| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti 
 
             - HALK TÜRLERİ ve İLAHİLER-Halk edebiyatı unsurlarından “Türkü, türlü ezgilerle söylenen bir anonim halk şiiri nazım biçimidir
  ” Başka bir ifadeyle halkın duygu ve düşüncelerinin, heyecanlarının, zihinsel ve duygusal yapısının dışlamış şeklidir  Söyleyeni belli olan sofistike türkülerde vardır  “Pertev Naili Boratav, biçimi ne olursa olsun bir türküyü belirleyen her şeyden önce ezgidir ” der
  Yazılı metinlerde ne yazık ki ezgiyi tespit mümkün değildir  B,ilinen türküler için ezgininde belirlenmesi kolay iken bilinmeyen türkülerde ne yazık ki bu mümkün olmamaktadır  Halk türküleri daha çok günlük yaşayışa ilişkin ifadeleri kapsarken ilahiler dini nitelikli bilgilenmelerin ifadesidir  A
  Hamdi Tanpınar, Halk türkülerine ve ilahilere eserlerinde yer vermiştir  Özellikle Anadolu görevinde insanımızı tanıma fırsatı bulmuştur  Romanlarında kahramanlarının bizzat halk türküleri ve ilahilerle ilgili-aslında kendi düşünceleri olan fikirlerini dile getirmesi olarak da faydalanmıştır  Halk türkülerine en çok Huzur romanında yer vermiştir  Roman kahramanlarından Mümtaz’ın dinlediği bir türkü ve sonundaki psikolojik etkilerini vurgulamaktadır  “Akşam oldu mu pencerenin yanına otururdu
  Kaç gündür sokakta küçük bir çocuk peyda olmuştu  Her akşam elinde boş bir şişe veya bir kap, evlerinin önünden türkü söyleyerek geçerdi  Mümtaz daha sokağın başında iken onun sesini tanırdı: Akşam oldu yakamadım gazımı,
 Kadir Mevla’m böyle yazmış yazımı,
 Doya doya sevemedim kuzumu,
 Ben ölürsem yavrum seni döverler
  Mümtaz, annesinin her başını kaldırdıkça üstüne dikilmiş bakışlarından bu türkünün güftesine benzer bir mana olduğunu zannederek içi sızlardı
  Bununla beraber onu dinlemekten de vazgeçmezdi  Çocuğun sesi güzel ve gürdü  Fakat henüz çok küçük, onun için tam nağmenin ortasında ağlayışa benzeyen garip yırtılışları olurdu  Evlerinin biraz ilerisinde, aşağıya doğru giden sokağın tam başında türkü değişirdi
  Ses birden bire yükselir, aydınlanırdı  O kadar ki, evlerin duvarlarında, yolun üstünde hatta havaya çarptıkça sanki çok parlak akislerle kırılırdı: Şu İzmir’in minaresi sedeften, Annam sedeften
 Sen doldur ben içeyim kadehten, aman kadehten…
 Mümtaz, bu ikinci türkü ile küçücük ömrünün henüz manasını dahi kavramadığı kederlerin içinden çıkar, birden bire çok ışıklı, taptaze: fakat bununla beraber yine hasret ve ızdırap dolu başka bir dünyaya girerdi
  ” Türküler özellikle Anadolu insanının acılarını, sevgilerini, hayata bakışını verir
  Tanpınar, mümtaz’ın gözünden bir çocuğun sadece psikolojik yanını değil, söylemiş olduğu türkü ile onun sosyo-kültürel ve ekonomik yanını da yansıtmaktadır  İçinde bulunduğu şartlar, hayata bakışını etkilemiş ve bunun dışa vurumu olarak da türkü türünü tercih etmiştir  Çocuğun söylediği türkü hem söyleyenin içindeki zihinsel ve duygusal yanı vermekle hem de Mümtaz’ın dinleyici olarak duygusal değişikliğe uğramasına sebep olmaktadır  Duyguları değişen çocuğun ifadesi, tonlaması değişmiş ve farklı bir türkünün söylenmesine geçmiştir  Buradan her türkünün duygusal bir anlam bağının olduğunu çıkarmasının yanlış olmayacağı kanaatindeyiz  “… Fokstrot boşanmış zembereğin bir hırıltısı içinde kayboldu, hemen yerini insanın ancak böyle bir tesadüfle karşılaşacağı cinsten eski bir türkü adı
  “Çamlıca Bağları…” Mümtaz, Memo’yu tanıdı  Abdülhamit devrinin son günlerinin bütün hüznü Haliç’te boğulan bu Harbiyeli’nin hatırasında yaşıyordu  ” Elbette merkezinde insan bulunan üretim, hayatında kendisi olacaktır ki burada türküyle birlikte onun hikayesi de yer almıştır
  Hemen hepsinin olmasa bile pek çok türkünün bir hikayesi vardır  Onu üreten insanın hikayesidir  Fertten hareketle toplumun, bir milletin ürünüdür  Yine roman kahramanı Mümtaz vasıtası ile bu özellik yansımıştır  “Gide gide iki duvar arası,
 Kimi kurşun, kimi bıçak yarası…
 Mümtaz bu türküyü tanıyordu
  Geçen büyük harpte babasıyla Konya’da iken akşamları uğradıkları istasyonda, nakliyat katarlarında sevk dilen askerler, sabaha doğru araba ile şehre sebze taşıyanlar hep bunu söylerlerdi  Yanık bir bestesi vardı  Ona göre geçen harpte Anadolu’nun bütün dramı bu türküdeydi  ” Tanpınar roman kahramanı aracılığıyla türküye dair fikirlerini de dile getirmiştir
  “… Ta cetlerimizden beri gelen ve terbiyesi en tene bağlı türkülerimizde bile hiç olmazsa kanlı bir şehvet rüyası halinde tekrarlanan sevme tarzı, sevgilide bütün kanatın toplanmasını isterdi
  İstanbul’un, Konya’nın, Bursa’nın, Kırşehir’in evliyalarıyla, halk türkülerinin anlattığı efe, dadaş aşkları, çocukluğumda kulak verdiğim zamanlar unutulmuş senelerin içinden gelen bütün o gür, hasretle arzuyla kendisini tüketme ihtiyacıyla dolu nağmelerin, Bingöl ve Urfa ağızlarının Trabzon ve Rumeli türkülerinin kanlı ve bıçaklı maceraları bu sevme tarzında birleşiyorlardı  ” Bu ifadelerde doğrudan Anadolu insanını görmekteyiz
  Onun sevgisini roman kahramanı Mümtaz, tarzı olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın fikirleri olarak görüyoruz  Gerçek huzur romanında gerekse diğer romanlarında kahramanların yaratıcısı Tanpınar folklor ürünü olan türkülere dair destekleyici ve benimseyici tavrını ortaya koymaktadır  “ – Sabahtan beri neyi münakaşa ediyordun?
