Yalnız Mesajı Göster

Edebiyat Hakkında Çook Çook Önemli Bilgiler Kaçırmayın

Eski 08-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Edebiyat Hakkında Çook Çook Önemli Bilgiler Kaçırmayın



LİRİK ŞİİR

Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir Okurun duygularına, kalbine seslenir Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır Tanzimat döneminde de bir saz adı olan “rebab” dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir Divan edebiyatında gazel, şarkı; Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma, semai lirik şiire girer

ÖRNEK:

Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın

Sesini duyan olur, sana göz koyan olur

Anmasınlar adını candan anan dudaklar

Annen bile okşasa benim bağrım taş olur

EPİK ŞİİR

Destansı özellikler gösteren şiirlerdir Kahramanlık, savaş, yiğitlik konuları işlenir Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır Daha çok, uzun olarak söylenir Divan edebiyatında kasideler, Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı türleri de epik özellik gösterir Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır

ÖRNEK:

Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle

Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle

DİDAKTİK ŞİİR

Bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak amacıyla yazılan şiirlerdir Bunlar okurun aklına seslenir Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır Kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgiler bu yolla verilir Manzum hikâyeler, fabller hep didaktik özellik gösterir

ÖRNEK:

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

Şahsın görünür rutbe – i aklı eserinde

PASTORAL ŞİİR

Doğa şiirlerini, çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir Doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur bunlarda Eğer şair doğa karşısındaki duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatırsa “eglog” adını alır

ÖRNEK:

Hülyana karışmasın ne şehir ne de çarşı

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an

Madem ki kara bahtın adını koydu çoban

SATİRİK ŞİİR

Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir Bir kişi, olay, durum, iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğru olur Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir

ÖRNEK:

Benim bu gidişe aklım ermiyor

Fukara halini kimse sormuyor

Padişah sikkesi selam vermiyor

Kefensiz kalacak ölümüz bizim

DRAMATİK ŞİİR

Tiyatroda kullanılan şiir türüdür Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi Bu durum dram tiyatro türünün ( 19 yy ) çıkışına kadar sürer Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya başlanır

Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür Başlangıçta trajedi ve kommedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç kere çıkmıştır

Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde ( Tanzimat ) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur Abdülhak Hamit Tarhan gibi




MISRA (DİZE)

Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir







BEYİT (İKİLİK)

Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir







ÖLÇÜ (VEZİN)

Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır





HECE ÖLÇÜSÜ:

Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulurDurulan bu yerlere "durak" denir Durak sözcüğün sonunda yer alır



ARUZ ÖLÇÜSÜ:

Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidirKısa heceler nokta() uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir

İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır

Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır





SERBEST ÖLÇÜ:

Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz







REDİF

Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir

*uzakta

*plakta







KAFİYE

Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerliklerine denir Kafiyeyi oluşturan eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı olmalıdır

*derinden

*kederinden







KAFİYE ÇEŞİTLERİ



YARIM KAFİYE:

Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir

*dizildi

*yazıldı





TAM KAFİYE:

İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür

*karanlık

*artık





ZENGİN KAFİYE:

Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür

* yolculuk

*soluk





CİNASLI KAFİYE:

Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir

*vakit çok geç

*nasıl geçersen geç





KAFİYE ÖRGÜSÜ



DÜZ KAFİYE: "a a a b" ya da

"a a b b" olmalı



ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b" olmalı



SARMA KAFİYE: "a b b a" olmalı


TÜRK EDEBİYATI

İslâm'dan Önceki Türk Edebiyatı: Eldeki bilgilere göre, Türklerin ilk anayurdu Orta Asya'dır Bu bölgede Türklerin yaşadıkları bazı yörelerde bulunan yazılı belgeler, Türk dili ve edebiyatı konusunda önemli bilgileri günümüze iletmiştir Türkçe en eski yazılı belgeler, VIII yy'darı kalmadır (Göktürk yazıtları) Bu yazılı belgelerdeki dilin gelişmiş, içeriğinin zengin olması, Türk edebiyatının çok daha eskilere dayandığını gösterir Çünkü, ürünler yazıya geçirilmeden önce, uzunca süre sözlü gelenekte yaşamıştır Bu bakımdan İslâm'dan önceki Türk edebiyatını da iki ana dalda incelemek gerekir: Sözlü gelenek; yazılı gelenek

