Konu
:
Sultan Abdülhamid'den...( Okumanızı Tavsiye Ediyorum
Yalnız Mesajı Göster
Sultan Abdülhamid'den...( Okumanızı Tavsiye Ediyorum
08-23-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Sultan Abdülhamid'den...( Okumanızı Tavsiye Ediyorum
Sultan Abdülhamid'den Müthiş Bir Anı
“
Onlar ki İmana Edip Takvâ’ya Ermişlerdir
” (Yunus
63)
Saat 03
00 sıralarında idi Abdülhamit han hazretlerinin sesi sarayın karanlık duvarlarında şimşek gibi yankılandı
- Arabacı!
Arabacı yatağından fırladı
Atlar koşumlar alelacele hazırlanmaya başlandı
Derken koca sultan heybetiyle sahanlıkta göründü
Halinden çok acelesinin olduğu belli oluyordu
Daha sabahlığının bir kolunu giymemişti
Elinde yalın kılıcı vardı
Merdivenleri koşarak inerken kolunu taktı
Formaliteler bir kenara bırakılmış bütün kâinat bir noktaya kilitlenmişti sanki
Hışımla merdivenleri üçer beşer inip uçar gibi atladı arabaya
Hırsından yerinde duramıyordu
Hiç kimse hatta nöbetçiler bile neler olup bittiğini anlayamamıştı
Sert bir sesle:
- Sür evladım hadi çabuk ol…
Arabacı şaklattı kırbacı
Atlar ok gibi fırladı yerinden İstanbul sokaklarında bir koşuşturma başlamıştı
Bir sultan bir arabacı gecenin karanlığında olacak iş değildi? Nal sesleri gecenin karanlığını yırtıyor arada bir sultanın sert emirleri geliyordu arkadan;
- Daha hızlı yavrum daha hızlı şu sokağa sap şuradan gir…
Atlar soluk soluğa kan ter içinde koşuşuyordu
Bütün her şey dikkat kesilmiş ağaçlar evler kurt kuş hal ile daha daha hızlı diyordu
Yola çıkalıdan beri bir rüzgârda mı peydâh oldu ne? Arkadan itekliyor sanki
Arabacı hiç bir şey düşünemiyordu
Kafası allak bullak olmuştu
İçi bomboştu
Bir hoş oluyordu
Öylece yol aldılar
Nihayet Abdülhamit Han Hazretleri;
- Şu çatal kapının önünde dur!
Diye emir verdi
Arabanın daha durmasını beklemeden arabadan atladı kılıcının kabzasıyla kapıyı yumrukladı
Bütün İstanbul top gülleleri ile sarsılıyordu adeta
Nihayet bir erkek başı uzandı kapı aralığından ürkek tedirgin isteksizce sordu;
- Kim o?
Sultanın beklediği an gelmişti
Bir çırpıda indirdi kılıcı
Daha ne olduğunu anlayamadan bir baş gövdesinden düştü ayaklar altına
O koca Sultan derin bir oh çekti
Rahatlamış hırçınlığı gitmişti
Yavaşça sıvazlayıp arabacının sırtını müşfik bir sesle emir verdi
- Hadi yavrum saraya… Sarsmadan…
El etek fark etmeden ağır ağır uzaklaştılar oradan
Arabacı bu sefer bir başka şaşkındı
Kaldırım taşları bile artık ahenkli bir ses çıkartmakta yol boyu ağaçlarda selam mı veriyorlar ne? Ne garip bir yolculuktu bu? O adam kimdi? Sultan neden boynunu vurmuştu
Giderkenki o hışım haşmet mehtapta gezintiye çıkmış gibi şimdiki bu ahestelik ne? Çözebilmiş anlayabilmiş değildi
Saraya girmişlerdi
Sultan odasına çekildikten sonra birkaç meraklı arabacıya yaklaştı sessizce
Arabacı bilmiyorum diyebildi
Gerçektende olan biteni bilebilmiş değildi
Yatağındaydı ama uyuyamıyordu
Bir iş vardı bu işte
Adil adaletli dini bütün bir hükümdardı
Yargılamadan bir insana ceza verdiği görülmemişti
Herkesi okşar hoş tutardı
Af ve müsamahayı çok severdi
Yeter ki dine ve devlete karşı suç işlenmesin
Sultanı hiç böyle görmemişti
Düşünüyordu; neden kendisi gitti? Neden gecenin o saatinde gitti
Giderkenki o acelecilik neydi? Merak içini kemiriyordu
Hele o yoldaki haller
… Çok tuhaf şeyler olmuştu
Olup biteni gidip öğrenmeliydi
Kalktı belli etmeden giyindi hırsız gibi sessizdi
Bir at seçti kendisine
Yavaşça çıktı saraydan
Kıvrılınca köşeyi mahmuzladı atı
Bir solukta vardı aynı eve
Kapı tokmağının sesi bir kez daha yankılandı
Zayıf cılız ürkek bir kadın sesi titreyerek sordu:
- Kim o?