 - Sabahleyin Hekim Ali Paşa camii tarafında idim
  Kız çocukları türkü ile oyun oynuyorlardı  Ta fetihten beri belki bu türküler vardı  Ve kız çocukları onları söyleyerek oynuyorlardı  İşte bu türkülerin devam etmesini istiyorum  ” Tanpınar, türküye muhteva olarak farklı bir anlam yüklemiş, onun türkü anlamını vatan, bağımsızlık, millilik unsurları ile derinleştirmiştir
  Türküler milli kaynaklı unsurlardır  Bir milletin kimliğidir  Roman kahramanı Mümtaz, arkadaşları ile savaş ve toplumun geleceğine dair konuşurken “fatihten bu yana” olan türkülerin devamlılığını istediğini belirterek toplumsal kimliğin dündeki mücadelesini verdiğini, bugün kazandığı bağımsızlığını devam ettirmesini istiyor ve bunu türkülerde sembolleştirerek ifade ediyor  Türküler bizi biz yapan değerlerin somutlaşmışlığıdır  Huzur romanında Mümtaz’ın arkadaş grubunda folklor yönü ağır basan Orhan ve Nuri vardır  “Orhan’la bu kafilenin folklor tarafıydı
  Ne kadar çok türkü bilirlerdi  Ve gece İhsan’ın düşüncesiyle yepyeni bir istikamet aldı
  Orhan’la Nuri ilk önce Tamburacı Osman Pehlivan’ın yaydığı o güzel Rumeli türküsünü söylediler  Sesi, dik ve heybetliydi… Bulut gelir pare pare
 Dördü aktır, dördü kare
 Sen açtık kalbime yare
 
 Yağma yağmur, esme deli rüzgar
 Yarim yoldadır!
 Mümtaz halk havalarının kendine has, elle tutulur ıstırabını bir devaya kavuşmuş gibi dinledi
  Sanki birden bire sert ve diriltici rüzgara, yenilmesi behemehal lazım güçlüklere hayatın kendisine çıkmıştılar  Bulut gelir yer yaş olur
 İçer bade sarhoş olur
 Yar kokusu bir hoş olur
  Mümtaz bu derin ve çıldırtıcı hasretin kendi ıstırabından çok ayrı bir şey olduğunu anlıyordu
  O bir asap bozukluğunun değişmiş şekli değil, sıcak ekmek gibi hayatın kendisi ile dolu, onu yapan bir şeydi  Bulut gelir seher ile
 Çiçek açmış bahar ile
 Herkes kavuşmuş yar ile
 …Halkımıza ve hayatımıza ne kadar yaklaşırsak o kadar mesut olacağız
  Biz bu türkülerin milliyetiyiz  ” Türkülerdeki tecrübe, acı, ızdırap kısacası duyguların terennümü bir kişinin değil, bütün medeniyetindir
  Daha önce belirttiğimiz gibi anonim bir duygusal üretim olan türkülerde bütün bir toplumun, milletin kimliğini bulmak mümkündür  Kolektif bir duygunun, düşüncenin dışlaşmasıdır ki Tanpınar, geniş bir türkü repertuarı olan kahramanları özellikle koymuştur  Aktarımda fertten topluma gitme vardır  Roman kahramanı İhsan’ın mutluluğu, hayata ve halka yaklaşma olarak tarifi dikkat çekicidir  Dönem aydınları ki romanın ilk basımı 1946’dır, yani Cumhuriyet sonraki dönem, Milli Edebiyatla halka yönelimin devamı söz konusudur  Kendi kabuğunda yaşayan aydın, Anadolu realitesi ve insanı ile karşılaşmıştır  Ancak, bunun keşfi ve sindirilmesi kısaca gerçeğin kavranması ile mutluluğun bulunabileceğini İhsan aracılığı ile aktarmaktadır  Bu anlamda tarihsel realite ile paralellik arz eden yaşamın bir parçası olan türküleri sözlü tarihin belgesel öğelerinden biri olarak sayabiliriz, kanaatindeyim  Türkü, duyguların ezgisel anlatımı olarak her insanın aktarım vasıtalarından biridir
  Anonim bir türküyü söylemek için ille de eğitimini almak gibi bir şart getirilmez ve bu ancak işin ticari icrasında söz konusu olabilir  Bu işi meslek edinenler için geçerli olabilir  İçinde bulunduğumuz psikolojik ve sosyal kanuna göre bizim duygularımıza tercüman olan türküyü her yerde söyleyebiliriz  Tanpınar’ın roman kahramanları da kendi içsel veya dışsal yanlarının aktarımında türkü türüne başvurarak, okuyucuya kendilerini ifade etmektedirler  “Kapıcının büyük oğlu bahçede sıtmalı sesiyle her zamanki şarkısını söylüyordu:
 Erzincan’ı sel aldı da,
 Bir yar sevdim el aldı… ”
 “Sahnenin Dışındakiler” romanında, roman kahramanlarının anlatılarında Mekke kadısının seyisi ile ilgili tasvirde de türkü unsuru işlenmiştir
  “… Bu Anadolu çocuğunun yanık yanık türküler söyleyerek atlarını yıkamasına bayılırdım
  ” Anadolu insanının ağzında sözden ziyade türkü vardır
  Toplumun yapısına baktığımızda hep mücadele içinde olmuş ki toplumsal yapıda dış düşmanlarla mücadelenin sukut bulunduğu noktada iç düşmanı olan nefisle mücadelesi başlamıştır  Yukarıdaki iki örnekte yanık daha çok acıyı anlatan türküler vardır  Genel itibariyle aileye meyilli toplum-ki arabesk bir yapıdan söz edilebilir- karşımıza çıkmaktadır  Bu mücadele hiç bitmemiştir  İçin dinginliğinde dışın sosyal, ekonomik, kültürel mücadele başlamıştır  Dolayısıyla dudaklardan hep acıya dair terennümler dökülmüştür  Zaman zaman toplum tarafından kolektif duyguya hitap eden türküler ön plana çıkarak popülarite içinde yerini almıştır  Bunun en iyi örneği “Saatleri Ayarlama Enstitüsünde” ki saate dair anlatımda görmekteyiz  “…Hususi zembereği kurulunca saat başlarında o zamanın çok moda olan bir türküsü çalardı
