|
Prof. Dr. Sinsi
|
Jacques Derrida Kimdir,Yapısöküm Nedir?
Dil'in Oynaklığı
Derrida'nın düşüncesini anlamaya çalışırken, öncelikle kavranması gereken kavramlardan ilki, çoğunluk İngilizce'ye "söküme almak" [under erasure] diye çevrilen "sous rature" terimidir Herhangi bir terime "sous rature" deyişini yüklemek demek, önce bir sözcük yazmak sonra üstünü çizmek, ardından da hem sözcüğü hem de üstü çizilmiş halini baskıya vermek demektir Buradaki düşünce kısaca şudur: Sözcük eksik ya da daha çok yetersiz olduğundan, ama buna karşın sözcüğün okunabilir kalması da zorunlu olduğundan üstü çizilir Derrida stratejik değeri yüksek bu işlemi, Varlık sözcüğünün üstünü sık sık çizen Martin Heidegger' den almıştır
Bu işlem sayesinde hem üstü çizilmiş hali hem de sözcüğün kendisi birarada bulunur; nitekim sözcük tek başına yetersiz, ama onsuz yapamayacağımızdan da gereklidir
Heidegger, Varlığın anlamlama yetisi yoluyla asla tüketilemeyeceğine inanır Dolayısıyla Varlık her zaman anlamlamaya önseldir; hem de bütünüyle aşar onu Varlık, bütün gösterenleri gösteren sonul bir gösterilen, "aşkın gösterilen" dir
Derrida'nın dil anlayışına göre, gösteren doğrudan doğruya gösterilene bağlı değildir Gösteren ile gösterilen arasında birebir karşılıklı ilişkiler yoktur Saussurecü düşüncedeyse, her göstergeye bir birlik gözüyle bakılır Ama Derrida için, sözcük ile şey ya da sözcük ile düşünce gerçekte asla bir ve aynı olamazlar Nitekim Derrida göstergeyi bir ayrımlaşma yapısı olarak görür; bir yarısı her zaman "orada bulunmaz", diğer yarısı ise her zaman "kendisi değildir" Gösterenler ile gösterilenler sürekli olarak yeni birleşimler [combination] içinde bulunmalarına bağlı olarak ya birbirlerinden koparlar ya da biraraya gelirler Dolayısıyla, bu noktada gösteren ile gösterilenin aynı sayfanın ıkı ayrı yüzü olarak düşünüldüğü Saussurecı gösterge örnekçesinin yetersizliği ortaya çıkar Gerçekten de, gösterenler ile gösterilen arasında öyle sanıldığı gibi değişmez bir ayrım yoktur Çocuğun sorusuna yanıt verdiğinizde ya da herhangi bir sözcüğün anlamına bakmak için sözlüğe danıştığınızda, bir göstergenin başka bir göstergeye yol açtığına/ gönderdiğine tanık olursunuz Bunun yanısıra gösterenlerin gösterilenler içinde karşılıklı olarak dönüştüklerini, kendinde gösteren olmayan sonul bir gösterilene bir türlü varamadığınızı da görürsünüz
Başka bir deyişle, Derrida burada herhangi bir göstergeyi okuduğumuzda anlamının bizim için apaçık olmadığını söylemektedir Göstergeler yokluğu gösterirler, dolayısıyla bir anlamda anlamları yoktur Anlam sürekli olarak bir gösterenler zinciri boyunca devinir, asla kesin "yerlem"inden [location] emin olamayız, çünkü anlam asla tek bir göstergeye dayanmaz
