Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Mitolojisinde Yeraltı Ve Yer Kavramı
6 TÜRKLER VE "YERİN RENGİ"
Bundan önceki bölümlerimizde yere yalnızca "kara" dendiği söylenmiş ve bununla ilgili olarak, Ortaasya ve Anadolu edebiyatından örnekler vermiştik
"Kara toprak" deyimi, Osmanlılarda olduğu kadar Kırgız Türklerinin edebiyatında ve Çağatay lehçesinde de çok yaygındır
Özbekler, buna "kara tofrak" derlerdi Rengi kara olan topraklarla beraber, manevî anlamda toprağa ve "mezara" da böyle denirdi
Ali Şir Nevaî, "cansız cisimden hiçbir şey hasıl olmaz; o, gülsüz bir kara toprak gibidir", diyor
"Gülsüz kara toprak da, ay ışığı olmayan karanlık bir gece gibidir":
"Cismdin cansız ne hasıl, ey Müselmanlar kim ol,
"Bir kara tofrag tegdür, kim gülü reyhanı yok!
"Bir kara tofrak kim yoktur gülü reyhan ana,
"Ol karangu gece tegdür, kim mehi t'banı yok!"
"Kara toprak" sözünde ve yukarıdaki şiirde, İran edebiyatının tesirleri yok değildir Ne yapalım ki "Kara yer" ve "Kara toprak" Türk âleminde, İran dilinden ve edebiyatından hiçbir haberi olmayan Türklerde bile, kullanılan bir deyimdir Bu, Türk düşünce düzenine göre türemiş ve söylenmiş bir anlayıştır Dede Korkut'da Ulaş oğlu Kazan Beg'in otağını diktirmesini şöyle anlatıyor:
"Bir Gün Ulaş oğlu Kazan Beg yerinden turmuş idi Kara-yerün üzerine otahların diktürmiş idi Bin yerde ipek halıçası döşenmiş idi  "
"Yağızlık, toprağın rengi idi": Türklere göre yer ve toprağın ilk rengi, herhalde "Yağız" idi "Kara-yer" deyimini bilmiyoruz ama, "Kara toprak" sözü daha sonradan çıkmış olsa gerekti "Göktürkler ve Uygurlar" da yere "Yağız yer" derlerdi Kaşgarlı Mahmud'a göre "Yağız", kızıl ile siyah arasında bir renktir Toprağın rengi, bu renk karışımına benzetilerek yağız denmiştir Bugünkü türkçemizde kullandığımız, "Yağız at" ve "Yağız delikanlı" deyimlerimiz de aslını yine bu toprak renginden almıştır Yağızın yanlış olarak siyah renk anlamında kullanılması, sözün aslını bilmememizden ileri geliyor Yoksa Türkler kapkara bir zenciye, yağız veya yağız delikanlı dememişlerdi Altun Yaruk adlı meşhur Uygurca kitabı, Çince paraleli ile karşılaştırdığımız zaman, karşımıza çok önemli meseleler çıkar
Uygurcadaki Yağız yir, Çinde daima Ta-ti, yani "Büyük yer", "Büyük dünya" deyimi ile karşılanmıştı Bazan da Çincedeki "Büyük Dünya" deyimi türkçede "Agır, ulug, yağız yir", yani "Kutsal, saygıdeğer, büyük, yağız yer" şeklinde tercüme edilmişti Bundan anlıyoruz ki eski Türklerde Yağız yer deyimi, doğrudan doğruya bütün dünyayı ve dünyanın tümünü ifade ediyordu Bazan da yalnızca "Yağızlı" deyimi "Dünyalı" anlamını karşılıyordu Tıpkı Karahanlılardaki "Yirli, kökli" yani "Yerli, göklü" gibi Tabiî olarak bütün bu anlamları Çince karşılıkları ile mukayese ederek öğreniyoruz Zelzele için de, "Dünya tepreniyor" anlamına "Yağız yir tepreyür" denirdi
Yalnız,"Yağız" sözü ile "Yavız"ı birbirinden ayırmak lazımdır Altun Yaruk adlı Uygur kitabı dünyaya "Yağız yer" derken, "iyi olmayan alamet, işaret belirtilerine" de "Yavuz" diyordu Yavuz sözü de, bu deyimden çıkmış olmalıdır
Eski Türkler göğe renk verirken "Kök", yani "Gök", "Mavi" derlerdi Karahanlılar çağında ise göğe "Yaşıl", yani yeşil denmeğe başlanmıştı Fakat yerin rengine "Yağız" diyorlardı Bu deyim değişmemişti Aşağıdaki şiir, bunun güzel bir örneğidir:
"Yağız yer, yaşıl kök; kün, ay birle tün"
"Yağız yer, yeşil gök; güneş, ay ile gece",
Göğün mavi rengine "yeşil" diyen eski Türkler, yeşil renk için de aynı deyimi kullanırlardı Baharın gelmesi ile her tarafın yeşilliklerle donanmasını da şöyle anlatıyorlardı:
"Yağız yer, yeşil torku yüze badı!"
