Yalnız Mesajı Göster

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti

Eski 08-23-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti



- HALK TÜRLERİ ve İLAHİLER-
Halk edebiyatı unsurlarından “Türkü, türlü ezgilerle söylenen bir anonim halk şiiri nazım biçimidir ” Başka bir ifadeyle halkın duygu ve düşüncelerinin, heyecanlarının, zihinsel ve duygusal yapısının dışlamış şeklidir Söyleyeni belli olan sofistike türkülerde vardır
“Pertev Naili Boratav, biçimi ne olursa olsun bir türküyü belirleyen her şeyden önce ezgidir ” der Yazılı metinlerde ne yazık ki ezgiyi tespit mümkün değildir B,ilinen türküler için ezgininde belirlenmesi kolay iken bilinmeyen türkülerde ne yazık ki bu mümkün olmamaktadır Halk türküleri daha çok günlük yaşayışa ilişkin ifadeleri kapsarken ilahiler dini nitelikli bilgilenmelerin ifadesidir
AHamdi Tanpınar, Halk türkülerine ve ilahilere eserlerinde yer vermiştir Özellikle Anadolu görevinde insanımızı tanıma fırsatı bulmuştur Romanlarında kahramanlarının bizzat halk türküleri ve ilahilerle ilgili-aslında kendi düşünceleri olan fikirlerini dile getirmesi olarak da faydalanmıştır Halk türkülerine en çok Huzur romanında yer vermiştir Roman kahramanlarından Mümtaz’ın dinlediği bir türkü ve sonundaki psikolojik etkilerini vurgulamaktadır
“Akşam oldu mu pencerenin yanına otururdu Kaç gündür sokakta küçük bir çocuk peyda olmuştu Her akşam elinde boş bir şişe veya bir kap, evlerinin önünden türkü söyleyerek geçerdi Mümtaz daha sokağın başında iken onun sesini tanırdı:
Akşam oldu yakamadım gazımı,
Kadir Mevla’m böyle yazmış yazımı,
Doya doya sevemedim kuzumu,
Ben ölürsem yavrum seni döverler
Mümtaz, annesinin her başını kaldırdıkça üstüne dikilmiş bakışlarından bu türkünün güftesine benzer bir mana olduğunu zannederek içi sızlardı Bununla beraber onu dinlemekten de vazgeçmezdi Çocuğun sesi güzel ve gürdü Fakat henüz çok küçük, onun için tam nağmenin ortasında ağlayışa benzeyen garip yırtılışları olurdu
Evlerinin biraz ilerisinde, aşağıya doğru giden sokağın tam başında türkü değişirdi Ses birden bire yükselir, aydınlanırdı O kadar ki, evlerin duvarlarında, yolun üstünde hatta havaya çarptıkça sanki çok parlak akislerle kırılırdı:
Şu İzmir’in minaresi sedeften, Annam sedeften
Sen doldur ben içeyim kadehten, aman kadehten…
Mümtaz, bu ikinci türkü ile küçücük ömrünün henüz manasını dahi kavramadığı kederlerin içinden çıkar, birden bire çok ışıklı, taptaze: fakat bununla beraber yine hasret ve ızdırap dolu başka bir dünyaya girerdi
Türküler özellikle Anadolu insanının acılarını, sevgilerini, hayata bakışını verir Tanpınar, mümtaz’ın gözünden bir çocuğun sadece psikolojik yanını değil, söylemiş olduğu türkü ile onun sosyo-kültürel ve ekonomik yanını da yansıtmaktadır İçinde bulunduğu şartlar, hayata bakışını etkilemiş ve bunun dışa vurumu olarak da türkü türünü tercih etmiştir Çocuğun söylediği türkü hem söyleyenin içindeki zihinsel ve duygusal yanı vermekle hem de Mümtaz’ın dinleyici olarak duygusal değişikliğe uğramasına sebep olmaktadır Duyguları değişen çocuğun ifadesi, tonlaması değişmiş ve farklı bir türkünün söylenmesine geçmiştir Buradan her türkünün duygusal bir anlam bağının olduğunu çıkarmasının yanlış olmayacağı kanaatindeyiz
“… Fokstrot boşanmış zembereğin bir hırıltısı içinde kayboldu, hemen yerini insanın ancak böyle bir tesadüfle karşılaşacağı cinsten eski bir türkü adı “Çamlıca Bağları…” Mümtaz, Memo’yu tanıdı Abdülhamit devrinin son günlerinin bütün hüznü Haliç’te boğulan bu Harbiyeli’nin hatırasında yaşıyordu
Elbette merkezinde insan bulunan üretim, hayatında kendisi olacaktır ki burada türküyle birlikte onun hikayesi de yer almıştır Hemen hepsinin olmasa bile pek çok türkünün bir hikayesi vardır Onu üreten insanın hikayesidir Fertten hareketle toplumun, bir milletin ürünüdür Yine roman kahramanı Mümtaz vasıtası ile bu özellik yansımıştır
“Gide gide iki duvar arası,
Kimi kurşun, kimi bıçak yarası…
Mümtaz bu türküyü tanıyordu Geçen büyük harpte babasıyla Konya’da iken akşamları uğradıkları istasyonda, nakliyat katarlarında sevk dilen askerler, sabaha doğru araba ile şehre sebze taşıyanlar hep bunu söylerlerdi Yanık bir bestesi vardı Ona göre geçen harpte Anadolu’nun bütün dramı bu türküdeydi
Tanpınar roman kahramanı aracılığıyla türküye dair fikirlerini de dile getirmiştir
“… Ta cetlerimizden beri gelen ve terbiyesi en tene bağlı türkülerimizde bile hiç olmazsa kanlı bir şehvet rüyası halinde tekrarlanan sevme tarzı, sevgilide bütün kanatın toplanmasını isterdi İstanbul’un, Konya’nın, Bursa’nın, Kırşehir’in evliyalarıyla, halk türkülerinin anlattığı efe, dadaş aşkları, çocukluğumda kulak verdiğim zamanlar unutulmuş senelerin içinden gelen bütün o gür, hasretle arzuyla kendisini tüketme ihtiyacıyla dolu nağmelerin, Bingöl ve Urfa ağızlarının Trabzon ve Rumeli türkülerinin kanlı ve bıçaklı maceraları bu sevme tarzında birleşiyorlardı
Bu ifadelerde doğrudan Anadolu insanını görmekteyiz Onun sevgisini roman kahramanı Mümtaz, tarzı olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın fikirleri olarak görüyoruz Gerçek huzur romanında gerekse diğer romanlarında kahramanların yaratıcısı Tanpınar folklor ürünü olan türkülere dair destekleyici ve benimseyici tavrını ortaya koymaktadır
“ – Sabahtan beri neyi münakaşa ediyordun?
