Prof. Dr. Sinsi
|
Yusuf Arslan
Hayatı
Yozgat'ın daha önce Çekerek'e sonradan Aydıncık ilçesine bağlanan Kuşsaray köyünde doğmuştur Bu köy Çerkez köyüdür Orta öğrenimini tutucu eğilimlerle, gelenekçi önyargıların güçlü olduğu bir çevrede tamamladı 1966'da ODTÜ'ye girdi ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü'nün üyesi oldu, Dev-Genç içinde çalışmaya başladı Bu dönemden itibaren önce hazırlık okulunda, sonra da mühendislik fakültesinde patlak veren boykotların ve hemen ardından ODTÜ işgalinin önde gelen örgütçülerinden oldu İlk yargılanması CIA ajanı olduğunu iddiası ile Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Commer'in arabasının yakılması eylemi nedeni ile gerçekleşti
1969 yılında arkadaşlarıyla birlikte Filistin'e gitti Burada helikopter ve uçak pilotluğunu öğrendi Traktörden helikoptere kadar her türlü aracı büyük bir ustalıkla kullanıyordu
Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş'le birlikte Nurhak'a dağdaki gerilla grubuna katılmaya giderken, Sivas Şarkışla'da yaralı olarak yakalandı Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde yargılandı 6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan'la birlikte idam edildi Mezarı L/17 Ankara/Karşıyaka Mezarlığında bulunmaktadir

Yusuf asılırken yanındaki tanıklardan biri;
başgardiyan odasında deniz'in oturduğu sandalyede
yusuf oturuyordu şimdi deniz asılırken yusuf'u
alıp o odaya getirmişler
--duydum deniz'in sesini,-- dedi, bize dönerek
bunu derken, deniz'in son sözlerini onayladığını;
darağacında arkadaşının gösterdiği soğukkanlılıktan
son derece kıvanç duyduğunu; umduğu, beklediği
yiğitçe davranışı yaşamaktan mutlu olduğunu anlatmak
ister gibiydi
infaz savcısına döndü:
--mektuplarımı babama verirsiniz, değil mi?-- dedi
--elbette veririz,-- dedi savcı --bize güvenin yok mu?--
--yok tabii,-- dedi yusuf --size niye güveneyim?--
--veririz, veririz merak etme sen,-- dedi savcı
ve infaz savcısı, sözünde durmadı: yusuf'un yazdığı
iki mektuptan birini, köylülerine, akrabalarına
yazdığı ikinci mektubu yerine iletmedi
--tuvalete gitmek istiyorum,-- dedi yusuf
--peki,-- dedi savcı
yusuf'u prangalarıyla götürdüler
orada bulunan bir albay,
--dikkat edin, intihar edebilir,-- dedi, yusuf'un arkasından
ama yusuf duymadı bu sözleri
--bunu yapacak insanlar değil onlar merak etmeyin,--
demek zorunda kaldık
--hiç belli olmaz,-- dedi albay
az sonra getirdiler yusuf'u intihar etmemişti
--yusuf, bir sigara içer misin?-- dedim
uzun maltepe'ydi çıkardım
--son bir sigara içeyim;-- dedi
sıkıştırdım dudaklarına, yaktım
gardiyanlar yardımcı oldular, sigarasını sonuna
kadar içirdiler
son sigarasını içerken, birden, odadaki kalabalığın
içinde birini tanıyıverdi tam karşısındaydı
adam sivil biriydi pencerenin yanında duruyordu
--işkenceler nasıl gidiyor?-- dedi yusuf --
adam beklemiyordu böyle bir soruyu telaşlandı
--bizde öyle şeyler yok,-- dedi
--peki elektrik işkenceleri nasıl gidiyor? başarılı mı?--
--öyle şeyler yapmayız biz,-- dedi adam
--yaa, öyle mi? çoluk çocuğun var mı senin?--
--bir kızım var --
--hangi okula gidiyor?--
--daha küçük okula gitmiyor --
--iyi, iyi,-- dedi yusuf
