Prof. Dr. Sinsi
|
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti
-HALK TÜRKÜLERİ ve İLAHİLER-
Halk edebiyatının önemli ürünlerinden biri olan halk türküleri ve ilahiler ile ilgili detaylı bilgiyi romanların tasniflemesinde vermiştik, bundan dolayı bu kısımda sadece tespit ve yorumlama niteliğinde aktarıma yer verilmektedir
Anadolu insanı sevinçlerini ve üzüntülerini kendince dile getirir Bu kendince dillerinden biri de türküleri, ilahileridir ki Tanpınar, denemelerinde bunu vurgulamaktadır Bunu okuyucuya ısrarla sunmaktadır
“Kadim medeniyetin eserleriyle örtülü bir toprakta yeni bir nizam çiçek açtı, küçük mütevazı mabetlerde başka bir Allah’a ibadet edilmeye, Ankara kalesinin üstünde başka türlü hasretlerin türküleri söylenmeye başladı ”
Ankara’nın elden çıkması ile duygularını aktaran Tanpınar, bize başka bir şeyi daha vurgular, (başka türlü hasretlerin türküleri) her milletin kendini ifade ediş şekli vardır Milletlere ait türküler, türkülerin milliğini vurgulamaktadır
“Bu ledünni hazların, ahret saadetlerinin, kendisini sevgide tamamlayan ruhun, bir nur tufanı gibi iştiyakının, kendi derinliliklerinde Allah’ı bulan bir murakabenin hakikati idi Hacı Bayram eriştiği bu hakikatin şevkiyle :
Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil, sen seni! Diye haykırırdı ”
Sıkıntılı dönemlerde insan manevi desteğe daha çok ihtiyaç duyar ve bu yana yönelir Böyle dönemlerde söylenen, çözüm yolu sunan söylemler felsefi nitelikler kazanır
“İkinci defa gördüğüm bu şehir, artık şark vilayetlerinin iktisadi merkezi, yaylanın gülü, bu havalide söylenen türkülerin yarısında çoğunun güzelliğini övdüğü eski Erzurum değildi ”
“Akşamım alaca karanlığında kılıç artığı çocuklar türkü söylüyorlar ”
“Bu türkülerle, şarkıların hepsinin Erzurum’un kendi malı olduğu iddia edilemez Bazıları Erzurum’da doğmuşlardır Bir kısmı da Azerbaycan ile Kafkasya ile sıkı münasebetin doğurduğu tuhaf bir çeşni, bütün melez şeylerdeki o marazi hissilik vardır… Bir kısmı, biraz sonra bahsedeceğim Yemen Türküsü gibi Harput ağzıdır Bazısı İstanbul’da çıkmış, kervan yoluyla Zigana’yı , Kop’u yahut ta Samsun, Sivas, Erzincan yoluyla Sansa’yı geçerek uğradığı yerlerden bir yığın hususilik olarak Erzurum’a gelmiştir Kiminin bestesi yerli, sözü başka yerdendir Kiminde dışardan gelen beste, makamın biraz daha üstüne basmak yahut kararını değiştirmek suretiyle yerleşmiş, bu dağların, bu yaylanın malı olmuştur Fakat hepsi birden bize büyülü bir ayna gibi Erzurum’u, gurbeti verirler Bunlar arasında Yayla Türküsünü başta sayabiliriz:
Yaz gelende çıkam yayla başına
Kurban olan toprağına, taşına
Zalim felek ağu kattı aşıma
Ağam nerden aşar yolu yaylanın? Diye başlayan bu acayip kudretli ızdırap hangi ümitsiz gurbetten doğmuştur ”
“Yemen Türküsünü okuyalım:
Mızıka çalındı, düğün mü sandın
Al beyaz bayrağı gelin mi sandın
Yemen’e gideni gelir mi sandın?
Dön gel ağam dön gel dayanamiram,
Uyku, gaflet basmış uyanamiram
Ağam öldüğüne inanamiram
Ağamı yolladım Yemen eline
Çifte tabancalar takmış beline
Ayrılmak olur mu taze geline?
