Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihten İlginç Olaylar
Cengiz Han'ın Elçileri
Şah Alaaddin Muhammed ve Cengiz Han
13 Yüzyıl Harzem İmparatorluğu
13 yüzyılda Harzem İmparatorluğu dünyanın en zengin ülkesiydi Bugünkü İran, Pakistan, Afganistan ve Orta Asya'nın büyük bir bölümü bu imparatorluğun sınırları içindeydi Şah Alaaddin Muhammed bu büyüklüğün çeşitli sorunları da beraberinde getireceğini biliyordu
İpek Yolu önemli bir gelir kaynağıydı Çin, Hindistan, Ortadoğu, Doğu Rusya ve hatta Batı Avrupa'dan tüccarlar ticaret merkezleri olan Merv, Buhara ve Semerkand'da bir araya geliyordu Semerkand'ın nüfusunun yarım milyondan daha fazla olduğu söyleniyordu ki, o zamanlar Paris ve Londra'nın nüfusları taş çatlasa otuz-kırk bindi Dünyanın bu uzak köşesinde geniş zevk bahçeleri vardı Egzotik meyve ağaçları, şırıl şırıl akan çeşmeler eşliğinde dünyanın dört bir yanından gelen asiller hayatın tadını çıkarıyordu
Aynı zamanda entelektüel bir merkezdi bu imparatorluk Her büyük şehirde üniversiteler, kütüphaneler olması Şahın imparatorluğunu İslam dünyasının sanat, şiir ve bilgi merkezi haline getirmişti Aynı zamanda bolluk İçinde olması da buna etkendi Bir dizi başarılı savaş sonucunda imparatorluk her yönde genişlemiş ve Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkeler Haçlı Seferlerine bile ancak elli bin kişilik bir ordu gönderebilirken, Harzem İmparatorluğunun tümü zırhlı ve tam donanımlı beş yüz bin askeri vardı Hiçbir devlet Harzem İmparatorluğu'nu kızdırmaya cesaret edemiyordu
Ancak Şah kötü haberler almıştı Pek ciddi bir şey değildi ama can sıkıcıydı Sinek küçüktür ama mide bulandırır Üç bin kilometre kadar doğuda yeni bir güç doğuyordu Ne oldukları belli olmayan, çadırlarda yaşayan, göçmen bir krallık 1206 yılında bu barbarlar, adı Kralların Kralı ya da Savaşın Kusursuz İmparatoru anlamına gelen Cengiz Han'ın yönetimi altında toplandı Cengiz Han Çin Seddi'nin ardına geçmeyi başarmış ve kuzeydeki Çin şehirlerini ele geçirmişti
Bir Tatar hükümdarı olan Kuşluk, Harzem İmparatorluğu'na komşu olan Karakitai'de (bugünkü batı Çin) bu yeni kağana karşı isyan etme cesaretini gösterdi Bütün büyük hükümdarların yapacağı gibi Harzem Şahı da bu isyana gizliden gizliye destek verdi Böylece barbar devletini parçalayabileceği Eğer bu Kuşluk denen adam fazla güçlenirse desteğini Cengiz Han'dan yana çeviriverirdi
Ama Cengiz Han sadece yirmi bin adamdan oluşan iki tümen asker gönderdiğinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğuna anlamalıydı Bu adamlar Cengiz'in en iyi komutanlarından Çepe'nin kumandasındaydı Çepe dağlardaki isyanı bastırmakla görevliydi ve altı yıl süren bir çarpışma sonucunda isyanı bastırdı
Cengiz'in askerleri ilerlemiş ve imparatorluğun doğu sınırının çok küçük bir bölgesini kontrol altına almışlardı Bu işgal için mantıklı bir rota değildi çünkü o tarafta Pamir Dağları vardı Bu dağların yüksekliği zaman zaman yedi bin metreye kadar çıkıyordu
