Konu: Ahmet İnam
Yalnız Mesajı Göster

Ahmet İnam

Eski 08-20-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ahmet İnam




Sinan Kadir Çelik: Son soru olarak "Türkiye'de felsefe nereye gidiyor?" diye soralım

Ahmet İnam: Hemen tespitlerimi söyleyeyim Birincisi, sayı olarak felsefeci akademisyenler artıyor, felsefe bölümleri, felsefe dergileri, yayınları, kitapları artıyor Nicel bir yükseliş kesinlikle var İkincisi, felsefeyle ilgilenenlerin sayısı da artıyor Türkiye için son derece olumlu bir durum bu Ama yine de Türkiye'deki entelektüellerin en büyük problemi taklitçi oluşlarıdır Bir mühendis, arkadaşı Nietzsche okumuşsa gider o da Nietzsche alır; "Ben senden daha akılsız ve daha az entelektüel değilim; onun için ben de Nietzsche okuyorum" demek için Yalomlu malomlu şeyleri kütüphanesine koyabilir Ama her ne olursa olsun, müthiş bir sayı artışı var Ayrıca, başka bir saptamam da, felsefenin ilgi alanlarının çok arttığı Yurt dışına gönderdiğimiz, buralarda değişik felsefe bölümlerinde çok değişik alanlarda yetişen insanlar var Bu son derece olumludur Bazı genç arkadaşların ihtiyatlı ve saygın felsefe piyadeleri olduklarını görmekteyim Bu da beni gururlandırıyor Uçucu olanlarsa henüz gözükmüyor etrafta Belki profesör olduktan sonra uçmayı deneyebilirler Ama erken uçmak iyi değildir, ciddi şekilde yaralanabilirsin, uçmayı hak etmek lazım

Sinan Kadir Çelik: Evet, Nietzsche, Heidegger, Derrida gibi uçucu felsefecilerin doktora tezlerine baktığımızda hep dönemlerinin ana akımı içinde kalan tezler yazdıklarını, belirli bir noktadan sonra uçmaya başladıklarını görüyoruz

Halil Turan: Öte yandan, çok genç yaşta "uçanlar" da var Örneğin, genç yaşta ortaya önemli metafizik görüşler, çok önemli ontolojik görüşler koymuş filozoflar vardır

Ahmet İnam: Bizim akademik hayatımız ona pek izin vermiyor Çünkü, siz daha yüksek lisans tezinizden itibaren o felsefi topluluğun beklentilerine uygun bir şeyler üretmek zorundasınız Tabii, bu felsefi toplulukların, akademik toplulukların sayısının ve rengini artırması da iyi bir şeydir Eskiden felsefe birkaç kişinin tekeli altındaydı Terfiler falan da onlara bağlıydı Onlar da, Deli Dumrul gibi, terfileri bir biçimde engellemeye çalışıyorlardı Ama bu engellemeler ve zıtlaşmalar hep sürecek Bu zenginliğin ve çeşitliliğin içerisinde beni kaygılandıran, kendi öznel bakış açımdan beni üzen, buralı olmakla ilgili felsefi kaygısı olanların sayısının az oluşu Çünkü ben buradan, Anadolu topraklarından, Türkçe'den evrensel formları arıyorum Dolayısıyla bu bilinci ben her zaman diri tutmalıyım Bu bilince sahip arkadaşların sayısının çok az olduğunu düşünüyorum Hatta bu bilincin küçümsendiğini bile görüyorum Nereden bakıyorsun? "Anadolu topraklarından, yani içimden bakıyorum, kendi öznel, otobiyografik yaşamımdan bakıyorum" demek, aslında Anadolu topraklarından ve Türkçemden bakıyorum demektir Bu inanılmaz bir tehlikeyi de içinde taşıyor Ama hiç aşılmaz bir şey gibi de görünmüyor bu tehlike Kaldı ki bu bakışın kaygısını yaşayan, bu zorlukları aşmaya çalışan Hilmi Ziya gibi, Nurettin Topçu gibi insanlar da yaşamıştır Ama nedense dinle ilgisi olmayan veya kendisini sol çizgide gören arkadaşlar, belki dini ve siyasi kaygılardan dolayı Hilmi Ziya Hocayı, hem de belki Nurettin Topçu Hocayı dudak bükerek okurlar Ama bu iki zat da, özellikle Hilmi Ziya Ülken, çok çalışkan biriydi ve müthiş şeyler üretti 1930'larda daha Türk düşüncesine dair ciddi kaygıları vardı ve Türkiye'de Düşünce Tarihi diye bir kitap yazmıştır Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası düşünürlerini anlatan ve ihatalı bir insandı Kuşatıcı insanlardı bunlar Böyle kaygılara sahip arkadaşların sayıca az olduklarını görüyorum Diğer yandan dini terbiye almış, felsefeyle ilişkili olan mesela ilahiyat çıkışlı arkadaşların geldikleri kökenin etkisinde çok fazla kaldıkları ve felsefeyi de biraz kendi yaşamlarını meşrulaştırmak için yaptıklarını düşünüyorum Bunların da, maalesef, Türkiye'de felsefeye çok katkıları yok Çünkü kafalarının biraz daha değişmesi lazım Yoksa bizim klasik kültürümüzü bilmelerine rağmen, Osmanlıca okuyabilmelerine rağmen, İslamı iyi bilmelerine rağmen, maalesef bunları anlatabilecek evrensel donanımları eksiktir Evrensel olanı bilen, çağdaş felsefenin sorunlarını bilenler de buralı olmakla ilgili kaygılardan ve dertlerden yoksun oldukları için bunu es geçmektedirler Türkiye'de felsefe elbet gelişir; ama Türkiye'deki felsefe bir Meksika'daki felsefe gibi gelişmemeli Türkiye'deki felsefe "no man's land"deki bir felsefe gibi gelişmemelidir Türkiye'deki felsefe Türkçe'nin yüzyıllardır biriken zenginliğine bir katkı olarak gelişmelidir Türk şiirine, Türk düşüncesine, felsefe dışı düşünceye, siyasi düşünceye, Türk yaşam biçimini etkileyecek biçimde gelişmeli Buradaki Türkçe'nin ve bize özgü yaşam biçimiyle yapılan felsefenin evrensel olarak yapılan felsefeye katkılar yapacak şekilde gelişmesi gerekir diye düşünüyorum Bunun için daha zamana ihtiyaç var Ama bu kaygı ne kadar yaşar bilemiyorum Bunun daha muhafazakar bir çerçevede ayakta tutulabileceğini, daha milliyetçi veya daha dinci bir çerçeveyle geliştirilebileceğini de sanmıyorum Böyle bir felsefeyi öncelikle bir dil, Türkçe'yi duyma heyecanıyla gerçekleştirebilirsiniz Bu da bizim masallarımız, öykülerimizi, türkülerimizi, Yunus'u duymakla gerçekleşebilen bir şeydir

Alıntı Yaparak Cevapla