- Sabahleyin Hekim Ali Paşa camii tarafında idim Kız çocukları türkü ile oyun oynuyorlardı Ta fetihten beri belki bu türküler vardı Ve kız çocukları onları söyleyerek oynuyorlardı İşte bu türkülerin devam etmesini istiyorum
Tanpınar, türküye muhteva olarak farklı bir anlam yüklemiş, onun türkü anlamını vatan, bağımsızlık, millilik unsurları ile derinleştirmiştir Türküler milli kaynaklı unsurlardır Bir milletin kimliğidir Roman kahramanı Mümtaz, arkadaşları ile savaş ve toplumun geleceğine dair konuşurken “fatihten bu yana” olan türkülerin devamlılığını istediğini belirterek toplumsal kimliğin dündeki mücadelesini verdiğini, bugün kazandığı bağımsızlığını devam ettirmesini istiyor ve bunu türkülerde sembolleştirerek ifade ediyor Türküler bizi biz yapan değerlerin somutlaşmışlığıdır Huzur romanında Mümtaz’ın arkadaş grubunda folklor yönü ağır basan Orhan ve Nuri vardır
“Orhan’la bu kafilenin folklor tarafıydı Ne kadar çok türkü bilirlerdi
Ve gece İhsan’ın düşüncesiyle yepyeni bir istikamet aldı Orhan’la Nuri ilk önce Tamburacı Osman Pehlivan’ın yaydığı o güzel Rumeli türküsünü söylediler Sesi, dik ve heybetliydi…
Bulut gelir pare pare
Dördü aktır, dördü kare
Sen açtık kalbime yare

Yağma yağmur, esme deli rüzgar
Yarim yoldadır!
Mümtaz halk havalarının kendine has, elle tutulur ıstırabını bir devaya kavuşmuş gibi dinledi Sanki birden bire sert ve diriltici rüzgara, yenilmesi behemehal lazım güçlüklere hayatın kendisine çıkmıştılar
Bulut gelir yer yaş olur
İçer bade sarhoş olur
Yar kokusu bir hoş olur
Mümtaz bu derin ve çıldırtıcı hasretin kendi ıstırabından çok ayrı bir şey olduğunu anlıyordu O bir asap bozukluğunun değişmiş şekli değil, sıcak ekmek gibi hayatın kendisi ile dolu, onu yapan bir şeydi
Bulut gelir seher ile
Çiçek açmış bahar ile
Herkes kavuşmuş yar ile
…Halkımıza ve hayatımıza ne kadar yaklaşırsak o kadar mesut olacağız Biz bu türkülerin milliyetiyiz
Türkülerdeki tecrübe, acı, ızdırap kısacası duyguların terennümü bir kişinin değil, bütün medeniyetindir Daha önce belirttiğimiz gibi anonim bir duygusal üretim olan türkülerde bütün bir toplumun, milletin kimliğini bulmak mümkündür Kolektif bir duygunun, düşüncenin dışlaşmasıdır ki Tanpınar, geniş bir türkü repertuarı olan kahramanları özellikle koymuştur Aktarımda fertten topluma gitme vardır Roman kahramanı İhsan’ın mutluluğu, hayata ve halka yaklaşma olarak tarifi dikkat çekicidir Dönem aydınları ki romanın ilk basımı 1946’dır, yani Cumhuriyet sonraki dönem, Milli Edebiyatla halka yönelimin devamı söz konusudur Kendi kabuğunda yaşayan aydın, Anadolu realitesi ve insanı ile karşılaşmıştır Ancak, bunun keşfi ve sindirilmesi kısaca gerçeğin kavranması ile mutluluğun bulunabileceğini İhsan aracılığı ile aktarmaktadır Bu anlamda tarihsel realite ile paralellik arz eden yaşamın bir parçası olan türküleri sözlü tarihin belgesel öğelerinden biri olarak sayabiliriz, kanaatindeyim
Türkü, duyguların ezgisel anlatımı olarak her insanın aktarım vasıtalarından biridir Anonim bir türküyü söylemek için ille de eğitimini almak gibi bir şart getirilmez ve bu ancak işin ticari icrasında söz konusu olabilir Bu işi meslek edinenler için geçerli olabilir İçinde bulunduğumuz psikolojik ve sosyal kanuna göre bizim duygularımıza tercüman olan türküyü her yerde söyleyebiliriz Tanpınar’ın roman kahramanları da kendi içsel veya dışsal yanlarının aktarımında türkü türüne başvurarak, okuyucuya kendilerini ifade etmektedirler
“Kapıcının büyük oğlu bahçede sıtmalı sesiyle her zamanki şarkısını söylüyordu:
Erzincan’ı sel aldı da,
Bir yar sevdim el aldı… ”
“Sahnenin Dışındakiler” romanında, roman kahramanlarının anlatılarında Mekke kadısının seyisi ile ilgili tasvirde de türkü unsuru işlenmiştir
“… Bu Anadolu çocuğunun yanık yanık türküler söyleyerek atlarını yıkamasına bayılırdım
Anadolu insanının ağzında sözden ziyade türkü vardır Toplumun yapısına baktığımızda hep mücadele içinde olmuş ki toplumsal yapıda dış düşmanlarla mücadelenin sukut bulunduğu noktada iç düşmanı olan nefisle mücadelesi başlamıştır Yukarıdaki iki örnekte yanık daha çok acıyı anlatan türküler vardır Genel itibariyle aileye meyilli toplum-ki arabesk bir yapıdan söz edilebilir- karşımıza çıkmaktadır Bu mücadele hiç bitmemiştir İçin dinginliğinde dışın sosyal, ekonomik, kültürel mücadele başlamıştır Dolayısıyla dudaklardan hep acıya dair terennümler dökülmüştür Zaman zaman toplum tarafından kolektif duyguya hitap eden türküler ön plana çıkarak popülarite içinde yerini almıştır Bunun en iyi örneği “Saatleri Ayarlama Enstitüsünde” ki saate dair anlatımda görmekteyiz