Sözlü gelenek (ya da sözlü ebiyat): Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi, Türk ulusunun da başlangıçtan günümüze süregelen bir sözlü edebiyat geleneği vardır Sözlü geleneğin ürünlerinin tümü günümüze kalmamıştır, Kaşgarlı Mahmut'un, Divanü Lügat it-Türk ([Türk Dili Sözlüğü) adlı yapıtındaki sözlü edebiyat ürünlerine göre, Türklerde sözlü gelenekte şiir önde geliyordu "Kam", "baksı", "ozan", "şaman" gibi adlar verilen ilk ozanlar, aynı zamanda "kopuz" denen bir çalgı da çalmaktaydılar Hekimlik, büyücülük gibi görevleri de olan bu ozanlar, şölen, sığır, yuğ gibi törenlerde görev alıyorlardı Turfan kazılarında ilk Türk ozanlarından bazılarının şiirleri bulunmuştur Aprınçur Tigin, Çuçu, Kül Tarkan, Çısuya Tutung, Asıg Tutung, Sungku Seli Tutung, Kalım Keyşi adlı ilk Türk ozanlarının şiirlerinde, genellikle dörtlük nazım birimi, hece ölçüsü kullanılmıştır Bu şiirlerin dili de "öz Türkçe" dir Söz konusu şiirlerde "koşuğ", "kojan", "takşut", "ır", "yır", "şlok", "kavi", "basık" gibi adların kullanıldığı dikkati çeker Sözlü gelenekte oluşan türler arasında, destanlar ilk sırayı alır Sonra koşuklar (sevgi, doğa güzellikleri, vb konuları işlerler), sagular (ölen bir kimsenin arkasından söylenen, onun yiğitliklerini, ölümünden duyulan acıyı dile getiren şiirler) gelir Kaşgarlı Mahmut'un sözlüğünde, eski Türk atasözleri (sav)örneklerine de rastlanmaktadır Sözlü gelenekler pek çok biçimsel, bölgesel, vb değişikliğe uğrayarak günümüze gelmiştir

Yazılı gelenek ya da yazılı edebiyat: Yazının bulunmasından sonra, sözlü geleneğin yanı sıra, yazılı edebiyat da başlamıştır Türkçe'de ilk yazılı belgeler, VI yy'dan kalan Yenisey yazıtları ve VII yy'dan kalan Göktürk yazıtlarıdır Bu yazıtlar arasında Kuzey Moğolistan'da bulunan Kültigin yazıtı (dikilişi 732), Bilge Kağan yazıtı (dikilişi 735) ve Tonyukuk yazıtı (dikilişi 720) anı-söylev türünün ilk örnekleri sayılır Türk toplumunun devlet, toplum, iktisat, siyaset, kültür yaşamlarıyla ilgili bilgiler vermesi açısından büyük değer taşıyan bu yazıtlarda, gelişmiş bir Türkçe kullanılmış olması, yazılı geleneğin daha önceleri başladığı izlenimini uyandırmaktadır, Uygur Türklerinden kalan yazılı ürünler arasında da, Altun Yaruk özel bir önem taşır Çince'den Türkçe'ye çevrilen bu kitap, buddhacılığın kutsal yapıtlarındandır Öbür Uygurca öyküler arasında Cestani Bey Hikâyesi, Kutsal Tavşan Hikâyesi, Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi sayılabilir Dinsel niteliği önde gelen Uygur edebiyatında, çeviriler ağır basmaktadır

