta toplayarak bir boşluğu doldurduğuma inanıyorum
Kimdir bu Macarlar?
Nobel ödülü sahibi İtalyan fizikci Enrico Fermiye bir gün "Dünya dışı varlıklar var mı ? " diye sormuşlar "Evet var Aramızda bile yaşıyorlar, Onlara Macarlar denir" diye cevap vermiş Ve devam etmiş :
"- Holywooddaki bütün hayal fabrikaları Macar prodüktörler, rejisörler, senaristler, kameramanlar tarafından yaratılmıştır
- Bela Bartokun müziği bir çok kişi tarafından dünya dışı olarak değerlendirilmektedir
- Macarlar Tanrı tarafından at sırtında oturmak için yaratılmıştır
- Macar dili hiçbir dünya diline benzemez, kulağa tuhaf gelir "
Sayın Enrico Ferminin bu görüşüne göre biz Türkler de dünya dışı yaratıklarız Çünkü biz de at sırtında doğduk ve at sırtında öleceğiz Bela Bartok ünlü bestelerini yapmadan önce Anadoluyu karış karış gezmiş ve halk müziği namelerini toplamıştır Ayrıca Macar dili Türkçenin bir akrabasıdır
Macaristan bir cumhuriyettir Yüzölçümü 93000 km2 dir nufuzu 10 5 milyon olup, % 21i 14 yaşın altındadır Ayrıca yurt dışında çeşitli nedenlerle ülkeyi terk etmiş 5 milyon Macar yaşamaktadır Bu insanlar Macar olduklarını hiç bir zaman unutmamışlar, Macar adını yükseltmek için devamlı çalışmışlardır Macaristanda Km2 ye 110 kişi düşmektedir Başşehir Budapeştenin nufusu 2 milyondur Macaristanda 19 bölge, 169 şehir ve 1904 köy vardır Doğum oranı % - 0 1 dir Macarların % 74ü kadındır Macaristan toprakları 500-700 km uzunluğunda, 300 km genişliğinde büyük ve verimli bir ovadır Bu büyük ova, baştan başa, kuzeyden güneye akan Tuna ve Tissa nehirleri ile sulanır Hepimizin ezbere bildiği Drava, Sava, Oltu, Osma, Yantra, Seret ve Prut ırmakları Tunaya akan küçük sulardır Macaristanı boydan boya geçen Tuna Türk tarihinde büyük yer işgal eder Tuna boyları yüzlerce yıl Türk Ordularının ve akıncılarının geçit ve durak yeri olmuştur Tuna Türkün büyük zaferlerine şahit olduğu gibi, büyük elemlerini de görmüştür
Bu derlemedeki nâmeleri, şiirleri; Macar ovalarında, Tuna yalılarında, serhad boylarında, 1848 ve 1956 ihtilâllerinde şehid olmuş, gâzi olmuş bütün Türk ve Macar evlatlarının bir kere daha hayır dua ile anılmalarını sağlamak amacıyla bir araya topladım Mehmet Halife Efendinin dediği gibi :
" Her kim dünyaya gelir, âhır gider,
Bâkidir ol kimse ki koya eser
Dilerim ki alıkoyam bir nişân,
Nefi âm ola (ve) âm içre ıyan
Bu çalışmamda yanlışlıklara ve noksanlıklara rastlayan kalem sahibi kardeşlerden rica ederim ki, kusurları af kalemiyle düzeltip, bütün şehidlerimizi bir Fatiha ile ansınlar Yüce Yaratan da onlara tükenmez iyiliklerden yararlı bilgi ve Türkiye Cumhuriyetinin aydınlık yolunda hayırlı işler nasibeylesin, rısklarında yardımcı olsun ve iyi son ihsan etsin
Dilerim ki öyle olsun !
Gençlik yıllarımda Budapeşteyi görmeyi hep istedim Ancak, Macaristanın bir demir perde ülkesi olması bu arzumu gerçekleştirmeye engel oldu Bu hislerimi büyük şair Arif Nihat Asya bakın nasıl dile getirmiş:
Kubbeydi gurûrun, mütevâzi, yapına 
Kimlerdir-şimdi- el koyanlar,
tapuna ?
Görmek diledim, ey Macaristan, seni de:
Baktım ki -fakat- kilit vurulmuş kapına !
