Prof. Dr. Sinsi
|
Reankarnasyon'a İslami Ve Mantıkî İzahat
Malûmdur ki, varlıkların nitelikleri, kişisel özellikleri, mahiyetinden ayrılmaz Bal arısı ile karasineği ele alalım- Her ikisinin de vücut yapıları genelde birbirlerinden farklı oldukları gibi, ayrıntıda da farklıdır Meselâ, birinin kanat yahut ayak yapısıyla, diğerininki birbirine benzemez, bir çok belirti ve özelliklerle birbirlerinden ayrılırlar
Bunlar, uzuvları itibariyle olduğu gibi, ruh ve kabiliyetleriyle de birbirlerinden ayrıdırlar Birinin ruhu gül bahçelerinden hoşlanırken, ötekininki kanalizasyon çukurlarından hoşlanır Bu misâl dürbünüyle diğer hayvan türlerine de bakılabilir Hiçbir hayvan türünün öz nitelikleri kendilerinden kopup, başka türe geçemez Bu durum, insanlarla diğer hayvan türleri arasında kendini daha iyi göstermektedir
Meselâ, insan ruhu, bir hayvanın cesedine girmiş olsaydı, o takdirde, idrâk ve düşüncesiyle, konuşma ve yazmasıyla, san'at ve kabiliyetiyle, kısaca bütün hassalarıyla birlikte gitmesi gerekirdi O zaman hayvanlarda da, meselâ, filozoflar, mütefekkirler, ilim adamları  olması lâzım gelirdi Onların da kültür ve medeniyetleri, san'at ve edebiyatları  olacaktı!
İmtiyaz kanununun zorunlu bir sonucu olarak, insanlarla hayvanlar arasında ve hayvanların kendi aralarında tenasüh olamayacağı gibi, insanlarla insanlar arasında da olamaz Zira, bir insan, ilim ve irfanıyla, itikat ve imanıyla, zekâ ve dirâyetiyle, şefkat ve merhametiyle, hamiyet ve şecaatiyle   bir başkasının tıpatıp aynı değildir Meselâ, İmam-i Gazâlî'nin o nezîh ruhu; yüce vicdanı mümkün olsaydı, bugüne kadar dünyaya birçok Gazâlî'lerin gelmesi gerekirdi Ve yine, birçok İbn-i Sinalar, Eflatunlar  gelmiş olacaktı Hakikatte ise, böyle bir şey gerçekleşmemiştir
Bir insanın, hem tahsil hayatında, hem de mezuniyetinden sonra çalıştığı bütün vazifelerinde hüviyet ve şahsiyetini devam ettirmesi gösteriyor ki, onun, "Sicil Dosyası" ölümünden sonra da ondan ayrılmayacaktır O, bu hüviyetiyle Mahkeme-i Kübrâ'da (ahirette), en küçük ayrıntılarına varıncaya kadar hayatın hesabını verecektir Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz adâleti, Hâşir'de öyle bir genişlikte tecelli edecektir ki, değil insanlar, bütün hayvanlar bile hüviyetleriyle dirilecek ve muhasebeye tâbi tutulacaklardır Bu hakikatin gerçekleşmesi, imtiyazı gerektirmektedir
İmtiyaz kanununun en büyük amacı, en büyük hikmeti ve en mühim sonucu âhirete bakar Mizân-i Kübrâ'da, her fert, Kur'ân-ı Azîmüşşan'ın ifadesiyle, "Zerre Miskal" (en küçük ölçüde) hayır ve şerrin hesabını verecektir Bu muhasebenin neticesi olarak, Cennet ehlinin her birisi, imân, amel ve takvası ölçüsünde ayrı ayrı nimetlere ve makamlara mazhar olacaktır Cehennem ehlinden her bir fert de, küfür ve isyanının ağırlığına göre, farklı azaplara mâruz kalacaktır Bu hakikatin gerçekleşmesi, her ferdin, hüviyet ve şahsiyetini muhafaza etmesine ve diğer hayat sahiplerinden ayrılmasına bağlıdır
3 Tenasüh İddiası ‘Rezzâkiyet Kanununa’ (rızıklandırma, besleme) da Aykırıdır:
Her türün rızkı, o nevin şahsiyet ve hüviyetine, kadr ü kıymetine göre tâyin ve taksim edilmiştir Cenâb-ı Hak, şuuru, idrâki ve konuşma kabiliyetini içeren en büyük hayat mertebesini insana verdiği için çokluk ve kalite itibariyle en müstesna, en lâtif, en gıdalı, en zarif nimetleri onun sofrasına sermiştir Meselâ, tavuk yem ve darı ile yetinirken, insan tavuk ve yumurta yemektedir Koyun, diken ve saman yerken, insan et ve süt ile beslenmektedir Dünyada bile, davet ve kabullerde ‘protokol’ gözetildiğine göre, insana bu kadar önem veren Rezzâk-i Kerîm, elbette, onu insaniyet sofrasından alıp, bir başka hayvanın cesedine sokarak onun sofrasına oturtmaz O'nun hikmet ve rahmeti, buna müsaade etmez
4 Tenasüh, İnsaniyetin Kıymet Ve Şerefini Hiçe İndirir:
Cenâb-ı Hak, insanı en yüksek bir tarzda yaratmıştır Bütün bitki ve hayvanları ona hizmetkâr yapmıştır Meselâ, ağaç, meyvesiyle, inek, sütüyle; koyun, etiyle  insanın yardımına koşturulmakta, onun için çalıştırılmaktadır O, cihanın süsü, arzın halifesidir Cenâb-ı Hak, Kâinat Sarayı'nı, bütün müştemilâtıyla onun için yaratmış, tanzim ve tertip etmiştir Bu sarayın azameti, haşmeti, ziyneti  hep o misafirin şerefini, makbuliyetini ve Allah (C c)ü Azimüşşân yanındaki itibarını, kadr ü kıymetini göstermektedir
İnsan, Cenâb-ı Hakk'ı tanımak ve O'na ibâdet etmek için yaratılmıştır Bu hikmete binâen, ona pek kıymetli cihazlar takılmış, geniş yetenekler verilmiştir Evet, insan, yerlerin ve göklerin kaldıramadıkları bir emaneti taşımaktadır Elbette, kâinatın neticesi, meyvesi olan insanın bu kâinattan daha büyük ve daha ehemmiyetli bir amacı olmalıdır Bu gaye ise, ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Allah (C c)'ı bilmek O'na gerçekten kul olmaya çalışmak, O'na muhabbet edip rızâsına nail olmak ve böylece Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz ziyafet yeri olan Cennet'e lâyık bir kıymet almak ve orada, beden ve ruhuyla ebedi bir hayat sürmektir
İşte tenasüh hurafesi, insanın mahiyetine, hakikatine ve ona verilen bu değere ters düşer Elbette, insana bu kadar kıymet veren Hakîm-i Rahîm, onun ruhunu nihayet derece aşağı düşürüp rezil etmez, noksanlaştırma, hafife almaz İnsanın ruhuna hizmet eden aciz bir hayvan cesedine sokmaz Elmas kıymetinde yarattığı o ulvi ruhu kömür derecesine indirmez
|