“…Hususi zembereği kurulunca saat başlarında o zamanın çok moda olan bir türküsü çalardı
“… Bir radyo açıldı ve birden bire Mustafa Çavuş’un türküsü bu kış gecesi sokağı kapladı “Şahane gözler şahane…” Mümtaz’ın içi burkuldu Bu Nuran’ın en sevdiği şarkılardan biriydi
Dönem dönem türküler duygusal yoğunluk çerçevesinde ön plana çıkmış ve o dönem içinde fazla dinlemiştir Türkülerimizde, elbette yalnızca hüzünlerin aktarımı yoktur, neşe ve eğlencenin aktarımı da vardır,
“Bir gün evlerinin bahçesinde Sabiha babasının içkiye düşkünlüğünü anlatıyordu: “fena olmuyor, biliyor musun Cemal! Kafasında kurduğu bir şey yoksa, hiç olmazsa neşeleniyor Hele tadını kaçırmazsa! O zaman türkü söylüyor Eski Rumeli türküleri, Anadolu türküleri …” Süleyman Bey’in bu halk türkülerini mahallece hepimiz bilirdik! Onun sesi duyulunca penceresi açılmayan ev yoktu Bunlar şehirli hayatının en küçük yarı şaka, yarı olay ve hissilik dolu, bir Hüseyin Rahmi romanının sesle illüstrasyonuna benzeyen moda şarkılardan ayrı şeylerdi
Neşe ve eğlencenin vazgeçilmez ezgileridir, türküler ki olumsuz olanların yanında olumlu duyguların anlatımını içine alır Diğer yandan türküler, gelip geçici, modasal aktarımlar değildir Uzun bir tarihsel yaşam sürecinde kolektif oluşturulmuş duyguların aktarımıdır, bundan dolayı da uzun yıllar halk tarafından dile getirilir ve moda dayanağı bulunmayan, samimi olmayan aktarımlar gibi gelip geçicilik ihtiva etmezler
“Nuran, üstündeki elbiselerin malı olan halk türküleri söyledi İkisi de Kaznaoğlu’nu çok seviyorlardı Fakat Nuran asıl Kütahya türkülerini bilmediğine üzülüyordu
“Cemal, ben nasıl bir insanı sevebilirim? Yani senin dediğin gibi sevmek! Babamın söylediği o hapishane türküleri var ya! Yahut oyun havaları… İşte onların insanını severim
Tanpınar, türkü gibi anlatan ve türkü kültürünü bilen kahramanları yaratmıştır Onlarda hayata bakışlarını türkülerle somutlaştırmışlar, zihinsel yapının açığa çıkmasında Türkü birikiminden faydalanmışlardır
“Bu işi yaptıktan sonra çıkar Hünkartepe’ de serin rüzgarda: “Gemilerde talim var!” türküsünü söylerim… Niçin başka türkü değil? Onu da bilmiyorum
Roman kahramanı Hayri İrdal’in içindeki duyguların açıkça vurumunun ifadesi olarak türkü seçilmiştir Aslında türküler iç dünyamızın kamufle etmeden, öylece açığa çıkan tarafıdır Bundan dolayı samimi niyetlerin diğer ifadeyle gerçek duyguların aktarımıdır Roman kahramanı da sevmediği kişiyi toprağa gömdükten sonra içinin mutluluğunu ifade olarak türküyü söylemektedir Roman kahramanı kendi kendine niçin bu türküyü söylediğine kendiside cevap veremez çünkü iç benliğin baskısızca dışa vurumu vardır Aynı roman kahramanının “Zehra ile çocuk türküleri söylesem ” ifadesi özleminin ne derece olduğunu bize gösterir
Şüphesiz türkülerin psikolojik etkileri vardır ki içinde bulunan şartlar bu etkiyi arttırır yada azaltır
“Gece sabaha kadar, bütün kasaba halkı onun penceresinin önünde demir parmaklıklar arkasında söylediği türküleri dinlerdik Bilmem Anadolu türkülerini sever misiniz? Korkunç şeylerdirbirdenbire kulağınızın dibinde bir daha içinden çıkamayacağınız bir uçurum açılı verir… artık ondan sonra sizden hayır gelmez! Her şey etrafınızda altüst olmuştur Çünkü sıcak ekmek gibi insan ızdırabıyla, azmiyle, hasretle, ölümle baş başa kalırsınız! ”
“Bu adamın iki türlüsü vardı Birinde şu mısra vardı:
Ben ölürsem benden daha genci var…
Bu bir Sivas türküsüymüş Öteki ise seferberliğin sonlarına doğru çıkan bir türkü idi
Hükümetin merdiveni burmalı
Komiser beyi odasında vurmalı…
Fakat bunlar böyle söylenince bir şey ifade etmezler Orada gece yarısı bütün mahalleyi dolduran sesi dinlemeliydiniz… ”
Türküler duyguların yanı sıra olayların anlatımını da üstlenen sosyal içerikli ezgili anlatmaktadır Türküler sayesinde yapılan haksızlıklar, yaşanılan öyküler ve arka planındaki gerçekleri de öğrenme söz konusudur Roman kahramanı (Cemal) idam mahkumunun psikolojisi durumunu ve dramını türkülerle montaj tekniğini kullanarak aktarımı söz konusudur