Dostlarım Türkân-Ruhi Ersin, Eva-Erfüz Edgüer, Gülen-Suat Kızılışık, Nuray-Metin Aytaç ve eşim Eser Saralla beraber Kurban Bayramı tatilinden istifade ederek 17-24 Nisan 1997 tarihleri arasında Macaristan sefer- i hümayununa çıktık
16 Nisan öğleden sonra başlayan kar yağışı bütün Türkiyede hayatı felç etmiş, Ankara-İstanbul kara yolu yoğun tipi nedeniyle kapanmıştı Bien Turda rezervasyon yapılmış, paralar ödenmişti İstanbula bu havada nasıl ulaşacaktık? Hepimizin içini bir endişe kaplamıştı Buna rağmen seyahatlerimde her zaman tercih ettiğim Varan Şirketine ait otobüs tam gece yarısı İstanbula doğru yola çıktı Tecrübeli kaptanlar yönetimindeki otobüsümüz ağır ve dikkatli bir sürüşle İstanbula sağ sâlim ulaştı İstanbulda ise güneşli bir ilkbahar günü bizi bekliyordu İstanbulun kendine has ilkbahar kokusu bütün yorğunluğumuzu alarak güne ümit ve heyecanla başlamamıza yetti
Bien Tur kontuarında Mehmet Ali isimli rehberimiz bizi karşıladı Mehmet Ali ; sevimli, işini severek yapan, yaşlılarla yaşlı, gençlerle genç olmasını bilen ve daha sonraki seyahat boyunca iyi bir rehber olduğunu bize her türlü hareketi ile isbat eden bir gencimizdi Aşağı yukarı otuz kişi kadardık Macarlara ait Malev Havayollarına ait bir uçakla, ikibuçuk saat süren rahat bir yolculuklan sonra Budapeşte havaalanına indik Uçağımız da bizlerden başka diğer seyahat şirketlerini tercih eden başka Türkler de vardı Budapeşte havaalanı bizim Esenboğa havaalanı gibi ufak ve mütevazi bir alandı Pasaport kontrolünden fazla beklemeden kolayca geçtik Çıkışta bizi bekleyen Macar malı lüks bir otobüse binerek ikâmetimize ayrılmış olan şehir merkezindeki "Grand Hungaria" oteline doğru yola çıktık Otele yerleştik Nerede ise on yedi, on sekiz saattir yolda idik, yıkandık, yatağa serilerek yorğunluk giderdik
Akşam yemeğini otelde yedik Otelin lokantası gayet büyük kare şeklinde bir salondu Bizim lokantalarımızın aksine masalar dörder kişilik olmayıp asker karavana sırası gibi dizilmişti Bizlere o methini pek duyduğumuz Macar yemekleri yerine belli ki ucuz olsun diye makarna ikram ettiler Bir Gulaş bile yiyemedik Servis yapan garsonlar tipik Avusturya-Macaristan okulundan yetişmiş kişilerdi Kıyafetleri ve hizmet şekilleri ile Viyana kahvehanelerinin "Herr Ober"lerini andırıyorlardı Garsonlarla pek fazla konuşabilme imkanım olmadığı için onların Viyanalı meslektaşları gibi, kendini beğenmiş, arrogant ve ukala olup olmadıklarını öğrenebilme şansım olmadı Ancak, eminim ki Macarların o kendilerine has insancıl duyguları Macar garsonları Viyanalı meslekdaşlarından ayırmaktaydı Lokantada tipik bir Macar müzisyen üçlüsü masaları dolaşarak müzik yapıyordu Bizim Türk olduğumuzu anlayan kemancı "Üsküdar" şarkısını ve başka Türk şarkılarını çalmaya başladı Belli ki ezberlemişti Aramızdan biri kemancıya 1000 Florint bahşiş verince grubumuzdan çok fazla olduğunu belirten itiraz sesleri yükseldi Bundan cesaret alarak kemancıdan çok sevdiğim Viyananın klasikleşmiş "Wien Wien Nur Du Allein" Liedini istedim Berbat bir şekilde icra edildi O sırada yanımda bulunan bir müzisyene beğenmediğimi belirtince şu cevabı aldım ve pek hoşuma gitti : "Onun annesi Viyanalı değil, Bratislavyalı !"