"Yağız yer, yeşil ipekten bir tül bağladı!
"Yerin bakır gibi kızıl olması"
Bu inanış Türk mitolojisinin önemli bir motifi idi Sibirya'da olduğu gibi bu deyim, Karahanlılar tarafından da biliniyordu: "Yağız yer bakır bolmangıça kızıl", mısrasında, bu benzetme açık olarak görülmektedir Bu bakımdan Altaylarda yaşayan Telengit Türklerinin "Kıyamet günü" (Kalgancı çağ) hakkındaki şu şiirleri de önemli bir vesikadır:
"Kıyamet çağı gelende,
"Gök demir olur kalır, yer bakır olup kalır;
"Hakanlar, hakanlara, düşmanlık içre kalır,
"Uluslar, ulusları, boğmağa hazırlanır,
"Parça, parça olarak, katı taşalar ufanır,
"Katı ağaçlar ise, yumuşayıp uzanır,
"İnsanların boyları, ancak bir karış kalır,
"İnsanların dizgini, küçükülr, çok kısalır,
"Bey ile soysuzları, kimse ayırmaz olur,
"Babalar, çocukları, bilmez tanımaz olur,
"Çocuklar, babaları, tanımaz saymaz olur,
"Sarımsak başta biter, yerlerde bitmez olur,
"Altın öyle büyür ki, at başı ölçmez olur,
"En iyi yemekleri, hiç kimse yemez olur,
"Yerden altınlar çıkar, hiç kimse bakmaz olur,
"Dünyada insan kalmaz, altın alınmaz olur!
Gerçi Yağız yer, kutsal ve büyük bir varlıktı Fakat onun süsü ve iftihar ettiği şey, yalnızca insan idi Yer yüzünde bilgi ve fazilet, ancak insanoğlunun elini uzatması sayesinde meydana gelmişti:
"Yağız yer üze, yalınguk oğlı elig,
"Kötürdi, kamugka, yetürdi bilig!"
"Yağız yerin üstünde, insanoğlu elini,
"Götürüp, yetiştirdi, herkese bilgisini!"