Ticaret her zamanki gibi devam etti Dünyanın her yanından kervanlar geliyor, vergilerini ödüyorlar ve şehirlerdeki öteki tüccarlarla alışveriş yapıyorlardı Bu yeni hükümdarın elçileri zaman zaman Şaha gelir, dostluk belirtisi olarak ufak tefek hediyeler verirdi Karşılığında da aynı şekilde hediyeler giderdi Ama rahatsız edici bir şeyler olmaya başlamıştı
Barbar Moğollar da kervanlarla gelmeye başlamıştı Kendilerine tüccar diyorlardı ancak sadece Çin'den bozulmuş artık şeyler getiriyorlardı Şahın ajanları durumun farkındaydı ve hiç hoşlarına gitmiyordu Bu tüccarların aslında ajanlar olduğu ve surların ne kadar güçlü olduğuyla ilgili notlar aldıkları, askerlerin nerelerde durdukları ve surların üzerinde ne kadar mancınık yer aldığı gibi bilgileri ele geçirdikleri ortaya çıktı
Aynı zamanda Cengiz Han'ın ordularının ne kadar güçlü olduğu dedikodusunu halk arasında yayıyorlar ve Harzem İmparatorluğu halkını korkutuyorlardı Tarih boyunca bu taktik hep kullanılmıştır Rapor hazırlamaya gelen tüccarlar, rakibin savunma hattını öğrenip bilgileri hemen geri ulaştıran diplomatlar ve ailelerin resimlerini köprünün, savunma birliklerinin Önünde çeken turistler Bu işin türlü türlü yolları vardır Bu üçüncü sınıf barbarların gönderdikleri ajanlar yakalanıp, mallarına el kondu ve apar topar dışarı atıldı Barbarlar için iyi bir uyarı yapılmıştı
Aylar geçti ve Şah seçeneklerinin neler olduğuna baktı Moğollar binlerce kilometre uzaktaydı ve Çin ile olan savaşlarına dalmıştı Casusların gönderilmesine tepki gösterecek olsalar bile ordularını Sibirya'nın geniş bozkırlarından geçirip ulaşmaları en az altı ay alırdı Harzem İmparatorluğu'nun sınırına geldiklerinde ise karşılarında beş yüz bin Harzem askerini bulacaklardı Öylece mide bulandıran sinek öldürülmüş, Şahın ünü dünyaya bir kez daha yayılmış olacaktı
Cengiz Han'ın elçileri Şaha ulaştı Dilleri ve tarzları İslam dünyasının elçilerinin dilleri kadar kibar değildi, ancak anlaşılmıştı ki durum Cengiz'in pek hoşuna gitmemişti Cengiz, iyi niyetle Harzem İmparatorluğunun tüccarlarının kendi ülkesinde ticaret yapmasına izin verirken, kendi ülkesinin tüccarları Harzem şehirlerinde soyulup dışarı atılıyordu Özür dilenmeli, tüccarların zararları karşılanmalı ve Moğol kervanına kötü davranan sorumlular cezalandırılmalıydı
Bir ders vermenin tam zamanıydı ve Şah Muhammed'in bu dersi vermek için harika bir fikri vardı Elçi olarak gelen Moğolların sakalları Şah ve yanındakilerin huzurunda yakıldı Sakallar yanarken bayağı nahoş bir görüntünün ve aynı zamanda kokunun oluştuğu kesindir Bazı kaynaklara göre ise sakalı yakıldıktan sonra Moğol elçisi öyle özensiz tıraş edilmiş ki az daha kafası kopuyormuş
Her neyse, insan, acaba Şah neden böyle yaptı, demekten alamıyor kendisini Casusları, Moğolların "modern" bir ordu tarafından kolaylıkla durdurulabilecek sıradan barbarlar olduğundan emin miydi acaba? Acaba kazanacağından emin olduğu bir savaş mı başlatmaya çalışıyordu? Tarihte resmi bir bildirim yapılmadan savaşa girişildiği olmuştur Şahın uyguladığı taktik ise Cengiz'i öfkelendirecek kadar aşağılayıcıydı Yoksa Şah sadece eğlenmek mi istemişti? Elçiler acı ve aşağılanma içinde çığlık atarken Şah ve beraberindekiler katıla katıla gülmüştü Ardından da elçiler kapı dışarı edilmişlerdi