sonradan öğrendik: adam, ankara emniyet müdürüymüş
infaz savcısı, doktorları çağırdı
oda insanlarla dolmuştu yine
--yusuf arslan'ın infaza engel bir rahatsızlığı var
mı?-- dedi savcı
--hiçbir şeyim yok,-- dedi yusuf --sanki komada
olsam asmayacak mısınız?--
savcı bu soruyu yanıtlamadı kararı okudu
--bu okuduğum karar sana mı ait?-- dedi
--bana ait,-- dedi yusuf
--bir diyeceğin var mı?--
--yok --
savcı, o her zamanki çirkin sesiyle, --yusuf'u bekletmeyelim,--
dedi
ceplerini boşalttılar yusuf'un cebinden de 17 25
lira çıktı emanet hesabına aldılar
kağıda sarılı ikinci paketi açtılar çıkardıkları
ikinci beyaz ölüm gömleğini de yusuf'a giydirdiler
--bu gömleği giydirmeden asamaz mısınız -- dedi
yusuf
--usul böyle,-- dedi savcı
ayaklarındaki prangaları çözdüler
--hadi yusuf,-- dedi savcı
yusuf yerinde doğruldu yanımızdan geçerken,
--hoşçakalın,-- dedi bize
sustuk
yürüdü iki gardiyanın ortasında
avluya, aynı yere çıktık
hüseyin ağırbaşlıdır, ciddidir gündelik durumlarında
bile hüseyin'in gülmesi olağandışıdır, yapısına
aykırıdır ama yusuf öyle değildir, her zaman gülümser,
güler yüzlüdür o
kalkıp giderken, bize --hoşçakalın,-- derken bile
sesi o kadar olağan, yüzündeki gülüş bile öylesine bildik,
öylesine alıştığımız bir şeydi ki
hiç olmazsa olağanüstü durumlarda bacakları titrer
insanın baktım da, üçü de o kadar olağan yürüyüp
gittiler ki ölüme sinirli bile değillerdi
yürüdü sehpaya yusuf
darağacı hazırlanmış, tazelenmişti tabure masanın
üzerine yerleştirilmiş, tepeye yeni bir urgan bağlanmıştı
yusuf, masaya, oradan da tabureye çıktı
geçirdiler ilmiği boynuna bu kez tek kattı ilmik
yusuf da gür, yürekli bir sesle son sözlerini söyledi:
--ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu
uğrunda şerefimle bir defa ölüyorum sizler, bizi
asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz biz halkımızın
hizmetindeyiz sizler amerika'nın hizmetindesiniz
yaşasın devrimciler kahrolsun faş---izm
o da sözünün sonunu, faşizm'in 'izm'ini tamamlayamadı;
yine aynı çatlak sesin --çek! çek!-- diye bağırmasıyla,
eliyle koluyla sehpanın başındaki cellata
verdiği işaretlerle ve cellatın tabureyi hızla itivermesiyle
sallanıverdi boşlukta, urganın ucunda
yarım dönüş yaptı yusuf havada ve arkasını döndü
kalabalığa; öylece kaldı
saat 02 25'ti
beş dakika bekledikten sonra kelepçesini çözdüler
kolları iki yana sarktı
yaftayı boynundan geçirip göğsüne astılar
deniz'de gördüğümüz kasılmalar onda da oldu
doktorlar yaklaşıp yokladılar --biraz daha bekleyelim,--
dediler
saat 02 50'ye kadar beklediler sonra görevliler
urganı kesip aldılar yusuf'u darağacından, aynı biçimde
yere bir bezin üzerine uzattılar urganıyla, alıp
götürdüler
bu arada, sonradan ankara emniyet müdürü olduğunu
öğrendiğimiz, yusuf'un orada sorular sorup
sıkıştırdığı sivil giyimli adam yanıma sokuldu
--yusuf sizi çok iyi tanıyor nerede karşılaşmıştınız?--
dedim
--hayatta karşılaşmadık yusuf'la,-- dedi adam
--hiç görmedim kendisini --
--size sorduğu sorulardan, sizi çok iyi tanıdığı anlaşılıyordu,--
dedim
karşılık vermedi uzaklaştı yanımdan
yine döndük başgardiyan odasına hüseyin getirilmemişti
daha
|