Akşam olur mumlar yanar karşımda
Bu ayrılık cümle alem başımda
Gündüz hayalimde, gece düşümde…
Koyun gelir, kuzusunun adı yok
Sıralanmış küleklerin südü yok
Ağamsız da bu yerlerin tadı yok
Baştaki üç mısra (Ey Gaziler) da vardır Fakat döşemeler mahallidir Yemen Türküsü ile ona benzer türküler, Anadolu’nun iç romanını yaparlar ”
Tanpınar, Erzurum’un türkülerinin muhtevasına dair bilgilendirme yapmış, önemli olan, halk tarafından benimsenen yani daha çok kendisini temsil ettiğine inandığı Yemen ve Yayla türkülerinin sözlerini vermiştir Türkülerin sözlerinden içinde bulunulan sıkıntının tarifi ve tasviri anlaşılmaktadır Türküleri hiçbir yorumlama yapmaksızın sadece sözlerini aktarmıştır Türküler zaten biraz duygusal, iç benliğin tercümanıdır Sosyo-kültürel zeminde kaynaklanan farklılıkları da yani bağlama dair farklılıkları da özellikle vurgulamaktadır
“Billûr Piyâle, bizi (mahalli klasik) adını verebileceğimiz orta sınıf musikisine götürür Bu sınıf musikisinin daha belli hususilikler taşıyan eserlerine geçmeden önce iki türküden bahsetmek istiyorum Bunlardan biri Billûr Piyâle gibi oyun havası olan Sarı Gelin’dir (Erzurum çarşı Pazar) diye başlayan bu türkünün canlandırma kudretine daima hayran oldum İkincisi Yıldız Türküsü diye tanıdığımız parçadır Bu türküde insan sesi yıldız parıltılarıyla onların bu iklimde her şeye sindirdikleri talih sezişiyle, bir nevi hurafeyi andıran bir korkuyla dolup boşalır(…) Bu halk havaları içinde beni en çok soran Billûr Piyâle oldu:
Nezaket vaktinde serv-i bülendim
Salın reftare gel yasemenlikte
Kimseler görmemiş, canım efendim
Sen gibi dilber gülbedenlikte
Bezme teşrif eyle, ey çeşm-i âfet
Bu şeb-hane halvet, eyle muhabbet
Beş üzre yerin var, teklif ne hacet?
Sen bir gülsün, gezme her dikenlikte
Çağırırım çağırırım yanıma gelmez
Bülbülden öğrenmiş, dikene konmaz
Yüz bin öğüt versem biri kâr etmez
Aslı da beyzadelim, sen safa geldin!
Billûr Piyâlelim, bize mi geldin?
Bin türlü acemiliği, saflığı içinde bu küçük parça baştan aşağı incelik, zevk lezzettir Gerçekten billûr kadeh… ”
Tanpınar, türkülere dair kişisel kanaatlerini de zaman zaman belirtmekte geri durmaz
“Bulgar komitaları, cephelerinde Abdülaziz Han’a hitap eden istidalarla, Balkan dağlarında Türk vatanının birliğine pusu kurarken Anadolu kadınları redif, ihtiyat, müstahfaz adlarıyla evlerinden alınan bir daha memleketine dönmeyen erkeklerine ağlıyorlardı Fakat bizim acılarımız, nedense hapsedilmeye mahkumdur Onlar dinlenilmesi sadece tesadüfe bağlı birkaç türküde yaşıyor… ”
Anadolu insanı daima içe kapanıktır Kol kırılır yen içinde kalır mantığı hakimdir İyi ya da kötü halini dışa ifşa etmez Bu yanını Tanpınar’da dikkatlere sunmaktadır (Nedense) şeklinde sormaktadır Elbetteki yazar, bunun cevabını bilmektedir Sadece okuyucunun dikkatini çekmek için bunu yapmıştır Anadolu insanı doğu zihni yapıya sahip bir milletin insanıdır Doğu daima gönle dayalı bir birikimden yanayken batı akli çerçevede sorunlarına cevap arar Gönle dayalı, gönül insanı olmak , kadere , kazaya boyun eğip rıza göstermektir Anadolu insanı başına gelene rıza gösteriri Sadece onu istediği zaman dışa vurum vasıtalarından biri olan türkülere aktarır Çoğu zaman susmadan yanadır Tanpınar, buna dikkat çekerek bu tarz türkülerin azlığını belirtmektedir kanaatindeyiz
“Son zamanlarda ölen Hacı Hafız Hamid’in Tatyan bestesi, Erzurumlu Kâmi adında bir şairin şöyle böyle bir şiirinden birdenbire altın çizgilerin hendesesini fışkırtan acayip bir beste, Erzurum’un mahalli bir klasiğine en güzel örnektir Doğu ve Şimoldoğu tesirinin az çok birkaç beste bu sıraya konmalıdır Tatyan’dan daha pürüzsüz, daha temizi şehrin büyük hemşerilerinden biri olan, ondan marifetname’sinde (Belde-i tayyibemiz Erzurum-ı rif’atü’l zum) diye bahseden İbrahim Hakkı’nın şu manzumesinin bestesidir
Su vadi-i hayrette