Sonra fırtına başladı  Sen hem Moğol elçilerinin sakallarını yak, hem de bunun cezasız kalacağını düşün Moğol geleneklerine göre taraflardan birinin öleceğinin bildirilmesiyle savaş başlar Ölen tarafın kim olacağı ise bilinmez
Yüz binden biraz daha fazla askerle Cengiz Han 1219'da Harzem İmparatorluğu'nun kalbine doğru büyük bir hızla ilerledi Birkaç ay içinde şahın ordusu yenilmekle kalmadı, resmen telef edildi Sonraki yıl, o muhteşem şehir Semerkand düştü, tüm nüfus kılıçtan geçirildi Şaha Moğolların kendisi için bir "av partisi" düzenlediği haberi geldi İki tümen uzman asker Şahı öldürüp Cengiz'e kafasını getirmek için harekete geçmişti
Panik halindeki Şah kaçtı Peşinde de Moğol generali Subutay yönetiminde yirmi bin asker vardı Takip üç bin kilometre kadar sürdü Sonunda Hazar Denizi'nde bir adaya kaçtı ve korkudan saçı sakalı beyazlamış şekilde öldüğü söylendi Bazı tarihçiler Harzem İmparatorluğunu yıkan savaşın tarihin en ağır savaşı olduğunu söyler Tüm nüfusun yüzde 75'i kılıçtan geçirilmiş, bütün şehirler dümdüz edilmişti Sonuçta İslam'ın akademik kalbi artık atmayacaktı
Cengiz, giriştiği savaşta şahın ordularının peşinden koşarken Hint Okyanusu kıyılarına kadar ulaştı Subutay batıdaki ve kuzeydeki bilinmeyen ülkelere keşfe çıkmak için izin istedi 1233 yılında geri çağrılana kadar Kafkasları geçecek, Rusya'nın verimli kara topraklarına ulaşacak ve en sonunda Dinyeper nehrinde duracaktı Sahne elli yıl sonra Moğolların Rusya ve Doğu Avrupa'yı ele geçirmeye çalışmaları için uygun duruma getirilmişti
Şah, birkaç sakal yakmanın cezasını tüm bir kıtanın yakılıp yıkılmasıyla ödedi
Topun Türklere Satılması
Tam Bir Şehirli Yaklaşımı
1453, Konstantinopol
Bir savaşta insan sadece kendi teknolojisinin durumunu değil, rakibinin de hangi yeni teknolojileri karşısına çıkarabileceğini hesaplamalıdır
Konstantinopol şehri yedi yüzyıldan daha uzun bir süre İslam dünyasının saldırısına uğramıştır Önce 7 ve 9 yüzyıllar arasında Araplar, sonra da 12 yüzyılda bölgeye gelen Türkler Şehri kurtaran o gün için ileri teknoloji sayılabilecek Rum Ateşiydi Neft ve ziftten oluşan bir karşımdı bu O günün napalm bombası diyebileceğimiz formülü saklı olan bu gizli madde gemilere yükleniyor ve bronz bir toptan ateşleniyordu
Elli metreden daha geniş bir alan içerisinde tahtadan yapılmış hiçbir gemi yaklaşamıyordu Buna benzer alev atan mancınıklar da kale duvarlarında sabit bir biçimde duruyorlardı Böylece yedi yüzyıl boyunca şehir saldırılara göğüs gerebilmişti İmparatorluğun geri kalanı parça parça elden çıktıysa bile şehir Bizans'ın elindeydi
15 yüzyıl başlarında Roma İmparatorluğu'ndan geriye kalan bu şehir ve birkaç küçük Ege adaşıydı 1451'de daha sonra "Fatih" unvanını alan II Mehmet tahta geçti ve yedi yüzyıllık amacı gerçekleştireceğine ant içti Güçlü Konstantinopol şehri Osmanlı kılıcına boyun eğecekti Mehmet, kenti alma konusunda parlak fikirlerle gelen herkesin Hıristiyan, Müslüman ya da Musevi olmasını önemsemeksizin ödüllendirileceği haberini her yere saldı