  ” “… Bir radyo açıldı ve birden bire Mustafa Çavuş’un türküsü bu kış gecesi sokağı kapladı
  “Şahane gözler şahane…” Mümtaz’ın içi burkuldu  Bu Nuran’ın en sevdiği şarkılardan biriydi  “ Dönem dönem türküler duygusal yoğunluk çerçevesinde ön plana çıkmış ve o dönem içinde fazla dinlemiştir
  Türkülerimizde, elbette yalnızca hüzünlerin aktarımı yoktur, neşe ve eğlencenin aktarımı da vardır, “Bir gün evlerinin bahçesinde Sabiha babasının içkiye düşkünlüğünü anlatıyordu: “fena olmuyor, biliyor musun Cemal! Kafasında kurduğu bir şey yoksa, hiç olmazsa neşeleniyor
  Hele tadını kaçırmazsa! O zaman türkü söylüyor  Eski Rumeli türküleri, Anadolu türküleri …” Süleyman Bey’in bu halk türkülerini mahallece hepimiz bilirdik! Onun sesi duyulunca penceresi açılmayan ev yoktu  Bunlar şehirli hayatının en küçük yarı şaka, yarı olay ve hissilik dolu, bir Hüseyin Rahmi romanının sesle illüstrasyonuna benzeyen moda şarkılardan ayrı şeylerdi  ” Neşe ve eğlencenin vazgeçilmez ezgileridir, türküler ki olumsuz olanların yanında olumlu duyguların anlatımını içine alır
  Diğer yandan türküler, gelip geçici, modasal aktarımlar değildir  Uzun bir tarihsel yaşam sürecinde kolektif oluşturulmuş duyguların aktarımıdır, bundan dolayı da uzun yıllar halk tarafından dile getirilir ve moda dayanağı bulunmayan, samimi olmayan aktarımlar gibi gelip geçicilik ihtiva etmezler  “Nuran, üstündeki elbiselerin malı olan halk türküleri söyledi
  İkisi de Kaznaoğlu’nu çok seviyorlardı  Fakat Nuran asıl Kütahya türkülerini bilmediğine üzülüyordu  ” “Cemal, ben nasıl bir insanı sevebilirim? Yani senin dediğin gibi sevmek! Babamın söylediği o hapishane türküleri var ya! Yahut oyun havaları… İşte onların insanını severim
  ” Tanpınar, türkü gibi anlatan ve türkü kültürünü bilen kahramanları yaratmıştır
  Onlarda hayata bakışlarını türkülerle somutlaştırmışlar, zihinsel yapının açığa çıkmasında Türkü birikiminden faydalanmışlardır  “Bu işi yaptıktan sonra çıkar Hünkartepe’ de serin rüzgarda: “Gemilerde talim var!” türküsünü söylerim… Niçin başka türkü değil? Onu da bilmiyorum
  ” Roman kahramanı Hayri İrdal’in içindeki duyguların açıkça vurumunun ifadesi olarak türkü seçilmiştir
  Aslında türküler iç dünyamızın kamufle etmeden, öylece açığa çıkan tarafıdır  Bundan dolayı samimi niyetlerin diğer ifadeyle gerçek duyguların aktarımıdır  Roman kahramanı da sevmediği kişiyi toprağa gömdükten sonra içinin mutluluğunu ifade olarak türküyü söylemektedir  Roman kahramanı kendi kendine niçin bu türküyü söylediğine kendiside cevap veremez çünkü iç benliğin baskısızca dışa vurumu vardır  Aynı roman kahramanının “Zehra ile çocuk türküleri söylesem ” ifadesi özleminin ne derece olduğunu bize gösterir  Şüphesiz türkülerin psikolojik etkileri vardır ki içinde bulunan şartlar bu etkiyi arttırır yada azaltır
  “Gece sabaha kadar, bütün kasaba halkı onun penceresinin önünde demir parmaklıklar arkasında söylediği türküleri dinlerdik
  Bilmem Anadolu türkülerini sever misiniz? Korkunç şeylerdir  birdenbire kulağınızın dibinde bir daha içinden çıkamayacağınız bir uçurum açılı verir… artık ondan sonra sizden hayır gelmez! Her şey etrafınızda altüst olmuştur  Çünkü sıcak ekmek gibi insan ızdırabıyla, azmiyle, hasretle, ölümle baş başa kalırsınız! ” “Bu adamın iki türlüsü vardı
  Birinde şu mısra vardı: Ben ölürsem benden daha genci var…
 Bu bir Sivas türküsüymüş
  Öteki ise seferberliğin sonlarına doğru çıkan bir türkü idi  Hükümetin merdiveni burmalı
 Komiser beyi odasında vurmalı…
 Fakat bunlar böyle söylenince bir şey ifade etmezler
  Orada gece yarısı bütün mahalleyi dolduran sesi dinlemeliydiniz… ” Türküler duyguların yanı sıra olayların anlatımını da üstlenen sosyal içerikli ezgili anlatmaktadır
  Türküler sayesinde yapılan haksızlıklar, yaşanılan öyküler ve arka planındaki gerçekleri de öğrenme söz konusudur  Roman kahramanı (Cemal) idam mahkumunun psikolojisi durumunu ve dramını türkülerle montaj tekniğini kullanarak aktarımı söz konusudur  Türkülerin dönem dönem yasaklandığı da olmuştur
