Yalnız Mesajı Göster

Unutulmayanlar (Biyografi)

Eski 08-23-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Unutulmayanlar (Biyografi)



Fuat Saka




1952 yılında doğan Fuat Saka, İstanbulda resim, Fransa ve Almanyada da müzik eğitimi aldı İlk albümünü 1982 yılında Yıkılır Zulmün Son Kaleleri adıyla çıkardı Bir yıl sonra da Ayrılık Türküsü albümünü piyasaya sürdü 1980li yıllarda uzun bir süreliğine yurt dışına çıkan sanatçı, Kerem Gibi (Nazım Hikmet Şiirleri) albümünü 1984 yılında çıkardı
Sanatçı, dördüncü albümü Sevdalı Türküleri 1987 yılında çıkardıktan bir yıl sonra Nebengleis (Kenardaki Ray) albümüyle çıktı sevenlerinin karşısına Daha sonra bu albümü 1989da çıkardığı Askaros, 1991 yılında piyasaya sürdüğü Semahlar ve Deyişler ve 1993de çıkardığı Şiirce albümü izledi Müziğine Lazca-caz yakıştırması yapılan Fuat Saka, 1994 yılında çocuklar için düzenlediği Torik Balıklar Ülkesinde albümü müzik marketlerde yerini aldıktan iki yıl sonra, 1996da Demir Gökgölle Arhavılı Ismail albümünü çıkardı
Yerli ve yabancı müzisyenler için düzenlemeler yapan Saka, Lazutlar serisinin ilki olan Lazutları 1997 yılında sundu hayranlarına Üretken ve kaliteli müzik yapan birkaç sanatçıdan biri olan Fuat Saka, bir yıl sonra da Sen albümüyle çıktı hayranlarının karşısına Serinin ikinci albümü olan Lazutlar IIyi 2000 yılında, Perçem Perçem kasetini de bir yıl aradan sonra 2001 yılında çıkardı
Son yıllarda Türk müzikseverler tarafından çok sevilmeye başlanan sanatçı, serinin üçüncü albümü olan Lazutlar IIIü 2002 yılında bitirdi ve piyasaya sürdü Yaptığı müziklerle bir kültür elçisi gibi çalışan Saka, uluslararası bir çok solo konser verdi ve Almanya, Fransa, Danimarka ve Türkiyeden birçok müzisyenle çalıştı Müzik hayatını İstanbul Hamburg Paris üçgeninde sürdüren sanatçının grubu Alman, Amerikalı, Gürcü ve Azerbaycanlı müzisyenlerden oluşuyor

Edip Akbayram

29 Aralık 1950'de Gaziantepte doğduHenüz dokuz aylıkken çocuk felcine yakalandı Bu kötü hastalığın pençesinde çocukluğunu geçiren Edip Akbayram'ın müziğe tutkusuda çocukluk yıllarında başladı "Haftalığımdan biriktirdiği paralarla ünlü pop şarkıcılarının konserlerine gider, eve döndüğümde aynanın karşısında onların taklitlerini yapardım" diyor Akbayram o yıllar için Çocukluk yıllarında bir orkestra kurarak amatör olarak evlerinin yakınındaki bir düğün salonunda çalıştı

Lisede kurdukları orkestrada Pir Sultan'ın, Karacaoğlan'ın deyişleri üzerine yaptıkları besteleri çalıp söylediler İlk plağını da lise yıllarında yaptı: ‘‘Kendim ettim kendim buldum İlk plağını çıkardığı grubun adı Siyah Örümcekler'di Plakta zaten "Siyah Örümcekler-Gaziantep Orkestrası" ve "Edip Albayram ve Siyah Örümcekler" başlıkları altında iki farklı baskıyla çıktı

Gaziantep'ten sonra Adana ikinci adresi oldu Edip Akbayram'ın Adana, Akbayram'ın kurduğu orkestrayla ilk sahneye çıktığı kenttir Burada "Beyaz Saray" adlı bir gazinoda çalışmaya başdı

Akbayram yoksulluk içinde geçen bir çocukluktan sonra, liseyi bitirip kapağı İstanbul'a attığında yıl 1968'dir Liseyi bitirdiği zaman hep öğrenmeyi istediği mesleğin, doktorluğun eğitimini almak için üniversite sınavlarına girdi ve diş hekimliğini kazandı Ne var ki müzik ağır bastı ve bu meslekten vazgeçerek kendini müziğe verdi "Zaten diş hekimi olsaydım, babamın bana muayene açacak parası yoktu ki!" diyordu sanatçı geçirdiği o yoksulluk yılları için

İstanbul'a geldikten sonra 1971'de Altın Mikrofon Yarışması'na katıldıAşık Veysel'in bir şiirinden esinlenerek gerçekleştirdiği ilk bestesi olan "Kükredi Çimenler" ile birinci oldu 1974'te Dostlar Orkestrası'nı kurdu ve Anadolu pop müziğinin önde gelen isimlerinden biri olduDaha sonra Kara Kuzu, Deniz Üstü Köpürür ve Garip adlı 45'liklerimle ödüller aldı ve ünü yurt çapında duyulan bir sanatçı oldu "Aldırma Gönül" ve "Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz" adlı parçalarıyla satış rekorları kıran ve altın plak kazanan sanatçının çeşitli kuruluşlar tarafından verilen 250 kadar ödülü mevcuttur

Edip Akbayram, zirveye çıksa da müziği paraya tercih ettiği için çocukluk yıllarındaki yoksullukların benzerlerini bu dönemde de yaşadı "Bu ülkede arabeskin altın çağını yaşadığı yıllarda asla müzikteki çizgimden ödün vermedim Zaten 12 Eylül sonrası beni kimse çalıştırmadı 1980'den 1984 yılına kadar, koskoca bir dört yıl Zor yıllardı o yıllar Kimse bana iş vermedi Karımın bileziklerini ve alyanslarımızı sattık 12 Eylül sonrası beni canavar gibi görmeye başladılar" diyor Edip Akbayram o yıllar için

80'ler Edip Akbayram ve benzeri müzik yapanlar için zor yıllardı Arabesk okumasını istediler, büyük paralar teklif ettiler Reddetti Sesi soluğu duyulmaz oldu müzik piyasasında 1981-88 arasında bestelerinin TRT'de çalınması yasaklandı Ama 90'ların ortasından itibaren, özellikle ‘‘Türküler Yanmaz’’ albümüyle yeni bir çıkış yaptı ve kendi çizgisinde sapmadan yürümeye devam ettiğini gösterdi Can Yücel'in, Oktay Rifat'ın, Ahmed Arif'in, Vedat Türkali'nin yapıtlarından bestelediği şarkılar vardı bu albümünde

Edip Akbayram başlangıçtan itibaren ne yapmak istediği şöyle açıklıyordu: "Kalıcı bir şeyler yapmak istiyordum Fikret Kızılok ve Cem Karaca'nın Anadolu ezgilerini pop çizgisinde söylemelerini örnek olarak aldım Renk ve çizgide tamamen bir Edip Akbayram olarak geliştirdim Toplumcu müzik yapmak istedim Müziğimde geniş halk kitlelerinin yaşamı, sorunları olmalıydı Ancak sivri, ucuz kahramanlıklardan da uzak durmaya çalıştım İnançlarımdan, düşüncelerimden, politikamdan taviz vermeden, müzik tekniğinden yararlanarak, sorunlu, yoksul, geniş halk kitlelerine ulaşmak, daha çağdaş bir şeyler yapmak istiyordum"