Top yapımındaki yeniliklerin yaygınlaşması henüz birkaç nesillik bir olaydı Önceki toplar küçüktü, yararsızdı ve hedefi tutturamıyordu Ancak kısa bir mesafe içinde isabet sağlayabiliyorlardı Barut zamansız patlayabilirdi, tehlikeliydi ve içindeki kömür, sülfür gibi maddeler nakliye sırasında ayrılıyordu Bunları bir arada tutmak için geliştirilen teknikler henüz piyasada değildi
Dolayısıyla bu yeni silah sistemi çok ses çıkaran bir oyuncaktan daha fazlası gibi gözükmüyordu Aslında Wright Kardeşlerin yaptığı ilk uçak da tehlikeli bir uçurtmaydı ancak arkasından gelen Messerschmitt ve Spitfire'lar çok şeyi değiştirdi
Macaristan hükümdarı Urban toplara bayılırdı Barutun zamansız patlaması ve isabet sorunlarına bir çare bulmayı başardı Eğer topların boyutu ve güçleri artırılırsa doğru yere isabet etmesinin çok önemi kalmayacaktı Devasa büyüklükteki top mermisi nereye düşerse düşsün büyük bir alana zarar verecekti Hayallerindeki silah tam bir canavardı, bir tondan daha ağır ve 120 cm çapındaki bir top mermisini atabilecek bir top Bu süper topu destekleyecek 90 cm çaplı mermi atabilen küçük toplar, küçük taşlarla yüklü mancınıklar kuşatılmış bir şehirden gelebilecek her türlü saldırıya karşı bu büyük topu da koruyabilirdi
Bu silahların imal edilmesinin büyük bir paraya mal olacağını söylemeye gerek yok Süper silah beraberinde büyük bir asker gücü ve yüzlerce ton barut gerektirecekti
Urban bu silahın zafer kazandıracağını biliyordu ve iyi bir silah tüccarı gibi bu fikri satmak için dolaşmaya başladı Akla ilk gelen müşteri adayı tabii ki Konstantinopol'dü II Mehmet'in orduları Çanakkale Boğazının doğu tarafında toplanıyordu ve Osmanlı Türkleri Bizans'a karşı kutsal bir savaş ilan etmişti Urban'ın teklifini ilk olarak İmparator XI Konstantin'e götürülmesinde mutlaka az da olsa din ve ırk birliğinin etkisi vardı
Hazırladığı süper silahların planlarını göstererek buna sahip olacak herhangi bir şehrin tüm saldırıları kolayca püskürtebileceğini anlattı Bu güçlü silahtan atılacak bir mermi, yüzlerce saldırganı öldürebilir ya da bir gemiyi batırabilirdi Düşman karşılarına aynı büyüklükteki silahlarla çıksa bile onları daha kullanamadan etkisiz hale getirilebilirdi
Ancak Urban reddedildi Danışmanlar denenmemiş silahlara para harcamaktansa o parayla biraz daha kiralık asker tutulabileceğine karar verdi Herhalde Bizans, Urban'ın bir silah tüccarı olduğunu ve bir dahaki durağının Boğazın öte yakası olacağını düşünememişti II Mehmet teklifi hemen kabul etti ve Urban'la bu silahları hazırlaması için anlaştı
Bir yıl sonra Mehmet'in ordusu şehri kuşattı Kuşatmanın kaderini Urban'ın dev topları belirledi Silahlar Bizanslıların Rum Ateşlerinin menzili dışına yerleştirildi Ayrıca bu silahların yapılması için harcanabilecek parayla tutulan askerlerin oklarından da uzaktı
Surlar yıkıldı, Türkler içeri girdi ve XI Konstantin öldürüldü Urban'ın silahlarını reddeden danışmanların da Konstantin ile birlikte öldüğünü düşünmek isteyebilirsiniz ancak bu tür bir adalet nadiren gerçekleşir
Urban'ın silahları Türklere satma fikri uzun vadede yanlış bir karar olabilirdi İstanbul artık Türklerin önünde bir engel değildi, dahası Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olmuştu Bu da tüm Güneydoğu Avrupa'nın savaş alanı haline gelmesi demekti Dahası Türkler Viyana'ya kadar uzanacak ve Urban'ın kendi ülkesi bir savaş alanına dönecekti Malını satıp para kazanma tutkusu Macaristan'ın bugün bile korkulu rüyası olan, beş yüz yıllık bir çatışmaya neden olmuştu