  “Çocukluğunda dinlediği kucağında pamuk kedi” türküsünün hikayesini şöyle öğrenmişti  Büyükada’da öldürülen Aziz adında bir tıbbiyeli genç için yakılan bir türkü sultan Aziz’i hatırlattığından yıllardır İstanbul’da yasak edilmişti  ” Yazar nedeniyle birlikte Mahur Beste romanında vermiştir  Türkülerin geniş kitlelere tesirinin bir sonucu olarak görülmesi ve yasaklanması söz konusudur  Türküler kitlelerin kolektif sesidir denilebilir  İnsan maddi ve manevi yanı olan bir yaradılış dadır ki dini duyguların ifadesi ve manevi yanın terennümü olarak ilahilerden bahsedilebilir
  “Sabiha’nın mahallesinde iki gözü kör ihtiyar daima yanık sesi ile Yunus’un “Dolap” ilahisini söyler:
 Benim adım dertli dolap
 Suyum akar yolap yolap ”
 “Orhan’la Nuri birbiri ardınca Rumeli ve Anadolu türkülerini söylüyorlar
  Cemil onlara ney ile bazen yardım ediyordu  Sonuna doğru Tevfik Bey  - Size gül ilahisini okuyayım! Dedi Trabzon’da daha ziyade kadınlar söyler bunu!
 Gülden kurulmuş bir Pazar
 Gül alırlar, gül satarlar
 Günden terazi tutarlar
 Alanlar gül, satanlar gül… ”
 Günümüzde de yaygın olarak bilinen ve mevlit törenlerinde kına gecelerindeki gelin ağlatma havalarına kadar geniş bir sözlü kültür alanında yaşatılan ilahi türü, konu olarak dini, ilahi duygu ve düşünceleri içermektedir
  Tanrı’nın birliğini, ululuk ve kudretini anlatan yada telkin eden bu tür manzumeler hece ve aruz ölçüleriyle yazılıp söylenmiştir  * Tanpınar’da bu toplumun dini-sosyal yapısına uygun olarak ilahilere romanlarında yer vermiştir
  Yunus Emre’nin eserlerini montaj tekniği ile okuyucuya aktarmıştır  Dini terimler de kullanılmıştır  Gül, dini inancımızda peygamberin kokusudur  Bundan dolayı diğer çiçeklerden farklı bir işlevi ve misyonu vardır  Gül ilahisini romanına almış ve ortak olan kültürel inanç birikiminden faydalanmıştır  Özellikle ilahiler ve türküler halka ait olan samimi aktarımlardır ki Tanpınar okuyucuya kendine ait olanı tekrar sunarak sıcak bir iletişim kurmak ve romandaki fikri temaları onlara aktarmıştır  Sonuç olarak türküler yada ilahiler kolektif duygu ve düşüncenin ürünüdür
  Acıyı olduğu kadar neşeyi de temsil ederler ve muhtevalarında barındırırlar  Milli nitelikli bireyden ziyade toplumun hatta medeniyetin kimliğidirler hayatın kendisidir, her birinin bir hikayesi vardır  Anadolu insanına aittir  Kısaca Anadolu’dur türküler… 
 
 HALK HİKAYELERİ, MASALLAR VE EFSANELER-
 
 Halk arasındaki bu anlatmalar kendi bağlamı içinde anlatıldıklarında herhangi bir tür ayrıma gidilmemektedir
  anlatılarda genel bir ifadeyle anlatacak kişi söze “Size bir hikaye anlatayım” diye girmekte ve anlatısını sunmaktadır  Elbette fasıllara sunum yapan aşıklar istisnadır  Çünkü onlar anlatılarının türünü fasıl düzeni içinde belirtirler  Bizim sözünü ettiğimiz genel halk arasındaki sohbet ve toplantılardaki amatör anlatıcıların ifadeleridir  Burada amatör anlatıcıdan kasıt, toplumun parçası olan bireylerin anlatısıdır  Yaşam tecrübesini anlatan her birey amatör bir anlatıcıdır  Türlerin ifadesi daha çok bilimsel zemindedir  Bu açıdan Tanpınar’ın romanlarındaki anlatıları genel çerçevede değerlendirmenin yanı sıra tek başlık altında ele aldığımız halk hikayeleri, masallar ve efsaneler hakkında bilgi vermenin tespit edilen unsurların anlaşılmasında kolaylık sağlayacağı kanaatindeyiz  Halk hikayeleri başlangıçtan günümüze devam tahkiyeli anlatımlardır
  Tahkiyeli anlatımlar farklı türler olarak birbirinden ayrılır  Bunlar destan, roman, hikaye olarak değerlerdir  Hikaye genel tanımlamasıyla, yaşanış veya yaşanabilecek olayların yer, zaman, mekan içinde itibari dünyada kurgulanmasıdır  halk hikayesi ile genel hikaye formatı taşımakla birlikte geleneksellik, icra ve yapısal özellikleriyle kalıplaşmıştır ve modern hikaye türünden ayrılır  Öncelikle halk hikayeleri sözlü kültür ortamının ürünüdür  Daha sonra yazıya geçirilmiştir  Her anlatmada bağlamı değişir  Böylece hikayenin sözlü kültür ortamı olan tüm ürünlerde olduğu gibi versiyon ve varyantları ortaya çıkar  Diğer yandan belli bir yapısı vardır  Anlatı içinde sunumsal olarak (fasıl, döşeme, hikaye metni, dua kısmı) olmak üzere belli bir düzende icra edilir  Destan, kelime anlamı itibariyle Farsça’dan dilimize geçmiştir
