Prof. Dr. Sinsi
|
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Eserlerindeki Halk Edebiyatı Unsurlarının Tesbiti
-HALK HİKAYELERİ, MASALLAR ve EFSANELER-
Halk Edebiyatının türleri ile ilgili detaylı bilgiyi daha önceki roman tasniflemesinde verdiğimizden ötürü bu bölümde A Hamdi Tanpınar’ın denemelerindeki halk hikayeleri, masallar, efsaneleri alıntı yaparak, kanaatimiz doğrultusunda yorumlamaya çalıştık
“Ak Şemseddin o zamanlar devrinin ilmini ilâhiyattan, tıbba, nahivden musikiye kadar öğrenmiş fakat bir türlü ruhundaki susuzluğu gideremediği için yüzünü tasavvufa çevirmiş, kendine mürşit arayan genç bir alimdi Nihayet dayanamayıp Şeyh Zeyneddin-i Hafi’nin yanına gitmek için Osmancık medresesindeki müderrisliğini bırakıp yola çıkar Fakat Halep’te bir gece rüyasında bir ucu boynuna geçmiş bir zincirden öbür ucunu Hacı Bayram’ın elinde tuttuğunu görür ve nasibinin Hacı Bayram’dan olduğunu anlar, yoldan döner
Ankara’ya geldiği zaman Hacı Bayram’ı müritleriyle ovada mahsul toplarken görür Yanına yaklaşır; fakat iltifat görmez Aldırmayarak işe girişir, yemek zamanına kadar Şeyh’in müritleriyle beraber çalışır Yemek vakti olur, H Bayram kendi eliyle aş dağıtır Fakat Ak Şemseddin çanağına ne burçak çorbası, ne de yoğurt koyar; artan aşıda köpeklerine döker Ak Şemseddin darılıp gideceği yerde Şeyh’in kapısının köpekleriyle ve onların çanağından karnını doyurur Bu alçak gönüllülük, bu teslim üzerine Hacı Bayram onu yanına çağırır, müriddiğe kabul eder ”
Tür olarak anlatılar ne olursa olsun, her zaman okuyucuya, dinleyiciye, izleyiciye mesaj verir Ondan çıkacak dersi aktarır Tanpınar, Beş Şehir’de bu tarz hikayelere sık sık yer verir Bu hikayede önemli ilk unsur rüya motifidir İlahi kaynaklı bilginin hocasını arayan Ak Şemseddin yine rüya yolu ile (ilahi bir kanalla) aradığı kişiyi öğrenir ve ona tabi olmak için kapısına gider Her zaman bir sınav vardır Oda sınava tabi tutulur Anlatılan hikayede mesaj, alçakgönüllü olmak, samimi, sadık olmak ve en önemlisi istenilen hedefe sabırla ulaşacağının vurgulanmasıdır
“Ben annemle babamla gittiğimiz kehribarcılar şimdi masal gibi katılıyorum ”
Masal bir tür özelliğinden çok hayal-meyal ikilemesinin yerine kullanılmıştır (masal gibi hatırlamak) tam olarak olmayan, net bir hatırlama değildir Erzurum çarşısını anlatan yazar, çocukluğuna dair günleri net olarak hatırlamamaktadır
“Büyük anneannemin masallarıyla Kerem’den, yunus’tan okuduğu beyitlerle bana öğretmeye çalıştığı yıldız adlarıyla muhayyilemde büyülü hatırası hâlâ pırıl pırıl tutuşur (…) Bu dağlardan sonra Aşık Kerem benim için bir hayalet yolcu gibi kervanımıza takılmıştır Zaten ninemin sık sık hatırlayışları yüzünden bu yolculuk birazda onun namına yapılıyor gibiydi Bu Trabzonlu kadının bütün coğrafya bilgisi memleketiyle gençliğinden gittiği Yemen, Mekke bir yana bırakılırsa bu hikayeden gelirdi ”
Anlatılanlar, dinleyiciyi bilgilendirme yönünde de katkı sağlamaktadır Zaman, mekan unsurları dinleyici zihninde yer ederek kültürel birikimine katkı sağlamaktadır
