Yalnız Mesajı Göster

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz

Eski 08-23-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlıda Sadaka Taşı Oldugunu Biliyor Musunuz



SADAKA TAŞI
Tanyeri ağarmış, duru ve tertemiz havada parlak yıldızlar seçiliyordu, iki ay önce yağan kar yoğunluğunu kaybetmeden, kuru zemheri ayazında tozlaşmış ve uçuşuyordu Camiden çıkar çıkmaz soğuk, iliklerine işleyivermişti En çok da dizindeki kurşun yarası üşürdü, sanki dizinin içinde kalan kurşun bütün soğuğu emiyor sonra bütün bacağını soğutan bir buz parçasına dönüyor, ayağının aksamasını artırıyordu Bu kurşun yüzünden kurtuluş savaşında şehitlik nasip olmamış ve zafer sevincini yaşayamamıştı Adımlarını hızlandırdı Ocağım beni ısıtır, dedi İçindeki kasvet dağılmamıştı, her gün taze bir başlangıçtır Bu gün inşallah dükkâna bir müşteri gelir, umudunda yürüyordu Bu yıl kış çok erken gelmiş kar ve soğuk Konya’yı teslim almıştı dört aydır köy yolları çevre yollar kapalıydı gelen giden, alışveriş yapan yoktu Kışın ortasında kim ne yapsın nalı, beli, çapayı, küreği Bu düşünce içini yine bunalttı, Yinede onu, ümit yaşatıyordu, geçen cuma hutbesinde hoca efendi bu konuyu anlatmıştı Allahın Rahmetinden ümidinizi kesmeyin
Yusuf aksayarak yürürken yazgısını düşünüyordu Bozkır’lı fakir bir ailenin ortanca oğlu idi Dağda ekecek toprakları çok azdı, geniş aileyi geçindirmek zordu onu küçük yaşta, karın tokluğuna bir nalbanttın yanına çırak vermişlerdi Askerliğe kadar çalışmış, seferberlikte sevinçle vatan görevine koşmuştu ordunun atlarına nal yetiştiriyor bazen de cephede savaşıyordu, ama dizine giren kahpe kurşun onu arkadaşlarından ayırdı Şimdi artık o bir harp malûlü idi köyde ne iş nede para vardı Kendisi gibi garip Meryem’le evlenmiş şehirde iş vardır diye, Konya ya göçmüşlerdi Buldukları iki odalı ve izbesi olan kerpiç eve yerleştiler tek servetleri olan ala ineği izbede besliyor, geçimlerine az da olsa katkısı oluyordu
Konya ya göçeli bir yıl bile olmamıştı geçen bahar gelmişler, Gevrâki hanındaki küçük dükkânı vakıf tan çok ucuza kiralamış ve işe koyulmuştu Kimseyi tanımıyordu, Konyalılar çok yardım sever insanlardı tanınsın müşteri tutsun diye yerli esnaf destek olmuş ona müşteri göndermişlerdi, bütün kazancını malzemeye, hurda demire ve kömüre yatırmıştı
İşler yoluna girmek üzereyken erken gelen kış, her şeyi altüst etti Evi için gerekli kış hazırlığını yapamamıştı, köydeki akrabalarından gelen az miktardaki un, mercimek, nohut fasulye ve bulgur bitmek üzereydi Karısı yokluğa alışkındı belli etmiyor ve adına yaraşır bir tevekküldeydi Komşularına bile halini belli etmezdi ikramları bile geri çevirir, niyetlim derdi Karı koca bir aydır oruçluydular Dükkâna gelmişti Hemen ocağını körükledi, dükkânda işlenmemiş demir de azalmıştı kömür biraz daha idare eder diye düşündü Acaba alan olurmu düşüncesi ile her gün yeni bir şey imal ediyordu Kapı kol demirleri, sürgüler, kalas çivileri, ip kazıkları, muhtelif çapalar, açık kapalı nallar, kova sapları Bu soğukta boş durulmaz dedi işe koyuldu Hem düşünüyor hem çalışıyordu
Geldiğini görmemişti kalın sesi ile ürktü
—Esselamü Aleyküm usta kolay gelsin
Kapıdaki adam uzun boylu zayıf, saçı, sakalı simsiyah, sade giyimli, döşü açık, esmer, yüz hatları keskin, kalın kaşları çatık, mavi gözleri ürpertici ve esrarengizdi Uzun saçlarını başına sarık gibi dolamıştı Elinde uzun ve kalın bir âsası vardı
Ürkerek selamını aldı Hayırdır inşallah dedi içinden
Adam içeri girdi gözlerini Yusuf un gözlerine dikti, bakışları ürkütücü idi, sanki Yusuf un beyninin içine bakıyordu Çok ciddi bir ifade ile:
Biliyonmu usta …Taşların hepsi ölmüş Kanları kaçmış Bembeyaz kesilmişlerTaşlar ölmüş…Bu ayazda kaskatı duruyorlar…Ölmüşler… Dedi
Yusuf irkildi hiçbir şey anlamamıştı, birazda korkmuştu
Deli dedi içinden deli ye çattık sabah sabah
Adam sanki içini okumuş gibi hiddetlendi
—Ne delisi be adam Ben sana taşlar ölü diyorum duymadın mı?