"Yağız yer" ile "Kara toprak" arasındaki fark:
Türkler "Yağız yer" deyimini, gök gibi kutsal ve güçlü dünyamız için söylemişlerdi Yağız yer de, Gök gibi insanların kaderine hükmeder, Türk devletinin karışmasında ve düzeninde sözü olurdu Türk Kağanına asileri kırması ve düzeni kurması için, buyruklar verirdi "Yağız yer, Yüce Tanrının bir kolu ve bir parçası" gibi idi "Toprak" ise, maddî ve ölümlü dünyanın bir kısmı idi Bu sebeple Türklerin çoğu, "Kara toprak" sözü ile hemen "ölüm" ve "mezarı" hatırlarlardı Anadolu'da, "Toprak onun başına" bedduamızla, ne demek istediğimizi hepimiz biliriz Toprak, ölümün bir sembolü gibidir Ölen bir dost için kullanılan, "Toprak salmak" deyimi de, Türk kültür ve an'anesinin üzüntülü; fakat vefa hislerini canlandıran güzel bir hatırasıdır Çoğu Türk lehçelerinde "Toprak salmak" sözü, "ölen bir dostla vedalaşmak" anlamına gelirdi Ölen bir akraba veya dostun mezarının başına gidip, birkaç kürek toprak atmak!  Toprak salmak sözünün başka manaları da vardır, fakat en güzeli ve en hislisi budur Ortaasya'daki bazı Türklere, "İnşallah buluşalım", derseniz, onlar da "Topraktan dışarı olursak", yani ölmezsek, diye cevap verirler
İslamiyetin her türlü tesirlerine ve türlü düşüncelere rağmen Türkler, bir türlü "Topraktan geldikleri" hakkındaki hislerini kaybetmemişlerdi Topraktan türeyişle ilgili konuları, yaratılış destanlarını anlatırken inceleyeceğiz İnsanın türediği toprak, yapışkan ve sakızlı toprak, daha doğrusu eski Türklerin dediği gibi "Sağız toprak"dır Biz Anadolu Türkleri, bu toprağa "Balçık" ve "Yağız toprak" da deriz Fakat Türkler dışarıdan gelen bu inanca da fazla önem vermemişlerdi Türkler için önemli olan, ya gökleri tutan "tozlu toprak" veyahut da, baharın gebe bir kadın karnı gibi şişen "kabarık" toprağı'dır "Doğudan toprağın kokusunu ver" sözü, Anadolu'da ve Osmanlı edebiyatında söylenmiş bir atasözüdür Aşık Veysel'in toprak şiirini hepimiz biliyoruz Bunu, burada, yeniden söz konusu edecek değiliz "Toz ve tozlu topraklar, atlıların ve savaşçıların ayrılmaz arkadaşlarıdırlar" Bu sebeple eski Türk şiirlerinde toprak tozsuz, toz da topraksız olamazdı Aşağıdaki şu çok eski Türk şiirinde, bir savaş başlangıcından söz açılıyor ve "Oğrak" adlı bir kabile ile de birleşilerek nasıl yola çıkıldığ anlatılıyor:
"Ağdı kızıl bayrak,
"Yetşü, kelip Ograk,
"Toğdı kara toprak,
"Tokuşup, anın keçtimiz!"
"Dalgalandı kızıl bayrak,
"Bize geldi, dost il Oğlak,
"Toza boğdu kara toprak,
"Döğüştük de geç kaldık!"
"Kara yer" ve "Kara toprak" ile ilgili bölümümüzü bitirirken, yüzyıllarca önce, güneyden Sibirya'nın buzlu Tundralarına sığınmış, belki de bin seneden fazla bir zamandan beri, Türk kültürünü büyük bir vefa ve sadakat ile, kutsal bin emanet gibi ruhlarında saklamış olan Yakut Türklerine dönmeden yapamayacağız
Onlar da yere, "Kara yer" derlerdi Onlara göre de, her şeyin anası ve başladığı, bittiği yer, kara yer ve kara topraktan başka bir şey değildi Yakut Türkleri de birine beddua edecekleri zaman, tıpkı bizim gibi, "Boğazın toprakla dolsun", derlerdi