Bugün geçimimi kaset ve konserlerimden gelen paralarla sağlayan sanatçının bir de iki ortaklı küçük bir inşaat şirketi bulunuyor Çevre düzenlemeciliği, TIR taşımacılığı, küçük çapta bina yapımıyla uğraşıyorAyrıca, 1979 yılında Ayten hanım ile evlenen sanatçının bu evliliğinden Ozan ve Türkü adlarında bir oğlu, bir kızı var

Aşık Veysel

Ekim 1894 - 21 Mart 1973 Şarkışla’nın Sivrialan köyünde doğdu Asıl adı Veysel Şatıroğlu’dur 7 yaşında yakalandığı çiçek hastalığından dolayı bir gözünü,
daha sonra bir kaza sonucu, az gören öteki gözünü yitirdi

Evlerine sürekli olarak gelen aşıklardan dolayı türküyle ve bağlamayla ilgilendiğini gören babasının aldığı bağlama Veysel’in yaşamına eşlik etti İlk bağlama
derslerini de babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’den aldı Yunus, Karac’oğlan, Dertli, Erzurumlu Emrah gibi aşıklardan etkilendi ve türkülerinde onlarla
olan duygu yakınlığını yansıttı

Önceleri usta malı türküler söyleyen Aşık Veysel, 40 yaşlarına doğru kendi şiirlerine ağırlık vermeye ve türküleştirmeye başladı 1931 yılında gerçekleştirilen
Aşıklar Bayramında adı duyulan ve 1933 yılında Atatürk için söylediği bir türküden sonra özellikle Ahmet Kutsi Tecer’in de yardımıyla giderek tüm Türkiye’de
tanınmaya başladı Bu yıllar aynı zamanda Veysel’in kendi türkülerini söylemeye yönelmesi anlamında bir geçiş dönemi olarak sayılabilir Bu döneme dek
köyünden hiç çıkmayan Aşık Veysel bunu izleyen yıllarda Türkiye’nin birçok yöresini dolaşarak kendi yöresi dışında da insanlara türkülerini aktarma fırsatı
buldu

1952 yılında İstanbul’da kendisi için büyük bir jübile yapılan Aşık Veysel’e, 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özel bir kararıyla aylık bağlandı

Türkülerinde kendi özgü bir içtenlikle doğadan insan sevgisine hemen her konuyu işleyen Aşık Veysel, İstanbul Radyosunun ilk yayınlarında da türkü söyledi
1941-46 arasında, Aşık Ali İzzet’le birlikte Köy Enstitülerinde halk türküleri ve bağlama dersleri verdi Zamanla Veysel ve Ali İzzet’in temsil ettiği
bağlama çalma ve türkü söyleme biçimi başlıbaşına bir tavır olarak yerleşti

Önceleri yöresindekiler sonra Türkiye’nin her yerinden aşıklarla karşılaştı, tanıştı Ölümüne dek de sürekli olarak, yaşlı genç aşıklar tarafından ziyaret
edildi

Aşık Veysel’in önemli sayılan ancak pek bilinmeyen bir özelliği de köyünde ilk kez meyve bahçesi kuran ve meyve yetiştiren kişi olmasıdır

Araştırmacılara göre bağlamanın ilk düzeni olarak kabul edilen ve aslında Aşık Süleyman tarafından kullanılan ancak Aşık Veysel aracılığıyla yayıldığından
dolayı aşıklama düzeni (la-re-mi), »Veysel Düzeni« olarak da bilinir

Aşık Veysel'in şiirlerinin toplandığı »Deyişler« (1944), »Sazımdan Sesler« (1950) ve »Dostlar Beni Hatırlasın« (1970) adlı kitaplar yayımlandı

Neyzen Tevfik



24 Mart 1879’da Bodrum’da doğan Neyzen Tevfik’in asıl adı Tevfik Kolaylı’dır Babasının memleketi Bafra'nın Kolay nahiyesi olduğu için soyadı kanunuyla "Kolaylı" soyadını almış Babası Rüştiye Mektebi muallimi Hasan Fehmi Bey, Annesi Emine Hanım’dır Kendine özgü yergileri ve yaşam biçimiyle adını duyuran Neyzen Tevfik, babasının görevli bulunduğu Urla kasabasında, usta bir neyzen olan Berber Kâzım'la tanıştı ve ondan ney dersleri almaya başladı Aynı günlerde de, ilk sar'a nöbetini geçirdi

Bu arada okulu bırakan Neyzan Tevfik’i babası yatılı olarak “İzmir İdadisi”ne yazdırdı Ancak sar’a nöbetlerinin yeniden başlaması üzerine okulu tamamen bıraktı Ney’e duyduğu derin sevgiyle İzmir Mevlevihanesi’ne girdi Neyzen Tevfik, burada Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Ruhi Baba, ve Şair Eşref gibi pek çok ünlü isimle ile tanıştı ve onlardan Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça dersleri aldı Şair Eşref, yalnızca dostu ve hocası olarak kalmayarak ona hicvin kapılarını da açtı İlk şiiri bu günlerde, 13 Mart 1898'de “Muktebes” dergisinde yayımlandı

1898 yılında, babası medrese öğrenimi için Neyzen’i İstanbul'a gönderdi ve Fethiye Medresesi'ne yerleştirdi Ama Neyzen Tevfik, zamanını daha çok Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerinde geçirdi Bu arada Mehmet Akif Ersoy'la tanıştı ve Mehmet Akif, dönemin seçkin müzisyen ve edebiyatçıları ile tanışmasını sağladı 1901 yılında, medrese giyimi olan cüppe ve şalvar yerine Akif'in verdiği setre pantolonu giymesi, akşamları medrese dışında kalması ileri-geri konuşmalara yol açınca, Fethiye Medresesi'nden ayrıldı Önce Fatih'teki Şekerci Hanı'na, sonra da Çukurçeşme'deki Ali Bey Hanı'na yerleşti Bu arada babasını tanıyan ve daha sonra Şeyhülislam da olan Musa Kazım Efendi onu kendi derslerine kabul etti

Onun sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Şair Şeyh Vasfi gibi edebiyatçılarla tanıştı Mehmet Akif'le dostluğu süren Neyzen, Mehmet Akif'e ney öğretti; Mehmet Akif de Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca öğretti Dost çevresi içinde artık İbnülemin Mahmut Kemal, Tevfik Fikret, Uşakizade Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, Hacı Arif Bey, Yunus Nadi de vardı

1900 yılında, gramofon ticaretini ilk yapanlardan Gülistan Plâk Mağazası sahibi Hâfız Âşir Bey'le bir plâk doldurma girişimi oldu Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plâklar yine de basılıp piyasaya verildi 1949'da yayımlanan Azâb-ı Mukaddes'e yazdığı önsözde belirttiğine göre, "yüze yakın plâk" doldurmuştur