  Batı dillerinde “Epos, Epope” anlamına gelir  Zal’ın babası Destan adında terimleşmiş onun maceralarını anlatmak için kullanılmış, zamanla o tarz kahramanlık konularını işleyen hikayelere verilmiş bir terim olarak kalıplaşarak dilimizde de kullanılmaya başlamıştır  Toplumun katkısıyla oluşmuş, anonim eserler olup, toplumun hafızası niteliğinde toplum olmadan millet olma unsuru taşıyan belli bir dünya görüşünü yansıtan eserler olarak nitelendirebiliriz  Sözlü tarih olarak nitelendirilebilecek olan destanlar genellikle manzum ve belli dönemlerde söz ve musikiye dayalı anlatılardır  Kolektif şuurun ürünleridir  P
  N  Boratav masalı: “Nesirle söylenmiş, dinlik ve büyüklük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamıyla hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı ” diye tanımlarken, Türk Dil Kurumu sözlüğünde: “Genellikle halkın yarattığı , ağızdan ağza kuşaktan kuşağa sürüp gelen çoğunlukla insanların veya tanrıların başından geçen doğa dışı olayları anlatan hikayeler ” olarak tanımlanmıştır  Masal daha çok çocuklara anlatılan ve onların eğitilmesi amaçlanan bir tahkiye türü değildir  Masallar aynı zamanda muhteva ve üslupların da toplumsal zihni yapıyı da barındırırlar  Çocuklara anlatılmasıyla gelecek nesillere bu yapı anlatılmış olur ki kültürel devamlılığın önemli unsurlarından biridir  Mesaj unsuru sabittir  Masalın kendisine has bir yapısı mevcuttur  Masal başı tekerlemesi, masal metni, masal sonu veya dua şeklinde bir sunum sırası vardır  Masallar yaşadığımız dünyadan farklı bir dünya kurarak, iyiliğin ve iyilerin kazandığı, insanların mutlu olduğu, özlenen bir toplumsal düzen yaratarak insanlara umut verir  Masallar hayali görünüşlerinin yanında ince bir mantığı ve derin bir halk felsefesini telkin ederler  Töre ve gelenekler masalların mantık ve felsefesinin dayandığı temel yasalardır  Bu yönüyle geçmişteki toplumları yöneten ve yönlendiren kültür değerlerini bulabiliriz  Şüphesiz bilimsel zeminde bu türlere dair sayısız kitaplar araştırıcılar tarafından detaylı olarak yazılmış ve bilim dünyasına sunularak, katkıda bulunulmuştur
  Bizim burada birer paragrafik anlatımlarımız kısaca bilgilendirmek içindir ki bu türlere ilgili önemli detaylar kaynak kitaplarında geniş şekilde yer almaktadır  Tanpınar’ın romanlarında bu türlerin yer alması daha çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerinin açıklanmasında somutlama yönündedir
  Bu türün üstatları seviyesinde bir kullanım öğesi yoktur  Başlangıçta belirttiğimiz üzere daha çok halk arasında ki örnekleme anlatılır şeklinde eserlerinde yer vermekle birlikte zaman zaman tür olarak masal kavramı kullanıldığı da olmuştur  Bu değerlendirmelerden hareketle genel çerçevede ele aldığımız anlatıları onun romanlarında ki sunumları içinde genelleyerek ele aldık  Klasik edebiyat manzumları, Eski Türk Edebiyatının yanı sıra halk arasında oldukça rağbet edilen anlatmalardır
  Tanpınar eserlerinde bu halk anlatımlarına geniş yer vermiştir  (Huzur) romanının başında roman kahramanı Mümtaz, kendi kendisiyle konuşur ve toplumun bir parçası olarak birey olarak arka yapıdaki dini zihni yapıyı, yaradılış inancına dair felsefeyi sunar  “Elbisesini giyinirken (insan denen bu saz parçası …) diye birkaç defa tekrarladı
  ” Halk arasında belli bir felsefi seviyeye ulaşmış geniş halk kitlesi tarafından bilinen bir anlatımdır
  İnsanın yaradılışının felsefesi vardır  Mevlana’nın meşhur eseri “Mesnevi”nin birinci cildi bu anlatılışla başlar  Bu kısımda, neyin ayrılıktan şikayeti anlatılmaktadır  “Ney kamışlıktan ayrı düştüğü için inlemektedir  İnsan da ezel aleminden, ruh alemine dünya alemine sürgündür  Halktan ayrı düştüğü için muzdariptir  Dünyada yaşadığı müddetçe acılar, hastalıklar, belalar içinde çırpındıkça insan ruh alemindeki mutluluğunun özlemini duyacak, yabancı olduğu ve sürgün gibi yaşadığı dünyadan kurtuluş yollarını arayacaktı  ” Romanın başında Mümtaz amcasının oğlu İhsan’a bakmaktadır  İhsan hastadır ve onun başında sürekli bekleyen Mümtaz ona bir hasta bakıcı bulmak için dışarı çıkarken bu sözleri etmiştir ki içinde bulunulan huzursuzluğu neyin sazlıktan ayrılış ile bağdaştırmış olması ihtimali uzak ve yanlış bir yorumlama olması gerektir ki bütün bunların rasgele bir bütünlükten oluşmadığı kanaatindeyim  Burada hareketle romanın başında halkın büyük çoğunluğunun bildiği bir felsefi hikaye ve anlatılan yola çıkarak daha başlangıçta okuyucuya sıcak bir sunum sergilemiştir  “Hakikat şuydu Mümtaz Binbir Gece’deki eskicinin hikayesine benzeyen ikiz bir ömrü yaşıyordu
