Yalnız Mesajı Göster

Unutulmayanlar (Biyografi)

Eski 08-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Unutulmayanlar (Biyografi)



ÖZDEMİR ASAF



AN

Gülüş bir yanaşımdır bir öbür kişiye
Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye
Anılarından kale yapıp sığınsa bile
Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye


Özdemir Asaf 1923 yılında Ankara'da doğdu Galatasaray ve Kabataş Liselerinde, İstanbul
Üniversitesi Hukuk ve İktisat Fakültelerinde öğrenim gördü Bir süre sigorta şirketlerinde çalıştı, daha
sonra bir basımevi kurdu

1981 yılında İstanbul’da öldü

"Yoğun düşün ve duyarlıkları, çarpıcı sözcükler seçtiğini sezdirmeden küçük dizeler halinde işlediği
kısa şiirlerde verdi Daha sonra, kimi bir kitaptan, kimi yaşamdan kopardığı izlenimlerden
esinlenerek bilgece dörtlükler yazdı, kendisiyle birlikte çağıyla ve toplumuyla hesaplaşmalarda
buruk öfkesini içinde saklayan yeni taşlama biçimleri getirdi"

Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü)

Özdemir Asaf’ın şiirlerinin hem öz hem söyleyiş bakımlarından AH Çelebi'nin şiirleriyle yakınlığı var İlk
kitabındaki şiirlerde de düşünceye ve sözcük oyunlarına eğilimi görülüyor Dağlarca, O Veli, Necatigil
etkileri gözlemleniyor İkinci kitabında (ilk kitabında da bazı şiirlerde duyumsanan) lirizm öne geçiyor
Fakat, gerek temaları, gerek sözcük dağarcığı ile fazlaca daralan bir şiir dünyası Üçüncü kitabında
bilgelik, özlülük, duygululuk ve ironinin üstün bir sentezi var


Ülkü Tamer
1950’lerde edebiyat matineleri pek gözdeydi Öyle ki, edebiyat matinesiz hafta geçmezdi neredeyse
Yazarlar, özellikle şairler, bir matineden bir matineye koşturur dururlardı Bunun şiirini bile yazan Behçet
Hoca (Necatigil), "Yahu," demişti bir keresinde, "her gün sahnelere çıkıp okuyoruz Müzeyyen Senar’ı
bile geçtik"

Dinleyicinin ilgisi inanılmaz ölçüdeydi Okul salonları, halkevleri, tiyatrolar dinleyicilerle dolup taşardı
Ayakta kalanlar bile olurdu

Dinleyiciler dedim Aslında seyirciler demem gerekirdi belki Çok kişi sanatçıları seyre gelirdi çünkü
Asaf Halet Çelebi’nin sahneden "Kendimi sirkte vahşi hayvan gibi hissediyorum" dediğine tanık
olmuşumdur

En büyük ilgiyi ise her zaman Attila İlhan’la Özdemir Asaf çekerdi Çoğunlukla sona bırakılırdı onlar Attila
siyah balıkçı kazağıyla sahneye çıkıp uzun atkısını arkaya fırlattığı zaman korkunç bir alkış kopardı
Tempo tutulurdu: "Pia! Pia! Pia!" Attila da gözlerini kısıp ufuklara bakarak başlardı "Pia"yı okumaya



Özdemir Asaf mikrofona çağrıldığında ise gülüşmeler başlardı Bir güldürü oyuncusu gibiydi Özdemir
Asaf

Uzun uzun mikrofonu ayarlar, sessizce seyircileri süzer, tam şiirini okumaya başlayacakken susar, yine
seyircilere bakardı sessizce Kahkahalar dinince aynı şeyleri yineler, sonunda "r"leri "ğ" gibi söyleyerek
okurdu:

"Bütün ğenkleğ aynı hızla kiğleniyoğdu / Biğinciliği"

Seyirciler bir ağızdan tamamlardı: " beyaza veğdileğ"

