Yalnız Mesajı Göster

Anadolu'da Kurulan Beyliklerin Kalan Eserleri

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Anadolu'da Kurulan Beyliklerin Kalan Eserleri



Camiler

Bilindiği gibi erken İslam döneminde cami, beş vakit namaz kılınan yer olmanın dışında, önemli kararların alındığı, yargılama ve öğretim yapılan, ayrıca bazı kişilerin barındığı yer görevini de yüklenmişti Bu görevlerin yeni yapılarla karşılanmasından doğan külliyeler ise; Anadolu’da Büyük Selçuklu, Erken Türk Beylikleri, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminde sınırlı yapıları benliklerinde toplarken, Osmanlılar’da özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’daki ünlü Fatih Külliyesi’nden itibaren büyük bir yapı programını da birlikte getirmişlerdir Gerek tek başına, gerekse bir külliye içinde yapılan günümüze ulaşmış Anadolu’daki erken tarihli cami örneklerinin en yaygın tipi, İslam dininin gelişme kaydettiği ilk yıllardan itibaren denenen ve İran’daki İslam öncesi yapılarla ilişkileri olan, örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş yapılardır Bu yapıların örtü sistemini taşıyan ayaklarında taş, tuğla ve ahşabın kullanılması, tümüyle bölgesel malzemeye bağlıdır

Alparslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandığı Malazgirt Savaşı’ndan sonra Güneydoğu Anadolu da Türk-İslam topluluklarının dinsel kullanımı için biçimlenen ve çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelebilen üç yapı Büyük Selçuklular’a bağlanmaktadır


Bu yapılardan ilki olan Diyarbakır Ulu Camisi’nde Melikşah ve oğlu Ebu Şuca Muhammed’in adını veren 1091 ve 1117 tarihli yazıtlar bulunmaktadır Artuklu, İnanoğulları, Nisanoğulları, Osmanlılar tarafından yapılan onarım ve eklerle büyük bir külliye durumuna gelen yapının planında, Emevi Halifesi Velid zamanında (705-715) yaptırılan Şam Emeviye Camisi’nin büyük etkisi dikkati çekmektedir

Ayrıca herbiri belirli noktalarda yenilikler taşıyan Irak Selçukluları’ndan Mugisüddin Mahmud’a ait, minaresinde 1129 tarihli onarım yazıtı bulunan Siirt Ulu Camisi ile 1150 tarihli Bitlis Ulu Camisi enine gelişen, mihrap önü mekanları kubbeli yapılardır


Siirt Ulu Camisi, İran’daki Büyük Selçuklu camileri gibi mihrap önü kubbeli bir mekan ve ona bağlı bir eyvandan meydana gelmişken, daha sonra yapıya kubbeli ve tonozlu yeni mekanların eklenmesiyle, enine dikdörtgen iki nefli bir yapı durumuna getirilmiştir


Bitlis Ulu Camisi ise mihrap önü içten kubbe dıştan piramit çatı ile örtülmüş, plan şeması simetrik ve dengeli bir yapıdır


Anadolu’da Büyük Selçuklular’dan sonra ortaya çıkan Erken Türk Beylikleri mimarisinde örtü sistemi çok sayıda ayak üzerine oturmuş cami tipinin önemli bir örneği Sivas Ulu Camisi’dir 1197 yılında 2 Kılıç Aslan’ın oğullarından Sivas Meliki Kutbettin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılan caminin plan şeması dışındaki en önemli özelliği, büyük olasılıkla 1213 yılında yapıya eklenen, gövdesi tuğlalarla sepet formunda örülmüş, ortasında firuze sırlı çinilerden bir yazıt bulunan minaresiyle, bugün ortadan kalkmış olmasına karşın, biribirini kesen sekizgenlerle bezendiği bilinen taş mihrabıdır


Sivas Ulu Camisi gibi ilk biçimini 12 yüzyılda Danişmentliler zamanında aldığı sanılan Niksar Ulu/Melik Gazi Camisi de aynı planlama anlayışıyla biçimlenmiştir


Çok ayaklı ve mihrap önü kubbeli olmasına karşın, mihraba dik ana eksen üzerinde, ortada-belki de bir avlu düşüncesinin devamı niteliğinde-açıklığı bulunan yapılar arasında Danişmentliler’den Yağıbasan tarafından 12 yüzyılın ortalarında yaptırıldığı sanılan Kayseri Ulu Camisi’ni özellikle belirtmek gerekir