Yusuf un korkusu artmış ne diyeceğini şaşırmıştı Bakakaldı
Adam: Bekle dedi Tekrar geleceğim… Ve dönüp gitti…
Yusuf elindeki çekici bütün gücü ile sıkmaktan elinin uyuştuğunu fark etti, parmakları gevşerken dizleri titriyordu
Hayırdır İnşallah dedi Adamın gözlerini unutamıyordu

Adamın kim olduğunu nereden geldiğini kimse bilmiyordu adını sorana söylemezdi,
Konyalı esnaflar saçlarından dolayı ona SAÇLI HOCA derlerdi Meczup olarak bilirler, pek ilişmezler ve hoş tutarlardı, hiç dilenmez, her şeyi kabul etmezdi Esnaflar arasında dolaşır,
Cemaatle namaza devam eder, bazen safta kendinden geçer gözyaşları ile namaz kılardı Canı istediği zaman kısa süreli çalışır verilen her işi kusursuz yapardı
Sabah oruçlu olduğunu söyler ama ikindi vakti orucunu yediği olurdu
Orucunu neden bozdun diye soranlara kızar
—Mide orucuydu ondan bozdum, sana ne… Diye çıkışırdı
Saçları ile ilgili sorulara hiç cevap vermezdi, saçlarının uzunluğu beline kadardı ve devamlı başının üzerine dolar bu görünüm onu daha da esrarengizleştirirdi
Bir seferinde gözlerini siyah bir bezle kapatmış bir hafta gece gündüz, âma gibi, elindeki değneğinin yardımı ile dolaşmıştı
Soranlara… Gözlerime ceza verdim Orucumu bozdulardemişti
onunla en çok konuşan Fahri Efendi Hazretleri idi ,bazen dergahtaki odasında baş başa görüşürler ikisi de ne konuştuklarını söylemezlerdi
Fahri Efendi, saçlı hoca için; Derviştir, meczup bilin, hoş tutun, ilişmeyin derdi
Bu günlerde saçlı hoca hareketlenmiş her yere girip çıkıyor, esnafları dolaşıyor, sabah namazlarını her gün bir başka camide kılıyor, kabirlerin arasında ve mahalle aralarında dolaşıyor, çocuklarla konuşuyor, bazen ortadan kayboluyor, tekrar görülüyordu
Devamlı ölü taşlardan söz ediyor, kimse buna bir anlam veremiyordu
Esnaflara çıkışmaya başlamıştı Sabah namazlarını cemaatle kılın camiye gidin, dışarısı soğuk diye tembellik etmeyin, taşa toprağa fakire nazar edin
Ölü taşların çoğu gömülü Çıkartın diriltin
Taşları öldürdünüz… Sizde öleceksinizDefteriniz dürülecekTemelli öleceksinizBunu uzun zaman söylemiş sonra da
—Bu cuma sabah namazına Hacı Fettah camisine gelmeyenin ruhu ölecek, ruhu ölecek…
Sokak aralarında dolaşıyor aynı şeyleri tekrarlıyordu
Herkesi bu soğukta Hacı Fettah kabristanına bitişik camiye çağırıyor, üstelik korkutuyordu
Çarşı esnafı, mahalleli tedirgin olmuştu
Fahri Efendi bilir sırrını deyip ona koştular O da bir anlam verememişti çünkü bir gün önce hışımla dergâha gelmiş ona da aynı şeyleri söyleyip gitmişti
Meczupların ısrarında hikmet vardır, Cuma günü sabah namazını Hacı Fettah ta kılalım,
Görelim Mevlâ neyler neylerse güzel eyler Demiş Tüm esnaf ve halkta buna uymuştu
O gün Hacı Fettah Camisi sabah namazında tamamen dolmuş, fakat saçlı hoca yoktu Herkes bir anlam verememişti
Cami çıkışında, kapının önünde, elinde asası, her yeri kar ve çamura bulanmış, başına topladığı siyah saçları açılıp darmadağın ve beline kadar sarkmış, soğuktan bembeyaz olmuş yüzü ve o sabit bakışları ile duruyordu Cemâat şaşkındı,
Saçlı hoca, Fahri efendiyi görünce elinden tuttu, sessizce camiye bitişik mezarlık duvarının yanına götürdü Taş duvarın altı oyulmuş kar ve toprağı temizlenmişti duvarın altında uzunca, yuvarlak bir mermer sütün vardı