Türkülerin dönem dönem yasaklandığı da olmuştur “Çocukluğunda dinlediği kucağında pamuk kedi” türküsünün hikayesini şöyle öğrenmişti Büyükada’da öldürülen Aziz adında bir tıbbiyeli genç için yakılan bir türkü sultan Aziz’i hatırlattığından yıllardır İstanbul’da yasak edilmişti ” Yazar nedeniyle birlikte Mahur Beste romanında vermiştir Türkülerin geniş kitlelere tesirinin bir sonucu olarak görülmesi ve yasaklanması söz konusudur Türküler kitlelerin kolektif sesidir denilebilir
İnsan maddi ve manevi yanı olan bir yaradılış dadır ki dini duyguların ifadesi ve manevi yanın terennümü olarak ilahilerden bahsedilebilir
“Sabiha’nın mahallesinde iki gözü kör ihtiyar daima yanık sesi ile Yunus’un “Dolap” ilahisini söyler:
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yolap yolap ”
“Orhan’la Nuri birbiri ardınca Rumeli ve Anadolu türkülerini söylüyorlar Cemil onlara ney ile bazen yardım ediyordu Sonuna doğru Tevfik Bey
- Size gül ilahisini okuyayım! Dedi Trabzon’da daha ziyade kadınlar söyler bunu!
Gülden kurulmuş bir Pazar
Gül alırlar, gül satarlar
Günden terazi tutarlar
Alanlar gül, satanlar gül… ”
Günümüzde de yaygın olarak bilinen ve mevlit törenlerinde kına gecelerindeki gelin ağlatma havalarına kadar geniş bir sözlü kültür alanında yaşatılan ilahi türü, konu olarak dini, ilahi duygu ve düşünceleri içermektedir Tanrı’nın birliğini, ululuk ve kudretini anlatan yada telkin eden bu tür manzumeler hece ve aruz ölçüleriyle yazılıp söylenmiştir*
Tanpınar’da bu toplumun dini-sosyal yapısına uygun olarak ilahilere romanlarında yer vermiştir Yunus Emre’nin eserlerini montaj tekniği ile okuyucuya aktarmıştır Dini terimler de kullanılmıştır Gül, dini inancımızda peygamberin kokusudur Bundan dolayı diğer çiçeklerden farklı bir işlevi ve misyonu vardır Gül ilahisini romanına almış ve ortak olan kültürel inanç birikiminden faydalanmıştır Özellikle ilahiler ve türküler halka ait olan samimi aktarımlardır ki Tanpınar okuyucuya kendine ait olanı tekrar sunarak sıcak bir iletişim kurmak ve romandaki fikri temaları onlara aktarmıştır
Sonuç olarak türküler yada ilahiler kolektif duygu ve düşüncenin ürünüdür Acıyı olduğu kadar neşeyi de temsil ederler ve muhtevalarında barındırırlar Milli nitelikli bireyden ziyade toplumun hatta medeniyetin kimliğidirler hayatın kendisidir, her birinin bir hikayesi vardır Anadolu insanına aittir Kısaca Anadolu’dur türküler…


HALK HİKAYELERİ, MASALLAR VE EFSANELER-

Halk arasındaki bu anlatmalar kendi bağlamı içinde anlatıldıklarında herhangi bir tür ayrıma gidilmemektediranlatılarda genel bir ifadeyle anlatacak kişi söze “Size bir hikaye anlatayım” diye girmekte ve anlatısını sunmaktadır Elbette fasıllara sunum yapan aşıklar istisnadır Çünkü onlar anlatılarının türünü fasıl düzeni içinde belirtirler Bizim sözünü ettiğimiz genel halk arasındaki sohbet ve toplantılardaki amatör anlatıcıların ifadeleridir Burada amatör anlatıcıdan kasıt, toplumun parçası olan bireylerin anlatısıdır Yaşam tecrübesini anlatan her birey amatör bir anlatıcıdır Türlerin ifadesi daha çok bilimsel zemindedir Bu açıdan Tanpınar’ın romanlarındaki anlatıları genel çerçevede değerlendirmenin yanı sıra tek başlık altında ele aldığımız halk hikayeleri, masallar ve efsaneler hakkında bilgi vermenin tespit edilen unsurların anlaşılmasında kolaylık sağlayacağı kanaatindeyiz
Halk hikayeleri başlangıçtan günümüze devam tahkiyeli anlatımlardır Tahkiyeli anlatımlar farklı türler olarak birbirinden ayrılır Bunlar destan, roman, hikaye olarak değerlerdir Hikaye genel tanımlamasıyla, yaşanış veya yaşanabilecek olayların yer, zaman, mekan içinde itibari dünyada kurgulanmasıdırhalk hikayesi ile genel hikaye formatı taşımakla birlikte geleneksellik, icra ve yapısal özellikleriyle kalıplaşmıştır ve modern hikaye türünden ayrılır Öncelikle halk hikayeleri sözlü kültür ortamının ürünüdür Daha sonra yazıya geçirilmiştir Her anlatmada bağlamı değişir Böylece hikayenin sözlü kültür ortamı olan tüm ürünlerde olduğu gibi versiyon ve varyantları ortaya çıkar Diğer yandan belli bir yapısı vardır Anlatı içinde sunumsal olarak (fasıl, döşeme, hikaye metni, dua kısmı) olmak üzere belli bir düzende icra edilir