Grand Hungaria Otelinde yenen akşam yemeklerinin en büyük özelliği dostum Ruhi Ersinin Türkiyeden getirdiği rakıyı masa altına saklıyarak çaktırmadan içmemiz oldu Akşam yemeklerinin rezaletine karşın sabah kahvaltısı bol ve çeşitli idi
Akşam yemeğinden sonra şehir turuna çıkıldı Şair Kemalettin Kâmi Kâmu :
" Dağlar ağaçla dolu, ovalar yeşil,
Bu yolda konuşmak istemiyor dil
Yelesi kabarmış atlarla değil,
Kötü bir trenle geçtim Tunadan
Babamın kanından damlalar var,
İçtim, kana kana içtim Tunadan "
demiş Başka bir şair Ali Aktaş, ise ; ( "Göç", Masal Çağı Ocak Yayınları, Ankara, 1983)
Biz hep atla geçtik Tunadan
Böyle geçmedik
Avrat, uşak
Biz hiç böyle göçmedik
Beyler Utansın
Sirkeciden tren gider
Varım yoğum törem gider
Ancak, biz Tunadan Macar malı lüks bir "İkarus" marka otobüsle geçtik
Ertesi gün Gül Baba Türbesi ziyaret edildi Türbe yapılan restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete kapalıydı Bu nedenle yüz süremedim Bir fatiha okumakla yetindim Macar rehberimiz ilgisiz, cahil bir adamdı Grubumuza Gül Baba hakkında şu bilgileri verdim "Gül Baba, Evliya Çelebinin merhum babasından naklettiği bilgiye göre, Merzifonlu bir Bektaşî dervişidir Fatih Sultan Mehmet devrinden Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar bir çok gazâlarda bulunmuş, Budin fethine de katılmış ve Budin kalası önünde savaşlarda şehit düşerek, Budine gömülmüştür Cenaze namazının Şeyhülislâm Ebusuûd Efendi tarafından kıldırıldığını, Kanuni Sultan Süleymanın ve yüz bini aşkın bir cemaatın bu namazda bulunduğunu yazan Evliyâ Çelebi, Gül Babanın kavuğunda dâima bir gül taşıdığı için bu lâkabı aldığını kayda ve hikâye etmektedir Kanuni Sultan Süleymana göre Gül Baba
" Budin gözcüsü olup, himmetleri hâzır ve nâzır " bir kişidir Evliyâ Çelebi hakîrin Gül Baba hakkında yazdığı münasib beyitler şunlardır:
Âşık ve sâdıkınım, ettim ziyâret ben gedâ,
Bülbül-i güyâ gibi refgan idem ey Gül baba
Başka bir beyit:
Gül-i gülzar-ı hakikat ve hûda
Kutbu aktâb-ı Budin Güllübaba
En meşhur beyit:
Baba bir kân-ı kerem sultandır
Değil elbette tehi pir-ü gedâ
Merzifondan gelerek tuttu vatan
Şeyh Süleyman zâmânı Güllübaba
Böylelikle Gül Baba Türbesi başında bilinen bilinmeyen bütün mezarlarında yatan mubarek ölülerimizin ruhlarını şad ettik
Evliya Çelebi Budinde bulunan kral sarayının ihtişamını anlatmakta ve bu sarayın İstanbulda bile bir eşi olmadığını söylemektedir: "932 (1525) senesinde Süleyman Han, üçüncü seferinde Mohaç sahrasında, Macar Kralı Lâyoşu bozguna uğratıp, Serdar ? ı Ekrem İbrahim Paşa, Kurban Bayramının üçüncü günü Budin kalesini kuşatıp, amana mecbur etti, ve anahtarlarını getirenler ile beraber Foldvar kalesi altındaki Süleyman Hana gönderdi Süleyman Han derhal Budin altına gelip, şehir halkına aman verdi Ve kalenin zaptı ile hazineye muhafazası içün onbin asker gönderdi Ertesi gün büyük alay ile Budine girince gördü ki, bu kaleyi gözler görmüş değil  Çarşı pazarı kat kat ve ferah, evleri sanatlı ve murassa, sokakları geniş mermer döşeli  Sonra kral sarayına girüp, yedi saat seyrettikten sonra buyururlar ki,
" Ah nolaydı, bu saray İstanbulumuzda, Sarayburnunda olaydı "
Sonra kral sarayına girdi, gördü ki, paranın haddi hesabı yok
"Allah ile ahdım olsun, bu gaza malı ile Kudüse ve medineye birer kale yaptırayım ve İstanbula kemerlerle su getireyim " buyurdu Sultan Süleymân bu dileğini İstanbulun meşhur Kemerburgaz su kemerlerini Mimar Sinana yaptırarak İstanbulun su ihtiyaçını gidermiştir Kemerburgaz kemerleri bu gün dahi görevini yapmaktadır
Kanuni bu sarayı gezerken bir Macar yanına yaklaşarak dışarda bir kısım askerin halka zulum yaptığını bildirmiş ve Kanuniden yardım istemiştir Bunun üzerine Kanuni sarayın duvarına kendi el yazısı ile şu müthiş beyiti yazmış ve olaya müdahale etmiştir Beyit Budin elden çıkana kadar o duvarda yazılı kalmıştır
" Gâziler meskenidir, bunda beyim gayrulmaz,
Bunda zulmedenin âkıbeti hayrolmaz "
Evliya Çelebi yıllar sonra bu sarayı ziyaret ettiğinde bu beyitin altına "Bir saat adl etmek, yetmiş sene ibadetten efdâldir" hadis i Şerifini yazdığını söyler
Ertesi gün Estergona hareket ettik Soğuk ve puslu bir Mayıs günüydü Yol boyunca sağda Tuna uzanıyordu Tabiat henüz canlanmadığı için ağaçlar çıplaktı Tuna nehri toprak rengi akıyordu Etrafındaki arazi de ona uymuş bir bütün gibiydiler Birden gönlümden şu mısralarım döküldü:
Macar ovalarında, Tuna kıyılarında Atların kişnemesi hayli hisli,
Bende bir zamanlar, Anlatır eski uzun hikâyemi
Kurda, kuşa hükümdâr idim Özler kartal kanatlı sipahisini,
Tıpkı Süleyman gibi Tıpkı Düldül gibi
Kuş dili bilirdim, Baba Sultan adasında
Anlardım rüzgârın sesini Toplar balıkları,
Otlar, sazlar hâlâ fısıldar, Anlatır benim destanımı
Eski uzun hikâyemi Tıpkı Dedem Korkut gibi
Kuşlara ne demeli, Gül Baba gül suyu serper,
Uçar gider yel misali Şehidler, yoldan gelip geçenler,
Hepsi Niğbolu önündeki, Zemzemden diye içerler,
Tıpkı Yıldırım gibi Tıpkı kevser gibi
Küçük Mahmudoğlu der :
Ey kardaşlar !
