Prof. Dr. Sinsi
|
Teslîs (Üç Tanrı) İnancı
“–Allâh’ım, Allâh’ım beni niçin terk ettin?”
(Matta 27, 46) diye yüksek sesle bağırmıştır
Bu ifâdeler, acz ve isyan dolu beşerî zaaflar değil midir?
İslâm Dîni, tevhîd husûsunda son derece hassâsi*yet gösterilmesini emreder Tevhîdi zedeleyecek en küçük hususları bile şirk olarak vasıflandırır Bir misâl verecek olursak, bir kişinin, Allâh’ın emirlerini bir kenara bırakıp kendi arzusuna uyması hâlinde: “hevâsını ilâh edindi” (el-Furkân, 43) hükmünü verir Ayrıca Allâh’ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl kılanları “rabler”, onların bu arzularına uyanları da “bunları rab edinen kimse*ler” olarak tavsîf buyurur İbâdette gösteriş demek olan riyâyı da gizli şirk olarak zikreder
Tevhîd konusunda bu kadar hassas davranan Kur’ân, hristiyanların bâtıl teslîs inancını şiddetle reddeder ve bunun küfür olduğunu bildirir
Allâh Teâlâ son ilâhî kitâbı olan Kur’ân-ı Kerîm’de içine düş*tükleri teslîs dalâleti dolayısıyla ehl-i kitâbı şöyle îkâz buyurur:
“Ey ehl-i kitâb! Dîninizde aşırı gitmeyin ve Allâh hakkın*da, hakîkatten başkasını söylemeyin! Meryem oğlu Îsâ Mesîh, ancak Allâh’ın Rasûlü’dür; (O), Allâh’ın, Meryem’e ulaş*tırdığı «Kün = Ol» kelimesi(nin eseri)dir O’ndan bir rûhtur (Allâh tarafından gönderilmiş, te’yîd edilmiş, Cebrâîl tarafından üfürülmüş bir rûhtur) Şu hâlde Allâh’a ve peygamberlerine îmân edin! «(Tanrı) üçtür» demeyin! Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin! Allâh, ancak bir tek Allâh’tır! O, ço*cuğu olmaktan münezzehtir Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur Vekîl olarak Allâh yeter!” (en-Nisâ, 171)
“(Biliniz ki), ne Mesîh, ne de Allâh’a yakın melekler, Allâh’ın kulu olmaktan geri dururlar O’na kulluktan geri durup büyüklenen kimselerin hepsini (Allâh) yakında huzûrunda toplayacaktır ” (en-Nisâ, 172)
“«Şüphesiz Allâh, Meryem oğlu Mesîh’tir!» diyenler, and olsun ki kâfir olmuşlardır De ki: «Öyleyse Allâh Mer*yem oğlu Mesîh’i, anasını ve yeryüzündekileri imhâ etmek isterse, Allâh’a kim bir şey yapabilecektir?! Göklerde, yer*de ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allâh’a âittir O dilediğini yaratır ve Allâh, her şeye hakkıyla kâdirdir »” (el-Mâide, 17)
Daha evvelce de ifâde edildiği gibi birçok araştırmacıya göre Hazret-i Îsâ’nın ulûhiyeti fikri, Hristiyanlığa, Yunan, İskenderiye ve Hind felsefelerinin tesiriyle girmiştir
Nitekim Britanica Ansiklopedisi’nde şöyle denilmektedir:
“Îsâ, tabiat üstü bir unsurdan olduğunu asla iddiâ etmedi; beşer tabiatından üstün bir tabiatı olduğunu da söylemedi ” (5 cilt s 636)
Hazret-i Îsâ
şöyle demiştir:
“Dinle ey İsrâîl! Allâh’ımız Rab, bir olan Rab’dır ” (Markos 12, 29 Ayrıca bkz Matta 23, 8; Luka 13, 33)
Yine başka yerlerde de şu ifâdeler bulunmaktadır:
“Herkesi korku aldı ve aramızdan büyük bir peygamber çıktı dediler ” (Luka, 7/16)
“İmdi Îsâ’nın yapmış olduğu alâmeti halk görünce dünyâya gelecek peygamber budur, dediler ” (Yuhanna, 6/14)
Görüldüğü üzere, aslında bizzat hristiyan kaynaklarındaki bilgiler bile Hazret-i Îsâ’nın Allâh’ın kulu ve Rasûlü olduğunu, O’nun ulûhiyetle bir alâ*kası bulunmadığını ispat etmeye kâfîdir Fakat Pavlos gibi sahte din adamları, îman kisvesi altında din düşmanlığı yapmışlar ve Hazret-i Îsâ hakkında insanları yanıltmakla yetinmeyip sayısız yanlış bilgilerle onları dalâlete sürüklemişlerdir Böyle olduğu hâl*de hristiyanlar bugün, kendi kendilerini kandırarak Allâh’ın sevgilileri olduklarını ve cennete yalnız kendilerinin gireceğini ifâde eder*ler Onların bu zanlarını Cenâb-ı Hak şöyle cevaplandırır:
“(Ehl-i kitâb «Yahûdîler ve hristiyanlar hâriç hiç kimse cennete giremeyecek!» dediler Bu, onların kuruntusudur (Ey Rasûlüm!) Sen onlara de ki: «–Eğer sâhiden doğru söy*lüyorsanız, delîlinizi getirin!»” (el-Bakara, 111)
“Hristiyanlar ve Yahûdîler: «Biz Allâh’ın oğulları ve sev*gilileriyiz!» dediler De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı si*ze niçin azâb ediyor? Doğrusu siz de O’nun yarattığı insan*lardansınız O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azâb eder Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allâh’a âittir Sonunda dönüş de ancak O’nadır ” (el-Mâide, 18)
Hristiyanların içine düştükleri bu hazin âkıbet, onların da yahûdîler gibi kendilerine gönderilen ilâhî kitabı arzuları istikâ*metinde bozmuş, muhtevâsını beşerîleştirmiş olmalarından kay*naklanmaktadır Çünkü böyle yapmak, nefislerine daha câzip gö*rünmüş ve irtikâb ettikleri cürümleri, ilâhî kitaplarına dâhil ederek onları meşrû*laştırma imkânı elde etmişlerdir Ancak bu durum, tabiî olarak âhiret saâdetini kaybetmelerine mâl olmuştur Allâh Rasûlü -sallâllâhu aley*hi ve sellem-’in teşrîfiyle bile intibâha gelemeyecek kadar bâtıla saplanmış olan pek çok ehl-i kitâbın hâli ne hazindir!