Derrida'ya göre göstergenin yapısı bir başkasının izince (iz sözcüğünün Fransızcası tekerlek izi, ayak izi ve baskı gibi anlamlar bildirmektedir), yani bir anlamda sonsuza dek yoklukla eşdeğer olan başkası tarafından belirlenir Kuşkusuz bu başkasının kendi bütünsel varlığı içinde bulunması gerekmez Daha çok, çocuğun sorusuna verilen yanıta ya da sözlükteki herhangi bir tanıma benzer başkası: Bir gösterge bir göstergeye yol açar/ gönderir ve böylece bu zincir sayılarla anlatılamayacak bir biçimde sonsuza dek sürer  
Bunun altında yatan anlam nedir? Şöyle ki, bilginin yansıtılan "amaç" ını onun "araçlar" ıyla örtüştürmeye çabalamak hiç gerçekleşmeyecek bir doluluk düşüdür Hiç kimse " araçlar" (gösterge) ile "amaç"ı (anlam) özdeş kıIamaz Gösterge her zaman başka bir göstergeye yol açar/gönderir; bunlardan birinin yerini bir başkası ile değiştirmek kimileyin göstereni gösterilen yapar Derrida'ya göre, gösterge -göstergebilimin yaptığı gibi bir başlangıç (gönderge) ile bir sonu (anlam) birbirine bağlayan türdeş bir birim olarak ele alınamaz Asla görünmeyen, ancak başka bir göstergenin izinde konaklayabilen gösterge üzerine, "söküme almak" gibi bir yordama bağlı kalınarak çalışılmalıdır Dahası, dil zamansal bir süreçtir Bir tümceyi okurken tümcenin anlamı çoğunluk tümcenin sonuna varıncaya dek ortaya çıkmaz; hatta sonraki tümcede geçen gösterenler yoluyla tümcenin önceki anlamı dahi değişebilir Her göstergede, göstergenin kendisi olmak için dışladığı başka sözcüklerin yanısıra daha önce geçmiş olan sözcüklerin izleri de bulunur Bütün sözcükler/ göstergeler üstlerinde bu türden izler taşır Daha önce geçmiş olan sözcüklerin kalıntılarıdır onlar Bir tümcede geçen her sözcük, bir anlamlama zincirindeki her gösterge, karmaşıklığı asla tüketilemeyecek bu izlerden taşır
Anlam hiçbir zaman kendisine özdeş değildir, çünkü gösterge asla birbirinin aynı olmayan başka başka bağlamlarda geçer Anlam bağlamdan bağlama geçtiğinde asla aynı kalmaz, çünkü gösterilen dolaşıma sokulduğu çeşitli gösteren zincirlerince değiştirilecektir
Bunun anlamı şudur: Dil, Levi-Strauss gibi kimi yapısalcıların sandığından çok daha oynak bir konudur Dilin hiçbir öğesi mutlak bir biçimde tanımlanamaz; dilde, herşey herşeye dalabilir, herşey herşeyin izini sürebilir Eagleton şöyle diyor:
"Göstergelerde hiçbir şey bütünüyle bulunmaz Söylediğim ya da yazdığım bir şeyde bütünüyle bulunabileceğime olan inancım yanılsama değildir de nedir; çünkü göstergeleri kullanmak, iletmeye çalıştığım anlamın da dağılmasını, bölünmesini ve asla kendisiyle birebir aynı olmamasını gerektirir Aslında yalnızca aktardığım anlam için değil, benim kendim için de aynı durum geçerlidir:Dil, uzlaşıma dayalı olarak kullandığım bir araç olmaktan çok, benim de içinde yapıldığım bir şeydir Demek ki değişmez, birleşik, bölünmez bir varlık olduğuma yönelik bütün bir düşüncenin kurgudan öte bir değeri yoktur "
Sesmerkezcilik - Sözmerkezcilik