Özdemir Asaf’ın ilk kitabı "Dünya Kaçtı Gözüme" 1955’de yayımlanmıştı Biçim olarak, baskı olarak, o
güne kadar rastlamadığımız güzellikte bir kitaptı Ama fiyatı da dehşetti: 250 kuruş! Şiir kitaplarının 100
kuruşa satıldığı bir dönemde ne büyük eleştiri almıştı bu Özdemir Asaf, "İçinde 47 şiir var Şiir başına 5
kuruş çok mu!" diyerek kendini savunmuştu

Elif Naci
Bizi tanıştıran olmadıydı Ama yine de tanırdık birbirimizi Bir gün Cağaloğlu'ndaki "Yuvarlak Masa
Yayınları"nın vitrinini seyrederken dükkanın kapısında belirivermiş ve seslenmişti bana:

-Sen Elif Naci değil misin?

-Evet Sen de Özdemir Asaf

Gülüştük "Gerçi tanıştıran olmadı ama biz kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye alışığız," dedi, çağırdı beni
içeriye Büyük bir bardakla çay içiyordu "İster misin?" dedi Ben isteksizdim, o yineledi : "Ama içinde ne
var bir bilsen" Konyakla çay içmesini severmiş

-Laf olsun diye bak anlatayım sana, dedi Adamın birine bir yerde çayla konyak ikram etmişler, pek
beğenmiş Karısına tarif etmiş, "hanım, buna punç derler ne zaman istersem bana yaparsın," demiş
Günün birinde istemiş Bakmış, karısının getirdiği nesnenin rengi bir tuhaf Bir yudum almış, içilecek gibi
değil "Hanım," demiş, "bu ne biçim punç?" karısı, "Bey," demiş, "evde çay yoktu, kahve yaptım; konyak
yoktu, rakı koydum"

O gün bir şey içmedim ama, o koltuğumun altına bir düzine kitap sıkıştırdı Bunlardan birinin üstüne de
şunları yazmış Aynen alıyorum: "Elif Naci Beyfendi, çağımızda doğruların güzelliği eksik, Güzellerin
doğruluğu yanlış iken (yumuşaklıklar değil) 991967 Özdemir Asaf"

Sonraları, ikimiz de içkiyi sevdiğimiz için, sık sık meyhanelerde buluştuk Ben ona "rakı sofrasında içkinin
en iyi mezesi şiirdir," derdim, Nazlanmadan okurdu şiirlerini bana Böylece geç kalmış bir dostluğu bir
yudumda içivermiştik

Bir ara kayboldu ortalıktan Yayınevi kapanmış Sonradan içkievi açtığını duydum Nedense uzun bir süre
birbirimizi göremedik Yıllar sonra, 1978'de, bir romancı hanımın kokteylinde karşılaştık, kucaklaştık
hasretle Sonradan adının Melda Sayar olduğunu öğrendiğim bu hanım, Onuralp imzasıyla yazdığı, "Adak
Mumu" adlı, içinde benim de ismim geçen bir kitabın yayına çıkmasını kutlamak için Ertem Galerisinde bir
kokteyl düzenlemişti Çoğu kadındı davetlilerin Ve hanımların hepsi birbirinden güzel, birbirinden şık,
zarifti; parlak tuvaletler içindeydiler Hepsinin de az önce kuaförden çıktıkları belliydi Galeriye nefis bir
esans ve kadın kokusu yayılmıştı Özdemir, elinde kadeh, durmadan içiyordu Kendisine bu hızla sarhoş
olacağını söylediğimde yüzüme anlamlı bir bakışla baktı

-Hazret! dedi Beni içki sarhoş etmez Ama bu güzel kadınlar çarkıma okudu, bilesin

Haklıydı Doğrusu ben de bu kadar güzel kadını bir arada hiç görmemiştim, bu kadar zengin ve pahalı bir
kokteyl de anımsamıyordum İkimiz de çevremize iltifatlar yağdırmakta adeta yarışıyorduk Bir ara
kulağıma eğilerek, "Herkesin bir 'sen'i var yalan söylediği," dedi "Evet," dedim "ama yalnız şairlere
verilmiş bir imtiyaz değil, yalan"