“Evliya’nın (çelebi) Hacı Bayram-ı Veli için bir hatim başladığı halde kendisini unutmasına üzülen Erdede Sultan gece onun rüyasına girmekle kalmaz, aynı zamanda gaipten gönderdiği bir elçiyle sabahleyin ona kendi merkadini gösterir Evliya Çelebi’nin el ele Ankara sokaklarında yürüdüğü ve sonradan birdenbire fazla tecessüsü yüzünden kaybettiği gaip alemlerden gelen bu rehberin elleri kemikmiş ve sesi toprak altından gelir gibi derin ve boğukmuş ”
Tanpınar , ifadesinde bu zatı arıyor fakat bulamıyor Diğer bir anlatı ise kesin olmamakla birlikte (Ankaralı Kuşbaba) diye anlatılan yatırı aradığı şeklindedir Bir hikâyette de rüya motifini görmekteyiz
“Mütareke yıllarında Ermeni meselesi dolayısıyla Erzurum’a gelmiş olan Amerikan heyetine o zamanın Belediye Reisi Zakir Bey’in verdiği cevabı kim hatırlamaz?
Tercümana: - Dilmaç, bana bak bu beyler uzun boylu anlatıyorlar Ben kısa bir misalle Erzurum’da ekseriyet kimlerde idi Generale anlatayım, diyerek Heyeti oturdukları evin penceresine götürmüş
- Bakın demiş Şurada bütün şehri saran bir taşlık var Onunda arkasında yirmide bir kadar duvarla çevrilmiş bir yer var O büyük taşlık Müslüman mezarlığı, o küçüğü de Ermeni mezarlığı… Bunlar kendi ölülerini yemediler ya! ”
Dilin, doğru ve yerinde kullanımının ne kadar etkin bir savunma mekanizması olduğunu vurgular bir hikayedir Tarih kitaplarında da Ermeni konusunda özellikle Tehcir 1914 Kanunu ile ilgili konularda sıkça rastladığımız bir anlatıdır
“Bana 300 yılın üzerinden aşarak XVI Asrın şair İshak Çelebi’sini hatırlatan onun çok meşhur (şamdan çıktığım akşama dedim şam-ı Şerif)mısrasını tekrar ederek anlatan bu şaşırtıcı adam, gerçekten hatırlanmaya değer Cevad’ın odasında tanıdığım Edip Hoca’yı ben çok sevmiştim Bir gün dostlarından birine uğrayarak çay bardağı istemiş, çok güzel bir takımı beğenmiş (hakkı, bunları ayır, ben birisini alıyorum, bu akşam tecrübe edeceğim) demiş Fakat ertesi gün çay bardağını geri getirmiş (Hoca ne diye beğenmedin, bu güzel bardakları?) diye soran dostuna, o dik sesiyle (Hakkı, bardaklar güzel ama uymuyor Sabahleyin çayla doldurdum, şöyle bir önüme koydum Bir kendimi düşündüm, bir ona baktım: nispetsiz…Hele, Hakkı can, sen bana biraz daha büyüğünü bul) demiş Bu küçük fıkra Edip Hoca’nın nasıl bir adam olduğunu, ne kadar tam bir alemden kopup geldiğini gösterir ”
Bir dostunu anlatırken ona dair bir anlatı ile örnekleme yapmıştır Aynı zamanda okuyucunun yüzünde tebessüm bırakmayı da sağlayan fıkra, anlatımda akıcılığı sağlamada yarar sağlamıştır, kanaatindeyiz
“Erzurum’da hikayelerini dinlediğim insanlardan biride 93’te Erzurum mebusu olan Ahmet Muhtar Bey’dir Onun hayatı ana tarafından torunu olan Cevad Dursunoğlu’ndan sık sık dinledim Beğenmedim bir valiyi övdüğü için öfkelendiği Envar-ı Şarkiye Gazetesini, her hafta uşağı Ömer Ağa’ya (o maşayı al, o kağıt parçasını maşa ile tut, o sobayı aç, şimdi içine at, sende git elini yıka) diyerek sobaya attıran bu adamın yapmacığı fazla hiddetleri, göreneğin güçlükle hapsettiği bütün bir mizacı gösterir ”
