| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  İmaret 
 
            İmaret,  Osmanli Devleti'nde yer alan hayir kurumlarindan biri
  İslâm ülkelerinde, özellikle de Osmanlı Devleti zamanında medrese talebelerine, fakirlere ve her isteyene Allahü teâlânın rızâsı için bedâva yiyecek dağıtmak üzere kurulmuş aşevleri  İlk zamanlarda birçok hayır işinin yapıldığı bir kurum olan imâretler, sonraları sâdece yiyecek dağıtılan yerler haline gelmiştir  Ayrıca her imâretin, sanat târihi bakımından da bir değeri vardır  Fakir ve muhtaçlara yemek yedirilen ve yemek dagitilan yerlere imaret denilmistir, imaret; mâmur etmek, senlendirmek, mâmurluk, hayir için fakirlere yemek verilen yer manasinadir  Imâr edilen her türlü yapi veya külliye için de bu tâbirin kullanildigi görülmektedir  Sonradan asevi,ashâne denilen imaretler; umumiyetle bir külliye meydana getiren cami, medrese, dârüssifâ gibi bölümlerden biri olmustur  Bir imaretten, medrese talebeleri, cami ve hayratta vazî feli olanlar,fakir ve misafirler istifâde ederler ve günde dörtbes bin kisiye ögle ve aksam yemegi verilirdi   
 
 Imâret, ilk defa asr-i saadette kurulmustur
  Medîneli Ensâr ile Muhacirlerin fakirleri Mescid-i Nebî yanindaki Suffa denilen büyük çardak altinda yasarlar, ilim ögrenmek ve ögretmekle ugrasirlardi, Ömürlerinin çogu, Resûlullah ile birlikte ilim ögrenmekle, cihâd etmekle geçerdi  Bunlara Eshâb-i suffa denirdi  Sayilari degisirdi  Çok zaman yetmis kisi olup, arttigi da olurdu  Bunlardan baska diger eshâbin çogu zengindi, Imaret müessesesi, Eshâb-i kiram tarafindan baslatilan daha sonralari da çok parlak devirler geçiren bir hayir kurulusudur  Bu müesseseler dört halîfe, Emevîler, Abbasîler, Selçuklular devirlerinde devam ederek Osmanlilara geçen müesseselerdendir   
 
 Cami, hastahâne, kervansaray, köprü, han, hamam ve çesme gibi içtimaî müesseselerden biri de imaretler olup, bunlarin cemiyete ne kadar hayirli olduklari yakin zamanlara kadar görülmüstür
  Kuslari himaye ve onlarin kisin kar yagdigi zamanlarda bile yiyeceklerini ve yaz sicaklarinda içecekleri suyu te'mine kadar sefkat gösteren ecdadimizin, medreselerde okuyan talebelerle yolculara, muhtaç ve kimsesizlere ne kadar merhametli ve müsfik davrandiklari belli olmaktadir  Nitekim bugün eski vakif ve arazi tahrir defterlerinden Osmanli Devleti dâhilinde binlerce imaretin faaliyet hâlinde oldugu görülmektedir  Osmanli Devleti, hâkimiyeti altinda bulunan yerlerde ilmî müesseselerin yanisira sosyal müesseselerin yapimina da büyük önem vermekteydi  Bu sosyal müesseseler (imâretler)'in muhafaza ve devamini saglamak için de çevrelerinde han, hamam ve dükkan gibi yerler yaptirilarak, gelirleri bunlara birakilirdi  Yine yeni fethedilen yerlerde yapilan imaretlere bir çok köyün malikâne hisseleri vakif olarak veriliyordu  Diger bütün sosyal müesseselerde oldugu gibi, imaretlere verilen vakif gelirleri de evkaf defterlerinde kaydedilmistir  Meselâ istanbul'da Bâyezîd imaretinin yillik geliri 9 milyon akçe idi  Yine Fâtih Camii ve imaretini yasatmak için Fâtih Sultan Mehmed,istanbul'un çesitli semtlerinde; 1130 ev, 2466 dükkan, 3 han, 54 degirmen, 14 Hamam, 9 bahçe gelirini vakf etmisti   
 