Veba ve Kediler
Kediler İçin Kara Bir Gün
1300'lerde Avrupa
'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı Kurbanların şikayetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç oluyordu Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu
Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu
Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü
Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı
Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu
Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı
Bu panik döneminde binlerce insan öldü Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu Binlerce kedi katledildi
Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu Ortaçağda her yer fare doluydu Kanalizasyon ilkeldi Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı
Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı
14 yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu
Son Haçlı Seferi
Prester John ve Son Haçlı Seferi
13 Yüzyıl Avrupası
Her şey Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopol'ün patriği Nestorius'un söyledikleriyle başladı İS 5 yüzyılda gelişen olaylarda Nestorius, İsa'nın kutsal ruh fikriyle dolu sıradan bir insan olduğunu ve bu nedenle Meryem'in de tanrıyla bir ilişkisi olmadığını söylüyordu Patrik, Doğu Roma İmparatorluğu'nun dini lideri olduğundan fikirlerini çabucak yayması kolaydı Bu fikir kilisenin öteki patrikleri ve Doğu Roma hükümdarı tarafından pek de hoş karşılanmadı Birkaç hafta içinde Nestorius görevden alındı
Bundan yılmayan Nestorius "sapkın" fikirlerini yaymaya devam etti Bir mürit grubu oluşmaya başlamıştı İnatçılığı yüzünden bu eski patrik ve müritleri sürüldü O zamanlar sürgüne gönderilmek, Bizans'ın söz sahibi olduğu toprakların çok daha doğusuna gitmek anlamına geliyordu Nestorius ve takipçileri Hindistan'a kadar gitti İsa hakkındaki fikirlerini burada da ifade ediyorlardı ancak oraya ilk gelen Hıristiyanlar oldukları için bunları anlattıkları Hıristiyan olmayanlardı Bir süre Nestorius'un müritleri dikkat çekti ancak Bizans İmparatorluğu küçüldükçe bağlantı kaybedildi Tüm bilinen oralarda, uzaklarda doğuda bir yerlerde Nestorius'un takipçilerinin olduğuydu
12 yüzyılın sonunda Avrupa tuhaf bir yer haline gelmişti Dev imparatorluklar parçalanmıştı ve Kiev'den Londra'ya kadar bütün devletler küçülmüştü Bu küçük devletler zenginleşmişti ve Kudüs ile kutsal toprakları kurtarmak dışında sınırlarının ötesinde olup bitenle ilgilenmiyordu Bunun nedeni de Avrupa'nın ötesindeki ticaretin önünün İslam'ın yükselişi nedeniyle kesilmesiydi
Bu, aynı zamanda Avrupalıların cehaletle geçirdiği "Karanlık Çağlar"ın sonuydu Bin yıl önce Roma'da Çin'den gelen ipek sayesinde bol bol ipek bulunurken ipek artık bir zenginlik ve asalet işareti olmuştu Basit bir ipek ceket bile bir tarla işçisinin beş yıllık gelirine eşitti Avrasya'nın üçte ikisi Marco Polo'nun keşfetmesini bekleyen bir bilinmeyendi