7 YER ALTI DÜNYASI
"Yer Ana adlı ruh, yerin ve toprağın sahibi gibi idi"
Yeraltı ne kadar derinde ve nerelere kadar giderdi? Bunu o çağda kimse bilmezdi Ama Türklerin de bir düşüncesi vardı
Bunun için, Türk kültürünün en eski şekline sahip olan Yakut Türkleri, dünyaya "Dipsiz dünya" demişlerdi Yakutlar, "Yer ve toprağı bir ana, tıpkı güçlü ve kutsal bir kadın gibi" düşünmüşlerdi Bu sebeple Yakut şiirlerinde toprağın error! adı geçtikçe, toprağa hep "Ana Toprak" dendiği görülüyordu
"Ana Toprak" deyimi, "Kainat ruhunun" umumi bir adı idi Bunun için Yakut efsanelerinde sık sık, "Sekiz köşeli Yer-Ana'nın sarı göbeği"nden söz açılırdı Bazen de yerin göbeği, "Yer-Ana'sının kalkık memesi"olurdu
Her şeye can veren, taşıp ve çoşan kaynak, "Yer Ana"nın kendisinden başka bir şey değildi "Sekiz ayığ Ana" yani "Sekiz Yaratıcı Ana" gibi, yer ruhlarının çoğu da kadındı, "Yerimi ve toprağımı temsil eden Sekiz Ana'ma, 6 yaşında bir boğa kurban ediyorum" derlerdi Bu Sekiz Ana'dan başka, diğer Sekiz Yeraltı Tanrılarının da adları geçerdi
İyilik gönderen ruhların yanında, insanlara ve hayvanlara hastalık ve felaket gönderen ruhlar da vardı "Yeraltı dünyasının Sekiz Soyu türemiş ve dal budak salmışlar; fakat aralarında bir geçim ve sulh düzeni kuramamışlardı" Bu sebeple, onlardan söz açıldığı zaman, "Yeraltının Sekiz geçimsiz soyu" da denirdi Tıpkı İslamiyetin "Eshab-ı Kehf"i gibi bunlara, "Uyuyan Sekiz Sersem Soy" lakabı da verilirdi Yakut Türklerinin dininde, yeraltı Tanrılarının büyük bir panteonu vardı
Yakut Şamanları zaman zaman şekil değiştirerek yeraltına inip, yeraltı dünyasını gezerler ve yukarı çıkınca da ne gördüklerini uzun uzun anlatırlardı Fakat Yakut dini ile ilgilenen otoritelere göre, Yakut Şamanlarının yeraltındaki seyahatları, onlara sonradan girmiş hurafelere göre düzenlenmişti Yakutların eski ve orijinal Türk dinlerinde bu yoktu
Bununla beraber Altay ve Sibirya'daki türkçe efsanelerde de, yeraltına inen ve orada büyük savaşlara giren kahramanlara rastlamıyor değiliz "Göklerde hanlığını kurmuş olan Hakan'ın oğlu, göklerle beraber yeraltına da iner ve babasının hanlığını teftiş ederdi" Tabiî olarak, mitoloji ve masal ile, dinlerin dayandığı esas prensipleri birbirinden ayırmak lazımdır Gerçi, mitoloji de dinin bir aynasıdır Fakat mitolojide anlatılan bir çok olay ve âdetler, çoktan unutulmuş ve cemiyet hayatından silinmiş olabilirlerdi
"Yeraltındaki kötü ruhların sembolü, siyah bir tilki idi":
Altay mitolojisine göre "Yeraltı ruhları", genel olarak "Siyah bir tilki" şeklinde görülürdü Bu tilki,"Bazan avcıları peşine takarak yerin deliğine götürür ve oradan da yerin altına indirerek, avcı veya bahadırın, başına gelmedik felaket bırakmazdı" Yeraltı Han'ı "Erlik-Han"dı Bazı Altaylılar ise buna "İrle-Han" derlerdi Bu Han'la ilgili bir şiiri, bugünkü dilimize çevirerek alalım:
"Ölülerin hakan'ı çok büyük İrle-Han'dı,
"Han'ın bir kızı vardı, o da tam bir şeytandı!
"Bir siyah tilki olur, yeryüzünde gezerdi,
"Kötülükler saçarak, insanları ezerdi!"