—işte dedi Ölü taş burada buraya gömmüşler O nu diriltin… Bunu söylerken sesi boğuklaşmıştı, gözleri yaşarmıştı
Fahri Efendi birden saçlı hocaya sarılıverdi, başını saçlı hocanın göğsüne dayadı, ağlamaya başladı, bir yandan,
—Vay benim sırlı dervişim bumuydu kaç gündür derdin, şimdiye kadar anlayamadım, affet beni… Diyor ona daha sıkıca sarılıyordu
Cemaat bir kez daha şaşkınlığın suskunluğundaydı
Kısa boylu bembeyaz sakallı şeyh ve uzun ince boyu ve beline kadar dökülmüş saçları ile iki zıt adamın sarmaş dolaş ağlaşmaları Onları büyülemişti
Fahri Efendi saçlıyı elinden tuttu, cemaate
—Girin camiye size anlatacaklarım var dedi
Ve başladı anlatmaya…
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’inde birçok yerde ve defalarca, bizlere hakiki Müslüman olmanın yollarını göstermiş, Müslümanları tarif etmiş ve: Onlar ki namaz kılarlar, oruç tutarlar ve kazançlarından zekât verirler, sadaka verirler, komşularına akrabalarına yardım ederler,
Çalışamayacak durumdaki miskinleri, yetimleri ve halini kimseye söyleyemeyen, fukara-i sabirîn yani sabreden fukaraları bulup doyururlar Ve bunu sadece Allahın rızasını kazanmak için yaparlar ve verdikleri için gururlanmaz, kimseye söylemezler
Sağ ellerinin verdiğinden sol ellerinin haberi olmayacak şekilde davranırlar Der
Bunu bilen ve tam olarak idrak etmiş olan Büyük ve Asil Ecdadımız, Müslüman Türk
Asaleti, fazileti, necabeti, ahlâkı, tefekkürü, hassasiyeti ile en güzel çözümü bulmuş Ve sadaka taşlarını düşünmüş ve uygulamıştır
Farklı çap ebat şekil ve türde olmakla beraber, genellikle beyaz renkli; silindir şeklinde ve çoğu eski dönemlerden kalan ve insan gözü hizasında olan sütunlar bulunup, şehir ve kasabalarda; Çeşme civarı, cami yanı, hastane güzergâhı, tekke önü gibi herkesin gelip geçerken rahatlıkla görüp ulaşacağı yerlere dikine yerleştirilmiş Bazılarını
İse daha büyük bir hassasiyetle, vereni de alanı da kimsenin göremeyeceği tenha yerlere koymuşlar ve bu taşlara
SADAKA TAŞI Denmiştir
Bu bakımdan sadaka taşları, necip milletimizin ruh derinliklerinden gelen, ince düşüncesinin
Olgunluğunun, insana olan saygısının taşa sirayeti, taşta tecelli ve tezahürüdür
—Ey cemaat… Bilirsiniz
Konya ya ışık ve renk veren hak ve hakikat güneşi Mevlana’nın yüksek mesajları ile
Konyalı şuna inanır:’’ Bir insanın kalbini kırmak, Kâbe-i Muazzama’yı yıkmaktan çok daha büyük günahtır Çünkü Kâbe, Azer’in oğlu İbrahim peygamber tarafından, taştan, çamurdan yapılmıştır Tarihi boyunca çeşitli sebeplerle yıkılıp yeniden yapılmıştır Amma…
Müminin kalbi nazargâh-ı İlahi’dir Yere göğe sığmayan yüce Allah’ın sığındığı tek beyti yani evidir Bu yönden müminin kalbi Kâbe’den çok daha değerli ve mübarektir
Kişilerin gönlünü, kalbini, izzet-i nefsini, onurunu, vakarını, kişiliğini değil kırmak, incitmek bile yanlıştır Bunu idrak eden ecdadımız, evinden çıkarken vereceği sadakayı, hayrı, avucuna veya kolunun altına alır, sadaka taşının yanından geçerken onu yavaşça kimseye göstermemeye gayret ederek, bırakıp uzaklaşırdı Bırakılanlar daha çok para idi ama çeşitli türde yiyecek ve eşya da olabiliyordu