Öte yandan istibdata karşı olan gençlerle Sirkecideki İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesi'nde bir araya gelir; yurt sorunlarına ilişkin ve istibdat karşıtı konuşmalar yaparlardı Güneş Kıraathanesi'ne gelip gidenlerden Ziya Şakir, bir gün, sözü Eşref'ten açıp Jön Türk hareketinin önderlerinden Ahmet Rıza'ya getirerek Neyzen Tevfik'i konuşturdu ve tüm düşüncelerini öğrendi, ardından da ihbar etti Gözaltına alınan Neyzen, sıkıntı dolu bir sorgulamadan geçirildi Bu arada, daha önce tam otuz beş kez jurnal edilmiş olduğunu öğrendi On beş gün sonra da serbest bırakıldı

Serbest kaldıktan sonra kendisini Beyoğlu meyhanelerine attı Bu esnada Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne devam ederek Şeyh Mümin Baba'dan nasip aldı Siyasi baskının artmasından sonra yurt dışına gitmeye karar verdi ve 1902 yılında Mısır'a gitti

Neyzen Tevfik'in Mısır'da geçen yıllarına ilişkin olarak gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmak neredeyse imkansız Ama geçimini neyi ile sağladığını ve hicvetmeye devam ettiği biliniyor Mısır’da bir arkadaşı ile Neyzenler Kahvehanesi açıp işletti Özbekiye Saz Bahçesi'nde çalarken plâk da doldurdu Jön Türklerle ilişkili, bir dost toplantısında sarhoşlukla tabancasını ateşlediği ve duruşmada yargıca "haksızlık yapıyorsunuz" dediği için altı ay hapse mahkûm edildi Ancak yaptığı itiraz kabul edildiği için bir buçuk ay yattıktan sonra özgürlüğüne kavuştu Bu arada Feride adlı Lübnanlı bir kadınla iki ay birlikte yaşadı

II Abdülhamit için yazdığı "Abdülhamid'in Ağzından Bir Nutk-ı Hümâyun" adlı hicvini İstanbul Kıraathanesi'nde okuyunca tutuklanmak istendi fakat çevrenin işe karışması ile kurtuldu "Türk Aydınlarının Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir" başlığı ile gazetelerde yayımlanan yazı nedeniyle hakkında tutuklama kararı verildi Kurtulmak için de "Kaygusuz Sultan" adlı bektaşi tekkesine sığındı

II Meşrutiyet'in ilânıyla Mısır'dan ayrıldı ve İzmir'e döndü Daha sonra da İstanbul’a geçti Çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşen Neyzen Tevfik, seyretmek için gittiği ve Ferah Tiyatrosu'nda sergilenen "Sabah-ı Hürriyet" adlı oyunun İttihat ve Terakki'ce yasaklanması üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklandı Ardından kısa bir süre sonra da serbest bırakıldı
Neyzen Tevfik 1910 yılında "sarıklı bir zâtın kızı olan Cemile hanımla", kardeşinin ve babasının karşı çıkmasına karşın, annesinin ısrarı ile evlendi ve bir kızı oldu Ancak yürümeyen evliliği, kızı Leman henüz üç aylıkken kayınbabasının eşini alıp götürmesiyle son buldu

I Dünya Savaşı yıllarında, Askeri Müze'nin kurucusu Muhtar Paşa'nın emrinde ve Mehterbaşı olarak askerlik yaptı Düzenle başı hoş olmayan Neyzen Tevfik, herhangi bir meseleden dolayı Muhtar Paşa ile kavga etti ve askerden çıkarıldı Daha sonra, dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın yalısında Mehter takımının verdiği konseri izleyen Almanya'nın Romanya'daki Kuvvet komutanının ilgisini çekti Bazı kaynaklarda da onun çağrılısı olarak Romanya'ya gittiği yazılır Romanya'da piyano eşliğinde konser verdi

1919 yılında, ilk kitabı “Hiç”i yayınlandı

1923 yılında Ankara'ya gitti ve kardeşi Şefik Kolaylı'nın yanında 4-5 ay kaldı Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı ve Mustafa Kemal'i yücelten şiirler yazdı bu sırada 1924 yılında, arkadaşı Hasan Sâit Çelebi'nin de yardımları ile yazdıklarını “Azâb-ı Mukaddes” adı altında forma forma yayımlamaya kalkıştı ancak girişim başarılı olmadı ve iki formadan sonra noktalandı

1926 yılında Atatürk'le tanışan Neyzen Tevfik, 1927 yılında sa'ra nöbetleri ve alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başladı 1928 yılında, ski dostu Mehmet Akif'i görmek için tekrar Mısır'a gitti ve bir yıla yakın bir süre yanında kaldı

1930’lu yıllarda, ekonomik destek olsun diye, Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstündağ'ın girişimi ile Konservatuvar'da görevlendirildi 1940’lı yıllarda doktoru olduğu kadar dostları da olan Mazhar Osman ve Rahmi Duman'ın aracılığı ve Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrıldı İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar giderdi Rahmi Duman, Neyzen Tevfik'le ilgili şunları yazmış; "Onu yakinen tanımak mazhariyetine 1932’de erdim O tarihte genç bir asistan olarak Bakırköy Akıl Hastahanesi'ndeki 18 numaralı serviste (ehline) açmış olduğu şiir ve felsefe kürsüsünün hevesli ve usanmak, yılmak bilmeyen bir talebesi olmuştum"

9 Mart 1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde ney çaldı ve yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüledi 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in eserlerini, onun gözetimi altında, “Azâb-ı Mukaddes” adı ile kitaplaştırdı 1951 yılında “Onu Affettim” adlı bir filmde önemli bir rolde gözüken Neyzen Tevfik, “Ağlayan Şarkı” adlı bir başka filmde ise, Suzan Yakar'la oynadı

1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesini yaptı 1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen'in düzenli bir geliri hiç olmadı Neyzen Tevfik'in söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953'de son buldu Cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde kılındı Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarını doldurdu Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurladılar Neyzen'i bilinmeyene Kim bilir belki de hiçlikten hepliğe…

Ne hayatı, ne dünyayı, ne de kendisini "hiç" kavramıyla ifade etmek değildi onun yaptığı O, karşıtlıkların birbirini var ettiği algılayışımızda, var oluş derinliğinin sarhoşluğu içinde arayışını sürdürürken “Hiç” olanı fark etmişti Para-pul, mal-mülk, şan-şöhret elinin tersiyle ittiği şeylerdendi Adaletsizliğe, çıkarcılığa, kör inançlara, baskıya, otoriteye, din istismarına sert ve etkili bir üslupla hicivlerinde ve hayatında baş kaldırdı Boynunda eski yazıyla “Hiç” yazardı

Adile Naşit ( 17061930)- (11121987)