Necran hristiyanlarından bir hey’et Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“–Kur’ân-ı Kerîm de Hazret-i Îsâ’nın babasız doğduğunu kabûl ettiğine göre O Allâh’tır!” dediler
Bunun üzerine şu mübâhele (haklının ortaya çıkması için karşılıklı lânetleşme) âyeti inzâl oldu:
“(Ey Rasûlüm!) Sana bu ilim geldikten sonra Sen’inle bu hususta çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler dâhil ol*mak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımı*zı, siz kendi kadınlarınızı biz de kendi kadınlarımızı çağıra*lım Sonra da duâ edelim de Allâh’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim ” (Âl-i İmrân, 61)
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âyet-i kerîme muktezâsınca teklifini yaptığında Necranlı hristiyanlar buna ya*naşamadılar Müslümanların himâyesine girmeyi kabûl eden bir anlaşma imzâlayarak memleketlerine döndüler
Allâh Teâlâ, ehl-i kitâbı îkaz sadedinde şöyle buyurur:
“Ey ehl-i kitâb! (Gerçeği) görüp de bildiğiniz hâlde niçin Allâh’ın âyetlerini inkâr edersiniz?” (Âl-i İmrân, 70)
“Ey ehl-i kitâb! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bi*le bile gerçeği gizliyorsunuz?”
(Âl-i İmrân, 71)
“Ey ehl-i kitâb! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde niçin Allâh’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek mü’minleri Allâh yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allâh, yaptıklarınız*dan habersiz değildir ” (Âl-i İmrân, 99)
Hristiyanların, âyet-i kerîmelerde ifâde edilen görüp bildikle*ri gerçek, kendi dinlerinin tahrîf edilmiş olup aslından uzaklaşmış bulunduğu, bu sebeple son ilâhî kitap olan Kur’ân-ı Kerîm ile Haz*ret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Cenâb-ı Hak ta*rafından gönderildiğidir Onlar bunu açığa vurmasa da Allâh Te*âlâ açık bir şekilde beyân buyurur:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu (Peygam*beri), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar Buna rağmen on*lardan bir grup, bile bile gerçeği gizler ” (el-Bakara, 146)
“(Lâkin bilsinler ki) indirdiğimiz açık delilleri ve kitapta in*sanlara apaçık (bir şekilde) gösterdiğimiz hidâyet yolunu giz*leyenlere hem Allâh, hem de bütün lânet ediciler lânet eder ” (el-Bakara, 159)
Allâh indinde tek makbul dîn olan İslâm’a son derece uzak duran ehl-i kitâba çok yazık! Ancak onlardan yüce hakîkati anlayarak Allâh’a gerçek mânâda kulluğa yönelenlere de ne mutlu! Nitekim âyet-i kerîmede, ehl-i kitâbın, âhir zamanda Hazret-i Îsâ’nın yeryüzüne inmesiyle birlikte îmân ede*cekleri ifâde buyrulmaktadır:
“Ehl-i kitâbdan her biri, ölümünden önce O’na muhak*kak îmân edecektir Kıyâmet gününde O, onlara şâhid ola*caktır ” (en-Nisâ, 159)
Hristiyanların bugün içinde bulundukları dalâleti terk edemeyişlerinin yegâne sebebi ise, İncîl’lerin durumudur Onları kaleme alanlar, İncîl’leri kendi arzuları istikâmetinde o hâle getirmişlerdir ki, gerçek İncîl-i Şerîf’i gönderen Cenâb-ı Hak:
“Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allâh katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay onların hâline! Ve kazandıklarından ötürü vay onların hâline!” (el-Bakara, 79) buyurmuştur
Çünkü onların yaptıkları ilâhî kitâba müdâhale meselesi, peygamberlere dahî müsâade edilmeyen ilâhî bir yasaktır Nite*kim bu husustaki ilâhî ferman, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında dahî vârid olmuştur Cenâb-ı Hak buyurur:
“Eğer (Peygamber) Biz’e atfen bazı sözler uydurmuş ol*saydı, elbette O’nu kıskıvrak yakalardık! Sonra O’nun can damarını koparırdık (O’nu yaşatmazdık) Hiçbiriniz buna mânî de olamazdınız!” (el-Hâkka, 44-47)
|