Kafalar iyice tütsülenmişti ki, benden bir konuşma istediler Hani hoşuma gitmedi de değil Hemen çıktım
ortaya Oscar Wilde'in bir öyküsü ile başlamak istedim:

"Deniz kenarında bir balıkçı baba"

Özdemir Asaf, kendi alanına girilmiş gibi tedirgin, "Hayır," dedi, "deniz kenarında değil, ormanda" Ben,
bildiğim gibi "Deniz kenarında" diye direnirken o birden köpürdü "Ormanda!" diye haykırdı Ben
konuşmamın kösteklenmesinden üzgün,

-Öyleyse dostum gel sen konuş, dedim O yaptığından utanmış gibi sustu Ama onun huzurunda asıl
benim susmam gerekirdi "Reading Zindnı Balladı"nı Oscar Wilde'den dilimize çevirenin karşısında
İngilizce bile bilmeyenin susması gerekirken, ben güzel hanımların alkışlarından şımarmış, başladım
anlatmaya: "Denemeler", (Andre Gide'den Suut Kemal Yetkin çevirisi Varlık Yayınları, 1962 İkinci baskı,
S 16)

"Oscar Wilde bana şöyle anlattı, diye başlar Gide Ormanda bir kır tanrısı gördüm Flavta çalıyordu
Etrafında küçük orman perileri halka halka raks ediyorlardı Köylüler: Anlat, anlat, daha başka, neler
gördün? Deniz kıyısına vardığım zaman dalgaların kenarına oturmuş üç deniz kızı gördüm Yeşil saçlarını
bir altın tarakla tarıyorlardı Ve köylüler masal söylediği için onu severlermiş Bir sabah o adam yine her
günkü gibi köyünden çıkmış, ama deniz kenarına geldiği zaman bakmış ki sahiden üç denizkızı dalgaların
kenarına oturmuş, yeşil saçlarını bir altın tarakla tarıyorlar, yürüyüşüne devam ettiği için koruluğa
yaklaşırken de flavta çalarak orman perilerini oynatan bir kır tanrısı görmüş O akşam köyüne dönünce
köylüler yine onun etrafını almışlar Anlat bakalım, bugün neler gördün? demişler O da şu cevabı vermiş:
Hiçbir şey görmedim"

Efendim, bana her kokteyl dönüşü sorarlar Ben de "şöyle güzel kadınlar vardı, böyle güzel ikramlar"
falan diye görmediklerimi ballandıra ballandıra anlatırım Ama bugün buradan çıkınca soran olursa ben
de, sanki hiçbir şey görmemiş gibi, şöyle yanıtlayacağım:

-Hiçbir şey görmedim

Konuşmamı bitirdikten sonra Özdemir Asaf şöyle dedi: "Hoca dedi yine yaptın yapacağını"
Sanat Olayı Dergisi Mart 1981


1955 Dünya Kaçtı Gözüme
1956 Sen Sen Sen
1957 Bir Kapı Önünde
1961 Yuvarlağın Köşeleri (özdeyişler)
1962 Yumuşaklıklar Değil
1970 Nasılsın
1975 Çiçekleri Yemeyin
1978 Yalnızlık Paylaşılmaz
1983 Benden Sonra Mutluluk
1987 Dün Yağmur Yağacak


ŞİİRLERİNDEN


Yalnızlık Paylaşılmaz

Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan
Dışından anlaşılmaz

Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan
Paylaşılmaz

Bir düşün'de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz


Kalmak Türküsü

Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetini dinler gideriz
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz

Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz

Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden, bizden söz etsin
Yalanı doğruyu sezer gideriz

Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz

Sevgiye var olduk sevdik sevildik
Kavgalara girdik öldük, dirildik
Bir anlam fırını içinde piştik
Anlamlı güzeli sever gideriz



Kaynakça: Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi - Ataol Behramoğlu

Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936)



Türk, şair İstiklal Marşı'nı yazmış, günlük konuşma dilinin şiirle kaynaşmasını sağlayarak halkçı bir nazmın doğuşuna ön ayak olmuştur İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf" adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır

Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi Türkçe, Arapça, Farsça, veFransızca bilgisiyle dikkati çekti Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı

1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı

1908'de II Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı 1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı Dönüşte Medine'ye uğradı Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti I Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı

Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü

Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren "manzum hikâye" biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı yapıtının plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, "edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği" anlayışına bağlı kalarak "sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkmış, "libas hizmetini, gıda vazifesini" gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır

Bedri Baykam



Bedri Baykam 1957 yılında Ankara'da doğdu İki yaşında resim yapmaya başladı Altı yaşında Ankara, Bern ve Cenevre'de ilk eserlerini sergiledi Harika çocuk olarak tanımlandığı 1960'lı yıllarda Avrupa ve Amerika'nın birçok sanat merkezinde sürekli olarak sergiler açtı, büyük ilgi gördü İstanbul Fransız Lisesi'ne devam eden Bedri Baykam 1975 yılında Paris'e taşındı Sorbonne Üniversitesi'nde işletme ve ekonomi tahsili yapan Baykam, bu fakülteden master aldı Paris'te aynı süreç içinde L'Actorat isimli özel okulda aktörlük tahsili de yaptı

1980 yılında Amerika'ya taşınan sanatçı, 1984'e kadar California College of Arts and Crafts'de resim ve sinema eğitimi gördü 1987 yılına kadar Amerika'da kalan Baykam, bu süre içinde de San Francisco, New York, İstanbul ve Paris'te birçok sergiler açmaya devam etti

1987'de atölyesini İstanbul'a taşıyan Baykam, bugüne kadar 71 kişisel sergi açtı, birçok grup sergisine katıldı, birçok kısa metrajlı film ve video filmleri çekti, kısa ve uzun metrajlı filmlerde aktörlük yaptı Baykam'ın yayınlanmış onbir kitabı bulunuyor: "Boyanın Beyni" (1990), "27 Mayıs İlk Aşkımızdı" (1994), "Mustafa Kemaller Görev Başına" (1994 ), "Monkeys' Right To Paint" (Maymunların Resim Yapma Hakkı) (1994), "Ödünsüz Laik Türkiye" (1995),"Geçici Anlar, Kalıcı Tatlar" (1996), "Gözleri Hep Üzerimizde" (1996), "Dönemin Rengi" (1997), "68'li Yıllar-Eylemciler" (1998), "68'li Yıllar-Tanıklar" (1999), "Maymunların Resim Yapma Hakkı" (Monkeys' Right To Paint'in Türkçesi) 1999, "Küba ve Binyılın Süvarisi Che" (2000)

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği'nin aktif üyelerinden olan sanatçı, aynı zamanda Plastik Sanatlar Derneği'nin de kurucularından ve bu dönem de 2 başkanı Sosyal demokrat üç partinin birleşmesini sağlamak amacıyla kurulan Taban Operasyonu hareketini, çeşitli demokratik kitle örgütleri başkanları ile beraber örgütleyen ve yönlendiren Baykam, 1995 yılı CHP kurultayında, CHP Parti Meclisi Üyeliğine seçildi ve bu göreve üç sene boyunca devam etti Daha önce Tempo, Siyah-Beyaz, Cumhuriyet, Aydınlık ve Akşam'da köşesi olan ve üç yıl boyunca "Dönemin Rengi" isimli bir kültür tartışma programını Prima TV'de hazırlayan ve sunan Baykam, Artist-Skala sanat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapıyor

1999 Aralık ayında, 40 yıllık sanat serüvenini ele alan retrospektif sergisi İstanbul'da, AKM'de açıldı Amerikalı yönetmen Stefan R Svetiev'in "This Has Been Done Before" isimli filmi, sanatçının tüm kariyerini ve siyasi yaşamını ele alan bir belgesel olarak aynı süreçte tamamlandı Boyut Yayın Grubu aynı vesileyle Baykam'ın tüm dönemlerini biraraya getiren 480 sayfalık, "I'm Nothing But I'm Everything" isimli geniş monografiyi yayınladı

1997 Mayıs ayında gazeteci Sibel (Yağcı) Baykam ile evlendi Ocak 1999'da çiftin Suphi adını verdikleri oğulları oldu

Alıntı Yaparak Cevapla