Tanpınar, Konya’daki vezir isimlerinden bahsederken ilginç örneklemelerde bulunmuştur “Kuran’dan, Şeh-nâme’dan ve Oğuz Destan’ında beraberce koparılmış mücevherlere benzeyen bu Selçuk adları… ”
“Kendisine (Boş köşe neresidir?) diye sormuşlar Mevlana da (Aşık adam için boş köşe sevgilinin kucağıdır ) diyerek, bulunduğu yerden kalkmış ve Şems’in girer girmez çömeldiği kapı dibine geçip yanına oturmuş Şems kalabalıktan, ön saftan görünmekten fazla hoşlanmazdı Eflaki Şems’in şöhretinin o gün başladığını söyler (…) Şems Konya’da bu ilk ikametinden sonra Şam’a kaçtığı zaman Mevlana oğlu Sultan Veled’e (Bahattin uyuyorsun? Kalk, şeyhini ara!) der Bu söz karanlık gecede çakan şimşeğe benzer (Kalk şeyhini ara) yani hakikatlerini bul, kendini yap! Acaba bunu söylerken Mevlana Şems’in dönmesine böyle ısrar etmesinin ölümüne sebep olacağını biliyor muydu?(…) Menakıb kitapları Şems’in ölümünden sonra Mevlana’nın üzerinde hemen hemen aynı tesiri gösteren Çelebi Salâhaddin’in bir cümlesini nakleder ( ben Mevlana hazretlerinin aynasıyım O benim şahsımda kendi büyüklüğünü seyrediyor) Beklide Şems-Mevlana münasebetlerinin en iyi izahını bir cümle verir ”
Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, felsefesinden hareketle öğreten ve anlatana saygının vurgulanması vardır
“İlkokul talebesiyken, Bursa’yı çok seven babamın anlattığı şeyleri dinler ve muhayyilemde onları tarih kitabımda rastladığım isimlerle birleştirdim… Korunalp ve Geyikli Baba bu isimlerin başında gelirdi Birini mektepte öğrenmiş, öbürünü yattığı yeri ziyaret eden babamdan dinlemiştim Korunalp, benim için daima büyük cenk kargaşalığının ortasında sert, yanık yüzü manzaraya ve kalabalığa hakim bir kahramandı Uçar gibi koşan yağız atının üstünde, onu hep gaza ve ganimet peşinde görürdüm O benim için gece içinde sel gibi akan nal seslerinin, yaralı ve ölüm çığlıklarının üstünde dalgalanan zafer nâralarının büründüğü masal kahramanıydı
Geyikli Baba’ya gelince o Bursa fethini o kadar masallaştıran ve Yeni Türk devletinin kuruluşunu bir dinin doğuşuna benzeten Horasan Erenleri’ndendir İncil’deki çocuk İsa’yı beşiğinde ziyarete gelen ve ayaklarının ucuna hazineler dolusu hediyeler yığan çobanlar gibi fakat yıldız yerine şeyhlerin işaretiyle, Asya’nın içinden kimi sadece vatanını, kimisi de eşiğinden doğduğu taç ve tahtı bırakıp gelirler Henüz tekfur şehri olan Bursa’nın etrafında zaviyelerini kurarlar, ruh kudretleri ve kerametleriyle bu şehri muhasara ederler sonra da genç Orhan’ın ordusuna hiç kimsenin kullanamayacağı kadar ağır silahlarla katılırlar ”