Ünlü sinema ve tiyatro oyuncusu Adile Naşit, 17 Haziran 1930’da İstanbul’da doğdu Asıl adı Adile Keskiner’dir Tiyatro oyuncusu Amelya Hanım ile ünlü komedyen Naşit’in kızıdır Babasının ölümü üzerine öğrenimini yarım bırakarak, 1944 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk Tiyatrosu’na girdi Herşeyden Biraz oyunuyla sahneye çıktı Aynı yıl Halide Pişkin’in grubuyla İstanbul’da turneye çıktı Daha sonra Muammer Karaca’nın tiyatrosuna girdi 1948’de komedi oyuncuları Aziz Basmacı ve Vahi Öz’le birlikte kurdukları toplulukta 1951 yılına kadar çalıştı Yine 1948 yılında Lüküs Hayat filmiyle sinema oyunculuğuna başladı 1950’de, kendisi gibi tiyatorcu olan Ziya Keskiner ile evlendi 1954’te yeniden Muammer Karaca tiyatrosuna döndü ve 1960’a dek burada çalıştı 1961’de, eşi Zİya Keskiner ve abisi Selim Naşit Özcan ile birlikte, Naşit Tiyatrosu’nu kurdular Bu topluluğun dağılmasından sonra 1963’te girdiği Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü tiyatrosunda, 1975’e kadar aralıksız olarak çalıştı

Adile Naşit, sinemaya ikinci ve asıl girişini 1970’lerde yaptı 1976’da İşte Hayat adlı filmdeki rolüyle, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı Bu, Türk sinemasında, ‘star’ olmayan bir başoyuncunun kazandığı ilk ödüldü Hababam Sınıfı filmlerinin birçoğunda, müstahdem kadın rolüyle yeraldı ve buradaki oyunculuğuyla da büyük beğeni kazandı 1978’de Uluslararası Sanat Gösterileri’nin tiyatro ve müzikallerinde rol almaya başladı 1981 yılında TRT televizyonunda Uykudan Önce isimli bir çocuk programı yapmaya başladı Bu programda anlattığı masallar ve öykülerle, çocukların gönlünde taht kurdu Gerek sinema filmlerinde, gerekse oyunlarda, basit, saf, iyi yürekli kadın tiplemesini başarıyla oynadı ve kendine has bir üslûpla yenileyerek karakteristik hale getirdi Adile Naşit, 11 Aralık 1987’de İstanbul’da öldü

Peyami SAFA

Peyami Safa 1899'da İstanbul'da doğdu Şair İsmail Safa'nın oğludur 13 yaşında Posta Telgraf Nezaretinde çalışmaya başladı 1914 ve 1918 yılları arasında öğretmenlik,1918 ve 1961 arasında gazetecilik yapmıştır Yirminci Asır adlı bir akşam gazetesi çıkardı

Bu gazetede 1919'da imzasız olarak "Asrın hikâyeleri" başlıklı hikâyelerini yayınladı, Kültür Haftası (21 sayı, 15 Ocak-3 Haziran 1936) ve Türk Düşüncesi (63 sayı, 1953-1960) adlarında iki de dergi çıkardı Tasvîr-i Efkâr, Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman, Son Havadis gazetelerinde yazdı Oğlunu askerliğini yaptığı sırada kaybetmesi Peyami Safa'yı çok sarstı Bu olaydan birkaç ay Havadis Gazetesi'nin baş yazarı iken 15 Haziran 1961'de İstanbul'da öldü Peyami Safa halk için yazdığı romanlarını "Server Bedi" adıyla yayınladı

80 kadar olan bu eserler arasında; Cumbadan Rumbaya (1936) romanıyla, Cingöz Recai polis hikâyeleri dizisi en ünlüleridir Ayrıca ders kitapları da yazdı Peyami Safa'nın fıkra ve makalelerinde sağlam bir mantık dokusu ve inandırıcılık görülür Romanlarında olaydan çok tahlile önem vermiştir Toplumumuzdaki ahlâk çöküntüsünü, medeniyetin yarattığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı dile getirdi Zıt kavramları, duygu ve düşünce tezadını ustaca işledi

Falih Rıfkı Atay



Falih Rıfkı Atay (1894 - 1971) 1894 yılında İstanbul'da doğdu Fıkra, makale, gezi türlerindeki gazete yazılarıyla ve özellikle Atatürk'ü yakından tanıtan anılarıyla ün kazanan Falih Rıfkı Atay, Kovacılar semtindeki Rehberi Tahsil Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra Hüseyin Cahit Yalçın'ın müdürlük yaptığı Mercan İdadisi'nde öğrenimini tamamladı Darülfünunun Edebiyat bölümünü bitirdi İdadide edebiyat öğretmeni olan Celal Sahir Erozan ile kendisinden bir ileri sınıfta okuyan Orhan Seyfi Orhon, Falih Rıfkı'nın edebiyat zevkinin gelişmesine yardımcı oldular İlk Yazıları, Serveti Fünun dergisinin genç yazarlara ayrılan ek sayfalarında yayımlanan Falih Rıfkı'nın Tecelli(1911) dergisi ile Süleyman Bahri'nin yönettiği Kadın(1912) dergisinde Cenap Şahabettin ile Ahmet Haşim'in eserlerini hatırlatan şiirleri çıktı

1912'de Tanin gazetesinde düz yazıları yayımlanmağa başladı; İstanbul Mektupları, Edirne mektupları gibi yazıları çıktı 1913- 1914 yıllarında sadaret ve Dahiliye Nazırlığı kalemlerinde çalıştı Dahiliye Vekili Talat Paşa ile birlikte gittiği Bükreş'ten Tanin gazetesine röportaj yazıları yolladı Bu dönemdeki yazıları, Türkçülük ve Türkçecilik akımlarının etkisini taşıyordu I Dünya Savaşında yedek subay olarak Suriye'ye gitti; 4 Ordu kumandanı Cemal Paşa'nın hususi katipliğini yaptı Suriye ve Filistin'deki savaş anılarını "Ateş ve Güneş" (1918) kitabında topladı Cemal Paşa'nın Bahriye nazırı olması üzerine Kalemi Mahsusa müdür yardımcılığına getirildi (1917)

Kazım Şinasi Dersan, Necmettin Sadık Sadak, Ali Naci Karacan ile birlikte Akşam Gazetesini çıkarmağa başladı (1918) Bu gazetede Günün Fıkraları başlığıyla sürekli yazılar yazdı Kurtuluş Savaşını destekleyen etkili yazıları dolayısıyla idam istenerek Kürt Mustafa Divanı Harbi'ne verildi Fakat İnönü Zaferinin kazanılması üzerine Divanı Harp tutumunu değiştirdiği için idamdan kurtuldu Kurtuluş Savaşı sona erdiği sırada İzmir'de Atatürk ile görüşmeğe gelen gazeteciler arasındaydı Atatürk'ün isteği üzerine İkinci Büyük Millet Meclisi'ne Bolu'dan milletvekili seçildi ( 1922) Daha sonra uzun yıllar Ankara Milletvekili olarak TBMM'de bulundu Hakimiyeti Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin başyazarlığını yaptı

Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygulanması sırasında Dil Encümeninde görev aldı Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın tutumuna şiddetle karşı çıktı Ulus gazetesinin başyazarlığını yaptığı dönemde Ankara şehir planı jürisinde üyelik ve İmar Komisyonunda başkanlık yaptı 1946'da çok partili döneme geçildikten sonra Ulus gazetesinde CHP'nin savunuculuğunu sürdürdü Demokrat Parti'nin 1950'de iktidara geçmesinden sonra Dünya Gazetesini kurarak (1952) muhalefete geçti; yeni iktidara karşı Atatürk devrimlerini savundu