İSLAM UYGARLIĞI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI

Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han'ın İslâm dinini devlet dini ularak kabul etmesi (940), Orta Asya Türk boylarının yavaş yavaş İslâm uygarlığının etkisine girmesine yolaçtı Çeşitli Türk boylarında Arap abecesi benimsendi; Türkçe'nin yapısında Arapça ve Farsça sözcükler görülmeye başlandı Orta Asya Türk edebiyatı, sırasıyla Karahanlı edebiyatı (Kaşgarlı Mahmut: Divanü Lügat it-Türk; Yusuf Has Hacip: Kutadgu Bilig; Edip Ahmet: Atabet ül-Hakayık; vb)Harzem-Altınordu edebiyatı (Kerderli Mahmut: Nehc ül-Feradis(Cennetlerin Açık Yolu]; Şeyh Şerif Hoca: Muin ül-Mürit [Müritlerin Yardımcısı]; Harizmi; Muhabbetname; Ali; Kıssa-i Yusuf; vb), Çağatay edebiyatı (Hüseyin Baykara; Ali Şir Nevai; Muhammet Şeybani Han; Babur [Vekayiname}; Ebülgazi Bahadır Han (Secere-i Türk) vb) evrelerini yaşadı (günümüzün Özbek edebiyatı, Çağatay edebiyatının devamıdır) Doğu Türkçesi'nin egemen olduğu yörelerde gelişen bu edebiyatın yanı sıra, Batı Türkçesi çevrelerinde de Azeri edebiyatı (Molla Penah Vakıf; Şehriyar; vb), Türkmen edebiyatı (Mahdum Kuli, vb) ve Anadolu Türk edebiyatı gelişti XIII yy'dan başlayarak büyük bir gelişme gösteren Anadolu Türk edebiyatı, divan edebiyatı ve halk edebiyatı kollarına ayrıldı



DİVAN EDEBİYATI

Osmanlı ülkesinde, özellikle medreseden yetişen aydın kimselerin Arap ve Fars edebiyatlarını örnek alarak oluşturdukları yazılı edebiyata, "divan edebiyatı" adı verilir XIII yy'dan XIX yy'ın ortalarına kadar süren divan edebiyatı, adını, şairlerin şiirlerini topladıkları "divan" denilen kitaptan almıştır Divan edebiyatının tarihsel gelişmesi dört dönemde incelenebilir:

Kuruluş dönemi: Geçiş dönemi; olgunluk dönemi; çöküş dönemi
Kuruluş dönemi (XIII yy-XV yy'ın ilk yarısı) Bu dönemde Sadi, Feridettin Attar, Nizami gibi İranlı şairlerin yapıtları Türkçe'ye (Osmanlıca'ya) çevrildi Bu çeviriler, biçim ve öz bakımından yeni bir edebiyat geleneğinin kurulmasına ön ayak olduGülşehri, Hoca Dehhani, Nesimi, Ahmet Dai, Kadı Burhanettin, Şeyhi gibi şairler, bazen din dışı konuları, çoğunlukla da, çeviri yapıtların etkisiyle, tasavvuf konularını işlediler

Ceçiş dönemi (XV yy'ın ikinci yanst-XVI yy'ın baş¬lan): Saray ve çevresinde oluşan divan edebiyatı, bu dönemde özellikle belirli bir sınıfın (saray ve çevresi) edebiyatı olma niteliği aldı Seçtikleri konular, genel eğilimleri, dilleri ve dünya görüşleri, şairleri bu sınıfın hizmetine soktu Saray ve çevresinden yakın ilgi ve destek gören, ama topluma açılmayan divan edebiyatı, resmi bir edebiyat, daha doğrusu bürokratik bir edebiyat kimliğine büründü Ahmet Paşa, Necati şiir alanında, Mercimek Ahmet, Âşıkpaşazade ve Sinan Paşa düzyazı alanında başarılı yapıtlar ortaya koydular