Çalışmalarında genellikle dilin işlevi ve rolü sorunuyla ilgilenen Derrida, yapısöküm diye adlandırılan bir yöntem geliştirdiği için ünlenmiştir Bu yöntem, herhangi bir metin içinde geçen kavramların metnin bütünlüğü açısından tutarsız ve ikircikli kullanımlarından yola çıkarak, metnin yazarının kurduğu kavramsal ayrımların başarısızlığını açıklamak amacıyla geliştirilmiş bir metin okuma yöntemidir Başka bir deyişle, bu yöntem metinde öngörülen ölçütü, metnin kurduğu ölçün ya da tanımları sökerek metnin içerdiği özgün ayrımları darmadağın etmek için kullanılır Derrida bu yeni yordarnı Husserl, Rousseau, Saussure, Platon, Freud ve kimi başka düşünürlere karşı kullanmıştır Söz konusu yöntem her türden metne uygulanabilir
Yapısöküm yöntemi Derrida'nın "bulunuş metafiziği" [metaphysics of presencence] diye adlandırdığı şeyle ilgilidir Derrida' nın kavgası, başta Husserl hemen bütün filozofların "dolaysız bir kesinlik alanı" bulunduğu varsayımına olan değişmez inançlarıyladır
Pek çok filozofun kuramı başlangıcını ve köklerini "bulunuş" düşüncesinden alır Sözgelimi Husserl'in durumunda, arı bir anlatım biçimi bulmak uğruna yapılan araştırma aym zamanda dolaysız bir bulunuş arayışına karşılık gelir Bu anlamda, burada bulunmak hiçbir aracıya konu olmaksızın yalnızca bulunuş'un kendisinin bulunuş olması anlamına gelir ve kesinliğinden asla kuşku duyulamaz
Ancak Derrida "bulunuş" olanağını reddeder, bunu yaparken de filozofların şimdiye değin tuttukları yolun temel taşlarını yerlerinden oynatır Bulunuş'u reddetmekle Derrida, "şimdi" diye tanımlanabilecek belli bir tikel "an" a karşılık gelen bulunuş görüşünü de reddeder Pek çok insana göre "bulunuş" bilincin ("bilinen"in) bir taşrasıdır Nasıl ki geçmişte neler olup bittiğinden emin olamıyorsak, gelecekte neler olacağından ve şimdi başka bir yerde neler olup bittiğinden de emin olamayız; ama "bulunuş" a ilişkin bilgimizin kesinliğinden burada ve şimdi emin olabiliriz -bu anlamda, "bulunuş" o an deneyimlediğimiz algısal dünyanın ta kendisidir "Bulunuş"a dair böylesi bir önkabule karşı açtığı savaşla Derrida, hem olguculuğun hem de görüngübilimin korkunç bir kabusu haline gelir
Husserl, Mantık Araştırmalan adlı kitabında anlatma ile gösterme [indication] arasında önemli bir ayrım yapmıştır Anlatma göstergenin salt anlamı diyebileceğimiz konuşmacının niyetiyle ilgilidir öte yandan gösterme ediminin bir şeye işaret etme [point] gibi bir işlevi bulunur ve hiçbir niyetsel anlama konu olmaksızın da gerçekleşebilir Derrida, salt bir anlatma ediminin her zaman için göstermeli [indicative] bir öğe içerdiğini ileri sürmüştür Gösterme asla yanlışa düşmeden, başarılı bir biçimde anlatmadan ayrılamaz Göstergeler kendilerinden bütünüyle ayrı bir şeye göndermede bulunmazlar Bu bakımdan, gösterenden bağımsız hiçbir gösterilen olamaz Anlama işaret etmek amacıyla kullanılan işaretlerden [marks] bağımsız hiçbir anlam alanı yoktur
Derrida bağımsız bir gösterilenler alanı olamayacağını belirttikten sonra, ilkin, hiçbir göstergeyi hiçbir gösterilene işaret ederken düşünemeyeceğimiz; ikincileyin de gösterenler dizgesinden asla kaçamayacağımız sonucuna varır Bu sonuçlar, hiçbir koşula bağlı olmayan bir "bulunuş" olamayacağına dair uyarır bizi