“Şeyh Edebali karamanlı bir fakihti Gelenek, onun kızını Osman Bey’e vermek için epey tereddüt ettiğini ve nihayet evinde misafir kaldığı ve bir oda da yan yana yer yataklarında yattıkları bir gece gördüğü o meşhur rüyayı dinledikten sonra damatlığa kabul ettiğini söyler Rüya şudur: Şeyh Edebali’nin göğsünden hilâl şeklinde bir ay çıkar ve büyüyerek tam bedir haline Osman’ın boynuna girer O zaman Osman’ın kendi karnından- bazı tarihçilere göre de ikisinin arasından- üç kıta’yı dallarının altına alan, köklerinden büyük nehirlerin- Dicle, Fırat, Nil ve Tuna- fışkırdığı büyük bir ağaç büyür ve böylece Osman, imparatorluğunun bütün zafer tarihini rüyasında görmüş olur ”
Osmanlı İmparatorluğu bizim şanlı tarihimizin bir parçasıdır Küçük bir aşiretten kıtalara hükmeden bir imparatorluk, çalışma ve azmin gayreti ile mümkündür Türk milletinin tarihi sürecinde bu olağan bir şeydir İmparatorluk sonrası yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da yok olmak üzere olan bir milletin yaşlı ağacın gövdesinden fışkıran filizler gibi yeniden varoluşudur Türk milletinin destanlarına da baktığımızda fiziki güç ve manevi gücün birlikteliğini görürüz Bu hikayede de rüya motifi ile diğer alemden gelen zafer müjdesi ve seçilmişlik vardır Osman Bey, seçilmiş olduğu için, ilahi güç tarafından görevlendirilmiştir Bilindiği gibi hakanlar, kağanlar, imparatorlar dünyada Tanrı’nın elçileridirler Onun buyruk ve emirlerini yeryüzünde kurarlar Rüyada ilahi kaynaklı bilgi aktarılmış, Osman Bey’de gerekeni yapmış ve imparatorluk kurmuştur
“Bursa, bir su şehridir ve bu itibarla bize hiç beklenmedik bir adamı hatırlatır Bu Şeyhülislam Karaçelebizâde Aziz Efendi’dir Deli İbrahim’in hal’i ve katli esnasında o kadar zalim davranan ve saltanatın ilk yıllarında N Mehmet’in bütün vezirleri arasında azarlamaktan çekinmeyen bu acayip ruhlu alim, ikbali seven fakat onun haşin mizacı yüzünden bir türlü elinde tutamayan bu zeki, zafir, kibar fakat geçimsiz adam Bursa’nın hayatına garip bir şekilde girer Menfasını değiştirdiği bu su şehrinde çeşme yaptırmayı kendine biricik eğlence edinir ve servetinin mühim bir kısmını bunun için harcar Böyle bir hayrata ihtiyaç olmadığını aklına bile getirmeden yaptırdığı çeşmelere Bursalılar hâlâ (Müftü Çeşmeleri) diyorlar ”
İnsanoğlu istediği hedefe ulaşamadığı zaman genellikle kendini yetebilirlik noktasında tatmin etmek için farklı yönlere yönelir Bu tıpkı bacağı sakat olan birinin basketbol oynayamayacağı için resimde çok iyi kendini geliştirmesi gibidir Şeyhülislam Karaçelebizâde Aziz Efendi de hedefine ulaşamamış, kendini serveti dahilinde çeşme yaptırmaya yöneltmiştir Tanpınar’ın belirttiği üzere ihtiyaç olmadığı halde tutunabilmek, kendini mutlu edebilmek için farklı bir dışa vurum yöntemi denemiştir