 Osmanlilarda ilk imareti 1336' da kuran Orhan Gazi, müessesesinin açilisini yaparak fakirlere bizzat, yemek dagitti
  Osmanlilarin son zamanlarina kadar devam eden bu müesseselerin yerine sonradan asevleri kuruldu   
 
 Iznik ve Bursa'da pâdisâhlar ile hayirsever zengin kimselerin kurdugu imaretler yirmi dörde ulasmisti
  Anadolu ve Rumeli gibi bir çok yer ile; istanbul, Ankara, Edirne, Manisa, Amasya, Kayseri, Erzurum, Filibe, Selanik, Bolayir, Gelibolu ve daha bunun gibi bir çok yerde imaretler vardi  Bunlar misafirlere, medreselerde okuyan talebelere ve fakir halka en büyük destekdi  Imaretlerde verilen yemeklerin derecesi, onu besleyen vakfin veya sahsin zenginligine göre degisirdi  Günde iki ögün yemek verilecegi, mübarek gecelerde helva yapilip dagitilacagi ve vakif sahibinin ruhuna Kur'ân-i kerîm okunacagi vakfiyelere sart olarak konurdu  Mütevellî hey'eti bu hükümlere uymaya mecburdu, imaretlerin yaptiklari hayirli isler arasinda bir kisim kimsesiz çocuklarin yetistirilmesi isini üzerine alarak hayatlarini kazanacak bir çaga gelinceye kadar yetimlere maas baglanmasi da vardi  Nitekim Ayasofya vakfindan 200, Edirne' deki sultan ikinci Murâd vakfindan 40 ve Fâtih imareti vakfindan 250 yetime maas baglanmisti  Bu yetimlerin seçilmesi isi ile istanbul kadisi mesgul olmakta ve her türlü isler kadi siciline geçirilmekteydi   
 
 Imaretlerin vakfiyelerinde vakfin idâresinin kimler elinde ve nasil olacagi da belirtiliyordu
  Buna göre vakifla alâkali bütün vazifeliler sene sonunda adetâ bir umûmî hey'et hâlinde toplanarak vakfiyeyi beraberce okumakta ve sene içinde her sartin yerine getirilip getirilmedigini müzâkere etmekteydiler   
 
 Imaretler bir tek yapi olabildigi gibi, külliye hâlinde teskil edilenleri de vardi
  On altinci asra kadar tek yapi hâlinde olanlar meshurdu  Bu asirdan sonra daha çok külliye hâlinde olanlara rastlaniyordu  Imarethane binâlan, Türk mîmârî geleneklerine uygun plânlara sâhib olarak yapilir, iki yaninda bitisik birer misafirhane ile ortada namaz kilacak yeri bulunurdu  Misafirhane odalarinin içinde birer ocak ile disariya açilan kapilari vardi  Ortada bulunan namaz kilma yerinin genellikle yüksek bir kulesi bulunur, kule üzerindeki aydinlatma feneri ile sadirvan ve iç bölmeler aydinlatilirdi   
 
 Fâtih Sultan Mehmed Han'in cami, medrese ve dârüssifâ ile beraber yaptirdigi imarette, günde iki defa yemek piser ve medrese talebeleriyle hastahâne ve kütüphane me'murlari ile külliyenin bütün hizmetlileri, misafirler ve fakirler olmak üzere, her ögünde bin kisi yemek yerdi
  Bütün istanbul'daki imaretlerde bu sirada otuz binin üzerinde kisiye yemek verilirdi  Imarette hizmetlerin muntazam yürütülmesi için kâfi derecede idareci, me'mur ve hizmetçi vazîfelendirilmisti  Fâtih dârüssifâsinin da ayri bir imareti vardi   
 
 Imaretler Osmanlilarin hayirseverliligini, adalet ve insafini, insanlik anlayisini, kültür ve medeniyet seviyesini gösteren yüzlerce müesseselerden biri idi
   
 
 "Hüner, bir sehir bünyâd eylemektir
  Reaya kalbin âbâd eylemektir" 
 
 beytindeki anlayis ve davranisla bayindirlik ve sosyal yardim mes' eleleriyle mesgul olan Osmanli sultanlari, günümüzde hastalik hâlini almis dilencilik, kötü yola düsme ve intihar gibi fiillerin önünü kesmislerdi
  
 |