Her senk ile cenk eyler
Deryasına vuslatta
Aheng-i pelenk eyler
Su havza kudum eyler
Şeykiyle hücum eyler
Geh nağme-i Rum eyler
Geh raks-ı frank eyler kıtaları bu mutasavvıf alimin akibe veya yıldız taşına kazılmış o eski mühürleri andıran:
Hiç ummadığım yerde
Nâgâh açılır perde
Derman erişir derde
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler beşliğini aratmayacak kadar kuvvetlidir ”
Görüldüğü üzere A H Tanpınar, Erzurum’un halk türküleri ve ilahilerine dair bilgileri detaylı olarak vermektedir Bunu yaparken zaman zaman kişisel yorumlarını katmakla birlikte genellikle objektif olarak bize sunmaktadır O bölgesel sosyol-kültürel zemini türkülerde bulmak mümkündür
“Birdenbire Eşrefoğlu’nu hatırladım Kendisi için değil, ölümünden iki yüz elli sonra Kul Hasan’ın ona verdiği cevabı dolayısıyla :
Arı vardır uçup gezer
Teni tenden seçip gezer
Arı biziz bal bizdedir
Bu manzumenin bir yerinde Kul Hasan (Bahçe biziz gül bizdedir ) diyor Viyana hezimetinden sonra bu dille konuşabilmek epeyce bir mesele ”
“Ben Orta Anadolu türkülerini o gurbet, kadar türlü ten yorgunluğu ve iç darlığı dolu acı, dert kervanlarını bu şehirde tanıdım(…) Bu iç Anadolu türküleriyle ben ilk defa, yine Konya’da seferberlik içinde karşılaştım 1916 yaz sonu idi(…) Onları dinlendikten sonra komşu evlerin sessizliğini, adım başında karşılaştığım çocukların ve kadınların, yalnızlıkları içinde daha güzel kadınların, yalnızlıkları içinde daha güzel kadınların yüzlerindeki çizgilerin manasını anladım (…) Çok iyi tanıdığım bir kadın vardı Akşam saatlerinde onun türkü söylemesini adeta beklerdim ve bilhassa isterdim ki (Gesi bağlarında bir top gülüm var) türküsünü söylesin Bu acayip türkü hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehre benzer (…) Bazen de (odasına varılmıyor köpeklerden) mısralarıyla başlayan çok hayasız oyun havasını söylerdi (…) Hayır, Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona muhakkak bu türkülerden gitmelidirler
“Yunus’un Türkçe’nin incilerinden biri olan o güzel şiirinde:
Emir Sultan dervişleri
Tespih ü sena işler
Dizilmiş hüma kuşları
Emir Sultan Türbesinde diye bahsettiği, büyük ruh rüzgarının estiği kalpler mihrakı yer değildir ”
Tanpınar, Emir Sultan Türbesinde bulamadığı manevi havaya hayıflanıp, duygularını Yunus Emre’nin söylemleri ile ifade etmektedir Türkülerin zaman zaman yaşanılan oyunların hikâyesi olarak karşımıza çıktığını görüyoruz Tanpınar, böyle bir hikâyesi şöyle söylemektedir:
“Bestenigâr’ın hikâyesi eski hayatımızın bütün bir tarafıdır Ahmet Rasim, Abdülhamit devrinin meşhur merkez kumandanı Sadullah Paşa’nın Çemberli taş’ta şimdi evkâf müdürlüğü olan konağında cariyelere gençliğinde musiki dersi veriyordu Bu cariyeler arasında şairin çok beğendiği, güzelliği kadar istidadına da hayran olduğu Nigar isminde çok güzel bir genç kız veremden ölür İşte:
Ben böyle gönüller yakıcı bestenigârım
Diye başlayan bu manzume, bestesi ile beraber bu genç kıza mersiyedir ”
Kültürel yapıda bazı ifadeler, sunumlar unutulurken bazı sunumlar unutulurken bazı sunumlar kalır Hatta bu sunumlar küçülerek tek bir söz halini alır Böyle bir örnekten hareketle A H Tanpınar, kültürel değişken ve değişmezlikleri aktarmaktadır
“İstanbul’un mazisi insana yalnız bu cinsten içlenmeler vermez Dadaloğlu: (Ölen ölür kalan sağlar bizimdir) diyor(…) Bir medeniyetten öbürüne geçerken yahut düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanı başında zamana hükmeden gerçek saltanatlarda vardır Bir kültürün asıl şerefli tarafı da onlar vasıtasıyla ruhlara değişmez renklerini giydirmesidir ”
“Çocukluğumda, İstanbul’un hemen her evinde saat başlarında (Entarisi ala benziyor) yahut (Üsküdar’da gezer iken) çalan masa saatleri vardı ”
Her dönem popüler olan sunum veya üretimler ticari kazançlar olarak sunulmaktadır Dönemin halk tarafından popülerliği kabul edilen türküleri saatlerde birer sinyal olarak orijinal bir sunumla satışa sunulmaktadır