Olgunluk dönemi (XVI yy'ın başları-XVIII yy'ın ikinci yarısı): Bu dönem, Fars edebiyatı etkilerinin en aza indiği, divan şairlerinin ve yazarlarının kendi kişiliklerini, yaratıcılıklarını en iyi biçimde gösterdikleri dönem olarak kabul edilebilir Divan şair ve yazarları bu dönemde, etkilenme ve esinlenme yerine, özgün yaratıma yöneldiler; biçim ve içerikte bazı yerli öğeler oluşturdular Şairlerin bazıları (özellikle Şeyh Galip), "Sebk-i Hindi" akımını tanıttılar ve bu akıma uygun şiirler yazdılar Sabit ve Nabi'nin başlattığı "yerlileşme"yse, Nedim'de ve onu izleyenlerde belirli bir bütünlük kazandı Bu dönemin şairleri arasında Fuzuli, Hayali, Baki, Bağdatlı Ruhi, Taşlıcalı Yahya, Naili, Nabi, Nef'i, Nedim, Şeyh Galip, Koca Ragıp Paşa, yazarları arasındaysa Sehi Bey, Âşık Çelebi, EvliyaÇelebi, Kâtip Çelebi, Peçcvi, Naima, Koçi Bey, Veysi, Nergisi, Yirmisekiz Mehmet Çelebi, vb sayılabilir

Çöküş dönemi (XVIII yy'ın ikinci yarısı- XIX yy'ın ilk yarısı):Osmanlı toplumunda görülen yenileşme akımları ve girişimleri, Batı dünyasıyla çeşitli alanlarda kurulan yakın ilişkiler, gazete ve dergilerin Osmanlı ülkesinde de yayınlanmaya başlanması, bazı Osmanlı aydınlarının Batı ülkelerinde öğrenim görmeleri, Batı toplumlarını ve uygarlığını yakından tanımaları, edebiyat dünyasında da belirli bir etki uyandırdı Diliyle, dünya görüşüyle toplumdan kopuk olan dîvan edebiyatı, yeni Osmanlı aydınları tarafından eleştirilmeye başlandı Böylece, divan edebiyatının kendi çerçevesi içinde en güzeli yaratma, en güzel deyişe varma anlayışı değişmeye, edebiyatı toplumun eğitilmesinde, ahlâkının düzeltilmesinde, çevresini tanımasında ve değiştirmeye yönelmesinde etkin bir araç olarak görme eğilimi yaygınlaşmaya başladı Divan edebiyatı, ilk sivil gazetenin çıkış tarihi olan 1860 yıllarında sona ermiş kabul edilmektedir

HALK EDEBİYATI

Türklerin XI yy'dan başlayarak yurt edindikleri Anadolu'da sözlü geleneğin bir devamı olarak günümüze kadar sürdürülen sözlü edebiyata, "halk edebiyatı" adı verilir Halk edebiyatı, kendi içinde üç bölümde incelenir:



ANONİM HALK EDEBİYATI

TEKKE EDEBİYATI

AŞIK EDEBİYATI

ANONİM HALK EDEBİYATI

Anonim halk edebiyatı: Anonim halk edebiyatı, yazanı ya da söyleyeni bilinmeyen bütün sözlü ve yazılı ürünleri kapsar Halk öyküleri (destansı öyküler, destanlar, tarihler, menkıbeler, âşık Öyküleri, masallar, efsaneler, fıkralar), türküler, maniler, atasözleri, bilmeceler, seyirlik halk oyunları (karagöz, ortaoyunu, meddah), anonim halk edebiyatı kapsamına girer Bütün halk ozanları, bu tür anonim ürünlerin bir türs aklayıcısı,taşıyıcısı, ileticisi gibi görev yapmışlar, meraklı kimseler de, bu ürünleri "cönk" adı verilen uzun defterlere yazmışlardır

TEKKE EDEBİYATI

Tekke edebiyatı (XIII-XVI yy'lar arası): Anadolu'da XIII yy'daki iktisadi, siyasal ve toplumsal çalkantılar, Anadolu insanını tasavvuf ilkelerini yaymaya çalışan tarikatlara yöneltti; medreseye karşıt tutumları, geniş hoşgörüleri, insan sevgisine verdikleri yüce değerle tarikatlar (mevlevilik, bektaşilik, bayramilik, vb,), birer çekim merkezi haline geldi Tarikatlar, ilkelerini yaymak için çeşitli sanat kollarından oldukça geniş biçimde yararlandılar; bu arada zengin bir tekke edebiyatı da doğdu, din ve tasavvuf konularını dinin kesin yasakları biçiminde değil de "gönül işi, gönül yolu" biçiminde yorumlayan, halkın diliyle ve sözlü geleneğin biçimsel özellikleriyle dile getiren tekke ozanları, büyük bir etki alanı oluşturdular Şiirler tekke toplantılarında ilahi, nefes gibi özel bestelerle okunuyordu
Tekke edebiyatının ünlü temsilcileri arasında, XIII-XIV yy'larda Yunus Emre, XIV yy'da Nebimi, XV yy'da Kaygusuz Abdal, Eşreîoğlu Kum i, Hacı Bayram Velî,
XVI yy'da Hatayi (Şah İsmail Safevi), Pir Sultan Abdal,Kul Himmet, Aziz Hudai, XVII yy'da Niyazi-i Mısri anılabilir