Falih Rıfkı Atay, sağlam, atak, çekici, anlatımı ve duru Türkçesiyle Cumhuriyet basınının Encümeninde usta kalemlerinden biriydi Günlük siyasi olayları ele alan başyazı ve fıkraları yanında Ulus ve Dünya gazetelerinde Pazar günleri yayımladığı haftalık yazılarında çok usta bir deneme ve söyleşi yazarı niteliği gösteriyordu Gezi ve anı türlerinde Cumhuriyet döneminin çok ilginç ürünlerini verdi

Metin Oktay (1936 - 1991)


1936 yılında İzmir'de doğan Metin Oktay, Damlacık kulübünde futbola başlamış, Yün Mensucat takımından sonra geçtiği İzmirspor'da kendini göstererek genç milli takıma yükselmiştir

1956 yılında Galatasaray'a gelen Metin Oktay, İtalya'nın Palermo takımına transfer olduğu 1961-62 sezonu dışında sürekli Sarı Kırmrzılı formayı giymiştir

Daha İzmirspor'da oynarken, attığı 17 golle İzmir Profesyonel Ligi gol kralı olan Metin Oktay, ondan sonraki yıllarda da bu unvanı nadiren başkalarına kaptırmıştır

Metin Oktay kral olamadığı yıllarda da çok sayıda golle listenin hep ilk sıralarında yer almış, toplam 608 golle bir rekorun sahibi olmuştur (Bazı kaynaklarda bu sayının 632 olduğu belirtilmektedir) Bir sezonda attığı 38 golle oluşan rekor ise, tam 25 yıl sonra yine Çolak tarafından kırılabilmiştir Metin Oktay, 36'sı A, 4'ü de genç olmak üzere Milli Takım formasını 40 kez giymiş, 7 kez kaptanlık yaparken, 19 gol atmıştır
10 Haziran 1959'da Fenerbahçe kalesinin ağlarını yırtan golü , Türk futbol tarihine geçen büyük olaylarından biridir

1965 yılında ''Taçsız Kral'' adlı bir filmde de rol alan Oktay, futbol yaşamı boyunca sadece 1 kez oyundan atılmıştı Büyük bir golcü oluşunun yanı sıra, efendi ve sportmen kişiliğiyle de Türk futbolseverlerinin sevgilisi olan Metin Oktay, futbolu bıraktıktan sonra yine futbolla ilgili çeşitli işler yaptı Sarı Kırmızılı kulüpte yönetici ve menajer olarak görev yapan Metin Oktay'ın son görevi spor yazarlığı idi Oktay, Galatasaray ve Bursaspor'da teknik adam olarak da görev yapmıştı

Türk futbolunun efsane golcüsü Metin Oktay, 13 Eylül 1991'de bir trafik kazası sonucunda yaşamını yitirmişti

Metin Oktay'ın gol krallığı listesi şöyledir:
1956-57 İstanbul Profesyonel ligi, 17 golle,
1957-58 İstanbul Profesyonel ligi, 19 golle,
1958-59 İstanbul Profesyonel ligi, 22 golle,
1959 Türkiye ligi,11 golle,
1959-60 Türkiye ligi, 33 golle,
1960-61 Türkiye ligi, 36 golle,
1962-63 Türkiye ligi, 38 golle,
1964-65 Türkiye ligi, 17 golle, 1968-69 Türkiye ligi, 17 golle,

Cengiz Topel(1934-1964),



Cengiz TOPEL Trabzonlu Tekel tütün eksperi Hakkı Bey'in oğludurBabasının görevli olduğu İzmit'te 2 Eylül 1934 tarihinde doğduAnnesi Mebuse Hanım'dır Ailede dört kardeşin üçüncüsüdür

İlkokula Bandırma II İlkokul'unda başladı, babasının Gönen'e tayini ile Ömer Seyfettin İlkokulu'nda öğrenimine devam etti 1934 yılında babasını kaybettikten bir süre sonra İstanbul Kadıköy'e yerleştiler Kadıköy Yeldeğirmeni Okulu'nda ilk ve orta öğrenimini tamamladı Lise öğrenimini, Haydarpaşa Lisesi'nde başlayıp Kuleli Askeri lisesi'ne devam ederek 1953 yılında bitirdi 1955 yılında Kara Harp Okulu'nu bitirip asteğmen olarak ordu saflarına katıldı


Küçük yaşlardan beri havacılığa olan merakı sonucu hava sınıfına ayrıldı Pilotaj eğitimi için Kanada'ya gönderildi Kanada'daki eğitimini başarıyla tamamlayarak 1957 yılında yurda dönüp Merzifon Hava Üssü'nde göreve başladı 1961 yılında Eskişehir I Ana Jet Üssü'ne atandı 1963 yılında yüzbaşılığa terfi etti

8 Ağustos 1964 yılında Rumlar'ı Türk Halkı'na karşı işledikleri insanlık dışı eylemlerden caydırmak için Eskişehir'den Kıbrıs'a, 4'lü Kol Komutanı olarak gönderildi Uçuş esnasında uçağı yerden isabet alarak düşürüldü Paraşütle atlamayı başardı, fakat Rumlar tarafından esir edilerek barbarca yapılan işkenceler sonucu şehit edildi Kıbrıs'ta ilk hava harp şehidimiz olan Cengiz TOPEL'in hastanede öldüğü açıklandı, ancak cenazesi israrlı girişimler sonucu 12 Ağustos 1964 tarihinde Rumlar'dan alınabildi

Kıbrıs'ta, Adana'da, Ankara ve İstanbul'da yapılan törenlerden sonra 14 Ağustos 1964 tarihinde Edirnekapı'daki Sakızağacı Hava Şehitliği'nde toprağa verildi

Örnek bir insan, mükemmel bir asker olan Cengiz TOPEL'in manevi varlığı önünde Türk Milleti ve Türk Havacılığı şükran ve saygıyla eğilir


7-8 Ağustos 1964 Hava Harekatı
7 Ağustos Cuma günü, ESKİŞEHİR'e yaklaşmakta olan bir C-54 uçağından Meydan Nöbetçi Subaylığına mesaj geldi Mesajda; Hava Kuvvetleri komutanı Orgeneral İrfan TANSEL 'Muhsin Paşa kuleye gelsin konuşacağım' diyordu Mesaj hemen kendisine iletildi Tümg Muhsin BATUR ile Orgeneral İrfan TANSEL yaklaşık olarak bir saat pist başında motorları çalışır bekleyen uçağın içinde konuştular Bu konuşma sırasında, İrfan TANSEL ''Kıbrıs'taki karışık durum nedeniyle İSTANBUL'dan ANKARA'ya çağrıldığını ve hemen gideceğini fakat kendisi ile görüşmek istediği için ESKİŞEHİR'e indiğini'' belirttikten sonra "Hükümetin muhtemelen KIBRIS'a uyarı uçuşu kararı alacağını bunun için silahlı bir dörtlü kolun hazır olarak beklemesini" bildirip hükümet toplantısına katılmak için ANKARA'ya hareket eder Tümg Muhsin BATUR ise 1 nci üsse dönerek, Üs kilit personelini toplantıya çağırır Bu arada liderliğini