Herkes işine dalıp, sokaklar tenhalaşınca başka semtin fakirleri gelip bu semtin
Buranın fakiri ise başka bir semtin sadaka taşına giderek taşta birikenlerden, sadece
O günkü ihtiyacı olan miktarda parayı alıp uzaklaşırlardı Fakir, diğer muhtaçları da düşünerek, Kalanını onlara bırakıyordu
Böylece alan el veren el belli olmuyor, gurur, kibir, eziklik ve mahcubiyet ortadan kalkıyordu
Deprem, sel, felaket, kıtlık kötü hava, insanları muhtaç duruma düşürür işte o zaman bu taşlardaki sadakalar yaraya merhem olurdu
—Ey cemaat
İşte bu nakış gönüllü, saçlı dervişimiz bunu bize aynı nezaketle anlatmak istedi, ama bu güne kadar anlayamadık O duvarın altındaki taş eskilerin sadaka taşıdır Doğrudur, ölüdür Şimdi bize yakışan bu taşları bulup diriltmektir aslına döndürmektir
Cemaat ağlıyordu, saçlı hocaya sarılıp af dileyenler vardı O ise sessiz ve mahcup tu
Konya seferber oldu, köşe bucak sadaka taşı arandı, bulunanlar ihyâ edildi, lüzumlu görülen yerlere yenileri kondu
Her gün önünden geçip gittikleri ‘’Bu taşın burada ne işi varda konulmuş’’ Denilen taşların ne olduğu anlaşıldı
Saçlı hoca, canlanıvermiş yüzündeki kasvet dağılmıştı Fahri Efendi fakir ve muhtaçları bulup, haberdar etme işini saçlı hocaya vermişti Hoca bunların sırrını saklamakta eşsizdi
Ayrıca devamlı esnaf arasında dolaştığı için herkesin durumunu da bilirdi
Mahalleleri dolaşıyor zengin fakir herkese adres tarif ediyor, kimin alacağı kimin vereceği belli olmuyordu Kadınlarda coşmuştu Kimileri askerden dönecek oğlu için taşlara börek adıyor, bazıları çorap, atkı örüyor kararınca hizmete katılıyorlardı
Saçlı hoca o günlerde uğradı Yusuf’un dükkânına
Bu sefer Yusuf saçlıyı kapıda görünce korkmadı
Saçlı hoca selam vermiş, yarın yatsı namazında Şeyh Elman (ışgalaman) camisinde ol, tekrar uğrayacağım demiş ve ayrılmıştı
Yusuf olanları biliyordu, saçlının dükkânına uğramasından buruk bir sevinç duymuştu
Yusuf ve Yusuf gibi onurlu fukaraların gönlü genişlemiş, geçim sıkıntıları kalmamıştı
Yusuf ‘un evinde mütevazı ocağı tütüyor ve asla israfa kaçmıyorlardı
Soğuk kar ve kış’ la gelen sıkıntı atlatılmış Bahar eriyen karlarla bereket getirmiş, otlar ekinler diz boyu uzamış ağaçlar meyve yükü olmuş, alışveriş artmıştı Yusuf sadaka taşlarından aldıklarını kuruşuna kadar kaydetmiş ve beş katını mümkünse on katını vermeyi adamıştı
İşleri açıldı, büyük bir azimle çalışıyor ve asla sadaka taşlarını unutmuyordu
Artık alan el, veren el, olmuştu Saçlı hoca ile beraberce gönüllü çalışmışlardı
Köyünü unutmadı caminin köşesine yaptırdığı taşı diktirdi, köylülere sadaka taşının ne olduğunu gözyaşları ile anlattı
Saçlı hocanın ökseği Anadoluda ki küllenen ateşi canlandırmıştı
Saçlı Hoca O günlerin mutlu telaşlarında sır oldu, Bir gün nasılsa döner, derviştir âdetidir dediler, telaşlanmadılar


Bütün Anadolu’yu esir alan zorlu kış Erzurum’da bu yıl daha zorlu geçmiş, geç gelen bahar yüreklere su serpmişti
Hasankale’ye bağlı Alvar köyü imamı ve Ruslarla giriştiği çete savaşları ile’’ EFE ’’olarak ta bilinen, Koca şeyh Muhammed Lütfi Hazretleri, sabah namazından beri telaştaydı