Aynı anlayışı bir diğer Danişmentli eserinde, ilk biçimini 12 yüzyılın ortalarında aldığı öne sürülen Kayseri Kölük Camisi’nde de görme olanağı vardır Cami-medrese birleşiminin erken bir örneği olmasıyla da ayrı bir önem kazanan bu yapının zengin mozayik çini mihrabı, asıl camiden daha sonra yapılmış olmalıdır


Artuklular, XIIyydan XIV yy sonlarına kadar Anadolu Türk mimarisine çok önemli eserler kazandırdılar Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır, Mardin, Silvan ve Hasankeyf’te bu Türkmen devletinin hüküm sürdüğü yaklaşık 150 yıllık süre bir bayındırlık ve refah dönemidir Artuklu sanatı mimaride, özellikle cami mimarisinde Anadolu’da yerleşecek ye-ni geleneğin öncüsü olmuştur Büyük Selçuklu ve Zengi mimarisinden miras kalan geleneği yaratıcı bir anlayışla yeniden biçimlendiren Artuklu camileri, Anadolu cami mimarisinde olgunlaşacak yeni üslübun temelidir

XII yy ile XlII yy başlarında yeni arayışlarla biçimlenmeye başlayan Artuklu cami mimarisi, yarım yüzyıl gibi kısa bir sürede büyük bir gellşme gösterdi Bu gelişme özellikle dönemin mimarlık anlayışına damgasını vuran mihrap önü kubbesinde görülür İçten ve dıştan bütün yapıya hâkim olan mihrap önü kubbesi, avlunun küçültülerek ortaya alınması ve kesme taş mimarisi gibi pek çok yenilik, XII yy’ın ikinci yarısında Artuklular eliyle yerleşmiştir Anadolu’da anıtsal camilerin ilk örneklerinden olan Silvan ve Kızıltepe ulu camileri bu yeni üslubun habercileri sayılır


Erken dönem Anadolu Türk mimarisinde çok ayaklı cami tipinin bazen değişik yorumlamalara uğradığını görmek de olasıdır Özellikle Artuklu dönemi camilerinde rastlanan bu uygulamada, mihrap önü kubbeleri farklı bir anlayışla değerlendirilerek, bir bakıma yapının ağırlık merkezi durumuna getirilmiştir


Sürekli değişikliğe uğramış olmasına karşın Silvan Ulu Camisi, mihrap önündeki 1157 yılında tamamlanmış olması mümkün kubbesiyle, bu alanda iyi bir örnektir Necmeddin Alpi’nın yaptırdığı bütün mekana egemen olan mihrap önündeki bu kubbenin, daha önce yapılmış mimari değerlendirmelerle -özellikle Büyük Selçuklular’a ait Isfahan Ulu Camisi ile- sıkı ilişkisi vardır Camiye daha sonraki onarımlarda eklenen portallerin ve yer yer değişiklik gösteren taş işçiliğinin yapının özgün biçimiyle ilgili olmadığı anlaşılmaktadır



Üzerindeki yazıtlardan en erken tarihlisi 1176 yılını gösteren ve değişikliklerle günümüze gelebilen Mardin Ulu Camisi de Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapıdır Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami mekânı, enine üç nefe ayrılmış ve mihrap önü iki nef enindeki bir kubbe ile örtülmüştür


Gene aynı yörede karşımıza çıkan Artuk Arslan ve Yavlak Arslan’ın 1204 yılında yaptırdığı Kızıltepe Ulu Camisi de benzer görünüşler taşır 1156 tarihli bir diğer Artuklu yapısı, Harput Ulu Camisi ise Fahrettin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır Gerçekte avlulu cami anlayışıyla tasarlanmış olmasına karşın, havuzlu avlu cami içinde kalmış, küçülmüş ve etrafını çeviren mekân buraya açılmıştır Tuğla malzemenin kullanıldığı çok ayaklı, enine gelişmiş üç nefli camideki mihrap önü kubbesi, tek nef üzerine oturmaktadır