“Emir Sultan belki de bu XV Asır Türkiye’sinin halk muhayyilesine en fazla malolmuş çehresidir Hoca Sadettin tarihinde, Taşköprülü Şakayk-ı Osmaniye’de, Beliğ Güldeste’sinde onun bir yığın menkıbesini anlatır Beliğ anlatılanları arasında üç menkıbe vardır ki bunlardan biri, Emir Sultan’ın müritlerinden birinin keramet göstermesini istemesi üzerine değneğiyle vurarak bir su taşırmasıdır İkincisi Emir Sultan’ın türbesinin yapılmasına aittir Beliğ’in anlattığına göre Hoca Kasım isminde Bursalı bir zengin bir gün Emir Sultan’a arakiye hediye eder, o da kendisine bir sikke verir O gün Hoca Kasım çarşıda gezerken otuz bin dirheme satılan bir büyük elmas görür Parasının yetmeyeceğini bildiği için üzülür Fakat kasesindeki parayı sayınca 30 bin dirhemden fazla parası olduğunu görür ve taşı alır ve hemen o gün kendisine 130 bin dirhem teklif eden mücevherden anlar bir Yahudi’ye satar Bütün bunların Şeyh’in kerametiyle olduğunu bildiği için şimdiki yerindeki- sonra türbeyi de içine alan- zaviyeyi bu parayla yaptırır Üçüncü hikaye başta türlü güzeldir 1032 senesinde- yani Emir Sultan’ın ölümünden aşağı yukarı 200 yıl sonra- bir gün Bursa’ya büyük bir aslanla dolaşmaktan hoşlanan bir adamcağız gelir ve yine günün birinde Emir Sultan’ın Türbesini ziyaret etmek ister Bir direğe aslanı iyice zincirledikten sonra içeri girer Biraz sonra aslan zinciri kırar, zinciri sürükleyen deli aşık gibi türbenin kapısına gelir ve gözlerinden yaş aka aka Emir’i ziyaret eder Sonra olduğu yere dönerek sahibini bekler ”
Kutsal olduğuna inanılan kişilerin, kerametleri vardır Bu da halk anlatımlarında yer alır ki özellikle Emir Sultan’ın Türbesine dair 3 anlatma dikkat çekicidir Akli iradesi olmayan, vahşi bir hayvanın, göz yaşı dökmesi ve türbeye saygı göstermesi anlatmalara farklı bir bakış açısı getirir Bu hayret verici bir unsurdur En çarpıcı keramettir Gözyaşı ve arslan asla aynı yapı içinde yer almaz, oysa bu menkıbede iki tezat unsur bir araya gelerek menkıbedeki çarpıcılık artırılarak, Emir Sultan’a daha fazla saygı duyulmasına sebep olmuştur
“Peygamberin neslinden olan Emir Buhari geleneğe göre bu yeni imparatorluğun merkezine gitmek için Medine’de doğrudan doğruya Hazret-i Muhammed’den izin alır Hatta bütün yolculuk boyunca başının üstünde bir kandil ona Bursa’ya kadar yoldaşlık eder ve Bursa’ya geldikten sonra 3 gün 3 gece üst üste bu kandil görünür ”
Işık motifi başka keramet motiflerindendir ki peygamberinde çocukken başında dolanan koruyucu bulut anlatısını hatırlatır Işık ilahi kaynaklıdır Bizim destan ve diğer anlatı türlerinde de görülür Yol göstericidir Bu anlatıda yol gösterici ışık kandil olarak ifade edilmiştir Diğer motif sayılarla ilgilidir (3 gün 3 gece) motifi anlatılarda görülen tek sayı motifi örneklerindendir 3 sayısının öneminin gök, yer, yer altı unsurlarından kutsal sayıldığı kanısındayım Bu anlatıda kullanılmıştır ,
“Beyazid camii, İstanbul’un toprağına atılmış çekirdek gibidir (…) Gelenek, caminin bittiği sıralarda 2 Beyazid’in fakir bir kadından aldığı bir çift güvercini buraya hediye ettiğini söyler (…) Evliya Çelebi, Beyazid Camii için tükenmez hazinedir Caminin kıble yerini tayin edemeyen mimar, Sultan Beyazid’a (mihrabı ne tarafa koyalım) der O da (şu ayağıma bas) der Mimar basınca Kâbe’yi görür ”