Destan, kelime anlamı itibariyle Farsça’dan dilimize geçmiştir Batı dillerinde “Epos, Epope” anlamına gelir Zal’ın babası Destan adında terimleşmiş onun maceralarını anlatmak için kullanılmış, zamanla o tarz kahramanlık konularını işleyen hikayelere verilmiş bir terim olarak kalıplaşarak dilimizde de kullanılmaya başlamıştır Toplumun katkısıyla oluşmuş, anonim eserler olup, toplumun hafızası niteliğinde toplum olmadan millet olma unsuru taşıyan belli bir dünya görüşünü yansıtan eserler olarak nitelendirebiliriz Sözlü tarih olarak nitelendirilebilecek olan destanlar genellikle manzum ve belli dönemlerde söz ve musikiye dayalı anlatılardır Kolektif şuurun ürünleridir
P N Boratav masalı: “Nesirle söylenmiş, dinlik ve büyüklük inanışlardan ve törelerden bağımsız, tamamıyla hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı ” diye tanımlarken, Türk Dil Kurumu sözlüğünde: “Genellikle halkın yarattığı , ağızdan ağza kuşaktan kuşağa sürüp gelen çoğunlukla insanların veya tanrıların başından geçen doğa dışı olayları anlatan hikayeler ” olarak tanımlanmıştır Masal daha çok çocuklara anlatılan ve onların eğitilmesi amaçlanan bir tahkiye türü değildir Masallar aynı zamanda muhteva ve üslupların da toplumsal zihni yapıyı da barındırırlar Çocuklara anlatılmasıyla gelecek nesillere bu yapı anlatılmış olur ki kültürel devamlılığın önemli unsurlarından biridir Mesaj unsuru sabittir Masalın kendisine has bir yapısı mevcuttur Masal başı tekerlemesi, masal metni, masal sonu veya dua şeklinde bir sunum sırası vardır Masallar yaşadığımız dünyadan farklı bir dünya kurarak, iyiliğin ve iyilerin kazandığı, insanların mutlu olduğu, özlenen bir toplumsal düzen yaratarak insanlara umut verir Masallar hayali görünüşlerinin yanında ince bir mantığı ve derin bir halk felsefesini telkin ederler Töre ve gelenekler masalların mantık ve felsefesinin dayandığı temel yasalardır Bu yönüyle geçmişteki toplumları yöneten ve yönlendiren kültür değerlerini bulabiliriz
Şüphesiz bilimsel zeminde bu türlere dair sayısız kitaplar araştırıcılar tarafından detaylı olarak yazılmış ve bilim dünyasına sunularak, katkıda bulunulmuştur Bizim burada birer paragrafik anlatımlarımız kısaca bilgilendirmek içindir ki bu türlere ilgili önemli detaylar kaynak kitaplarında geniş şekilde yer almaktadır
Tanpınar’ın romanlarında bu türlerin yer alması daha çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerinin açıklanmasında somutlama yönündedir Bu türün üstatları seviyesinde bir kullanım öğesi yoktur Başlangıçta belirttiğimiz üzere daha çok halk arasında ki örnekleme anlatılır şeklinde eserlerinde yer vermekle birlikte zaman zaman tür olarak masal kavramı kullanıldığı da olmuştur Bu değerlendirmelerden hareketle genel çerçevede ele aldığımız anlatıları onun romanlarında ki sunumları içinde genelleyerek ele aldık
Klasik edebiyat manzumları, Eski Türk Edebiyatının yanı sıra halk arasında oldukça rağbet edilen anlatmalardır Tanpınar eserlerinde bu halk anlatımlarına geniş yer vermiştir (Huzur) romanının başında roman kahramanı Mümtaz, kendi kendisiyle konuşur ve toplumun bir parçası olarak birey olarak arka yapıdaki dini zihni yapıyı, yaradılış inancına dair felsefeyi sunar
“Elbisesini giyinirken (insan denen bu saz parçası …) diye birkaç defa tekrarladı
Halk arasında belli bir felsefi seviyeye ulaşmış geniş halk kitlesi tarafından bilinen bir anlatımdır İnsanın yaradılışının felsefesi vardır Mevlana’nın meşhur eseri “Mesnevi”nin birinci cildi bu anlatılışla başlar Bu kısımda, neyin ayrılıktan şikayeti anlatılmaktadır “Ney kamışlıktan ayrı düştüğü için inlemektedir İnsan da ezel aleminden, ruh alemine dünya alemine sürgündür Halktan ayrı düştüğü için muzdariptir Dünyada yaşadığı müddetçe acılar, hastalıklar, belalar içinde çırpındıkça insan ruh alemindeki mutluluğunun özlemini duyacak, yabancı olduğu ve sürgün gibi yaşadığı dünyadan kurtuluş yollarını arayacaktı ” Romanın başında Mümtaz amcasının oğlu İhsan’a bakmaktadır İhsan hastadır ve onun başında sürekli bekleyen Mümtaz ona bir hasta bakıcı bulmak için dışarı çıkarken bu sözleri etmiştir ki içinde bulunulan huzursuzluğu neyin sazlıktan ayrılış ile bağdaştırmış olması ihtimali uzak ve yanlış bir yorumlama olması gerektir ki bütün bunların rasgele bir bütünlükten oluşmadığı kanaatindeyim Burada hareketle romanın başında halkın büyük çoğunluğunun bildiği bir felsefi hikaye ve anlatılan yola çıkarak daha başlangıçta okuyucuya sıcak bir sunum sergilemiştir