Şimdiye dek, "bulunuş" varsayımından ötürü konuşmaya yazı önünde hep bir öncelik tanınmıştır Derrida buna "sesmerkezcilik" der Konuşma yazıya göre daha üstün bir konumda düşünülmüştür, çünkü konuşma "bulunuş" olanağına yazıdan çok daha yakındır Daha yakındır çünkü belli bir dolaysızlık bildirir
Anlam görünüşte konuşmaya içkindir, dahası bilincin iç sesiyle konuştuğumuzda kendimizle konuştuğumuzu duyumsamakla kalmaz, bunun yanında konuşurken konuşmanın anlamını yakaladığımızı sanır ve sanki o anlam üzerine herkesin kabul ettiği ortak bir karara varıldığı, dolayısıyla da "bulunuş"u ele geçirdiğimiz duygusuna kapılırız Bu açıdan bakıldığında, yazının ümitsizce yerine getirdiği aracılık ödevinin tersine konuşma, görünen an' a ve "bulunuş" a bağlanır, bu nedenle de daima yazı karşısında daha ayrıcalıklı bir konuma yükselir
Derrida bu nedenle sesmerkezciliği, "bulunuş"un kaçınılmaz bir sonucu olarak görür Nitekim Derrida'nın çabası da, bulunuş metafiziğinin örtüsünü bir bütün olarak kaldırıp gerçekte bu metafiziğin ne menem bir metafizik olduğunu gözler önüne sermek amacıyla konuşma ile yazı arasındaki karşıtlığı yapısöküme uğratmak yönünde olmuştur
Bununla da yetinmeyen Derrida, dilbilimin yazıdan çok konuşma üzerine yapılması gereken bir çalışma alanı olması gerektiği yollu Saussurecü reçeteyi sıkça eleştirmiştir Söz konusu reçete Jakobson, Levi-Strauss ve diğer bütün göstergebilimci yapısakılar tarafından paylaşılmıştır Derrida, Yazıbilime Dair adlı yapıtında yazmaya bir ek, bir yordam ve hatta başkalarına konuşma içinde verilecek bir gözdağı açısından bakılmasının ve yazının konuşma içinde yeniden inşa edilmesi gerektiğinin düşünülerek -başkasına verilen cezayı yüklenen bir başkası gibidışlanmasının çok daha geniş bir eğilimin ilk belirtisi olduğunu ileri sürer Bu anlamıyla bakıldığında, Derrida'ya göre sesmerkezcilik, evrende ilk ve son şeyolarak Us'u, Söz'ü, Kutsal Zihin'i ve bilincin bütünüyle bulunuşunu gören sözmerkezcilikle yakından ilgilidir
Derrida, Husserl'in bulunuş'un kanıtını seste bulduğunu söyler -gerçek seste değil ama kendi kendinizle yaptığınız iç konuşmanın sesinde: "Konuştuğumda kendimi duyarım Aynı zamanda duyduğum bu konuşmayı anlarım da " Husserl'in anlamlı konuşma örnekçesi, bilincin yalnızca zihinsel yaşamında kendisiyle yaptığı sessiz sedasız sohbetten başka bir şey değildir
İçselliği yalnızca tek bir açıdan simgeleştiren yazıya göre, konuşmanın içselliğe çok daha yakın bir yerde durduğu düşünülür Konuştuğum zaman konuşanın açıkça ben olduğumu görürürn Konuştuğum sözcükler sanki içimden, doğru ve gerçek varlığımdan çıkıyorlarmış gibi gelir Yazı o kadar açık, doğal ve içten gelmez bana