1 numara Yzb Necmi SOYUPAK�ın yaptığı ve

2 numara Ütğm Şevket YAVUZ,

3 numara Yzb Osman KAYADİBİNLİ,

4 numara Ütğm Ethem SANCAR'dan meydana getirilen bir dörtlü kol, makinalı top yüklü olarak beklemeye bırakılır Saat 1900'da, başta Tümg Muhsin BATUR olmak üzere 1nci üs komutanı TuğgSemih ALAYBAYOĞLU, Uçuş Grup Komutanı YbTarık GÖKERİ ve Uçuş Grup Komutanı Yb Necdet HORASAN olduğu halde üsse gelerek, hazır bekleyen kolu brifinge alırlar Bizzat Tümg Muhsin BATUR tarafından verilen birifing emri ile, ki bu emir, uyarı uçuşu ve gözle temas sağlanan hedeflere makinalı top ile taarruz edilmesi, idi Kol saat 1935 de kalkış yapar Hızlı bir uçuş ile 40 dakika sonra saat 2017 de hedef olan ERENKÖY üzerinde olunur İlk önceliğe sahip olan Rum hucumbotlarının bölgeden ayrılması nedeni ile Rum mevzilerine makinalı top taaruzu yapılarak geri dönülür

Yapılan bu uyarı uçuşu, ERENKÖY'de üç gündür direnen ve Anavatandan yardım bekleyenler için umut ışığı olmuştur

8 Ağustos 1964 gününe gelindiğinde istihbarat raporlarından Rum hucumbotlarının ERENKÖY ve GEMİKONAĞI Limanı civarında toplandığı öğrenilir Bu hucumbotlar ERENKÖY'ü denizden top ateşine tutuyorlardı Türkler çok zor durumda idiler Çünkü savunma durumunda olan Türkler sırtlarını güvenli buldukları denize vermişlerdi Ama denizden gelen top mermileri onları ateş arasında bırakıyordu 8 Ağustos günü yine bizzat Tümg Muhsin BATUR tarafından verilen brifing ve emir ile; bir F-100 F ve iki adet F-100 D uçağından oluşan keşif kolu hazırlandı Bu keşif kolu yine Yzb Necmi SOYUPAK liderliğinde, iki numara Yzb Osman GÜLSES olarak havalandı F-100 F�de Yzb Necmi SOYUPAK�la birlikte Ütğm Uluer ECERAL da bulunuyordu Görevleri ise:

ERENKÖY bölgesine kadar kol halinde uçtuktan sonra bölgeye varıldığında kol ikiye ayrılacaktı İki adet F-100 D uçağı Yzb Osman GÜLSES liderliğinde bölgede kalarak keşif ve Rum mevzilerine taarruz görevini yerine getirirken; Yzb Necmi SOYUPAK ve Ütğm Uluer ECERAL komutasındaki F-100 F uçağı GEMİKONAĞI Limanına keşfe gidecekti

Yzb Necmi SOYUPAK ve Ütğm Uluer ECERAL komutası altındaki F-100 F, GEMİKONAĞI Limanına ulaştığı zaman hücumbotların bölgede olduklarını tespit etti Daha önceden kararlaştırılan bir şifre ile kendisinden sonra kalkan

1 numara Yzb Hüseyin ÇAPAOĞLU liderliğinde ve

2 numara Ütğm Ethem SANCAR

3 numara Yzb Vahdet GÜNDÜZ

4 numara Ütğm Mustafa KÖSEOĞLU� ndan oluşan dörtlü kola bildirecekti Hücumbotların GEMİKONAĞI olduğu Limanında tesbitinden sonra; �Hava yerinde güzel� parolası ile hücumbotların bölgede olduklarını bildirerek, kolun hedef arayarak zaman kaybetmesi önlenmiş oluyordu

Yzb Hüseyin ÇAPAOĞLU liderliğindeki dörtlü kol, hedef bölgesine ulaşarak Rum gemilerine roket ve makineli top taaruzuna geçtiler

KIBRIS semalarında bu faaliyetler olurken TÜRKİYE�deki faaliyetler de olanca hızıyla devam etmekteydi MALATYA�dan ADANA�ya intikal eden 113 ncü Filo, Bnb HBasri YURDAKUL liderliğinde kalkan bir dörtlü kol ise ERENKÖY�e doğru uçmaya hazırlanıyordu Hedef ; ERENKÖY�de bulunan Rum birlikleri idi

ESKİŞEHİR 112 nci Filoda ise pilotlar kamelyada kendilerine sıra gelmesini bekliyorlardı Yzb Cengiz TOPEL ise kamelya içerisinde dolaşıyordu Derken 1 nci Hava Kuvveti Komutanı Tümg Muhsin BATUR, Kurmay Başkanı Tuğg Hulusi KAYMAKLI, Üs Komutanı Tuğg Samih ALAYBAYOĞLU, Grıp Komutanı Yb Necdet HORASAN gelerek hücumbotlara yapılacak ikinci dalga taaruz için dört asil ve bir yedek pilot seçtiler

Seçilen bu dörtlü kol, öğleden sonra geç vakitlerde brifinge alındı Brifing yine 1 nci Hava Kuvveti Komutanı Tümg Muhsin BATUR tarafından veriliyordu ( Saatin tam olarak belirlenememesine rağmen 1630 civarında brifinge girmeleri kuvvetle muhtemeldir) Teşkil edilen dörtlü kolda;

Lider, Yzb Cengiz TOPEL F-100D 55-2766

2 numara Ütğm İzzet ÖZTARHAN

3 numara Yzb Mehmet KONEDRALI

4 numara Ütğm Ethem SANCAR bulunmaktaydı Ayrıca 5 numara olarak Ütğm Şevket YAVUZ brifinge katılmıştı Kalkış esnasında koldan herhangi bir numaranın bir numaranın arıza yapması durumunda arıza yapan uçağın yerine kalkacaktı

Brifingte hedef bölgesi olarak GEMİKONAĞI Limanı bölgesinde olan hücumbotlara ikinci dalga olarak taaruz edileceği bildirildi Silah yükü olarak uçaklara bomba ve makinalı top mermisi yüklenmişti Yapılan brifing sırasında ki Cengiz TOPEL�i Şevket YAVUZ şöyle anlatıyor;

''Brifinge girdiğimiz zaman, Cengiz'i ilk defa olarak bu kadar sessiz gördüm Brifing boyunca hiç konuşmadı Soru dahi sormadı Sadece verilen emri aldı ve 'Hadi arkadaşlar gidelim' dedi''

Cengiz TOPEL liderliğindeki kol, takriben 1700-1800 civarında ESKİŞEHİR'den kalkış yaptı Koldaki tüm uçakların başarıyla havalanmasından sonra, beş numara olarak piste giren Ütğm Şevket YAVUZ ise geriye döndü