13 yüzyılda Avrupa'nın yüzü 5 yüzyıldakinden oldukça farklıydı, Doğu dünyası ise tanınmayacak hale gelmişti İslam güçlenmiş, dört kez yapılan Haçlı Seferleri geçici bir süreyle de olsa kutsal toprakları özgürlüğüne kavuşturmuştu Savaşçı Müslümanlardan daha önemlisi ise Çin'i çoktan fethetmiş olan Moğol İmparatorluğuydu
Moğollar yüzlerini Batı'ya dönmüştü Avrupa ise küçük krallıkların, birkaç asilin yönetimindeki disiplinsiz ordularıyla Haçlı Seferlerine çıkıyordu Dört sefer Yakındoğu'yu ticarete açtı ama bu, Hıristiyan dünyasının yararına olmadı Katolik Kilisesi hala yönetimi elinde tutuyordu ve Papa Avrupa politikasının en önemli adamıydı Gücünün çoğu da "Kutsal Topraklar"ı kafir Müslümanlardan kurtarmak için düzenlediği Haçlı Seferlerinden geliyordu
Ama Nestorius ve takipçilerinin başına gelenler Prester John efsanesinin oluşmasına yol açtı 1122'de Roma'ya Hindistanlı bir rahip ulaştı Hindistan ve Çin'de yaşayan Nesturilerin (Neşter yanlısı Hıristiyan) bir elçisi olduğunu söylüyordu Aslında Hindistan'da birkaç bin Nesturi vardı, Çin'de ise tek kişi bile yoktu Ama Papa'nın duymak istedikleri buydu Moğol İmparatorluğu'nun büyümesiyle ilgili haberler ve hatta ayrıntılı raporlar Avrupa'ya ulaşıyordu Bunun için harekete geçmek isteyen Avrupalılar Prester John'a yardım bahanesiyle yeni bir Haçlı Seferi başlattılar Bu Beşinci Haçlı Seferiydi
Prester John güçlü bir askeri lider ve inançlı bir Hıristiyan gibi tanıtılıyordu John, İslam dünyasının yanı başında güçlü bir Hıristiyan krallığının başındaydı 1145'de Suriye Başrahibi Papa'ya gönderdiği mektupta doğudaki bir Hıristiyan krallığının kutsal toprakların geri alınmasında yardımcı olmak üzere bir ordu gönderdiği konusunda bilgi aldığını yazdı 1221'de haçlı seferi için çağrı yapılmıştı
Hıristiyan dünyası Prester John'un İspanya'dan İran'a kadar her yeri elinde tutan İslam ordularından Avrupalı Hıristiyanları kurtarmak için harekete geçtiğinden o kadar emindi ki, Moğol fetihleri bile görmezden geliniyor hatta bunlar Prester John'un yaptıkları olarak anlatılıyordu Batı Avrupa için Prester John gerçek, Moğollar ise bir efsaneydi
Böylece Papa haçlı seferini başlattı Filistin'e doğru yola çıkan binlerce şövalye öldü Sonunda Hıristiyanlar kutsal toprakları tamamen kaybetti Ancak o vakte kadar bu, Hıristiyanlar için önemli değildi, çünkü Prester John her an ordusuyla ortaya çıkabilir ve Hıristiyanları kurtarabilirdi Dahası John, doğudan gelecekti ve Müslüman kafirleri aralarında sıkıştırmış olacaklardı
Bu efsanenin gücü Avrupa'nın stratejisine yarım yüzyıl boyunca yön verdi Sonunda ise Prester John'un gerçekten bir efsane olduğu ortaya çıktı Ayrıca Moğolların da gerçekliğinin farkına varıldı Batı Avrupa Haçlı Seferleri nedeniyle ikiye bölündü Bazıları destek verirken, bazıları hata olduğunu düşünüyordu
En büyük iki Hıristiyan krallığı Polonya ve Macaristan'dı Ama büyük olmaları uygar oldukları anlamına gelmiyordu Bu iki krallık, ikiye bölünmüş Fransa gibi kendi halinde gelişmeye bırakılmış olsaydı "Karanlık Çağ" bir yüzyıl daha önce biterdi Ancak Moğollar sonunda Avrupa'ya saldırmaya hazırlandıklarında, Batı'nın askeri gücü dağılmış durumdaydı