Konuşma ile karşılaştırıldığında yazı, mekanik, ikinci el, konuşmanın bir kopyasıymış izlenimini uyandırır insanda Belki de salt sesmerkezciliğe dayalı bir uyarlama olarak düşünüımesinden ötürü yazıya hep konuşmanın bir türevi gözüyle bakılmıştır bugüne dek Derrida, Platon' dan başlayarak Heidegger ile Levi-Strauss' a dek bütün bir Batı Felsefesi geleneği boyunca insan sesinin dolaysızlığı ve canlılığı ile karşılaştırıldığında sanki insan sesine yabancılaşmış olarak görülen yazının değergesini aşama aşama yitirişine tamk olduğumuzu söyler (Bu konu, Derrida'mn, Rousseau ile LeviStrauss'un özgün metinleri üzerine yaptığı incelerneyi ele aldığımız bir sonraki bölümcede tartışılacaktır ) Gerçekte bunun arkasında yatan yanılgı, insan varlığının tek bir görünüm olarak düşünülmesinden kaynaklanmaktadır: Genellikle insanların kendilerini eşzamanlı olarak anlatabildikleri, dolayısıyla kendi varlıkları içindeki içsel doğruyu ortaya çıkarmak için şeffaf bir aracı gözüyle baktıkları dili kullanabildikleri söylenir Bu kuramın görmeyi bir türlü beceremediği; çoğunluk ikinci el bir anlatım biçimi olarak görülen yazı gibi konuşmanın da içsel bir anlatım biçimi olarak ikinci el bir anlatım biçimi olduğudur
Dolayısıyla Derrida'nın temel ilgilerinden birisini, gerçek anlam aracısı diye görülen konuşmanın ayrıcalıklı konumu karşısında kendisine anlatımın yalmzca bir türevi olarak bakılan yazının gözardı edilmesi olgusu oluşturur Batı Felsefesi hemen hep konuşma üstüne yoğunlaşmış, sesin üstünlüğü konusunda ısrarcı olmuştur Bu gelenekte sesin görüngübilimsel yapısı, bulunuş' un önemli bir kanıtı olarak benimsenmiştir Batı Felsefesi "sesmerkezli" olmanın yanısıra "sözmerkezli"dir Derrida metafizik terimi yerine "sözmerkezli" terimini, metafizik düşünce dizgelerini neyin belirlediğini ön plana çıkartmak için kullanır -söz konusu metafiziklerin Us'a bağımlılığını göstermek için Batı felsefesi bu anlamda bütün inançlarımızın temelini oluşturan bir öz ya da doğruluk bulunduğuna inanır
Kuşkusuz burada kendisiyle doğrudan doğruya birebir ilişkide bulunulabilecek, "aşkın gösteren" için "aşkın gösterilen" in (yani bir Us) dengesini koruyacak bir düzen özlemi görülür Bu türden göstergelere şu örnekler verilebilir: İdea, Madde, Dünya Tini, Tanrı, vb   Bu kavramların her biri diğer bütün göstergelerin kendi çevresinde döndüğü bir düşünce ve formlar dizgesinin temelini oluşturur Derrida bu türden her aşkın anlamın kurgudan öte bir şeyolmadığını savunur
Toplumda, kendilerine büyük önem verilen Yetke, Özgürlük ve Düzen türünden gösterenlerle ilgili belli gösterilenler ya da anlamlar bulunur Kimileyin bu anlamları sanki diğer bütün anlamların kaynaklarıymış gibi düşünürüz Ne var ki, bu anlamların olanaklı olabilmesi için başka göstergelerin bunlardan daha önce varolmuş olmaları gerekir Ne zaman bir kaynağı düşünsek hemen hep o kaynağın daha öncesindeki bir başlangıç noktasına geri gitmeyi isteriz Oysa bu anlamlar kaynağa bakılarak görülemezler; bunlar ancak diğer bütün anlamların ilerlemesine önayak olan belli amaçlar doğrultusunda gözlenebilirler Şeyleri türeyişlerine bakarak bir telos ya da bir son nokta -erekbilgisi [teleology]- doğrultusunda kavramaya çalışmanın yollarından biri, anlamları belli bir anlam sıradüzenine [hiyerarşi] oturtarak düzenlemektir