— Uşaklar hazır olun, yolda misafirimiz var, yorgun ve karnı açtır Çorba, aş hazır edin ballı sıcak süt hazırlayın, canım, yoldaşım geliyor
Hane halkı misafire alışıktı ama telâşa alışık değillerdi Onu hiç böyle heyecanlı, görmemişlerdi Onlarda geleni merak ediyorlardı Efe’nin gözleri anayoldan köye doğru kıvrılan ince toprak yoldaydı
Nihayet beklenen misafir göründü, Efe Hazretleri onu köy girişinde karşıladı, esmer uzun boylu yağız adamın, gözleri yaşarmıştı mavi gözlerinde edep, hayranlık ve özlem vardı Hiç konuşmadan hürmetle şeyhin ellerini tuttu avuçlarını koklayarak öperken, gözyaşları döküyordu Şeyh Efendi de ağlıyordu kısık bir sesle, sadık Yunusum benim, evladım, yarenim
Hoş geldin özlemişiz seni diyor, özenle, sımsıkı taranmış ve ensesinden bağlanıp ceketinin içine uzanan siyah saçlarını koklayarak öpüyordu
Konuşacakları çok şey vardı yemek hazır oluncaya kadar, şeyhin hücresine çekildiler
Derviş Yunus, Konya’nın meşhur Saçlı hocasıydı Meczup görünümünden eser kalmamış, bakışları, yüz ifadeleri değişmiş, durgun ve olgun bir ifade gelmiş, yüzünün güzelliği ortaya çıkmıştı Alvar’ın çevre köylerinden birinde doğmuş, anası onun doğumunda ölmüştü Babası da genç yaşta ince hastalığa yakalanmış öleceğini anlayınca yetim kalacak tek oğlunu sağlığında, Efe Hazretlerine emanet edip, kısa süre sonra vefat etmişti
Asıl adı Memiş’ti, Efe hazretleri bu ana baba yetimini kendi oğlu gibi kabul etti, Taptuk Emre’nin Yunus’u vardı Sen de benim Yunus’um ol Adını Yunus koydum demişti
Hane de herkes onu benimsedi Dergâhta yetişti Arapça, Farsça, edebiyat, şiir, Kur’an bilimleri, hendese öğrendi Yetiştiğine karar verilince, görevi icabı Anadolu’nun yolunu tutmuştu
Efe Hazretleri Yunus un ellerini tuttu, özlemi hala geçmemişti
—Konya’dan Fahri Efendi gardaşımdan mektup aldım, görevini başarı ile tamamladığını öğrendim Aferin evlat Biliyorsun yeni bir devlet kurduk, senelerdir ihmal ve fakirlik çeken halkımızın her derdine devlet henüz yetişemez, kendimizden olan kayıpları bulup, çıkarıp devletin işini kolaylaştırmalı hemde Geçmişimizi yaşatmalı ve bir daha unutmamalıyız
Şimdilik dinlen, saçlarını kestir, sakalını kısalt onlar vazifen icabı idi, görevleri tamam oldu
Yunus’un yüzünde belli belirsiz sevinç dalgalandı belli etmemeye çalıştı
Bundan geri… Dedi Efe Hazretleri, bakışları derinleşti, yüzü gölgelendi, bundan sonra işler zorlaşacak Yunus can Dedi Zorlaşacak
Sadaka taşları işe yaramayacak Ahâlide, ahlak azalacak, bina çoğalacak, zina çoğalacak
Başka şeyler gerek
Odanın duvarındaki gömme dolabı açtı, büyükçe ve ağır bir kese çıkardı, yunus’un önüne koydu
Burada bin altın var Yunus can, memleketin her yerinden, bu derdi hisseden vatan evlatlarından geldi, büyük emanettir Sahip olacağından eminim
Şimdiki görevin Kayseri’de Orada Tüccar olacaksın sadık, dürüst, güvenilir, sevilir, yardımsever, Müslüman
Vakıf kuracaksın sadaka taşlarından daha çok iş görecek İşsize ekmek değil, iş verecek,
Okul verecek, fabrika verecek
—Bu günlük bu kadar şimdi dinlenme zamanı dedi
Hücreden el ele çıktılar…


Sadaka taşları araştırmalarına destek veren
hikaye sahibi Kemal Elitemiz beye teşekkürler

Alıntı Yaparak Cevapla