Macaristan Kralı IV Bela tüm Hıristiyanlığa kendilerini ve tabii ki Macaristan'ı savunmaları için çağrı yaptığında Öyle büyük bir ordu oluşturulamadı Avrupa'nın her tarafındaki şövalyelerden yanıt geldi Ama beklendiği kadar büyük bir katılım yoktu Batı Avrupa'dan tek bir kral bile ordusunu toplayıp gelmedi
On beş-yirmi yıl önce Filistin'de savaşanlardan çoğu ölmüştü ve mali açıdan da orduların yeni bir savaşa gücü yoktu Moğollar, Polonya ve Macaristan'ı ezip geçti Moğol hükümdarı ölmeseydi ve Moğol orduları kendi kendilerine geri çekilmeselerdi, Dublin'e kadar ilerleyip tüm Avrupa'yı ele geçirmekten onları alıkoyacak hiçbir güç kalmamıştı
Prester John bir efsaneydi Olmayan bir Hıristiyan Krallığı ile güçleri birleştirip İslam ordularını yenme fikri Papa'ya ve asillere öyle çekici gelmişti ki kimse buna karşı çıkamadı Bu öyle bir efsaneydi ki, Moğol hükümdarı ölmeseydi, tüm Avrupa Moğol hakimiyetine girecekti
Avrupanın Bölünmesi
İmparator Alexius ve Antiokya (Antakya) Kuşatması
1097, Bizans İmparatorluğu
Avrupa'da hem politik, hem de dinsel olarak bir güç bölünmesi yaşanıyordu Dokuz yüz yıllık tarihinde Roma İmparatorluğu'nun doğusu ve batısı arasındaki fark çok belirgindi ve ayrılması doğaldı O zamanlar Batı'da Bizans İmparatorluğu pek önemli görülmüyordu Asillerin ve baştakilerin günlük yaşamları ise merak ediliyordu
İznik Konsülünün aldığı kararlar bile Hıristiyanların çıkarlarından daha az önemliydi Hükümetler bölünmüş olsa bile Büyük Roma İmparatorluğu'ndaki yerlerini hatırlıyorlardı Bu öyle güçlü bir imajdı ki, bin yıl sonra bile Avusturya monarşisi kıskançlığını sürdürecekti Yunanca konuşan ve kendilerine Rhomaio, imparatorluklarına Romania diyen vatandaşlar da vardı Avrupa'yı bölen din değildi, Konstantinopol'de tahta çıkan imparator Alexius'du
İslam orduları Suriye'yi ve Balkanların çoğunu fethettiğinde Bizans'ın vergi geliri de hayli düştü Sonuç olarak imparator gelirlerini artırmanın yollarını aradı Birçok çabasından biri de Roma'daki Papa'yı yardıma çağırmak oldu Uydurulan bahane de kutsal toprakları özgürleştirmekti
Papa'nın ise bir sorunu vardı Pek çok işsiz asker etrafta başı boş dolanıyordu Alexius'dan yardım isteyen bir mektup alınca, Tanrı'nın iki soruna birden bir çözüm gönderdiğine inandı Papa Urban kutsal toprakları kurtarmak için yapılacak bir haçlı seferi için çağrıda bulunmaya başladı İşsiz ve sabırsız askerler, topraktan yeterince kazanamayan çiftçiler ve onur kazanmak isteyen soylular ya da evlerinde sıkılanlar söz verilen cennet mekanlarını kazanmak için orduya katıldı
Alexius birkaç bin adam beklerken binlerce şövalye ve askerin çağrısına yanıt verip Konstantinopol'e gelmekte olduğunu öğrendi Bu kadar çok insanı kendi şehrinde barındıramazdı Alexius Ayrıca gelenlerin, ülkesinden arta kalanı elinden alma ihtimali de yüksekti Gelenlerin çoğunun burnu büyük, şiddet düşkünü ve aynı zamanda cahil olması da durumu zorlaştırıyordu Zaten bir yüzyıl sonra bu korkulan da gerçekleşecekti Konstantinopol Osmanlı Türklerine geçtiğinde nüfus yüzde altmış azalmış olacaktı