AŞIK EDEBİYATI

Âşık edebiyatı (XIV yy'dan günümüze): "Âşık" adı verilen ozanların geleneksel ürünlerinin oluşturulduğu edebiyata, "âşık edebiyatı" denir Aşıklar, ürünlerini saz eşliğinde söylemelerinden ötürü, "saz şairi" diye de adlandırılır Âşıklar, başlangıçta halka yakın olan tekke edebiyatının vakıflar düzeniyle güçlenerek yüksek sınıfa yaklaşması sonucu ortaya çıktılar; eski destan geleneğini sürdürüyor, aşk ve doğaya ilişkin şiirler söylüyor, sözlerine sazlarıyla eşlik ediyor, ustalarının geleneğini sürdürüyor, yaşadıkları çağın ve çevrenin bazı yönlerini şiirlerine yansıtıyorlardı Şiirlerini doğaçtan (irticalen) söyleyen âşıklar, geleneksel yolu izledikleri, yaşamdan ve toplumdan kopmadıkları için, etkilerini bir ölçüde yitirmiş olsalar da, günümüzde de sanatlarını sürdürmektedirler Âşık edebiyatının temsilcileri arasında da
XVII yy'da Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevheri, Gazi Âşık Hasan, XVIII yy'da Âşık Nuri, Âşık Dertli, XIX
yy'da Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni,ÂşıkSeyrani, Tokatlı Nuri, Ruhsati, Sümmani, XX yy'da
Kağızmanlı Hıfzı, Huzuri, Âşık Veysel Şatıroğlu, Aii İzzet Özkan, vb sayılabilir

BATI UYGARLIĞI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI



XVII yy'dan başlayarak sırasıyla "duraklama" ve "gerileme" dönemlerini yaşayan Osmanlı devleti, iç ve dış etkenler yüzünden kurumlarında bir dizi yenileştirme eylemlerine giriştiyse de, imparatorluğun gerilemesini ve giderek çökmesini önleyemedi
Batı ülkeleriyle ilişkiler yalnızca askeri, siyasal, iktisadi düzeyde kalmadı; Osmanlı aydınları, Batı kültür ve sanatıyla da yakından ilgilenerek, imparatorluk için yeni bir kültür ve sanat siyaseti oluşturmaya çalıştılar Bu çalışmalar sonucu, Türk toplumu, Doğu (İslâm) uygarlığının etkisinden yavaş yavaş çıkıp, Batı uygarlığı çevresine girmeye başladı
Batı uygarlığı etkisinde gelişen yeni Türk edebiyatının başlangıcı olarak, ilk sivil gazete olan Tercuman-ı Ahval'in çıkış tarihi (1860) kabul edilir

TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI



Tanzimat dönemi edebiyatı (1860-1869): Türk toplumunda, 1860-1896 yılları arasındaki edebiyat etkinlikleri, "Tanzimat edebiyatı" adı altında toplanır "Batılılaşma" olgusunu gerek basın, gerek edebiyat yapıtları aracılığıyla yaygınlaştırmaya çalışan Tanzimat dönemi yazarları, Batı şiir, roman ve tiyatrosundan oldukça etkilendiler Bu etkilenmeler, özellikle çeviri yoluyla gerçekleşti Tanzimat yazarları sanat anlayışları bakımından ikiye ayrılabilir: Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi, ve Ziya Paşa'yı kapsayan birinci kuşak (1860-1875); Recaizade Mahmut Ekrem, Sarnipaşaza-de Sezai, Nabizade Nâzım ve AbdülhakHamit'i kapsayan ikinci kuşak (1875-1896) Birinci kuşak "sanat toplum içindir", ikinci kuşak ise "sanat sanat içindir" İlkesini benimsemiştir
Tanzimat döneminde ilk olarak Batı edebiyatından bazı romanlar çevrilmiş, bu çevirileri örnek alan Tanzimat romancıları, "Batılılaşma", "yanlış eğitim", "esirlik" gibi toplumsal kavram ve kurumları bazen alaycı, bazen de gerçekçi bir biçimde işlemişler, romantizm (Namık Kemal, Ahmet Mithat Ffendi, Şemsettin Sami) ve gerçekçilik (Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nâzım, Samipaşazade Sezai) akımlarını benimsemişlerdir Ayrıca bu dönemde, Türk tiyatrosu oluşmaya başlamıştır
Tanzimat dönemi Türk edebiyatı, birçok eksikliğine ve yanılgılarına karşın, Batı örneğinde Türk edebiyatının başlangıcını oluşturması bakımından önem taşır Bu dönemde Batı şiiri, romanı, tiyatrosu Türk toplumuna tanıtılmaya çalışılmış, edebiyat yapıtları aracılığıyla toplumun eğitilmesine ve bilinçlendirilmesine önem verilmiştir Söz konusu dönemde çıkan gazete ve dergilerinde, özellikle siyasal bilinçlenmede büyük katkısı olmuş, XIX yy'ın sonlarına doğru, yeni yetişen ve özellikle Fransız edebiyatından bazı etkiler alan genç kuşak, servet-i Fünun dergisinde toplanarak, yeni bir edebiyat dönemini başlatmıştır

FECRİATİ DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI

Fecriati Dönemi Türk Edebiyatı (1909-1912): Fecriatı edebiyatı, Servetifünun edebiyatına tepki olarak doğmuş bir akımdır Serveti-i fünun dergisinin Abdülhamit dönemi sansürü tarafından kapatılmasıyla, pek çok sanatçı İstanbul dışındaki dergi ve gazetelerde yazmak zorunda kaldılar İstanbul daki edebiyat etkinlikleri yok denecek kadar azaldı İkinci Meşrutiyet ilan edilir edilmez (1908), hemen bütün dergiler, sayfalarını yeniden kültür ve sanat konularına açtılar Dönemin genç edebiyatçıları, "Fecriati Ercümeni Edebisi" adıyla bir topluluk kurdular ve kendilerine yer veren Servet-i Fünun dergisinde bir bildirge yayınlayarak (24 Şubat 1909) kendilerini topluma tanıtlılar Bildirgeyi, Ahmet Haşim, Fmin Bülent (Serdaroğlu), Hamdullah Suphi (Tarıöver) Sahabettin Süleyman, İzzel Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Ali Süha (Delilbaş), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Yazar), Köprülüzade Mehmet Fuat, Müfit Ratip, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) gibi şair ve yazarlar imzalamışlardı
Servetifünuncuları eleştirerek ve artık onların döneminin kapandığını ileri sürerek kamuoyuna kendilerini tanıtan fecriaticiler, sanat ve edebiyatın duyguların eğitimine yardımcı olduğunu ileri sürerek, ulusun gelişmesini ilke edindiklerini bildirmişlerdir Amaçları Türk edebiyatını Batı'ya Batı edebiyatını da Doğu'ya tanıtmaktı
"Sanat sanat içindir" ilkesine bağlı kalan, "sanat, kişisel ve saygındır"görüşünü savunan fecriaticiler, aslında, karşı çıktıkları servetifünuncuların açtığı edebiyat geleneğini sürdürdüler; şiirlerinde, doğa ve aşk konularını genellikle romantik biranlayışla İşlediler, toplum sorunlarını yüzeysel biçimde ele aldılar
Meşrutiyetle canlanTiyatro etkinliklerine, Sahabettin Süleyman, Müfit Katip, Tahsin Nahil başarılı yapıtlarıyla katkıda bulundular Şahabettin Süleyman ve Köprülüzade Mehmet Fuat, eleştiri ve edebiyat tarihi çalışmalarına "Batılı" bir nitelik kazandırmaya çalıştılar

MİLLİ EDEBİYAT

Milli Edebiyat (1911-1923) İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra, müslüman toplumları birleştirmek, kalkındırmak, hıristiyan dünyası karşısında denge kurmak amacını güden "islamcılık" ideolojisinin yanı sıra Önce edebiyat ve düşünce adamları tarafından ortaya atılan, sonradan siyasal bir nitelik kazanan "ulusçuluk" (milliyetçilik) akımı yaygınlaşmaya başladı Ulusçuluk akımı bir süre sonra, "Türkçülük" adı altında, dernekler ve yayın organları ("Türk Derneği, Türk Yurdu dernekleri ve bu derneklerin çıkardığı aynı adlı dergiler) kurarak, siyasal örgütlenme yoluna gitti Türk Yurdu derneğinin yerine, bir yıl sonra Türk Ocağı kuruldu, 1913'te yayın hayatına başlayan Halka Doğru dergisi, halkın düzeyine inmeyi hem ilke edindi; hem de savundu Ulusçuluk akımı, iktidar partisi İttihat ve Terakki tarafından da desteklendiği için kısa sürede yaygınlaştı

Selanik'te Ömer Seyfettin, Akil Koyuncu, Rasim Haşmet ve fecriaticilerden bazılarının çıkardıkları Genç Kalemler (1911) dergisiyle, ulusçuluk akımı, edebiyat alanına da girmiş oldu Genç Kalemler dergisi, ilk olarak "milli edebiyat" deyimini ortaya attı ve böyle bir edebiyatın oluşturulması görevini üstlendi Dergi çevresindeki yazarlar, dilin ulusallaştırılmasıyla işe başladılar: Dilin özleştirilmesi konusunda bazı ilkeler belirlediler (karşılığı olan yabancı sözcükler atılacak; Arapça, Farsça tamlamalar çözülecek; vb Roman, uyku, tiyatro yapıtlarının, konularını ve kişilerini Türk toplumunun yaşamından alması gerektiğini ilkeleştirdiler Genç Kalemler dergisi kapandıktan (Eylül 1912) sonra, yazarlarının çoğu İstanbul'a gelerek,Türk Yurdu gibi ulusçu dergilerde yazmava başladılar
Milli edebiyat dönemi şairleri, başlangıçta fecriaticilerin şiir anlayışlarını sürdürdüler Ziya Gökalp'in çağrısı ve desteğiyle, yalın dil ve hece ölçüsüyle şiir yazmaya başlayan "Beş Hececiler" (Orhan Seyfi, Halit Fahri, Enis Behiç, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz), romantik bir ülke edebiyatı oluşturmaya koyuldular Kişisel gözlem ve izlenimlere dayanarak yurt sorunlarını, yurt güzelliklerini, yurt sevgisini dile getirdiler; kahramanlık duygularını konu edindiler masal motiflerinden yararlandılar


O sırada servetifünunculardan Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin hâlâ "usta" kabul ediliyor, Fecriati sairleri (Ahmet Haşim) de ünlerini sürdürüyorlardı, Hiç bir akıma katılmayan Mehmet Akif (Ersoy) de, dil bakımından oldukça eski, aruz ölçüsüyle yazılmış toplumcu çizgide şiirleriyle büyük ün yapmıştı Rübap dergisindeki bazı genç şairler (Halit Fahri, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, vb) "Neviler" adlı altında toplanıp, eski şairlerin şiirlerindeki içten, lirik ve gizemci atmosferi şiirlerinde yeniden yaşatmak istediler; ulusal geçmişe bağlanarak edebiyatın ulusal olabileceğini savundular Yahya Kemal (Beyatlı) ile Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) de, "Nev-Yunanilik" adını verdikleri akımda, eski Yunan edebiyatını örnek alma yoluna giltiler Bu girişimlerden, beklenen sonuçlar alınamadı
Milli edebiyat döneminin roman ve Öykülerinde, konular çoğunlukla toplum sorunlarından alınmış, konuşma dil ve üslubunu yaygınlaştırma amaç edinilmişti Bazı romanlarda ve öykülerde, İstanbul dışındaki çevrelerde söz konusu olan toplumsal sorunlar işlendi