Derrida, "metafizik" diye adlandırdığımız her düşünce dizgesinin bir dayanağa, bir temele ya da bir ilk ilkeye dayandığını ifade eder İlk ilkeler çoğunluk bu ilkelerin dışladıklarıyla, diğer kavramlara ilişkin bir "karşıtlık" yoluyla tanımlanırlar Bu ilkeler ve onların bildirdikleri "karşıtlıklar" her zaman için yapısöküme uğratılabilirler
Derrida, bütün metafiziklerde taşınan karşıt kavramların asla değişmeyen göndermesinin "burada' nın burada olması" biçiminde düşünüldüğünü savlar (Derrida "metafizik" sözcüğünü genellikle "burada olan varlığın" -"bulunuş olarak varlık"anlamdaşı olarak kullanır) Derrida'ya göre metafiziğin taşıdığı ikili karşıtlıkların ("karşıt ikilikler") belli başlıları şunlardır: gösteren/ gösterilen, duyulur/düşünülür, konuşma/yazı, söz (parole)/ dil (langue), artzamanlı/ eşzamanlı, uzam/zaman, edilgenlik/ etkenlik
Nitekim yapısalcılara karşı yönelttiği eleştiri-lerden biri, yapısalcıların kavramları" söküme alma" dıkları, dolayısıyla da bu ikili karşıtlıkları yeterince sorgulamadan kabul ettikleri biçimindedir
"İkili Karşıtlıklar" ne demektir? Bana kalırsa bu karşıtlıklar bize tıpkı ideolojiler gibi şeyleri görmenin bir yolunu sunarlar İdeolojilerin doğru/ yanlış, anlamlı/ anlamsız, merkezi çevre, yüzey/derinlik, us(sallık)/ delilik türünden karşıt kavramlar arasında keskin bir ayrıma gittiklerini biliyoruz Derrida, kendileriyle düşünmeye alıştığımız, bu yüzden de düşüncemizdeki metafiziğin yaşamını sürdürmesine olanak tanıyan şu karşıtlıkları kırmaya çabalamamız gerektiğini söyler: madde/tin, özne/ nesne, yanlışlık/doğruluk, beden/ruh, metin/ anlam, içsel/ dışsal, temsili/bulunuş, görünüş/öz vb   Öyleyse Derrida' nın önemi şuradan gelir: Derrida bu karşıtlıkları, ancak karşıt terimlerden birinin yalnızca diğeri içinde varolabileceğini göstermek yoluyla altüst edebileceğimiz bir yöntem ortaya koymuştur
Derrida sesmerkezcilik-sözmerkezcilik anlayışlarının her ikisinin de' merkeziyetçiliğe karşılık geldiğini belirtir -insanoğlu başlangıç ile sonun ortasına bir "merkez" yerleştirmek için yanıp tutuşur Söz konusu merkez özleminin yetke baskısı altında belli bir sıradüzene oturtulmuş karşıtlıklar doğurduğunu savlayan Derrida'ya göre, bu karşıtlıklarda ayrıcalıklı ya da üstün terimler "bulunuş" ve "us" terimleridir
Alt konumdaki terimlerin her biri ise kendi değergesini kendisine göre tanımlayıp olası bir çöküntüyü haber eder Duyulur ve düşünülür ile ruh ve beden arasındaki karşıtlık bugün Batı felsefesi tarihinin sonunu getirmiş gibi görünüyor Bu anlamda, bu sonun en son kırıntısı anlam ile sözcük arasındaki karşıtlığı kendine mal eden, sonuna gelinmiş felsefenin mirasçısı çağdaş dilbilimdir Konuşma ile yazı arasındaki karşıtlık da böylelikle bu örüntüdeki yerini alır
Postyapısalcılık ve postmodernizm-Bilim ve Sanat Yayınları
Madan Sarup-Çeviren Abdülbaki Güçlü s 51-62
|