  Bu taraftan güzel günlerinin hatırası zihninden ayrılmıyor  Fakat o güneş doğar doğmaz, ayrılığın gecesi bütün azaplarıyla içinde kuruluyordu  Hulasa hemen hemen muhayyilesinde yaşayan genç adam cennet ve cehennemin beraberinde gezdiriyordu  Bu iki haddin arasında uçurum kenarlarında şiddetli uyanışlarla dolu bir samnambül hayatı vardı  ” “Binbir Gece Hikayeleri Türkçe’ye ilk defa Sultan 2
  Murat (1412-1451) döneminde Abdi Musa tarafından çevrilmiştir  ” Bu hikayelerin bir kısmı halk arasında beğenilerek anlatılmıştır  Kısaca konusu Şehzaman’ın (hikaye kahramanlarından ) evlenip bir gün sonra eşlerini öldürmesi vardır  Ülkede kız kalmayınca vezirin kızı Şehrâzâd ile evlenir  Sabah öldürüleceğini bilen Şehrâzâd, geceleri anlattığı hikayeleri sabah olunca keser  Bu anlatmaları 1001 gece sürer  Bütün kadınların vefasızlığına inanan Şehzaman’ı her kadının vefasız olmadığına iknaya çalışır  Hikayenin sonunda hatasını anlayıp Şehzaman, Şehrazad’ı öldürmekten vazgeçer  Bu hikayelerin çoğunluğu geniş halk kitlesi tarafından bilinmektedir  Tanpınar yine romanının bilindik bir hikaye silsilesinden seçilmiş olduğu bir anlatı ile roman kahramanının durumunu okuyucuya somutlaştırmaktadır  İki arada kalmış bir roman kahramanı bilindik bir hikaye ile okuyucunun zihninde kalıcı bir ruh halinin tasviri oluyor  Aynı anlatı içinde mite ait cennet ve cehennem kavramları kahramanın trajedisini anlatmak için kullanılmıştır  “Evin belli başlı süs ve gururu olan iki madeni kanaryada bu salonda asılıydı
  Her sabah muntazam kuruldukları için yapmacıkta olsa devamlı bir bahar havasını etrafına tekrar eden bu kuşlara Madam Elekciyon, Tahir ile Zühre adını vermişti  ” Romanda Madam Elekciyon’un pansiyonunun salonu tasvir edilmiştir
  Bu salonun tasvirinde halk anlatmaları arasında Leyla ve Mecnun veya Ferhat ve Şirin kadar bilinmemekle birlikte Tahir ile Zühre halk anlatmasına yer vermiştir  Halk edebiyatı unsurlarının kültürel fonksiyonları arasında tanıtım misyonunu burada görmekteyiz  Farklı bir milletin üyesi olan Madam Elekciyon anlatılan hikayeden hareketle madeni kanaryalarını isimlendirmiştir  Diğer yandan cansız varlıklara yapılan isimlendirmeler, hikayedeki vuslatsız vana dair yapıyla örtüşmektedir  A
  H  Tanpınar, romanlarında tür ayrımı açısından masalı vurgulamıştır  Tanpınar’ın sanatsal mizacı baktığımızda bunun çok da doğal olduğunu görüyoruz  Tanpınar’ın sanatını şekillendiren kaynaklar arasında “zaman estetiği”* önemli, bir yer tutar ki kozmos zamana ulaşmayı hedefleyen Tanpınar’ın hayata bakışı ve eserlerinin şekillenmesi bu pencereden yaptığı seyirler ile oluşmuştur  “…Sanki bir masal dünyasında, canlı çizgilerin ve parlak renklerin her şeyi dirilttiği, her şeye en geniş rahmani yete kadar giden bir mana verdikleri, bir kımıldanışın geniş ve durgun bir suda uzanan ışıklar gibi bir sonsuzluğa doğru ürperdiği, çalkalandığı bir dünyada yaşıyordu ” “İnsan burada bir hayalde yaşıyor, bazen kendisini bir masal sanıyor… ”
 Hayal ve masal birbirinin ayrılmaz parçaları olarak gören Tanpınar, kahramanı Mümtaz’ın iç dünyasını yansıtmada araç olarak kullanmıştır
  Kahramanın şahsında Tanpınar’ın şahsi dünyasının açılımı ve hayal kapısını paralel masal kapısının arasında realitenin kaçışını görmekteyiz  Kendi bakış açısıyla masalın özelliklerini kahramanı Mümtaz ile aktarmaktadır  “Mümtaz için bu güvercinler, İstanbul’un sevilen kadınlarda bizi kendilerine o kadar bağlayan zaaflar cinsinden bir nevi vice’idir
  Çocukların kendi kendilerini süslemek, içlerindeki hiç sırrına erişemediğimiz boşlukları doldurmak için uydurdukları masallara benzetilebilirlerdi ” Tanpınar burada masal kavramını hayal dünyasıyla bağdaştırmıştır
  Doğrudan tür olarak anlatılan tahkiyeli anlatılardan masal ile ilgisi olmamakla birlikte özellikleri bakımından örtüşen noktaların varlığından bahsedilebilir  “Ne kadar mustarip olursanız olun , güneş bu ızdırabın arasında er geç bir çatlak buluyor, aradan altın bir ejder gibi kayıyor
  Size iç mahzeninizden çıkarıyor, bir yığın imkanı bir masal gibi anlatıyor  “Sanki, bana inan, ben bir mucizenin kaynağıyım, her şey elimden gelir, toprağı altın yaparım ölüleri saçından tutup silker, uykularından uyandırırım  Düşünceleri bal gibi eşittir, kendi cevherime benzettim  Ben hayatın efendisiyim  Bulunduğum yerde ye, iş ve hüzün olmaz  Ben, şarabın neşesi, balın tadıyım” diyordu  ” “…Böyle anlarda Mümtaz’ın muhayyilesi, mesela büyük deniz ejderlerinin çektiği arabasında, etrafa köpük saçarak gelen bir deniz tanrısının, Nuran’ın elinden alıp bütün etrafımdaki parıltıların, onların arasından kıvranan, renkli bir akide şekeri hazırlanır gibi eriyen, balık sırtı gibi pul pul, her renkten, her perdeden kadife ve yosun kadar yumuşak gölgelerin toplandığı en son haberini Andersen’in masallarında aldığımız o deniz altı saraylarından birine götürebileceğine pekala inandırabilirdi