"Yeraltındaki Yer Evreni Yılan ve Kutsal Öküz"
Yeraltındaki "Kırk kardeş"den söz açan, Altay efsaneleri de yok değildir Bizce bu efsaneler, Türk mitolojisine en uygun motifleri içlerinde toplarlar Topkapı Sarayı'nda bulunan bir Oğuz-N'me parçasına göre, "Yer evreni yılan"dır Bu da, Türk mitolojisinin ruhuna uygundur Bu yılan, bazan da "balık" olurdu Bu inanışa, biraz da Çin tesiri bulunan bölgelerde rastlıyoruz Bir Altay efsanesine göre, "Katai-Han, Ak-Han'ın çocuklarını esir alınca, 'Yeraltındaki kırk boynuzlu Öküz kızıyor ve büyük bir zelzele yapıyor" Yine başka bir Altay efsanesine göre, "Yeraltının hakanı, Yedi kat yerin altında yaşayan Çılan-Mongus" idi Altay türkçesinde "Çılan", "Yılan", demekti Bu bakımdan, Oğuz-Name ile Altay efsaneleri arasında bir benzerlik kurulmuş oluyordu
8 YER'İN KATLARI
"Batı Türklerine göre yer de, yedi kat idi"
"Yedi"rakamı, Çin mitolojisinde de büyük bir önem taşıyordu Fakat İran mitolojisinde bu sayının daha orijinal özellikleri vardır "Türklerin kutsal sayısı ise dokuzdur" Bugün, İslamiyet ve İran kültürleri ile, tarih boyunca hiçbir ilgi kurmamış olan Batı Sibirya ve Fin-Ugor kavimlerinde de, gök ve yer katlarının sayıları, yedidir Bu inanışın İran mitolojisi yolu ile Ortaasya'ya yayılıp yayılmadığını bilmiyoruz Böyle bir tesir olsa bile, İslamiyetten ve hatta İsa'dan çok önceleri başlamış bulunması daha muhtemeldi Eski Ortaasya ve Anadolu Türklerine göre yer, "Yedi kat" idi hucendi de Letafetname'sinde şöyle diyordu:
"Yaratkan Adem"ü hurü melekni,
"Tozatkan arş-ü kürsi vü felekni,
"Tokuz efl'kni askan muallak,
"Yeti kat yerni hem kılgan mutabbak!"
HucendiErrOr!
Yani: "Adem ile huri ve melekleri yaratan; göğü ve gök çarkını süsleyen Dokuz felek burçlarını hiçbir yere bağlamadan, boşlukta asan Yedi kat yeri, hem yaratan ve hem de birini diğeri üzerine dizen Tanrı!"
İsl'miyetin ve İran edebiyatının tesirleri, bu şiir üzerinde açık olarak görülürler Bunu inkar etmeğe imkân yoktur Ancak "Dokuz burç veya Felek" ile, "Yedi kat yer", İslamiyetle hiçbir ilgisi olmayan Sibirya Türklerinin mitolojilerinde de vardır "Dokuz gök, yedi kat gök" gibi deyimler, Sibirya Türk edebiyatında çok görülen sözlerdi
Bu deyimlere göre: "Gök, dikine olarak yedi kata; yüzeyine olarak da, dökuz bölüme ayrılmıştı" Bu konu üzerinde diğer bölümlerimizde de uzun uzun durulmuştur Bu sebeple Hucendî gibi şairler, başlıca iki tesir altında bulunuyorlardı: Bunlardan en önemlisi ve ağır basanı kendi Muhitleri ve Türk halkları idi Diğeri de İran edebiyatıydı İran edebiyatının tesiri altında yazılmış olan yukarıdaki şiirler, Türk halkına da yabancı gelmiyorlardı
Kırgızların şöyle bir atasözleri vardır: "Cer kulagı ceti kat", yani, "Yerin kulağı yedi kattır" Kırgızlar demek istiyorlardı ki,"Yer gibi, kulağı da yedi kattır" ve "Her söylenen şey duyulabilir" Ayrıca dünya bu sebepten dolayıdır ki, haberler ve yayınlarla doludur
9 "TEPEGÖZ" EFSANESİ VE YER RUHLARI