- Teyze aç hele bir olaya şahit oldum
Beni mazur gör uyku tutmadı
Meraktan kurtar nedir bütün bunlar?
Kadın heyecanla hayretle kapıyı çabucak açtı
Gözleri karanlıkta ışıl ışıldı
- Yavrum evladım kimdi o? Madem gördüm diyorsun ne olur söyle
- Kim olduğunu sorma! Kellemden korkarım söylenmeyecek bir zattır
Merakımı giderirsen ne ala yoksa sen beni görmedin ben seni
Kadın üzülmüştü
O büyük zatı öğrenememişti
Mahzundu boynu büküktü
Hıçkırıklar içinde boğuluyordu güçlükle konuştu;
- Peki madem öyle o sır seninle kalsın
Kapıyı ardına kadar açmıştı kafası kopuk adamı içeri sürükleyip üzerine bir örtü atıvermişlerdi
Güçlükle konuştu
- Bu benim oğlumdu içkili gelmişti bana tecavüz etmek üzereydi Yarabbi beni kurtar diye çok yalvardım
Sonunu sen biliyorsun
Arabacı donup kalmıştı
Aman ’ım böyle bir şey olabilir miydi? Kadının içeri kaçışını dahi fark edemedi
Söylenenler beynini tırmalıyordu kulakları uğulduyordu
Dizlerinin bağı çözülmüştü
Olduğu yere yığıla kaldı
Neden sonra kendine geldi
Biraz sakinleşmişti
Onca yolu nasıl gelmişti bilemedi
Düşünüyordu
Her gün hizmetinde bulunduğu bu zatı neden şimdiye kadar tanıyamadığına yanıyordu
O kadın nasıl bir kadındı ki duası kabul edilmişti? Koca sultan nasıl sultanmış ki: O’na git o kadını kurtar demişlerdi
Kim demişti? Nasıl demişlerdi? Hafsalası almıyordu
Nasıl oluyordu bütün bunlar? Görünüşte bir kafa kopmuştu
Ama o çözmüştü her şeyi
Bu sırrı kimselere açmaya cesaret edemezdi
Belki son günlerinde ifşa edebilir miydi kim bilir? Aklı karmakarışıktı
Demek her şey böyle idi
Görünenin altında anlaşılamayan bambaşka bir dünya manevi bir dünya manevi bir hayat vardı
O artık ehlince malum o hayatı o hazzı istiyordu
Nasıl da farkına varamamıştı
Ne büyük bir gafletti
Deryanın yanında bulunup damladan istifade edememek ne acı diye düşündü
Dünyanın geçici aldatıcı zevkleri ile uğraşmamalı perdenin altını görmeli diyordu
Artık içi içine sığmıyordu coşmuştu
Dağa taşa haykırıyordu:
-
Asıl hayat bu bu hayatı tanımak yaşamak lazım
O hazzı tatmalı içeri girmeli O’nunla olmalı;
Kapıyı arala ya Rab! Beni de içeri al ya Rab! O hazzı tattır ta Rab! Nasib et!
Nasib et!
“ŞÜPHESİZ İNSANLARDAN ’A YAKIN OLANLAR VARDIR
’’
(KÜTÜB-İ SİTTE:6065)
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul