| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Batı İnançlarında Cinler 
 
            ESKİ YUNANDA CİNLER
 
 Folklorik anlamda "cin" teriminin karşılığını, Eski Yunan mitolojisinde "daimon" olarak buluyoruz
  İşler ve Günler adlı eserinin Soylar Efsanesi bölümünde (106-201), ölümsüz tanrıların peşpeşe beş insan soyunu yarattığını söyler Hesiodos  Titanların en ulusu olan tanrı Kronos, ilk insan soyunu topraktan değil de altın madeninden yaratmış  Bu ilk soy, tanrılar gibi dertsiz belasız, büyük bir mutluluk içinde uzun bir dönem yaşamışlar  Vakitleri tamam olunca da tatlı uykulara dalarak hu*zur içinde ölmüşler  İkinci soy ise altından daha az değerli olan gümüş madeninden yaratılmış  Fakat, ilk soy gibi değilmiş bunlar  Ergin çağa geldiklerinde taşkınlıklar yapmaya başlamışlar  Bu sırada babası Kronos'u tahtından devirip yerine geçen Olympos'daki tanrı Zeus, gümüş soylu insanların kendisine gereken saygıyı göstermemesine çok öfke*lenmiş ve hepsini yerin dibine gömmüş  
 Zeus da babası gibi yeni bir soy yaratmak istemiş ve böylece üçüncü olarak tunçtan mamul insanlar çıkmış ortaya
  Fakat, Zeus bu arada baş tanrı oluşundan önce yaratılan soyları da unutmamış  Altın çağın uyku*ya dalarak göçüp gitmiş insanlarının iyi birer cin (daimon) olmasını dilemiş Zeus  Ama, kendisine taşkınlık ettikleri için toprağa gömdüğü gümüş çağ soyundan olanları da yeraltı cinlerine dönüştürmüş  
 Zeus'un yarattığı üçüncü soy ise, bir öncekinden de azılı çıkmış
  Ara*larında savaşarak kendi kendilerini yok etmişler  Ama, Zeus bununla yetinmeyip dördüncü bir soy yaratmış  Yarı tanrı kahramanlar işte bu soydan meydana gelmişler  Dördüncü soyun devri tamamlandığında, tanrı Zeus, dünyanın sınırlarındaki adalarda ölümsüz bir hayat vermiş bu gözüpek kahramanlara  Ardından da beşinci soyu demirden yarat*mış  
 Hesiodos eserinde, kendisinin demir soyundan biri olmasından dert yanar ve şöyle der: "Keşke bu soydakilerden biri olmasaydım ben
  Keşke daha önce ölseydim veya daha doğmasaydım! Çünkü bu beşinci soy de*mir soyudur  Onlar, tanrıların yolladığı türlü dertlerle gündüzleri didi*nir, ezilirler  Geceleri de kıvranır dururlar  Bulabildikleri tek şey ise, be*lalarla karışık bir nebze sevinçtir  " 
 Hesiodos'a göre, demir çağı insanlarının da sonu gelecektir
  Fakat, Zeus'un yaratacağı altıncı aksaçlı insanlar soyunun manzarası, karam*sar yazarımıza göre hiç de içaçıcı değildir  Azra Erhat ve Sabahattin Eyuboğlu'nun dilimize büyük bir ustalıkla kazandırdığı "Hesiodos, Eseri ve Kaynakları" adlı değerli çalışmayı (TTK yayınları XX:5), erken dönem Yunan mitolojisindeki tanrıları ve cinleri merak edenlere tavsiye ederim  Konumuzun dışına taşmamak için, tarihçi Herodotos'dan muhtemelen dört asır önce yaşamış bu eski Anadolu ozanından, onun memleketlisi sayılan bir diğerine, Homeros'a geçiyoruz şimdi  
 Hesiodos'tan bir-iki asır öncesinde, Homeros tarafından yazıldığı ka*bul edilen İliada ve Odysseia adlı destanlarda ise cin tanımı biraz farklıdır
  Bu eserlerde "daimon" terimi, herhangi bir doğaüstü gücü ta*nımlamak için kullanılmıştır  Tanrının kişiliğinden söz ederken "theos", tanrının faaliyeti vurgulanırken de "daimon" teriminin seçilmesi ilginç*tir  Zeus'tan, Athena'dan bahsederken onları "theos" (tanrı) diye anan Homeros, insanlar üzerindeki tanrısal etkiyi ise başka türlü dile getirir: İliada 11:792 "tanrının (daimon) yardımıyla etkile onun yüreğini  " 17:98 "insan tanrı yazgısına (daimon) karşı çıkarsa, büyük bela gelir başına  " Odysseia 5:396 "kötülük dolu bir tanrının (daimon) hışmına uğramış  " 16:64 "bir tanrı (daimon) vermiş ona bu kaderi, sürünmüş durmuş  " 21:201 "keşke geri gelse o, getirse bir tanrı (daimon) onu  " 
 Ünlü Yunan filozofu Platon (Eflatun) da "daimon" terimini, "theos" olarak bilinen ulu tanrılar ile "heros" denilen yarı tanrı kahramanlar ara*sında tasavvur ettiği alt seviyedeki tanrılar için kullanmıştır (Rep
  3:392a)  Diğer bir eserinde ise, insanın öldükten sonraki yaşamında, ru*huna öte alemde yol gösteren varlıkları "daimon" olarak tanımla*maktadır (Phaedon 107)  Platon'un hocası Sokrates, vaktiyle Atina tan*rılarını hiçe saymakla ve talebelerine başka kutsal varlıklardan söz ederek gençliği baştan çıkarmakla suçlanmış ve sonunda ölüme mahkum olmuştu  Kendisini daima bir daimon'un yönlendirdiğini ve ilham verdiğini söylemekten çekinmeyen Sokrates, ünlü savunmasında Platon'a gö*re şöyle der: Apol  27d "Peki, daimonlara tanrı ya da tanrı oğulları gözüyle bakmıyor muyuz?" Diğer yandan, M  Ö  5 yüzyılda doğan Pla*ton ile çağdaş sayılan Protagoras ise "görmediğim, hissetmediğim tanrılardan bana ne!" diyerek tam bir tanrı tanımaz olmasına rağmen, kendi bulduğu "insan her şeyin ölçüsüdür" kuralınca, daimon'ları da insanla olan ilişkilerine dayanarak gerçekten var sayıyordu  
 Platon'un tanımlamalarına bakılırsa, Sokrates'in daimon'unu bugün*kü anlamıyla bir cin olarak damgalamak mümkün değildir
  Nitekim, batı literatüründe önemli bir yeri olan Platon sayesinde, Ortadoğu'nun cin tasavvurundan farklı ve belirli bir sistematik içindeki anlamı ile çok bo*yutlu bir cin kavramı oluşmuştur Avrupa toplumlarında  Cinler hakkında veya diğer konularda ufkunu genişletmek isteyenlere, Platon'un (Efla*tun) bütün eserlerinin M  E  B  Batı Klasikleri dizisinde ve ayrıca bir kıs*mının da Remzi Kitabevi'nce yayınlandığını hatırlatırım  
 Eski Yunan'da cinler kapsamına alınacak en önemli doğaüstü grup Keres'tir
  M  Ö  5  yüzyılda yapılmış vazo süslemelerinde, cüce yapılı ve kanatlı çirkin varlıklar olarak resmedilen bu yaratıklar, kötülüğün kay*nağı olmaktan ziyade insanlara bela getirenler olarak tanımlanmaktadır  Mesela bunlardan Hepialos, geceleri insanların kabus görmelerine se*bep olan bir cindi  Şimdi Berlin müzesinde duran iki kulplu bir vazoda, yarı tanrı kahraman Herakles'in boynundan yakaladığı resmedilen bir Ker de çirkin suratlı, ince iki kanatlı ve bir metre boyunda gösterilmiş*tir  
 Porphyry'ye göre, insan temiz olmayan gıdalar yerse, ağzını açtığın*da içine hemen bir Ker girer ve hastalanmasına yol açarmış
  Üstelik, bu cinler özellikle et gibi kanlı gıdalarda yuvalanırlarmış  O devirlerde mik*ropların başka türlü tanımlanmasına imkan olmadığını düşünürsek, bu açıklama hiç de mantıksız sayılmaz  Hesiodos bile Pandora Efsanesi'nde (Erg  90) "Eskiden yeryüzündeki ölümlü insanlar dertsiz ve kay*gısız yaşarlardı, Ker'lerin getirdiği hastalıklara bulaşmadan  " der  İhti*yarlığın da bir tür doğaüstü gücün etkisiyle meydana geldiğini düşünü*yordu Eski Yunanlılar  Louvre müzesindeki M  Ö  5  yüzyıldan kalma kır*mızı bir amforun üzerinde, Herakles'in, kamburu çıkmış bitkin ve yaşlı bir adamı balyozu ile öldürürken resmedildiğini görüyoruz  İhtiyar figürünün yanında ise "Keras" yazısı vardır ve bu figür, Homeros'un Odysseia ll:398'de sözünü ettiği “Ölüm Ker’i” ile aynı anlamı taşır  
 Ancak, Eski Yunan'daki "Ker" kavramını kapsamlı bir animizm için*de değerlendirmek gerektiğini unutmamalıyız
  Hastalığın, belanın, kabu*sun, ölümün birer Ker olması, animist realite normlarına göre, henüz açıklanamamış doğa kanunlarının insanlar üzerinde nasıl çalıştığını gös*termesi ve antropomorfist bir ifade ile hangi aracın bu işlemde rol aldı*ğını tanımlaması açısından hiç de saçma sayılmaz  Fakat bu tür bir ta*nımlamanın, doğayı sadece belirli bir açıdan yorumlama ihtiyacından doğduğunu da unutmamak gerekir  
 Bu kanatlı cinlerden bir kısmı dişi olup "Harpia" adıyla tanınırlardı
  Şiddetli fırtına ile birlikte saldırdıklarında, Harpia'lar önlerine gelen her şeyi savurup mahveder, ölenlerin ruhlarını öte aleme taşırlardı  Aynı za*manda, doğumla birlikte gelen bebeğin ruhunu kapıp kaçıranlar da sivri pençeli, kanatlı dişi Harpia cinleriydi  Ruhun bir nefes gibi olduğu düşüncesi, ölen veya doğan bir insanın ruhunun da nefese benzer esinti ile taşınacağı inancına yol açmış ve sonunda bu taşıyıcı varlıkların fırtına veya rüzgarlarda bulundukları yorumunu yaratmıştı  Yani, insanlar önce bu tür bir cinin faaliyetini görüp daha sonra açıklamasını yapmak yeri*ne, nasıl olduğunu kavrayamadıkları bir doğa olayını önce kendilerine göre yorumlamış, daha sonra da bu yorumda yer alan doğaüstü güçleri kişileştirme yolunu seçmişlerdir  Fakat, 25 asır öncesine göre normal sayılan bu empirik olmayan akıl yürütme, günümüzün bilgi ve tecrübe birikiminde yaşayan bir insana göre hiç de mantıklı sayılmaz  Buna rağ*men, halk arasında hala aynı ilkel düşünce kalıplarının bulunması, cin*lerin gerçek olmasından çok ilkel seviyede düşünmekten öte bir faali*yette bulunamayan insanların ne kadar yaygın olduğunu göstermekte*dir  
 Yüz ifadeleri ile meşhur cinler ise "Gorgon" sınıfına girerler
  Bunla*rın içinde en tanınmışı, Perseus'un kafasını kopardığı Medusa adındaki dişi cindir  İnsanın kanını donduran bakışları, dışarı sarkık dilleri ve buz gibi bir ifade ile sırıtan korkunç yüzleri ile Gorgon'lar canavar ruhlu ya*ratıklar olarak düşünülmüşlerdir  Gorgon eğer kalbi temiz olmayan bir insana görünürse, onu anında taşa çevirerek öldürürmüş  Bu arada Si*ren türü cinleri de unutmamalıyız  Dilimizde "deniz kızı" denilen si*renler, belden aşağısı balık gibi olan ve güzelliği ile denizcilerin aklını başından alan yaratıklardır  Odysseia destanında (12  bölüm), büyücü Kirke tarafından önceden uyarılan kahraman Odysseus, Sirenlerin bulunduğu adaya geldiğinde, denizcileri tatlı sesleriyle büyüleyip gemile*rin kayalıklara çarpmasına sebep olan bu cinlerin şerrinden, arkadaşları*nın kulaklarını balmumu ile tıkamak suretiyle kurtulabilmiştir  
 Erinys türü cinler ise daha çok öldürülmüş insanların intikamını alan dişi yaratıklardır
  Erinys'leri diline dolamayı pek seven Aeschylos, Agamemnon - Khoephoroi - Eumenides trilogiasında, ana katili Orestes'in bu öç alan cinlerden neler çektiğini uzun uzadıya anlatmıştır  Çok sonraları ise, Erinys'ler cehennem zebanileri olarak düşünülmüş ve Tartaros'da (ölüler ülkesinin dibi) kamçılar ve yılanlarla ruhlara eziyet eden Erinys'ler, Latin şairi Virgilius'un Aeneis destanındaki ürkütücü manzaranın baş kahramanları olmuşlardır  
 M
  Ö  6  yüzyıldan itibaren Trakya'dan Yunanistan'a ve Güney İtalya'ya kadar uzanan bir alana yayılan Orpheus tarikatında da tanrılar*dan ziyade daimonların önemli bir yer aldığı görülür  Aslında, bu tari*katta mistik anlamda çok yönlü bir tektanrıcılık inancı hakimdi  Olympos'un tanrıları ismen geçerli olsalar bile, bunlar doğrudan ilişki ku*rulması mümkün olmayan tek bir tanrıyı tanımlamaya yarıyorlardı  İşte bu tek tanrı, Orpheus kültünde karşımıza bir daimon olarak çıkmakta*dır  Bacchus ve Eros gibi, Orpheus inancının temel taşını oluşturan Dionysos da bir daimon'du  Bitki, hayvan veya insan biçiminde görünebilirdi  Zamanla Phanes adını alan Dionysos, böylece tamamen tanrısal gücün simgesi haline geldi  Eski Yunan'a dışardan giren bu mistik akı*mın özündeki dişilik faktörü ve tanrısal birleşmedeki rolünün etkisi, da*ha sonra Avrupa kavimlerinde Hıristiyanlık anlayışını farklı temellere dayandıran ana unsurlardan biri olmuştur  
 Halk olarak Eski Yunanlılar daha çok yeraltı dünyasının varlıklarına yönelik bir ibadet biçimine önem vermişlerdir
  Olympos tanrıları adına düzenlenen şenliklere rağmen, halkın kthonian (yeraltına ait) tanrıların (daimones) getireceği belalara karşı önlemler almak üzere, bu güçlere şirin gözükmek amacıyla, kendilerini sürekli ayinler yapmaya mecbur hissettikleri anlaşılmaktadır  Hiç beklenmedik yerde ortaya çıktığı varsayılan bu cinlerin şerrinden korunmak için, herbirine uygun tütsüler ve dualarla, belirli vakitlerde kurbanlar vermişler  Ancak, bu işlemin yeterli olmadığını gördüklerinde, tanrısal güce sahip olabilmek ve böylece ye*raltı cinlerinin getirdiği belaları defedebilmek için, özel inisiyasyon ayin*lerinin temelini atmışlardır  
 |