  ” “…Sanki masallardaki o sihirli külah cinsinden görünmenin sırrına sahipti
  Onu herkes fırsat düştükçe günde birkaç defa unuturdu  ” “Her sabah kendilerine nezareten Gülfer Kalfayı bir tarafta yakalayıp anlattığı, çoğu kış gecelerinde, yatmadan önce büyük orta mangalın etrafında dinlediği masalların birbirine eklenmiş akisleri olan o sırmalı, İncil, taşlı koltuklu gelin alaylarıyla, üzeri servi resimli sandıklara doldurulmuş çeyizlerle dolu rüyaların müjdelendiği şey olurdu
  ” “Selma Hanım behemehal bir kahve içmemi istemişti
  Salonda karşımda oturmuş, eteklerinin kıvrımlarıyla oynarken onu yakından seyrediyordum  Hayır, o da kısa bir müddet için kurtulmuştu  Halinde mürebbiyesinden izin almış bir çocuğun rahatlığı vardı  Böyle miydi? Belki daha ziyade masallardaki cadılardan kurtulmuş kızlara benziyordu  ” Örneklerden görüldüğü üzere masal bir türün vurgulanmasından ziyade roman kahramanlarının iç dünyasının somutlaştırılmasında kullanılmıştır
  Psikolojik olarak içinde bulundukları onları masal kavramı ile okuyucu zihninde tanıdık bir terimle sabitleştirmeyi denemişti  Bunların yanında masal motiflerinin kullanımına ve özelliklerine dair ifadelerde sık sık yer verilmiştir  En bilinene motiflerden ölüp-dirilme motifini Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde kullanılmıştır  Roman kahramanlarının arasındaki diyalogda görülen bir rüya bağlamında yorumlamalarda motif bu yönüyle kullanılmıştır  “… Hülasa anda kaybolmalıydınız ve yine ondan doğmalıydınız
  O zaman her şey hallolurdu  Masallarda dikkat etmediniz mi? Hep kaybolurlar… kaybolmak yani ölmek, sonra tekrar dirilmek… Bir kompleksten kurtulmak için bundan daha emin çare yoktur  ” Roman kahramanı ve doktor arasındaki konuşmada, roman kahramanının gördüğü bir rüya doktor tarafından ölüp-dirilme motifi ile ilişkilendirilerek aktarılır
  Ölüp-dirilme ile ilgili inanışlar tarihi süreçte Şamanlık dönemine kadar gitmektedir  “Şamanizm’de Şaman adayları karanlık bir mekana hapsedip kendilerini açıklığa, karanlığa mahkum ederek sembolik ölümü yaşamalıdır  Bu uygulama gönüllü bir uygulamadır ve tasavvuftaki “çile” ile örtüşmektedir  Aday, ölülerin bulunduğu bir mekanda geceler boyu kalmakta ve ölümü sembolik anlamda yaşamaktadır  Sınavı başarıyla geçen aday, yine sembolik olarak dirilmekte, aki kişiliğini yitirip önceki hayatına son vererek yeni bir kişilikle ” cemiyete dahil olmaktadır  Bu başka bir ifadeyle kişinin kendisiyle hesaplaşması, kendini yeniden yapılandırmasıdır  Halk tarafından takdirle karşılanan bir olay romanda verilerek okuyucuya kendine ait olan sunulmaya çalışılmıştır  “…Belki çocukluğumun en güzel masalı acı düdük seslerinin yırttığı, karanlığın üzerimize büyük sular vehmiyle yüklendiği ve uykularıma daha ziyade bir deniz altı dünyasında yaşıyormuşum vehminin karıştığı bir kış olmuştu
  ” Masal kış aylarının vazgeçilmez anlatılarındandır ki yazarda roman kahramanı Cemal’in yine roman kahramanlarından Tevhik Bey’in oturduğu köşkte bir kış geçirmiştir
  İç dünyasının yansıtılmasında kış eğlencelerinin parçası olan masaldan bahsetmektedir  “Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrara elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, “Buyurun efendim, ben deniz artık hevesimi aldım
  Sizin olsun, belki bir işinize yarar!” diye hediyemi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birden bire parlayan, fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birden bire kömür veya toprak yığını haline giren o büyük hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım  ” Yazar hürriyetine dair düşüncelerini ifade ederken masal motiflerine başvurmuş, somutlama yapmıştır
  Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında roman kahramanlarından Nuri Efendi’nin dış görünüşüne dair tasvir oldukça ilginçtir  “Hani o masallarda başımıza sıkıldığı zaman yakıp imdadımıza çağırmak için size sakalından üç tel verip kaybolan ihtiyarlar gibi bir şey
