Prof. Dr. Sinsi
|
Schelling
Düşünce, Kant'tan esinlenen Fichte'nin de gördüğü gibi, daima tez, anti*tez ve sentezdir Düşüncenin hayali olan tabiat:
1° madde yahut ağırlık (tez, kendi kendinin kabaca tasdiki);
2° form yahut ışık (antitez, maddenin inkârı, organizasyon ve bireyleşme prensibi, ideal prensip);
3° organize olmuş madde'dir (maddenin ve formun sentezi) Düşüncenin ilk üç fiili gibi, maddî ev*rimin üç derecesi realitede ayrı ayrı bulunmaz Tabiat baştan aşağı, en küçük ayrıntısına kadar, organizedir (Leibniz) ve bizim inorganik dediğimiz şey, bizzat dünya ve gök cisimleri, yaşıyan organizmalardır Eğer o, canlı olmasa idi hayan meydana getiremezdi İnorganik denilen âlem, tohum halinde bitkiler âlemidir; hayvanlar âlemi daha yüksek bir güce yükselmiş bitkiler âle*midir, însan beyni evrensel organizasyonun tamamlanması, organik evri*min son aşamasıdır Mıknatıs, elektrik, tepkililik (taharrüşiyet, irritabilite), duyarlık aynı kuvvetin farklı derecelerdeki görünüşleridir (kuvvetlerin karşılıklı bağlılığı ve eşdeğerliliği) Tabiatta hiçbir şey ölü, hiçbir şey yerin*de sayıyor değildir, orada her şey hayat, hareket, oluş'tur; iki karşıt terim ara*sında, üreticilik ve ürün, kutuplaşma (polarisation) elektrik, mıknatıs, ente*lektüel hayat, yayılma ve toplanma, etki ve tepki arasında sürekli bir gidip gelmedir, sentezi âlemin ruhu olan hem karşıt, hem birbirine bağlı iki prensibin savaşıdır 
Ruh Felsefesi yahut transandantal felsefenin konusu, psişik hayatın evrimidir, ben'in doğuşudur ve gayesi iki evrimin —fizik ve manevî evri*min—, paralelliğini kanıtlamaktır
Ruhun evriminin safhaları şunlardır: duyum, dış ve iç algı (apriori sez*giler ve kategoriler aracılığıyle), aklî soyutlama Duyum, algı ve soyutlama, teorik ben'i, müdrikeyi ve derecelerini oluşturur Mutlak soyutlama, yani zekânın kendisi ve meydana getirdiği şey arasında yaptığı mutlak ayrımla , müdrike, irade olur; teorik ben, pratik ben haline gelir Nasıl mıknatısiyet (magnetisme) duyarlığın prensibi ise, zekâ ve irade de farklı kudret derecele*rinde bulunan aynı şeydir Her ikisi de meydana getirme, yaratıcı faaliyet kavramında birbirleriyle karışırlar Zekâ farkında olmadan yaratıcıdır, onun verimliliği bilinçsiz ve mukadderdir; irade kendi kendinin bilincine sahiptir, meydana getirdiğinin kaynağı olduğunu bilerek meydana getirir: onun görünüşleriyle birlikte bulunan özgürlük duygusu buradan geliyor
Nasıl tabiatta hayat birbirine karşıt iki kuvvetin işleyişiyle meydana ge*liyorsa, bunun gibi ruhun hayatı, ben-olmıyan'ı onaylayan zekâ ile bundan kendini kurtaran iradenin karşılıklı etkisinden doğar Ağırlık ve ışık, mıkna*tıs ve elektrik, tepkililik ve duyarlık olduktan sonra, ruh alanında zekâ ve ira*de şeklinde meydana çıkan kuvvetler yeni kuvvetler değildir, aynı etkenler*dir Onların rekabeti türün hayatını oluşturur: tarih
Üç âleme karşılık olan organik evrimin üç devresine paralel olarak, tarih üç çağda cereyan eder Eskiçağ, özelliğini kaderci unsurun egemenliğinde bulur (tez, madde, ağırlık, iradesiz zekâ); Romalıîar'ın açtığı ve henüz devam eden ikincisi bize, aktif ve iradî unsurun antik Fatum'a reaksionunu gös*terir, nihayet geleceğe ait olan üçüncüsü, iki prensibin sentezi olacaktır Git*tikçe ruh ve tabiat ahenkli ve canlı bir birlik halinde birbirleriyle karışacak*lardır Fikir gittikçe bir realite olacak, realite gittikçe ideal olacaktır; başka bir deyişle, idealin ve gerçeğin aynılığı olan mutlak, kendini gösterecek, git*tikçe gerçekleşecektir
Ne var ki, tarih zamanda cereyan ettiğinden ve zaman sınırsız olduğun*dan, o, zorunlu olarak sonsuza giden bir ilerlemedir ve gerçekleşmiş mutlak, onun için son ve tam olarak erişemiyeceği bir ideal halinde kalacaktır Eğer ben, sadece teorik ve pratik olsa idi, hiçbir zaman mutlak'a varamıyacaktı, çünkü fiil gibi düşünme de, süje ile objenin, idealle gerçeğin ikiliği kanunu*na zorunlu bir şekilde bağlı kalır Aslında düşünce, düşünmenin ve bunun oluşturduğu ikiliğin üstüne yükselebilir ve yükselmelidir; entelektüel sezgi ile idealin ve gerçeğin ikiliğini inkâr ediyoruz; ben'in ve ben-olmıyan'ın, bütün antitezlerin içinde eridiği yüksek bir birlikten geldiğini onaylıyoruz; âdeta şahsî düşüncenin üstüne ve kendi kendimizin üstüne yükseliyoruz; âlemde objektifleşen ve ben'de şahıslaşan şahsî olmayan akılla aynı oluyo*ruz; bir kelime ile, kendisinden çıktığımız mutlaka bir dereceye kadar tekrar giriyoruz
Fakat bu sezginin kendisi de tamamıyle zıtlaşma kanunundan kurtula*maz; o, zorunlu olarak, henüz bir tarafta gören bir süje, öbür tarafta dışarıdan görülen bir obje oluşturan bir kutuplaşmadır Bir yanda ben, öbür yanda Tanrı bulunuyor; ikilik devam etmektedir; mutlak, ruh için, sahip olunmuş, özümsenmiş, tadılmış bir realite değildir Ruh mutlaka ne zekâ olarak, ne fa*aliyet olarak değil, fakat tabiatta ve sanatta güzellik duygusu olarak kavrar, gerçekleştirir Sanat, din, vahiy, bizzat felsefeden üstün olan bir ve aynı şeydir Felsefe, Tanrıyı tasarlar, sanat Tanrıdır, bilim Tanrısal varlığın ide*al mevcudiyeti, sanat gerçek mevcudiyetidir
|