Hakan, kağan ve padişahların tanrı’nın gölgesi olduğunun bir başka ifadeleşmişidir ki Sultan Beyazid’in kerametini gösteren bu anlatı, onun padişahlığının yüceltilmesini ifade etmektedir
“Çocukluğumda dinlediğim bir masalın şehzadesi, kulaktan aşık olduğu peri kızına altında akan bir çeşme ve yanı başında Baki’nin boynunu boşuna o kadar hayranlıkla övdüğü cinsten bir sevi bulunan, yukarıda anlattığımız cinsten namazgahta kavuşur Öğrettikleri gibi çeşmeden abdest alır, ağacın dibinde namaz kılar ve dua ederken, üç defa üst üste (Mersine, uzat saçının telini, al Mustafa’yı yanına…) diye bir ses işitir Servinin derinliklerinden 3 defa (Alamam dayıcığım, insanoğludur, çiğ süt emmiştir) cevabı gelir Fakat dördüncü serviden bir saç teli uzanır Masalın sonunda Mersina çiğ sütle beslendiği için unutkan olan aşığına kendisini hatırlatmak için, üzerine aynı çeşme ile servinin tasvirini- tabii göz yaşlarıyla- dokuduğu bir seccade gönderir O da başını bu seccadeye kor koymaz aynı sesi işiterek Mersina’yı hatırlar ve ona döner ”
Tanpınar, çocukluğuna dair bir masalın hayatındaki izi, kendindeki izlenimini, servinin muhayyilesindeki- aynı zamanda Türk muhayyilesindeki yerini- yerini belirtmektedir
“Tulumbacılık, bir bakıma sporsuz İstanbul’un tek sporuydu (…) Rahmetli Osman Cemal Kaygılının semai kahveleri adlı kitabında 1308 senelerinin meşhur meydan şairleri ve aşıklarından olan Çiroz Ali’nin ölümüne dair anlattığı hikaye bu tipi bize bütün hususiyetleriyle verebilir
Çiroz Ali verem imiş Hastalık ağırlaşınca Bakırköy’deki dayısının evine tebdili havaya gönderilmiş Bittabi bütün tulumbacı koğuşları bu meşhur arkadaşın sıhhatiyle meşgulmüş Öleceği günün gecesi defterdar burnu tulumbacı koğuşu reisi İsmail Kahya, bir şey olursa haber versin diye Bakırköy’e bir adam gönderir Çiroz Ali sabaha karşı ölür Habercide bir kira beygirine atlayarak defterdar burnuna gelir ve Kahya İsmail’e (sizlere ömür) der O zaman defterdar burnu da 200’e yakın tulumbacı Bakırköy’e hareket ederse orada da bir o kadar meslektaşı ile birleşir(…) Cenazeyi bir saat on dakika gibi imkansız bir zamanda açık ayak denen koşu şekliyle Bakırköy’den Eyüp Camii’ne indirirler ”
Aşık Çiroz Ali’nin sevgisi ve iyi insan olmanın sonucu ortaya çıkan sevgi selinin hikayetidir
“(…) ve yıkılan imparatorluğu, ay ışığının altın bir uçurum yaptığı sularda saz sesleri arsında batan bir masal gemisine benzetirim ”
Bu ifadedeki masal tür özelliğinden ziyade A H Tanpınar’ın yıkılan imparatorluğa dair düşüncelerini aktarım aracı olarak kullanılmıştır
“Şark muhayyilesi eski masalların en tesadüfü mücevher bulucularına benzer Zümrüt Anka kuşunun kendisi taşıdığı ıssız dağ tepelerinde toplayabildiği toplar ve o kadarla kalır ”
“Büyük ölümsüz zaman ejderi kendi üstüne bir daha döndü, gene kendisinden doğabilmek için altın kuyruğuna ısırmaya başladı ”
Yazar, her iki alıntıda da masal motif örneklerini kullanmıştır Şarka dair fikirlerini aktarırken ve (Yılbaşında Düşünceler) adlı makalesinde zaman kavramını somutlaştırmak adına motifleme yolunu seçmiştir Zümrüt-i Anka* Kafdağı’nda varsayılan, tüyleri renkli, yüzü insana benzer, yere konmayan ve yükseklerden uçan bir kuştur