“Hakikat şuydu Mümtaz Binbir Gece’deki eskicinin hikayesine benzeyen ikiz bir ömrü yaşıyordu Bu taraftan güzel günlerinin hatırası zihninden ayrılmıyor Fakat o güneş doğar doğmaz, ayrılığın gecesi bütün azaplarıyla içinde kuruluyordu Hulasa hemen hemen muhayyilesinde yaşayan genç adam cennet ve cehennemin beraberinde gezdiriyordu Bu iki haddin arasında uçurum kenarlarında şiddetli uyanışlarla dolu bir samnambül hayatı vardı
“Binbir Gece Hikayeleri Türkçe’ye ilk defa Sultan 2 Murat (1412-1451) döneminde Abdi Musa tarafından çevrilmiştir ” Bu hikayelerin bir kısmı halk arasında beğenilerek anlatılmıştır Kısaca konusu Şehzaman’ın (hikaye kahramanlarından ) evlenip bir gün sonra eşlerini öldürmesi vardır Ülkede kız kalmayınca vezirin kızı Şehrâzâd ile evlenir Sabah öldürüleceğini bilen Şehrâzâd, geceleri anlattığı hikayeleri sabah olunca keser Bu anlatmaları 1001 gece sürer Bütün kadınların vefasızlığına inanan Şehzaman’ı her kadının vefasız olmadığına iknaya çalışır Hikayenin sonunda hatasını anlayıp Şehzaman, Şehrazad’ı öldürmekten vazgeçer Bu hikayelerin çoğunluğu geniş halk kitlesi tarafından bilinmektedir Tanpınar yine romanının bilindik bir hikaye silsilesinden seçilmiş olduğu bir anlatı ile roman kahramanının durumunu okuyucuya somutlaştırmaktadır İki arada kalmış bir roman kahramanı bilindik bir hikaye ile okuyucunun zihninde kalıcı bir ruh halinin tasviri oluyor Aynı anlatı içinde mite ait cennet ve cehennem kavramları kahramanın trajedisini anlatmak için kullanılmıştır
“Evin belli başlı süs ve gururu olan iki madeni kanaryada bu salonda asılıydı Her sabah muntazam kuruldukları için yapmacıkta olsa devamlı bir bahar havasını etrafına tekrar eden bu kuşlara Madam Elekciyon, Tahir ile Zühre adını vermişti
Romanda Madam Elekciyon’un pansiyonunun salonu tasvir edilmiştir Bu salonun tasvirinde halk anlatmaları arasında Leyla ve Mecnun veya Ferhat ve Şirin kadar bilinmemekle birlikte Tahir ile Zühre halk anlatmasına yer vermiştir Halk edebiyatı unsurlarının kültürel fonksiyonları arasında tanıtım misyonunu burada görmekteyiz Farklı bir milletin üyesi olan Madam Elekciyon anlatılan hikayeden hareketle madeni kanaryalarını isimlendirmiştir Diğer yandan cansız varlıklara yapılan isimlendirmeler, hikayedeki vuslatsız vana dair yapıyla örtüşmektedir
A H Tanpınar, romanlarında tür ayrımı açısından masalı vurgulamıştır Tanpınar’ın sanatsal mizacı baktığımızda bunun çok da doğal olduğunu görüyoruz Tanpınar’ın sanatını şekillendiren kaynaklar arasında “zaman estetiği”* önemli, bir yer tutar ki kozmos zamana ulaşmayı hedefleyen Tanpınar’ın hayata bakışı ve eserlerinin şekillenmesi bu pencereden yaptığı seyirler ile oluşmuştur
“…Sanki bir masal dünyasında, canlı çizgilerin ve parlak renklerin her şeyi dirilttiği, her şeye en geniş rahmani yete kadar giden bir mana verdikleri, bir kımıldanışın geniş ve durgun bir suda uzanan ışıklar gibi bir sonsuzluğa doğru ürperdiği, çalkalandığı bir dünyada yaşıyordu ” “İnsan burada bir hayalde yaşıyor, bazen kendisini bir masal sanıyor… ”
Hayal ve masal birbirinin ayrılmaz parçaları olarak gören Tanpınar, kahramanı Mümtaz’ın iç dünyasını yansıtmada araç olarak kullanmıştır Kahramanın şahsında Tanpınar’ın şahsi dünyasının açılımı ve hayal kapısını paralel masal kapısının arasında realitenin kaçışını görmekteyiz Kendi bakış açısıyla masalın özelliklerini kahramanı Mümtaz ile aktarmaktadır
“Mümtaz için bu güvercinler, İstanbul’un sevilen kadınlarda bizi kendilerine o kadar bağlayan zaaflar cinsinden bir nevi vice’idir Çocukların kendi kendilerini süslemek, içlerindeki hiç sırrına erişemediğimiz boşlukları doldurmak için uydurdukları masallara benzetilebilirlerdi ”
Tanpınar burada masal kavramını hayal dünyasıyla bağdaştırmıştır Doğrudan tür olarak anlatılan tahkiyeli anlatılardan masal ile ilgisi olmamakla birlikte özellikleri bakımından örtüşen noktaların varlığından bahsedilebilir
“Ne kadar mustarip olursanız olun , güneş bu ızdırabın arasında er geç bir çatlak buluyor, aradan altın bir ejder gibi kayıyor Size iç mahzeninizden çıkarıyor, bir yığın imkanı bir masal gibi anlatıyor “Sanki, bana inan, ben bir mucizenin kaynağıyım, her şey elimden gelir, toprağı altın yaparım ölüleri saçından tutup silker, uykularından uyandırırım Düşünceleri bal gibi eşittir, kendi cevherime benzettim Ben hayatın efendisiyim Bulunduğum yerde ye, iş ve hüzün olmaz Ben, şarabın neşesi, balın tadıyım” diyordu