Ulusçuluk siyasal bir ideoloji olarak yaygınlaştırılmaya çalışıldı

Kurtuluş Savaşı'nın çeşitli görünümleri, ilgi çekici gözlem ve yorumlarla yansıtıldı

CUMHURİYET SONRASI TÜRK EDEBİYATI

Cumhuriyet dönemi ve sonrası Türk edebiyatı (1923'ten günümüze) Cumhuriyet yönetiminin kurulmasının ve Türk Devrimi'nin başlatılmasının ardından, devlet kültüre, Türk toplumunun yerli sanat etkinliklerine büyük önem verip, destekledi ve yönlendirdi, Batı ve Doğu klasikleri Türkçe'ye kazandırıldı, latin kökenli harflerin kabulü ve dil devrimi, özellikle yeni Türk edebiyatının daha geniş kitlelere ulaşmasında büyük rol oynadıCumhuriyet dönemi Türk şiirinde biçim ve içerik yönünden büyük değişiklikler oldu

Beş Heciler'in yolundan giden bazı şairler, halk kaynağına yöneldiler, Anadolu'yu ve Türk tarihini konu edinerek, ulusçuluk bilincini güçlendirmeye çalıştılar Yahya Kemal'in "mektepten memlekete" diye özetlediği ilkeyi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dranas gibi şairler, hecenin değişik olanakları içinde şiire egemen kıldılar I928'de "Yedi Meşale" adlı ortak bir kitap çıkaran ve "Yedi Meşaleciler" adıyla anılan şairler (Kenan Hulusi Koray, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret, Muammer Lütfi, Sabri Esat Siyavuşgil, Vasfi Mahir Kocatürk) sürekli ve etkili bir topluluk oluşturamadılar Cumhuriyet dönemi şiirine yön veren şairlerden biri de, Nâzım Hikmet oldu Toplurmcu-gerçekçi şiirin öncüsü olan Nazım Hikmet, yeni şiire her şeyden önce biçim özgürlüğü kazandırdı Türk şiirine l1940-1955 yılları arasında egemen olan Garip akımı (Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat), geleneksel Türk şiiriyle bağını kopardı; Batılı çağdaş ozanlara, özellikle gerçeküstücülere ilgi gösterdi; ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam oyunlarından uzak bir şiir türü geliştirildi Garip akımına tepki olarak doğan ikinci Yeni akımı (Oktay Rıfat, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Ülkü Tamer, vb) üyeleri, özgür çağrışım yöntemini kullandılar, soyutlamaya yönelerek, "anlaşılmaz bir şiir" türü oluşturdular Bu akımlardan herhangi birine katılmayan bazı şairlerse (Fazıl Hüsnü Dağlarca, vb), bireyin yaşam kavgasındaki iniş-çıkışıarını dramatik görünümüyle anlattılar, bazı evrensel konuları şiirlerinde gereç olarak kullandılar


Cumhuriyet dönemi Türk romanı ve öyküsü, Anadolu insanının gerçeklerine, sorunlarına yöneldi,1930 yıllarından sonra toplumcu-gerçekçi roman akımının doğması, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yasayan insanların yaşamını, sorunlarını gerçekçi gözlemlere dayalı olarak yansıtma olanağı sağladı Türk toplumunun geçirdiği siyasal,toplumsal, kültürel değişiklikler, bu değişikliklerin insan üstündeki etkileri, yabancılaşma, aydınların edilginliği ve bunalımı, kentleşme olgusunun yarattığı bunalımlar, yurt dışına çalışmaya giden işçiler, cinsellik gibi geniş bir konu yelpazesi ortaya kondu

Cumhuriyet ve sonrasında eleştiri ve edebiyat tarihi çalışmaları daha sağlam bir bilimsel temele oturtuldu Türk edebiyatının aşağı yukarı bütün dönemleri, bu dönemlerle ilgili akımlar, topluluklar ve genel olarak edebiyatçıların yaşam öyküleri, yapıtları üstüne çeşitli yayınlar yapıldı

Alıntı Yaparak Cevapla