“Müstakimzâde her harfin yanı başında o harfin meleğinin beklediğini söyler Hatta Evliya Çelebi’ye imrendirecek bir saflıkta zülüflü eliflerin yanı başında (bayağı saçlı ve sakallı) bir meleğin durduğunu iddia eder Bu mektuptan sonra yazı sanatı epeyce istihale geçirdi Hatta eski yazı hayattan çekilince bir nevi müdafaa hissi ile büyük abidevi şekillere tekrar dönmeye çalıştı Fakat yanı başında bekleyen melek, büyük manasında kültür ve medeniyet bulunmadığı için sadece asil bir hendesede kaldı ”
(İstanbul’un Mevsimleri ve Sanatları) makalesinde, İstanbul müzesinde 2 Abdülhamit’in 25 yıllık hükümdarlık yılını tebrik için gönderilen som altın bir sahife üzerine yahut ve mücevherlerle işlenmiş bir tebrik arızası ve bu arıza hakkında anlatılanlar ve A H Tanpınar’ın eleştirel bakışı vardır
Tanpınar, (yaşadığım gibi) isimli denemesi, (Batı Şehir)’e göre farklıdır Buradaki hikaye unsurları motiflerden faydalanma ve somutlaştırma yönünde iken (Beş Şehir) denemesi, tamamen hikayetin anlatımına ve okuyucuya mesaj vermeye yöneliktir
“Küçük kız çocuğu, belki de sisin hemen o noktadaki biraz daha koyulaşarak kendi kendine yarattığı bir mahluk, süzgün bir hayalet, bir başka bakkal dükkanının kapısında pirinç ve fasulyeleri Korun’un hazinesine ait şeyler yapan elektrik ışığının ve dışarıdan gelen sokak fenerinin çift hücumu arasında birdenbire eriyiverdi O kadar ki aramak beyhude idi (…) Eski Yunanlılar, kendi ahretlerini o renksiz ve mahzun gölgelerin geçmiş günlerini hatırlayarak dolaştıkları güneşsiz alemi böyle, sisli günler demi buldular? Odyssee’de Ulysse bu ahrete iner ve orada eski muharebe arkadaşlarını güneşe hasret çeker bulur Siste herkes bir parça Ulysse’e benzer ”
(Ladasa, Sise ve Lüfere Dair) makalesinde Karun hikayesi ve Odesa ve İlyada Destanı ile anlatılanları örnekleme yapmıştır Karun*, zenginliği fakat aynı zamanda zalimlik ve cimriliğin sembolü olarak geçmektedir
“Eski elbiseler erkek çocuğa gizliyor ve küçültüyor, buna karşılık kadınlarda boyu ve endamı adeta büyütüyor, yapmacıktan bir olgunluk veriyor Fakat bunlar bir kez çocuğundan ziyade birer masal tavusu idiler Onlara bakarken sadece gözümüzün emrinde olan muhayyilemizle bütün sefaletlerin unuttuğumuz eski çağları seyrediyorduk Aslı Kerem’e, Zühre Tahir’e bu kıyafetlere benzer kıyafetlerle, bu edalar içinde görünmüştü Böylece iki gün hayretten hayrete düşerek Maraş sokaklarında dolaştık ”
(Maraşlıların Bayramı)makalesinde şehre ve törenlere dair duygu ve düşüncelerinin aktarımında motifsel özelliklerden faydalanmıştır