“…Böyle anlarda Mümtaz’ın muhayyilesi, mesela büyük deniz ejderlerinin çektiği arabasında, etrafa köpük saçarak gelen bir deniz tanrısının, Nuran’ın elinden alıp bütün etrafımdaki parıltıların, onların arasından kıvranan, renkli bir akide şekeri hazırlanır gibi eriyen, balık sırtı gibi pul pul, her renkten, her perdeden kadife ve yosun kadar yumuşak gölgelerin toplandığı en son haberini Andersen’in masallarında aldığımız o deniz altı saraylarından birine götürebileceğine pekala inandırabilirdi
“…Sanki masallardaki o sihirli külah cinsinden görünmenin sırrına sahipti Onu herkes fırsat düştükçe günde birkaç defa unuturdu
“Her sabah kendilerine nezareten Gülfer Kalfayı bir tarafta yakalayıp anlattığı, çoğu kış gecelerinde, yatmadan önce büyük orta mangalın etrafında dinlediği masalların birbirine eklenmiş akisleri olan o sırmalı, İncil, taşlı koltuklu gelin alaylarıyla, üzeri servi resimli sandıklara doldurulmuş çeyizlerle dolu rüyaların müjdelendiği şey olurdu
“Selma Hanım behemehal bir kahve içmemi istemişti Salonda karşımda oturmuş, eteklerinin kıvrımlarıyla oynarken onu yakından seyrediyordum Hayır, o da kısa bir müddet için kurtulmuştu Halinde mürebbiyesinden izin almış bir çocuğun rahatlığı vardı Böyle miydi? Belki daha ziyade masallardaki cadılardan kurtulmuş kızlara benziyordu
Örneklerden görüldüğü üzere masal bir türün vurgulanmasından ziyade roman kahramanlarının iç dünyasının somutlaştırılmasında kullanılmıştır Psikolojik olarak içinde bulundukları onları masal kavramı ile okuyucu zihninde tanıdık bir terimle sabitleştirmeyi denemişti Bunların yanında masal motiflerinin kullanımına ve özelliklerine dair ifadelerde sık sık yer verilmiştir En bilinene motiflerden ölüp-dirilme motifini Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde kullanılmıştır Roman kahramanlarının arasındaki diyalogda görülen bir rüya bağlamında yorumlamalarda motif bu yönüyle kullanılmıştır
“… Hülasa anda kaybolmalıydınız ve yine ondan doğmalıydınız O zaman her şey hallolurdu Masallarda dikkat etmediniz mi? Hep kaybolurlar… kaybolmak yani ölmek, sonra tekrar dirilmek… Bir kompleksten kurtulmak için bundan daha emin çare yoktur
Roman kahramanı ve doktor arasındaki konuşmada, roman kahramanının gördüğü bir rüya doktor tarafından ölüp-dirilme motifi ile ilişkilendirilerek aktarılır Ölüp-dirilme ile ilgili inanışlar tarihi süreçte Şamanlık dönemine kadar gitmektedir “Şamanizm’de Şaman adayları karanlık bir mekana hapsedip kendilerini açıklığa, karanlığa mahkum ederek sembolik ölümü yaşamalıdır Bu uygulama gönüllü bir uygulamadır ve tasavvuftaki “çile” ile örtüşmektedir Aday, ölülerin bulunduğu bir mekanda geceler boyu kalmakta ve ölümü sembolik anlamda yaşamaktadır Sınavı başarıyla geçen aday, yine sembolik olarak dirilmekte, aki kişiliğini yitirip önceki hayatına son vererek yeni bir kişilikle ” cemiyete dahil olmaktadır Bu başka bir ifadeyle kişinin kendisiyle hesaplaşması, kendini yeniden yapılandırmasıdır Halk tarafından takdirle karşılanan bir olay romanda verilerek okuyucuya kendine ait olan sunulmaya çalışılmıştır
“…Belki çocukluğumun en güzel masalı acı düdük seslerinin yırttığı, karanlığın üzerimize büyük sular vehmiyle yüklendiği ve uykularıma daha ziyade bir deniz altı dünyasında yaşıyormuşum vehminin karıştığı bir kış olmuştu
Masal kış aylarının vazgeçilmez anlatılarındandır ki yazarda roman kahramanı Cemal’in yine roman kahramanlarından Tevhik Bey’in oturduğu köşkte bir kış geçirmiştir İç dünyasının yansıtılmasında kış eğlencelerinin parçası olan masaldan bahsetmektedir
“Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrara elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, “Buyurun efendim, ben deniz artık hevesimi aldım Sizin olsun, belki bir işinize yarar!” diye hediyemi ederiz? Yoksa masallarda, duvar diplerinde birden bire parlayan, fakat yanına yaklaşıp avuçlayınca gene birden bire kömür veya toprak yığını haline giren o büyük hazinelere mi benzer? Bir türlü anlayamadım
Yazar hürriyetine dair düşüncelerini ifade ederken masal motiflerine başvurmuş, somutlama yapmıştır Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında roman kahramanlarından Nuri Efendi’nin dış görünüşüne dair tasvir oldukça ilginçtir
“Hani o masallarda başımıza sıkıldığı zaman yakıp imdadımıza çağırmak için size sakalından üç tel verip kaybolan ihtiyarlar gibi bir şey