Bizans İmparatoru bir çözüm buldu Haçlı ordusu ulaştığında askerler ona bağlılık yemini etmeden kimseyi içeri almayacağını açıkladı Bu aynı zamanda fethettikleri toprakların da ona ait olması anlamına geliyordu Bu, iyi güzeldi de, bağlılık ilan edilen lordun da sorumlulukları vardır En önemlisi de yardım ve koruma sağlamalıydı Batı krallıklarında bu çoğu zaman yakalanan bir şövalye için gerekli fidyeyi ödeyip onu kurtarmak anlamına gelirdi Bu, bütün şövalyelerin hatta düşmanların bile birbirini tanıdığı küçük Batı krallıklarında uygulanan bir yöntemdi Ama Alexius, güçten düşmüş olsa da büyük bir imparatorluğun başındaydı Büyük bir ihtimalle o zamanlarda Konstantinopol'de Paris'tekinden çok insan yaşıyordu
Alexius yeni "kullarım" apar topar savaşa gönderdi ve birkaç ay içinde bu ordu bir Selçuklu Türk birliğini yendi, Antiokia'yı'u (Antakya) kuşattı Kuşatma uzun sürdü, bu da Selçuklulara yeni bir ordu kurmak için zaman kazandırdı Haçlılar Alexius'un zamanında gönderdiği erzak sayesinde kuşatmayı başarıyla sonuçlandırdı Ama birkaç ay sonra bu kez Selçuklu ordusu Antioch'u kuşattı Ancak Selçuklular surları aşamadı ama bir süre sonra yeni bir ordu daha oluşturdular
Batı'da beklendiği gibi Haçlılar bağlılık yemini ettikleri lordun gelip kendilerini kurtarmasını beklediler Alexius'un ise sadece bir ordusu vardı Hem Konstantinopol'ü korumak, hem de işgale karşı savaşmak gibi iki işlevi vardı ordunun Alexius'un kullarına yardım etmesi gereken bir tanrı gibi mi, yoksa ülkesini koruması gereken bir imparator gibi mi davranacağına karar vermesi gerekiyordu Antioch'a ilerlerse hızlı ve kayıpsız bir zafer kazanması gerekirdi, çünkü ordusu zarar görürse Konstantinopol'ü savunacak kimse kalmayacaktı Oraya kadar gidip de başaramazsa geri dönüşü, telafisi yoktu Türkler koruma sözü verdiği milyonlarca insana ulaşacaktı
Karar Romalı stratejisine uyuyordu Ordusu bir garanti olarak duracaktı ve haçlıları kendi imkanlarıyla bırakacaktı Onların sadece lordu olmuştu ve imparatorluğu daha önce gelirdi Haçlılar bunu bir ihanet olarak gördü ve çok sinirlendi Ama öfke önemsiz bir tepkiydi Bir ay sonra büyük bir sürpriz yaparak, haçlı ordusu Antioch'dan kaçmayı başardı Bu kaçışın ardından moral bulan askerler başka şehirleri ele geçirdiler Alexius'a verdikleri bağlılık sözünden Alexius'un ihaneti dolayısıyla kurtulmuşlardı Artık kendi krallarının emirlerine uymaya karar verdiler Bu haçlılar artık kahraman olmuştu Batı Avrupa'ya döndüler ve Alexius'un onursuzluğundan ve iki yüzlülüğünden bahsettiler
Alexius'un korumayı seçtiği şehir sakinlerinden biri olsaydınız doğru kararı verdiğini düşünürdünüz Haçlılar zaten güçsüzleştiği ve onlardan umut kesildiği için askeri açıdan da doğru karar buydu Ancak Batı dünyasının soylularını yardıma ihtiyaçları olduğunda yalnız bırakmakla iki Avrupa'yı birbirinden ayırdı ve bu ayrım hala devam ediyor
Zaten çabaları da başkenti kurtarmak için yeterli olmadı Alexius'un aldığı bu karar yüzünden Bizans'ın düşmanları olduğu fikriyle büyüyen bir sonraki nesil, Konstantinopol'ü Hıristiyan dünyasının bir parçası olarak görmedi Şehir 1453'te de Türklerin eline geçti
Alıntı
|