SON UÇUŞU
ANTALYA'ya kadar yapılan yüksek irtifa uçuşundan sonra kol, AKDENİZ üzerinde alçalarak, alçak uçuşa başladı Alçak uçuş yapmalarının nedeni, İngilizlerin KIBRIS�a kurdukları radara yakalanmamaktı Böylece DİKELYA Üssünden kalkacak İngiliz av uçaklarının önlemesine de maruz kalmayacaklardı (Harekat boyunca İngiliz radarı tesbit ettiği Türk uçaklarına karşı önleme uçakları kaldırdı Ancak bu uçaklar hiçbir şekilde hasmane bir davranışta bulunmadılar)

Kol ANTALYA'yı geçip AKDENİZ�in mavi suları üzerinde uçmaya başladığı zaman telsiz kulaklıklarından bilinen bir ses duyuldu: ''Tık tık'' Bu ses GEMİKONAĞI Limanındaki görevini bitirip ESKİŞEHİR�e dönmekte olan Yzb Hüseyin ÇAPAOĞLU liderliğindeki kolun başarı dileklerini iletiyordu Bu dileğe Cengiz TOPEL tarafından yine aynı şekilde cevap verildi Aynı saatlerde ADANA�ya intikal etmiş olan 113ncü Filodan BnbHBasri YURDAKUL liderliğinde bir dörtlü kol ERENKÖY�deki Rum mevzilerini bombalamak için havalanıyordu

Sinirler gerilmişti yıllardır barış şartları içinde savaş için hazırlananlar artık savaşın içindeydiler Ölümü göze alarak öldürmeye gidiyorlardı Herşeyden önemlli olan tek bir şey vardı: Görevin yapılması Bu sayede insanlık onuru ve KIBRIS Türk�ünün yaşam hakları korunmuş olacaktı

Kol, akşam alaca karanlık vaktinde hedef bölgesine ulaştı Ortalık tam anlamıyla mahşer gününe dönmüştü Her yerde patlayan uçaksavar mermilerinin kara dumanları, yanan gemilerin siyah bulutlarına karışıyordu Pilotların hiç görmedikleri büyüklükte muazzam bir uçaksavar ateşi vardı Rumlar, GEMİKONAĞI Limanını olası bir Türk çıkarma bölgesi olarak gördükleri için büyük ölçüde silahlandırmışlar ve çok sayıda da uçaksavar ile desteklemişlerdi

Kol hedefleri olan hücumbotlar görülür görülmez, bir atış paterni teşkil etti Limanın hemen arkasında denize paralel uzanan yüksek dağlar nedeniyle denizden karaya doğru bir atış paterni kurulamadığı için, karaya paralel ve dalış anında güneş arkada kalacak şekilde bir atış paterni kuruldu Artık taarruzlar başlamıştı Denizdeki hücumbotlar kaçmaya uçaklar ise onları hedef almaya çalışıyordu Bu uğraşma içerisinde, Cengiz TOPEL ilk dalışını yaptı Hücumbot hedef göstergesinde hızla büyürken, bombasını attı ve yükseldi Fakat küçük geminin son anda yaptığı bir manevra bombanın on metre geriye düşmesine neden oldu Bu durumu yadırgamamak gerekir Çünkü o zamana kadar hareketli hedeflere özellikle de deniz hedeflerine karşı atış eğitimi yapılmıyordu

İlk dalışlardan sonra kol, tekrar paterne girerek ikinci bir dalış için hazırlandı İşte herşey o zaman oldu

Uçağın İsabet Alması Ve Şehadeti

AKDENİZ üzerinde, ERENKÖY'e gitmekte olan, BnbHBasri YURDAKUL kolunun telsizlerinden şu sözler yankılanır:

- Cengiz Yüzbaşım uçağından dumanlar çıkıyor atla! (ÜtğmİÖZTARHAN)

-

- Yüzbaşım!Cayır cayır yanıyorsun atla! (ÜtğmİÖZTARHAN)

- Tamam atladı(Muhtemelen YzbMKONEDRALI)

- Paraşütü açıldı(Muhtemelen ÜtğmİÖZTARHAN)




ATLADIKTAN SONRASI
Cengiz TOPEL�in uçağı yara almış ve kendisi paraşüt ile atlamak zorunda kalmıştır Uçağının yara alması ile ilgili olarak iki varsayım öne sürülmektedir

(1) Birinci varsayıma görre Cengiz TOPEL hedef şeçtiği hücumbota, ikinci dalışı esnasında emniyetli irtifanın altına inmiş veya bombayı bıraktıktan sonra bombasının gidişatını takip etmek suretiyle emniyetli irtifanın altına inmiştir Bu durumda da attığı bombanın parça tesiri ile uçağının yara almasına neden olmuştur Eğer Cengiz TOPEL, emniyetli irtifanın altına inmiş ise de bu hedef aldığı gemiyi kaçırmak istememe düşüncesinden kaynaklanmaktadır

(2) İkinci varsayımda ise; dalış, bombayı bırakış ve yükseliş anında hücumbotlardan veya karadan açılan uçaksavar ateşi ile vurulduğudur Bu konuda yerden açılan uçaksavar ateşi ile vurulduğu varsayımı daha fazla kişi tarafından ifade edilmiştir Ayrıca harekat boyunca görev alan pilotların belirttikleri gibi bölgede yoğun bir uçaksavar ateşinin bulunması ikinci varsayımı doğrular niteliktedir

Cengiz TOPEL paraşütle atladıktan sonra; LEFKE, GAZİVEREN; ELYE ve ÇAMLIKÖY Türk yerleşim birimleri arasında bulunan, PERİSTERONORİ Rum köyünün yakınından geçen bir asfalt yola inmiştir Yere indiği zaman bir ayağının kırıldığı ve çene kemiğinin zedelendiği söyleniyor olmasına rağmen bunun doğruluk derecesini belirtir bir kanıt yoktur Bu konuda Şevket YAVUZ

1974 yılından sonra Kıbrıs'a gittiğim zaman Cengiz'in olayına tanık olan mücahitler ile tanıştım Bana Cengiz'in yere indikten sonra cebinden birşeyler çıkartıp yaktığını söylediler Bunlar muhtemelen, bir gün önce hazırlanan hedef bilgileri ve haritalardı yani Cengiz yere indiği zaman sağlam ve doğruyu ayırt edecek kadar kendinde idi

Cengiz TOPEL'in yere indikten sonra haritasından LEFKE yönünü tespit ederek o yöne koşmaya başladığı ancak kısa bir süre sonra, arkasından bir jiple gelen üç Rum tarafından yakalandığı belirtilmektedir Ayrıca mermisinin bitimine kadar kendisini koruduğu ve yanına hiç kimseyi yaklaştırmadığı söylenenler arasındadır

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı gibi, Cengiz TOPEL�in uçağının yara alışından şehit olmasına kadar geçen olayların tam bir kanıtı olmamakta söylenenler genellikle varsayımlara ve tanıklara dayanmaktadır

Cengiz TOPEL'in yakalandıktan sonra başına gelenler konusunda da bir çok varsayımlar ortaya atılmıştırEn fazla anlatılanlar şunlardır:

İlk varsayıma göre; Cengiz TOPEL'in PERİSTERONORİ Rum köyü yakınlarında yakalandıktan sonra GÜZELYURT'a götürülür Fakat tam şehrin girişinde, 500 kadar Rum askeri ve Grivas'ın (EOKA LİDERİ) adamları tarafından araba durdurulmak suretiyle aşağıya indirilir Elleri kelepçeli olduğu halde, hemen oracıkta konuşturulmak istenilir Cengiz TOPEL�in suskunluğu attıkları dipçik darbeleri ile çözemeyince, sinirlenirler ve arkadan üç el ateş ederek O�nu yaralarlar Ancak Cengiz TOPEL�den daha çok bilgi almak isteyen Rum liderlerinin olaya el atmaları ile LEFKOŞE Rum Hastahanesine kaldırılarak ameliyat edilir

İkinci bir varsayıma göre ise, Cengiz TOPEL, yakalandıktan sonra ilk olarak GÜZELYURT Rum Hastahanesi�ne götürülerek müşahade altına alınır (Bu hastaneye daha sonra Cengiz TOPEL adı verilecektir) Burada BM kontenjanına ait olan bir Amerikalı doktor Cengiz TOPEL�in başına gelecekleri tahmin ederek onu korumaya çalışır; ama Rum çapulcu sürüsü karşısında başarılı olması beklenemez Daha sonra buradan alınarak GÜZELYURT Rum Manastırı�na götürülür (Bugün kışla olarak kullanılan manastırın işkence yapılan odası, bir müze haline getirilmiş ve yapılan işkenceler odanın duvarlarına yazılmıştır) Burada kendisine bilgi vermesi ve radyodan TÜRKİYE aleyhinde konuşma yapması yolundaki istekleri reddeder Her zaman Türklüğünün değerini bilen ve emsalsiz bir vatan sevgisine sahip olan bu genç Türk konuşması yolundaki istekleri geri çevirirken bir an olsun düşünmemiştir Sonuç ise dünyanın en adi ve en canice ikna etme metodu: İşkence

Bir başka tez ise, Cengiz TOPEL'in işkence görerek öldüğü fakat ölümünden sonra da vücudunda tahribat yapıldığı yolundadır

İster işkence görerek şehit edilmiş olsun ki bu durum gerçeğe en yakın olanıdır İsterse şehadetinden sonra vücudunda tahribat yapılmış olsun, yapılanlar; İnsanlık ölçülerine sığmamaktadır Bu ancak yüzyıllardır bastırılmış, her an her dakika körüklenerek alevlendirilmiş temelsiz bir kinin; savunmasız bir insan üzerine kusulmasıdır

Bütün bunlardan sonra Cengiz TOPEL, Lefkoşe Rum hastanesine götürüldü Rumların açıklamalarına göre 9 Ağustos günü ölmüştü Bir başka kaynak ise Cengiz TOPEL'in 12 Ağustos günü öldüğünü belirtmektedir

Cengiz TOPEL'in düşmesinden sonra TÜRKİYE hemen devreye girerek pilotunun geri verilmesini istedi Eğer pilotu verilmezse intikam taarruzları yapılacaktı Bu intikam taarruzlarına hedef olarak başta Makarios'un evi olmak üzere birçok askeri hedef seçilmişti Ayrıca 9 Ağustos günü BMBarış Gücü Komutanı General THİMAYYA Türkiye'ye bir mesaj çekerek, kendisinin, Türk pilotu ziyarete gideceğini, bir isteklerinin olup olmadığını soruyordu Türk Genelkurmayından cevap olarak bir isteğimizin olmadığı, ama pilotumuzun sağlık durumu konusunda bilgi verilirse mutlu olacağımız bildiriyordu General THİMAYYA, Cengiz TOPEL'i hastanede ziyaret ettimi bilmiyoruz; ama Rumlar Cengiz TOPEL'in öldüğünü radyo aracılığı ile aynı gün dünyaya duyurdular Bu haber saat 2300 civarında Türk Genelkurmayına ulaştı ve bomba etkisi yaptı

Cengiz TOPEL korunabilir miydi? Bu soruyu o zamanın şartları içinde ele almak gerekir Harekat ani olarak planlandığı için hazırlanmış bir kurtarma operasyonu planı yoktu TOPEL yere indiğinde Rum mevzilerinin tam üzerine düşmüştü Mücahitler, Cengiz TOPEL'i kurtarmak için hemen harekete geçmelerine rağmen, Rumların yoğun ateşi nedeniyle mevzilerine dönmek zorunda kaldılar Bu onu kurtarmak için yapılan ilk ve tek girişim idi Bundan sonra götürüldüğü yerlerden, kaçırma girişiminde bulunulabilirdi; ama bu da gerçekleştirilemedi Olayı yaşayan mücahitlere sorulan ''O sizi kurtarmak için gelmişti, neden kurtarmadınız'' sorusuna, mücahitler: ''Düşünemedik Çok büyük gaflettir'' Diye cevap vereceklerdi

Alparslan Türkeş


Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ�un hayat hikayesinin başlangıcında da göç var
Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs�a sürgün edilir

Yıl 1917 ve Kasım�ın 25'i, öğle vakti yer, Lefkoşe Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs�a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve esi Fatma Zehra Hanimin Ali Arslan adini verdikleri oğulları dünyaya gelir
Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir Ey Rahman ve Rahim olan Allah�ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen
Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asim Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır Onlar Ona müfredatın yanısıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adini adeta senin adin "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir
Küçük Alparslan�ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşilada'mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır
Yıl 1933 ve Alparslan�ın artik işgal altında, esaret altında yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım�ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve ver elini İstanbul
Ailesi İstanbul�a yerleşince Alparslan�ın ilk isi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul�da Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca�nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan Türkeş
Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları baslar 1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir
Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana�sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl Hanım�la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir
Yıl 1944 3 Mayıs Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar Hem dosta hem düşmana hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler
Şâirin öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası baslar Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş�te bunlar arasındadır 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir Bunu şiddetle redderim Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanimi severim" diye haykırır Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2 numaralı mahkemede beraat eder Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktır Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir
Yıl 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, ABD Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği�nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı�daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur
Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak ABD Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır Bu arada Üniversitesinde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür 1957 yılında Türkiye'ye döner
1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir O artik bir Kurmay Albaydır
Yıl 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli Albayı�dır Kurmay Albay Alparslan Türkeş ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar
Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler O da 19 Kasım�da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir
1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş�in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez
Yıl 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner
Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek kurar
Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder
Tarih 31 Mart 1965 saat 1100 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır
Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay�ında Genel Başkanlığına seçilir Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir
Yıl 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir
İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar
Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler baslar
1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar Üniversiteler işgal altındadır Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mi tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar
Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçlerdi bir şeylerin yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler
Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır
12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekanlardır
Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra teslim olur Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi�nde 4,5 yıl hapis yatar O ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder
Tarih 6 Eylül 1987 Yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ�a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır
Tarih 4 Ekim 1987 Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir
Tarih 20 Ekim 1991 Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir Başbuğ, son kez TBMMdedir Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir
Tarih 27 Aralık 1992 Oniks Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler
Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4 Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak değiştirir
Yıl 1997 tarih 4 Nisan

Alıntı Yaparak Cevapla