“Maraş çarşısının başka bir hususiliği de vardır İnsan bu çarşıda kendisini (İlyada’nın) dünyasında sanıyor Hangi dükkana giderseniz gidin bir kahramanla veya onun çocuğu yahut torunuyla karşılaşıyorsunuz 25 yıl önceki destanın canlı bir tarafını dinliyorsunuz Kahramanlık – tıpkı Erzurum’da olduğu gibi, tıpkı bir silahı patlatan ve sonuna kadar dağdan inmeyen garp vilayetlerinde olduğu gibi – o kadar herkesin malı ki en olmayacak hikayeleri dinlerken bile insana karşısındakinin övündüğü duygusu gelmiyor Zaten onlara göre kahraman kendileri değil ki kahramanlığı yapan şehirdir Her şeyi onun için istiyorlar, bütün medhler ona dönüyor Zaten (İlyada’yı) onun için hatırladım Nasıl Homere’in destanında hiç kimse muhatabının ruh kudretine şaşırmıyor ”
“Realitenin ağır bastığı devirlerde güzelin kendisi daima 2 planda kalır Hiç olmazsa böyle olmasını isteyen mektepler ve zümreler meydana çıkar (İlyada’da) enaz rast geldiğimiz çehre, bu uzun muharebenin sebebi olan (ilahi Helena)’nın çehresidir Zafer nârâları ve hücum çığlıkları içinde onun eski dünyayı alt üst eden tebessümü göze görünmez bile(…) Bir medeniyet değişmesi, macerası bütün buhranlarıyla yaşadığımız bir devirde güzel dediğimiz şeyin 2 planda kalması tabii bir hadise olamaz ”
(Maraşlılar Bayramı) ve (Yahya Kemal ve Türk musikisi) makalelerinde fikirlerinin destekleyici olarak İlyada Destanı kahramanlarından faydalanmıştır Görüldüğü üzere fikir yazılarında evrensel motifler kullanılmıştır
“(…) Sergi bir resim sergisi olmaktan adeta çıkıyor, tıpkı Ebu Ali Sina hikayelerinde olduğu gibi iki büyücünün birbiriyle karşılaşmasından doğan bir nevi kozmik hayretler dünyası oluyor ”
“Bursalı İsmail Hakkı – Celveti mutasavvıf büyük alim ve zaman zamanda cins şair- genç vakit yattığı zaman ağır uykularından sabah namazına bahçesindeki horozun (İsmail Efendi hu…) diye kendisini uyandırdığını anlattıktan sonra (hayvanat ve eşya konuşur, fakat onu her kulak işitmez) der Sanatkar bu fısıltıları, bu mahrem konuşmayı duyan insandır Bedri ise zaman zaman bu mahremin çekirdeğine erişir ”
(Bedri Rahmi’nin Resim Sergisi) adlı makalesinde hikaye ve anlatıları birer övgü aracı ve övgünün haklı ispatı olarak aktarmaktadır
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın iki denemesindeki anlatı türlerine baktığımızda, gezdiği şehirlerin anlatımını konu alan Beş Şehir’de o şehrin sosyo-kültürel, içtima ve dini yaşantılarını ve beraberinde sosyal psikolojiyi sunduğu anlatıları direkt okuyucuya bildiği tanıdığı anlatıları sunmuştur Bundan dolayı Beş Şehir’e ait hikayelerde yorumlama hikayelere yöneliktir İçinde kullanılan motiflerin yorumlanmasına yönelik olurken değeri Yaşadığım Gibi adlı denemesi ise daha çok fikir ve tenkitlerini konu alan makalelerden oluşmuş, buradaki anlatı türleri direkt hikayenin anlatımı değil anlatılanların içinde geçen unsurların, isimlerin bir veya bir kaçını kullanılmasına yönelik olmuştur Bu denemede daha çok Tanpınar, ortaya koyduklarını destekleme, ispat, örnekleme olarak anlatı türlerinden faydalanmış, Beş Şehir’e nazaran daha evrensel motiflere –İlyada, odesa- yer vermiştir Bu kitabın değerlendirmesinde ise sade A H Tanpınar’ın kullanım amacı belirtmekle yetinilmiştir
|