“Tanzimattan sonra insanla beraber kahve zevki de değişti Viyana ve Paris usûlü duvarları aynalarla süslü, sandalye ve masalı kahveler açıldı ve bugün o kadar zevkle dinlediğimiz (katibim) türküsünde kolalı gömleği ve setresiyle alay edilen İstanbul beyleri bu kahvelerde toplanmaya başladılar ”
Türküler sadece saadet ve ızdırapların tercümanı değil, toplumsal hicivden temsilcileridir A H Tanpınar, bir zamanlar türkülerle hiciv edilen kişilerin artık gözde olmasını eleştirir
“Bu devrin asıl eseri nedir? Yıkılan ve Üsküp’e kadar kan ve ateş içinde kalan Rumeli’de Budin için söylenen :
Bir yana dizildi on iki bin kız
Aman padişahım bizde islâmız
Adı Nemçe bizim güzel Budin’i kıtasının bulunduğu o acıklı halk türküsü mü yoksa Neşati’nin, Naili’nin şiirleri veya Yeni Cami’nin deniz senfonisi yahut Seyit Nuh’un, Itrı’nın, Hafız Post’un besteleri mi? “
Tanpınar, okuyucuyu düşünmeye, türkülere sahip çıkmaya davet etmektedir Yaşadığım Gibi denemesindeki (Garp ile şark arasında görülen esaslı farklar) makalesinde eleştirel bir tavırla yaklaşmaktadır
“Şüphesiz klasik musikimiz, halk havaları ile beraber dünyanın en zengin denilebilecek nağme hazineleridir (…) Ben bu musikiye bağlıyım fakat eskiliklerini de inkar edemem ”
“Turnam evleri, alçacık evler
İçinde oturur paşalar, beyler
Örtün perdeleri görmesin eller… Bir Rumeli türküsünden…”
(Göçmen davası) başlıklı yazısına bir Rumeli Türküsü ile başlar Hemen bu makalenin devamında “Türkülerimiz ve şivelerimiz birbirine karıştı ” Tanpınar, zorla yurdundan çıkarılmanın, sık sık yer değiştirmenin acısını ifade eder Bulgaristan’dan Türk vatandaşlarının sürülmesini tenkit etmekte, vatanın ve insanların tepkisiz kalışına tepki göstermektedir Burada türkülerin milliğini vurguladığını görmekteyiz
“Her kıyı şehrinde -nehir veya deniz- daima suyun götürdüğü bir güzel vardır
Eski İstanbul türküsünü hatırlamamak lazım mı?
Güveyi sarayda sarığını düzeltir
Gelin gelecek diye yolları gözetir
Gelinin saçlarını dalga düzeltir… ”
(İstanbul’un Mevsimleri ve Sanatlarımız) makalesinde ifade ettiği üzere yaşanılan hayat, coğrafya, zaman her zaman türkülere ya da diğer türkülere yansımıştır
“İstanbul’da geçen her saat, Selahaddin Eyüboğlu’ndan dinlediğim eski ilahinin güftesine benzer:
Gülden kurulmuş bir Pazar
Gül alır gül satarlar… güldür gül Çünkü İstanbul’da her saat bir sanat eseri gibi güzeldir ”
(Yaklaşan büyük Yıldönümü) isimli makalesinde İstanbul’un kendi muhayyilesinde ki yansımasını ilahi ile örneklendirilip, somutlaştırılmaktadır
“Hacı Bayram bir ilahisinde:
Nagehan ol şara verdim/ ol şarı yapılır gördüm
Ben dahi bile yapıldım/ taş u toprak arasında diye haykırdı Bu güzel beyitte bir milletin kendi imanından yeni baştan doğuşunun bütün sırrı vardır Yunus Emre:
Taptığın tapusunda / kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik / piştik elhamdülillah beyitiyle aynı şeyi tekrarlar Bu iki manzume ve benzerlerinin manası şudur: zaman içinde bizim bugünkü halkası olduğumuz bir devam zinciri dövülüyordu ”
(Bursa’nın daveti) adlı makalesinde belirttiği gibi ilâhiler de inanç dünyamızın dışa vurumu ve cemaatçi zihni yapı gereği paylaşımıdır Bir cemaat zihniyetine sahip bir toplumuz Batının (ben) kavramı yenirini (biz) vardır Zihni yapının dışa vurumunda, özellikle ilâhilerde bu mevcuttur Teslimiyet ve yeniden varoluşu görürüz Toplumsal yapının her devresinde bu vardır Örneğin aşıklık geleneğinden bade içmek bunun farklı görünümüdür Orada sade kişilikten sanatçı olma varken burada manevi olgunluk söz konusudur
Görüldüğü üzere türküler daha çok acı, sevinç, toplumsal hicivle ilgili muhtevaya sahipken, inanç yazımızın dışlanmış şekli ilâhilerdir Nefsi olgunluk, inanca dair uygulamalar ve yaptırımlar muhtevatı oluşturmaktadır
|