  ” “Tıpkı masallarda olduğu gibi hiç solmayan güller arasında, berrak havuzların başında bülbül sesleri, gül ve yasemin kokuları, serin ve su şakırtıları içinde kendisi kadar güzel cariyelerle söz sohbetleri yapıp eğlenen yahut penceresinde tek başına oturup dostumuza düşüne gergef işleyen bu sevgilinin güzelliğini hepimiz ezberden bilirdik
  ” A
  Hamdi Tanpınar masal motiflerini kahramanlarının üzerinde kullanarak okuyucuya yakından tanıdığı bir şey sunmuştur ki böylece anlatı içinde tabii olarak yer alan unsurlara dikkat çekilmiştir  “Ezbere bilirdik” ifadeleriyle bu toplumun kültürel unsurları bu toplumda doğan her birey tarafından bilinmektedir, her birey kültürel birikimin içinde doğar, bilincinin vurgulanması vardır  Masalın yoğun olarak eserlerinde işlenmesinin yanı sıra diğer anlatı türlerine de yer verilmiştir  “ O büsbütün başka türlü idi
  Hatta en muzır hayvanlara bile fendik edemez  Kediyi çok sevdiği halde, “komşumuz fareleri ızrar eder” diye evinde kedi bulundurmamış  ” Huzur romanından Nuran ile Mümtaz İstanbul gezilerinde Nuran’ın Merkez Efendi hakkında bilgilenmek istemesi üzerine Mümtaz, halk tarafından bilinen bir hikayesini anlatır
  Yine bu gezilerinde Koca Mustafa Paşa’da Sümbül Sinan’ın lakabına dair bir hikaye anlatımı vardır  “Burada yatan adamın, bilir misin Sümbül lakabı nereden gelir? Sarığına mevsiminde Sümbül takarmış
  ” Buradaki anlatılar bölgesel anlatılar olmakla birlikte yazar eserinde roman kahramanları aracılığıyla daha geniş halk kitlesine duyurmayı amaçlamaktadır ki bu noktada bölgesellikten toplumsal kitleye ulaşan anlatılar halk hikayesi olarak nitelendirilebilir
  “Alaiyeli Ahmet derlerdi… Asıl adı Ahmet’ti… Karısının ihanetini kötü yola saptığını duyunca birden bire ikran gelmiş, kıtasından kaçarak, doğa çekilmişti
  Bana söylediğine göre bir müddet hiç kimseye fenalık etmemiş, kendi kendine yaşamış, erkeksiz köylerde kadınları korumuş  Bütün bunlar şahitle meydana çıkan şeylerdi  Sonra karısının hikayesini işitince bu sefer etrafa saldırmaya başlamıştır… Bir gün Burdur’da çarşıda karısına rastlamış… Ters yüzü kaçmaya başlamış fakat kadın peşinden koşmuş (kadın şehrin dışındaki su başında anlatmış)  Kocasının nasıl ölü haberi geldiğini nasıl kendisini aldattıklarını … Kendisini öldürmesi için yalvarmış, o da peki! demiş  ” Kişisel bir problem toplumda kahramanlığa bürünmüştür
  Savaşın son yıllarında halk arasında anlatılan, konuşulan bir hikaye olmuştur  Kendisine idam cezası verilmiştir  Onun bu tavrı halk arasında kahramanca nitelendirilir  Öyle ki sonunda sonun da ölümün olması hikayenin muhtevasına farklı bir ulu ilik katar  Halk arasında bu tavırlar takdirle karşılanır  Günümüzde dahi belki bu Alaiyeli Ahmet olarak anlatılmaz da farklı bir isimlendirme ile muhtevasındaki yapı korunarak anlatılmaktadır  Böyle bir anlatı yazar tarafından hikayenin bir parçası haline getirilerek romandaki akıcılık sağlanmaya çalışılmış diğer yandan okuyucunun ilgisinin kaybolmaması sağlanmıştır  “… Tekrar bir masraf kavgası oldu
  Fakat hemen arkasından meşhur bir tarih üstadımız üç saat süren Hz  Ali Ceng’i hikayesine başladı ve onun heyecanlı safhaları arasında umumi bir barış temin edildi  ” Ortak duygular etrafında toplanır ve geçmişin başarısında bu günün kavgasının ehemmiyetsizliği anlaşılır
  Geçmişteki zorluklar ve bu günkü şartlarda yapılan kavganın ceviz kabuğunu doldurmayacak meseleler olduğu anlaşılır  Halk hikayelerinin birleştirici fonksiyonu açıkça görmekteyiz  Bunu yaparken yazar, herkes düşünsün diye bir çağrıda bulunmuyor  Anlatılan hikaye ile bireyler kendiliğinden bunun böyle olması gerektiği kanaatine varıyorlar  Sadece roman kahramanları değil aynı zamanda halk hikayesi aracılığı ile okuyucuya da mesaj gönderilmektedir  Yine Huzur romanında yemek masasındaki bir huzursuzluk roman kahramanlarından Tevfik Bey’in anlattığı hikaye ile sukuta eriyor  “Tevfik Bey’in anlattığı meddah hikayesi bütün bu huzursuzlukların üstünden aşıyordu
  ” Görüldüğü üzere Tanpınar, romanlarında bu anlatılara sık sık yer vermiştir
  Halkın kendine ait alanları romanda bulmasıyla yazar, metin, okuyucu bütünleşmesi dağlanmıştır  Bu anlatıların özellikleri, yazardaki karışıklıkları, kahramanlarının ağzından aktarılmıştır  Bölgesel anlatıların yer alması daha geniş halk kitlelerine yayılması ile kültürel bir zenginlik kazanmıştır ki Tanpınar bu yanıyla kültürel devamlılığa önemli ölçüde kotlu sağlanmıştır   |