Macar ovalarını, Tuna yalılarını
Bekleme unutmamı!
Şirin ve güzel Macar köyleri arasından geçerek yolumuza devam ettik Sonunda en uç noktaya, serhadde, Türkün Batıda yerleştiği en ileri karakola Estergona ulaştık Hafif kar altında Estergon Kalesi burçlarından Tunayı seyrederken sanki yüzyıllar önce de bu burçlarda nöbet tutmuşum gibi içimde tuhaf bir his doğdu
Estergon Budinin 50 kilometre kuzeybatısında, Tunanın güneyinde, Avusturya, Slovakya, Macaristan sınırlarının birleştiği yerde şöhretli bir sınır kalesiydi Almanlar bu kaleye Gran, Macarlar Estergom, Türkler Estergun derlerdi Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilmiştir Evliya Çelebi ziyaret ettiğinde, 16 mahallesi, 2900 evi, 4 camii, 2 medresesi, bir çok mektebi vardı Ayrıca asker aileleri için özel evler yapılmıştı En büyük camii "Mahkeme Camisi" idi ve kapısında şu mısralar yazılıydı :
Adı belli şehidler var yanında,
Kimisi sağında, kimi solunda
Salâ oldu, namaza başlanıldı,
Muhammed Mustafaya vakfolundu
Şehadet eyledi hep hâsı âmı bittamam
Bu cami oldu şehidler makamı,
Kabul ola namazlar bittamam
Hûda makbul ede ânı yapanı
Bu cami Türk çekilmesinden sonra Avusturyalılar tarafından yıktırılarak 1850lerde yerine büyük bir kilise inşa edilmiştir Macarlar; "Bu kilisenin kubbesi Romadaki Sen Piyer Kilisesi kubbesinden sonra en büyük kubbedir" diye övünürler
Estergonda Mimar Sinanın eseri olan Kızıl Elma Camii de bulunmaktaydı Kalenin 50 tane balyemez topu vardı Kale Beyi, Dizdarağaları ve Yeniçeriler Macarlar gibi giyinirlerdi ve gören onları Macar zannederdi Macarcayı da çok güzel konuşurlardı Estergondaki Türk askerleri çok cesur olmakla ün yapmışlardı Oralarda birisine beddua edilmek istendiği zaman "Estergonlu belâsına uğrayasın!" derlerdi Kalede üç mehter takımı vardı Bunlar günde üç defa sıra ile nöbet vuranda, köslerin sesiyle Macaristan ovaları inlerdi
Estergonda da bir fatiha okuyarak ecdadımı yâd ettim
Heyhat ! Ecdadımın başına gelen kaçınılmaz kader bizi de vurdu Artık bizim de ricat vaktimiz gelmişti Derin bir rüyadan uyandım Otobüs içindeki rahat ve sıcak koltuğuma oturdum "Estergonu vermiş kara bahtlı" ecdadımın aksine gönül rahatlığı içinde dönüş yoluna koyuldum
Dönüş yolunda yeniden yağmur çiselemeye başladı Sanandre kasabası girişinde bir lokanta da öğle yemeği yenildi Genel istek üzerine yemekte meşhur "gulaş" da ikram edildi Her lokanta da olduğu gibi bir kemancı üçlüsü masaları dolaşarak ruha hoş gelen melodiler çalıyordu İşte hep istediğim buydu En sonunda gerçek Macaristana ulaşmıştım
"Çardaş, Gulaş, Paprika, Polka, Tokai şarabı"
İsmail Tosun Saral
Türk Macar Dostluk Dernegi Yön Kur Üyesi
Ankara
saraltosun@hotmail com
|