Dede Korkut kitabındaki "Tepegöz" efsanesi ne kadar güzeldir Gerçi, bu efsaneye benzer masallar eski Yunanlılarda da vardı Fakat, eski Türk dini ile inançlarını iye bilenleri, bu gibi benzeyişler, hiçbir zaman bağlayamazlar Bu konuyu pek çok örnekle incelemek, elbette ki bu kitap içinde mümkün olmayacaktır Ama error! ne de olsa Türk okuyucularını, biraz olsun, bir aydınlığa kavuşturmağa çalışacağız Türklerde Tepegöz, bir nevi "Bir Yeraltı Ruhu" gibi görünüyordu Yeraltından gelen bu ruh, insanlara türlü kötülükler veriyordu Dede Korkut kitabında Tepegöz'ün ortaya çıkışı şöyle anlatılıyordu:
"Zaman ile Oğuz yine yaylaya köçti Çoban gine bu bınara geldi Gine koyun ürkdi Çoban ilerü vardı Gördü kim bir yığınak yatur, yıldır yıldır yıldırar Peri kızı geldi, aydur: 'Çoban amanatın gel al, amma Oğuzun başına zavam getürdün', dedi Çoban bu yığınağı göricek ibaret aldı Gerü döndi, sapan taşına tutdı Urdukça böyüdi Çoban yığınağı kodı, kaçdı Koyun ardına düşdi Meğer ol dem Bayımdır Han, begler ile seyrana binmişler idi Bu bınarun üzerine geldiler Gördiler kim bir ibaret nesne yatur, başı göti belürsüz Çevre aldılar, indi bir yiğit bunı depdi Depdükçe böyüdi Birkaç yiğit dahı indiler depdiler, depdüklerinçe böyüde Oruz Koca dahı inüp depeledi Mahmuzu tokındı Bu yığınak yarıldı İçinden bir oğlan çıktı Gevdesi adam, depesinde bir gözi var Oruz aldı, bu oğlanı eteğine sardı  "
İli nehri boylarında meydana geldiği anlaşılan bir Kırgız efsanesinde de, aynı motifi görüyoruz "Er-Töştük" adlı Kırgız destanı, Türk kültürü bakımından, önemli bir kaynaktır Dede Korkut kitabında Tepe-Göz'ün, bir yığınaktan çıktığı söyleniyor Fakat bu yığınağın mahiyeti hakkında hiçbir açıklamada bulunulmuyordu Er Töştük destanında ise, pınar başın da yine atlar ürküyor ve suda yüzen bir ciğer görülüyor Ciğere vuruldukça şişiyor ve bundan "Yel-Moğus" adlı dev çıkıyor Tabiî olarak burada ciğerden çıkan dev, Tepe-Göz değildir Fakat mühim olan, Tepe-Göz gibi bir devin, nereden ve nasıl çıkışıdır Ertöştük efsanesindeki bu kısmı, kısa bir özetle aşağıda vermeği faydalı buluyoruz:
İlemen-Bay'ın oğlu, Er-Töştü düğününden,
Dönerken sihirbazın, kaçamaz büyüsünden
Bir çadır gibi eğri, bir kavağa gelirler,
İndirirler yükleri, konağa yerleşirler,
Atlar pınara gider, fakat ürker kaçarlar,
Göklere çıkmak ister, gibi kişner koşarlar
Herkes pınara koşar, bakarlar ki bir ciğer,
Suda yüzüp duruyor, mızrakla biri iter
İçinden bir dev çıkar, Bay'ın boynuna biner,
Oğlu da korkusundan, hemen oraya siner
Cengiz Han'ın atalarından Duva-Sokor da "Alnında tek gözü bulunan" bir insan dev (Cyclope) idi Tek gözü ile, üç menzillik mesafede neler olup bittiğini de görebiliyordu Böyle bir devin yerin şişmesi sureti ile meydana çıktığına dair başka bir efsanemiz daha vardır
Yeraltından çıkan pınarlar ve kaynaklar, Yer ve Su Ruhlarının toplandıkları yerlerdi: "Yeraltından gelen pınarlar, yeraltı ruhlarının dışarı çıkması için âdeta bir yol vazifesi görüyorlardı" Bu sebeple Tepe-Göz'ün de bir yeraltı ruhu olması çok muhtemeldi
|