Gerçekten de, XI yüzyıl Doğu Anadolu bölgesine özgü yerel denemelerin hemen de bütün sonuçlarını Saltuklu mimarisinde görmek mümkündür Bu dönemde yapılar tuğla tekniğinden kurtularak özenli kesme taş mimarisine dönüşürken, renkli taşların kullanımı,bir ölçüde figürlü konular, yüzeysel kemerler ve sarmal çizgili halat motifleriyle daha da zenginleşmiştir Genel çizgi olarak Mengücüklü mimarisinden daha sade olan Saltuklu mimarisi, Anadolu’daki bu erken dönemin az sayıda ama oldukça seçkin örneklerini sunar


Anadolu’daki Erken Türk Beylikleri’nden Saltuklular’a ait günümüze gelebilmiş az sayıdaki mimari esere yalnız Erzurum’da rastlanmaktadır Bu yapılar arasında Erzurum Ulu Camisi çok ayaklı, mihrap duvarına dik uzanan yedi nefli planıyla oldukça dikkat çekicidir Özgün biçimini 12 yüzyılda aldığı sanılan cami sonradan birçok değişikliğe uğramıştır Silmeli kemerlere dayanan pandantifli büyük mihrap önü kubbesi ve aynı eksen üzerindeki mukarnas dolgulu örtüsüyle erken dönem Anadolu Türk mimarisinde önemli bir yere sahiptir


Erzurum’da Kale Camisi (mescid) adıyla anılan bir diğer Saltuklu camisinde ise plan açısından farklı bir görünüş ortaya çıkmaktadır Yanındaki Tepsi Minare ile beraber 12 yüzyıl sonuna tarihlenen küçük kare mekân yapı, ortadaki bir çift payenin varlığı nedeniyle, iki bölümden oluşmuş izlenimi vermektedir Mihrap önü kubbeli ve yanları iki beşik tonozla örtülü birinci bölüme karşılık, ikinci bölümde ortadaki kubbenin yerini çapraz tonozlu bir örtü almıştır İçten pandantifli ve beş sıra mu mihrap önü kubbesinin bir başka özelliği de, dıştan yüksek, kasnaklı ve silmelerle hareketlendirilmiş konik bir çatıyla örtülü olmasıdır


Anadolu’nun siyasi tarihinde fazlaca sözü edilmeyen Mengücüklüler (Mengücekliler de denir), Malazgirt zaferinden hemen sonra (1072) Yukarı Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir Bu beyliğin adını günümüze kadar taşıyan, XII yy sonuyla XIII yy başlarında daha çok Erzincan, Kemah ve Divriği’de yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir Bu yapılardan günümüze kalabilmiş olanların en önemlisi Mengücüklü Ahmed Şah ile eşi Turan Hatun’un yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşsifası’dır (1228-1229) Anadolu Selçuklu mimarisinde cephe tasarımı, değişik üslupta dört taçkapısı ve bezemeleriyle özgün bir yere sahip olan bu eser için yabancı araştırmacilar « Anadolu Elhamrası » deyimini kullanırlar

Anadolu’da karşımıza çıkan erken dönem camilerinin bir bölümünde, özellikle planlama anlayışı yönünden, Hıristiyan bazilika şemalarının etkileri kuvvetli hissedilmektedir Bu yapıların en erken tarihlisi Mengücüklü Şehinşah bin Süleyman’ın 1180-1181 yılında Meragalı Hasan bin Firuz adh bir sanatçıya yaptırdığı Divriği Kale Camisi’dir Dikine üç nef olarak planlanan caminin örtü sistemi yanlarda dörder kubbe, ortada beşik bir tonozdan oluşmuştur

Mengücüklü yapısı olan 1228 tarihli Divriği Ulu Camisi, yalnız 13 yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir Cami Mengücükoğulları’ndan Ahmed Şah, bitişiğindeki şifahane ise aynı yıllarda eşi Melike Turan tarafından yaptırılmıştır Çok ayaklı olan yapı mihrap duvarına dikey beş nefe ayrılmış, üstü yirmi beş küçük kubbe ve tonozla örtülmüştür On iki dilimli ve dıştan piramit çatılı mihrap önü kubbesinden başka aynı aks üzerinde ve caminin ortasına rastlayan bölümde bir aydınlık feneri bulunmaktadır Cami ve şifahanede bulunan yazıtlar yapının Ahlatlı Hurremşah adlı bir sanatçı yönetiminde çeşitli çevrelerden sağlanan ustalar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir Taş işçiliği açısından çok zengin ve değişik özelliklerle yüklü olan külliyenin, sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri mimarimizde özel bir yere sahiptir

Alıntı Yaparak Cevapla