Yalnız Mesajı Göster

Jacques Derrida (1930-2004)

Eski 08-20-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Jacques Derrida (1930-2004)




Yapısal Dilbilim ve Ferdinand de Saussure (Derrida Notları)

Derrida’ya göre sözmerkezlilik dil ile gerçeklik arasındaki bağıntıyı yanlış kuran bir düşün sisteminden kaynaklanır Yani bir göstergenin, dilin dışında ve dilden önce var olan bir nesnenin ya da kavramın göstergesi olduğu inancından Derrida’nın ne demek istediğini açıklayabilmek için Saussure ’ün yapısal dil bilimine yeniden dönmek ve yukarıda sözünü ettiğimiz gösterge, gösteren ve gösterilen kavramlarıyla ilgili olarak dil konusunu biraz daha kurcalamamız gerekiyor
Derrida, Saussure’den yola çıkarak Batı felsefesinin temellerinden sarsacak birtakım sonuçlara varmıştır Bir gösterenin, anlamını, başka gösterenlerle arasındaki ses ayrılığına borçlu olduğunu söylemiştik Bu ayrılık da gösterenin dışına taşan bir ilinti olduğu için hiçbir göstergenin anlamı hazır olarak kendinde mevcut (perésent) değildir “Taş” anlamını başka ses birimlerine borçludur Örneğin “baş” ve “kaş”taki ses birimlerine Başka şekilde söylersek, bir göstergenin anlamını oluşturan, onda yalnız var olan değil, var olmayan ses birimleridir Yani, onda “yok olan”dır Öyleyse dilden önce kavram olamaz ve bir kavramın anlamı da başka gösterenlerle tamamlanır
Oysa, diyor Derrida, Batı felsefesi Platon’dan günümüze kadar, kendi kendine yeterli, dilden önce var olan bir temel ilkenin (Tanrı, ruh, madde ya da doğruluk gibi) peşinden koşmuştur Anlamın dilden önce var olmasını gerektiren bu görüş, Derrida’ya göre sesmerkezcil düşüncenin düştüğü bir yanılgıdır Bu yanılgıyı kolaylaştıran ve Saussure gibi bir yapısalcıyı da bu noktada sözmerkezcil görüşe sürükleyen, Derrida’nın, sesmerkezcilik (phonocentrisme) dediği inançtır Onun için sözkonusu yanılgıya az sonra yeniden dönmeden önce sesmerkezcilikten ne kastedildiğine bakalım


Sesmerkezcilik , sözü yazıya üstün saymaya Derrida’nın verdiği addır Platon ’dan bu yana ağızdan çıkan sözün, anlamı dile getirmek bakımından yazıdan çok daha güvenilir olduğu kabul edilmiştir, çünkü sözün doğrudan doğruya düşünceyi aktardığına inanılır Bu nedenden ötürü, sözün, düşünceyi değil de sözü kopya eden yazıdan, kastedilen anlama daha yakın sayılması doğaldır Bu görüşe göre, konuşan, bilincindeki düşünceleri söze döker ve dinleyen kişi de onları doğru olarak anlamaya çalışır Anlayamazsa, kuşkulu bir nokta kalırsa, konuşan düşüncesini yeniden açıklar Yazı ise konuşandan kopmuştur, bilinci doğrudan doğruya yansıtmaz, dolambaçlı bir yoldan, ikinci elden aktarır ve aktarırken yetersiz kalabilir Bu kez yeniden açıklama olanağı da yoktur, çünkü yazıya geçen düşünce, sahibinin denetiminden çıkmıştır
Derrida’ya göre söz ile yazı karşıtlığında bu tür bir değerlendirme yine sözmerkezciliğin bir ürünüdür, çünkü dilden bağımsız olarak bilinçte düşünceyi varsaymakta ve dili, mevcut düşünceyi aktaracak bir araç olarak görmektedir Sözmerkezciliğin kandırıcı tuzağı, söz ile bilinç arasındaki bu ilişkide ortaya çıkar Özellikle kendi kendime konuştuğum zaman sözlerimle kafamdan geçenler öylesine çalışıyorlar ki, bunların ayrılmazlığına inanıyorum Durum şöyle de ifade edilebilir: Gösteren aradan çekilmiş izlenimi verdiği için, düşünce, dolaysız biçimde kendi başına varmış şansını uyandırıyor Oysa, kendimin özne olma bilincine varabilmemi bile, “ben”i, “ben olmayan”dan ayıran dile borçluyum Dilden önce var olduğuna inandığımız “ben” kavramı, aslında, dil sayesinde var olan bir “metin”dir Zaten Derrida’ya göre “metin”in dışında hiçbir şey yoktur Belirtmek gerek ki, Derrida “yazı”yı, anlamı oluşturan “ayrılık” (différance) ile eşit sayıyor ve işte bundan ötürü, mantıksal bakımdan “yazı”nın sözden önce var olduğunu iddia ediyor

Edebiyat Kuramları ve Eleştiri-Berna Moran- İletişim Yayınları

Alıntı Yaparak Cevapla