“Tıpkı masallarda olduğu gibi hiç solmayan güller arasında, berrak havuzların başında bülbül sesleri, gül ve yasemin kokuları, serin ve su şakırtıları içinde kendisi kadar güzel cariyelerle söz sohbetleri yapıp eğlenen yahut penceresinde tek başına oturup dostumuza düşüne gergef işleyen bu sevgilinin güzelliğini hepimiz ezberden bilirdik
A Hamdi Tanpınar masal motiflerini kahramanlarının üzerinde kullanarak okuyucuya yakından tanıdığı bir şey sunmuştur ki böylece anlatı içinde tabii olarak yer alan unsurlara dikkat çekilmiştir “Ezbere bilirdik” ifadeleriyle bu toplumun kültürel unsurları bu toplumda doğan her birey tarafından bilinmektedir, her birey kültürel birikimin içinde doğar, bilincinin vurgulanması vardır Masalın yoğun olarak eserlerinde işlenmesinin yanı sıra diğer anlatı türlerine de yer verilmiştir
“ O büsbütün başka türlü idi Hatta en muzır hayvanlara bile fendik edemez Kediyi çok sevdiği halde, “komşumuz fareleri ızrar eder” diye evinde kedi bulundurmamış
Huzur romanından Nuran ile Mümtaz İstanbul gezilerinde Nuran’ın Merkez Efendi hakkında bilgilenmek istemesi üzerine Mümtaz, halk tarafından bilinen bir hikayesini anlatır Yine bu gezilerinde Koca Mustafa Paşa’da Sümbül Sinan’ın lakabına dair bir hikaye anlatımı vardır
“Burada yatan adamın, bilir misin Sümbül lakabı nereden gelir? Sarığına mevsiminde Sümbül takarmış
Buradaki anlatılar bölgesel anlatılar olmakla birlikte yazar eserinde roman kahramanları aracılığıyla daha geniş halk kitlesine duyurmayı amaçlamaktadır ki bu noktada bölgesellikten toplumsal kitleye ulaşan anlatılar halk hikayesi olarak nitelendirilebilir
“Alaiyeli Ahmet derlerdi… Asıl adı Ahmet’ti… Karısının ihanetini kötü yola saptığını duyunca birden bire ikran gelmiş, kıtasından kaçarak, doğa çekilmişti Bana söylediğine göre bir müddet hiç kimseye fenalık etmemiş, kendi kendine yaşamış, erkeksiz köylerde kadınları korumuş Bütün bunlar şahitle meydana çıkan şeylerdi Sonra karısının hikayesini işitince bu sefer etrafa saldırmaya başlamıştır… Bir gün Burdur’da çarşıda karısına rastlamış… Ters yüzü kaçmaya başlamış fakat kadın peşinden koşmuş (kadın şehrin dışındaki su başında anlatmış) Kocasının nasıl ölü haberi geldiğini nasıl kendisini aldattıklarını … Kendisini öldürmesi için yalvarmış, o da peki! demiş
Kişisel bir problem toplumda kahramanlığa bürünmüştür Savaşın son yıllarında halk arasında anlatılan, konuşulan bir hikaye olmuştur Kendisine idam cezası verilmiştir Onun bu tavrı halk arasında kahramanca nitelendirilir Öyle ki sonunda sonun da ölümün olması hikayenin muhtevasına farklı bir ulu ilik katar Halk arasında bu tavırlar takdirle karşılanır Günümüzde dahi belki bu Alaiyeli Ahmet olarak anlatılmaz da farklı bir isimlendirme ile muhtevasındaki yapı korunarak anlatılmaktadır Böyle bir anlatı yazar tarafından hikayenin bir parçası haline getirilerek romandaki akıcılık sağlanmaya çalışılmış diğer yandan okuyucunun ilgisinin kaybolmaması sağlanmıştır
“… Tekrar bir masraf kavgası oldu Fakat hemen arkasından meşhur bir tarih üstadımız üç saat süren Hz Ali Ceng’i hikayesine başladı ve onun heyecanlı safhaları arasında umumi bir barış temin edildi
Ortak duygular etrafında toplanır ve geçmişin başarısında bu günün kavgasının ehemmiyetsizliği anlaşılır Geçmişteki zorluklar ve bu günkü şartlarda yapılan kavganın ceviz kabuğunu doldurmayacak meseleler olduğu anlaşılır Halk hikayelerinin birleştirici fonksiyonu açıkça görmekteyiz Bunu yaparken yazar, herkes düşünsün diye bir çağrıda bulunmuyor Anlatılan hikaye ile bireyler kendiliğinden bunun böyle olması gerektiği kanaatine varıyorlar Sadece roman kahramanları değil aynı zamanda halk hikayesi aracılığı ile okuyucuya da mesaj gönderilmektedir Yine Huzur romanında yemek masasındaki bir huzursuzluk roman kahramanlarından Tevfik Bey’in anlattığı hikaye ile sukuta eriyor
“Tevfik Bey’in anlattığı meddah hikayesi bütün bu huzursuzlukların üstünden aşıyordu
Görüldüğü üzere Tanpınar, romanlarında bu anlatılara sık sık yer vermiştir Halkın kendine ait alanları romanda bulmasıyla yazar, metin, okuyucu bütünleşmesi dağlanmıştır Bu anlatıların özellikleri, yazardaki karışıklıkları, kahramanlarının ağzından aktarılmıştır Bölgesel anlatıların yer alması daha geniş halk kitlelerine yayılması ile kültürel bir zenginlik kazanmıştır ki Tanpınar bu yanıyla kültürel devamlılığa önemli ölçüde kotlu sağlanmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla