Prof. Dr. Sinsi
|
Elazığ'ın Gelenek Ve Görenekleri
ÖLÜM:
Ölüm gelenekleri kültür açısından büyük önem taşır Zira en az değişikliğe uğrayan uygulamalara ölüm geleneklerinde rastlanmaktadır Elazığ'da genelekselliğini koruyan ölüm gelenekleri ölümden önce,ölüm sırasında ve ölümden sonra yapılan pratik ve uygulamalarda kültürel devamlılığın önemli unsurlarını taşır
Köylerde ve kentlerde herkes cenazeye büyük saygı gösterir Elazığ şehir merkezinde cenaze geçerken yardıma koşmayan ,saygı duruşunda bulunmayan hiç kimseye rastlanmazdı
Köylerde ölüm olduğunda bütün köylü işini bırakarak hemen cenaze evine koşar Aralarında iş bölümü yaparak kimi mezar kazar,kimi mezarda kullanılacak malzemeyi hazırlar Ölü suyunun kaynatılmasından ölünün yıkanmasına kadar bütün işleri cenaze sahiplerinden önce tamamlarlar Taziye süresince taziye evine sırasıyla yemek pişirip getirirlerdi Ölü olduğu günde veya yas süresince köyde hatta yakın bir köyde düğün,sünnet gibi törenler varsa ya ertelenir veya ölü evinin müsadesi alınarak müziksiz olarak gerçekleştirilirdi
İnanışa göre akşam namazından sonra cenaze gömülmez ;her halükarda cenaze namazı mutlaka kılınırdı Ölen kadınsa tabutunun üzerine yeşil yazma bağlanır Tabutun üzerine bırakılan halı ve kilim camiye bağışlanırdı Defin işlemi yapıldıktan sonra topluca cenaze sahibinin evine gidilirdi Hoca Yasin-i şerif okur,taziye verilir Ölü sahibine yakın kimseler burda kalır Onların acılarına ortak olmaya çalışırlar
Ölünün devrine oturma geleneği vardır Ölen kişinin sağlığında yapmadığı veya eksik bıraktığı ibadetler için fitre dağıtılırdı Taziye süresi üç gündür Ölümün kırkıncı günü mevlit okutulur,davetlilere yemek ve helva ikram edilir Elli ikinci gününde hatim indirilir Ölümden sonraki ilk dini bayram karalı bayram sayılır Arife günleri mezarlıklar ziyaret edilir
Kürsübaşı Geleneği- Harput Sıra Geceleri :
Eski harput evlerinde kış mevsiminde kullanılan adeta soba görevi yapan özel olarak düzenlenmiş kürsü etrafında ısınmak sohbet etmek eğlenmek amacıyla bir araya gelinmesi kürsübaşı denilir
"Kürsübaşı" günümüzde Harput kültürünün belli bir yönünü ifade eden, çağrıştıran kelime olarak algılanır
Kürsü 50-60 cm yüksekliğinde en küçüğünün bir yanı 60 cm den başlamak üzere 1,5metreye kadar genişleyen dört ayaklı ve dört köşeli tahtadan yapımış kare bir masa şeklindedir Bazılarının ise altıda üstüde kapalı, yanlız alt döşemenin ortasında 30-60cm kutrunda dairemsi oyulmuş boş bir yer vardır ki buraya mangal koyulur Kürsülerin büyüklük ve küçüklüğüne göre hususi surette saman ve yapışkan bir çamurdan yaptırılmış olan bu mangallar kürsü ayakla- rının tam ortasına kanulur,etrafında ise abdest sularının ısınması için bakır ibrikler bulunurdu
Açık havada ve ekseriyetle yemek ocaklarında yakılan ağaç kömürü,ateşi carıtlarla (ateş küreği) bu mangallara konulur ve dayanmak içinde üzeri külle kapatılırdı Bu ateş soğuğun şiddetine göre 10-12 saat kadar kürsüyü ve kürsü başlarını hamam gibi ısıtır ve sıcak tutardı
Kürsülerin üzerine iç yüzü kırmızı renk düz ve dış tarafı ise aynı yerli bezden (çiçekli bez) hususi surette yaptırılmış büyük yorganlar örtülür Kürsünün iki tarafı sedir diğer iki tarafıda büyük minderler konularak bu seviyeye çıkarılır Bunların üzerine tekrar yumuşak döşek veya makatlar konulur ve üzerine tertemiz örtüler çekilir
Duvarlara gelen taraflarada sırayla yastıklar dayanır Yumuşak minderlerin üzerine oturulur ve yastıklara dayanırlırAyaklar bacak ve kollar bu yorgan altına sokulur,kürsü yorganı göğüslere kadar çekilir İşte bu surette kürsünün dört bir tarafında oturanlar vücutlarını ısıtır ve soğuktan muhafaza edilmiş olurlardı (Sunguroğlu Cilt-4 Sh 256)
Bazı köylerde ise dört tarafı kerpiçle çevrilmiş ve yumurta ile sıvanmış ortası boş kürsüler yapılmıştır Bu kürsünün ortasına içi köz dolu mangal bırakılır ve üzeri kapatılrıdı Kürsünün etrafında minderler bulunurdu
Kürsünün kendisinden ziyade Kürsübaşı diye bilinen ve bu isimle alınan toplantılar müzikli eğ- lenceler, halk hikayeleri anlatımları gibi kültür hayatımızda önemli yeri olan konuların işlenmesi ve günümüze kadar gelmesi önemlidir Kürsübaşları geleneksel kültürel unsurlarımızın günümü- ze ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olmuştur
Uzun kış gecelerinde Harputluların hemen tek eğlencesi olan Kürsübaşlarında ,yaş guruplarına göre toplantılar olurdu Kürsübaşlarında önceden karar verilmesi suretiyle sırayla her gece bir evde toplanılırdı Her mahallede akran olan ve ruhen uyuşan insanlar bir topluluk oluştururlardı Bunlara "kol" denirdi Bu kollar o topluluğun liderinin ismiyle anılırdı Bu kollar içerisinde iyi yemek yapanlar mutlaka bulunurdu
Toplanılmasına karar verilen eve tedarik edilen malzemeler önceden gönderilirdi Evdeki kadın ve çocuklar akşam erkenden başka bir komşuya gider;evli misafirlere bırakılırdı Yarı gecelere kadar sürecek olan eğlenceler,anlatılacak fıkralar, yapılacak şakalar hep planlanır ve gece mutlu bir şekilde tamamlanırdı Halk oyunları şarkı ve türküler, maya ve hoyratlar, güzel yiyecekler, çeşit çeşit sohbetler Harputun soğuk kış gecelerini ısıtır gönüller şenlenirdi Bir dahaki toplantı ve yiyecekler de bu gecenin sonunda kararlaştırılırdı Yemekler, meyve ve diğer yatsılıkların kimler tarafından alınacağı hususunda kura çekilirdi
Kürsübaşları ,gündüzleri bütün ev halkını etrafında toplar geceleride varsa misafirlere tahsis edilirdi Kürsübaşlarında efsaneler, masallar, bilmeceler söylenir; latifeler şakalar yapılır,yüzük oyunları oynanırdı Oyun sonunda kaybedene cezalar verilir ağır şakalar yapılırdı Kürsübaşı geleneklerinden başka Harputta bütün mahallelerde "oda işletme adeti" vardı Zengin konuklarında selamlık daireleri orta hallilerin evlerinde ise selamlık odaları bulunurdu Akşamla yatsı arasında buralarda toplanılırdı Bu odaların müdavimleri hep aynı kişilerdi Bir odanın müdavimini diğer odaya gitmesi hoş karşılanmazdı
"Selamlık odalarında sesleri güzel kimseler tarafından Ahmediye ,Muhammediye, Kıssası Enbiya kitapları Emrah, Nevres külliyatından parçalar okunurdu Hikayeler, masallar, savaş anıları anlatılırdı "İlim adamlarının selamlık odaları kalabalık olurdu Müdavimleride çoğu hocalar, Müderrisler veya mektep medrese görmüş kimselerdi Bu odalar adeta bir ilim yuvasıydı Fuzuli, Baki, Nefi, Nabi, Nedim, Sabi gibi şair ve ediplerin eserleri okunur, incelenir, yorumlar yapılırdı Hatta bu toplantıda ezbere beyitler okunmakla kalınmaz "fuzuliden bir beyit okıyacaksın ki son harfi "b" olsun" şeklinde sorulan sorulara cevaplar alınırdı İşte böylesine ortamlarda adeta Kürsübaşlarında ve odalarda bir yaygın eğitim yapılır insanlar bilgi sahibi olurlardı Harput insanının kadirşinaslığını bilge kişiliğini ve musikisindeki şahsına münhasırlığını buralarda almak gerekir
SÜNNET:
Eski devirlerde bir çocuk sünnet çağına geldi mi ve ana baba da çocuklarını sünnet etmeye karar verdiler mi, her şeyden evvel çocuğa bir KİVRE seçerlerdi Bu Kivre, akraba arasından veya ailenin çok yakın ve samimi dostları arasından seçilirdi Bu seçime karar verilince ve Kirve belli olunca, çocuğa yeni sünnet elbiseleri giydirilerek zatin evine götürülür, eli öptürülürdü o da bu olaydan sonra kendisinin çocuğa kivre seçildiğini anlardı Bu, bazen de taraflar arasında daha evvelden görüşülür, konuşulur ve karar altına alınırdı Bu karardan sonra artık o zat, ölünceye kadar o çocuğun Kivresidir Çocuk büyüdüğü, hatta olgunluk çağlarında bile o zata daima Kivre diye hitap ederek ona saygı ve sevgi gösterirdi Kivrenin ailesi ile olan münasebet ve bağlar daha sıkılaştırılır, adeta bir akraba gibi teklifsiz birbirlerinin evlerine gider gelirler, sık sık görüşürler, icabında birbirlerine yardım eder ve birbirlerini korurlardı İlk hazırlık olarak çocuğun giyecekleri hazırlanırdı Bu iş kirve olan kişiye aitti Sünnet olan çocuğa bir kirve bulunurdu Bu genellikle çocuğun babası evlenirken kim idiyse o kişi olurdu Çocukta büyüdükten sonra kendisine kirve olan kişinin çocuğuna kirve olurdu ve böyle devam ederdi
Kirve çocuğun giyecek ihtiyaçlarını karşılardı Ancak maddi durumu buna uygun değil ise ihtiyaçlar çocuğun babası tarafından karşılanırdı Daha sonra çocuğun odası hazırlanırdı Bu işi çocuğun annesi ve yakınları yaparlardı Yatak ve yorgan takımları dikilirdi Şayet sünnet düğünü yemekli olacaksa yemekler hazırlanırdı
Diğer taraftan Hitan Cemiyetine (Sünnet Düğünü) davet edilecek kimselerin isimleri bir kağıt üzerine yazılarak mahallenin uhucusuna verilir Uhucu, listede kimlerin isimleri yazılı ise bunların evlerine, ticarethanelerine gider, selam ve kelamdan sonra bunları muayyen gün ve saatler için Sünnet düğününe davet eder ve bahşişlerini aldıktan sonra ikinci bir davetlinin kapısını çalardı Bir iki gün içinde bu hazırlıklar da ikmal edilince Sünnet gününün sabahı sünnet çocuğu tepeden tırnağa kadar yeni çamaşırlar, yeni elbiseler ve ayakkabıları giydirilmek suretiyle hazırlanırdı O sıra Kivre de hediyeleriyle gelir ve her Kivre mali durumuna göre çocuğa ya bir Tay, ya bir koç ve yahut altın veya gümüş bir cep saati gibi hediyeler ve kutu kutu badem şekerleri  Rahet-i Holkumlar getirirlerdi Bazı hali vakti yerinde Kivreler de bir kaç gün evvel çocuğu alır, Terziye götürür, elbiselerini kendisi yaptırırdı
Sünnet çocuğu, bir taraftan bu hediyelere, bu yeni elbiselere sevinirken, diğer taraftan sünnetin korkusuyla mini mini kalbi durmadan çarpar Yüzünün alı al, moru mor bu badireden nasıl kurtulacağım düşünür Kendine ıssız köşeler arardı Bu sıralarda Sünnetçiler gelince, evin havası büsbütün değişir, bilhassa kadınlar arasında heyecan ve gözyaşları başlardı Sünnetçi bir kahve tepsisi ister, içine usturasını bir takım pamuk ve bantlarla beraber kağıt paketler veya mukavva kutular içindeki sünnet otlarını, bu tepsinin içine koyduktan ve kollarını sıvadıktan sonra çocuğu getirmelerini aileden ister Çocuğu babası veya dayı ve amcası, titreyen ellerinden tutarak sünnetçinin bulunduğu yere getirdikleri zaman Harem tarafındaki kadınlar arasında ağlamalar, sızlamalar, bazen feryat ile tepinmeler başlar ve işitilirdi Kivre, çocuğu bunların ellerinden alarak çocuğu cesaretlendirmek ve sünneti unutturmak için hediyesini çocuğa verir Oda veya sofanın münasip bir tarafına konulmuş olan bir yastığın üstüne oturur ve çocuğu okşayarak kucağına oturtur, kollarını bacakları arasından geçirerek her iki taraf ellerinden tutar Bu şekilde çocuğun bacakları da açılmış olur Sünnetçi ve yamağı, çocuğun karşısına otururlar, sünnetçi tepsiyi çocuğun bacaklarının hizasına koyar ve hemen usturayla eline alarak Tekbir getirmeye başlarlar, orada hazır bulunanlar da tekbire iştirak edince, tekbir sesleri evin her tarafına dağılır Harem tarafındaki kadınlar, çocuğun feryadını işitmemek için evin en ücra köşelerine girer, kulaklarını parmaklarıyla tıkar ve bir taraftan da gözyaşı dökerlerdi Tekbirler sona erince bir feryat kopar İşte bu kadar Yavru sünnet edilmiş Yarası sarılmış ve evvelden hazır1anmış olan sünnet yatağına yatırılmıştır
Sonra berber başı veya Sünnetçi içinde ufak bir et parçası ve bir kaç damla kan lekesi bulunan tepsiyi eline alarak evvela Kivre ve Babanın, sonra orada bulunan yakın davetlilerin önlerine götürürler Bahşiş toplamaya başlar Nal kadar gümüş mecidiyeler, on ve beş kuruşluklar arasında bazen gözleri kamaştıran madeni yüzlükler ve ellilik sari altınlar ve ufak paralarla tepsi dolar Sünnetçiler tarafından boşaltılırdı Akşama doğru zengin sünnet evlerinde ince saz takımı çalarken davetliler sırasıyla gelir, yemek yerler ve beraberlerinde getirdikleri hediyeleri de çocuğun yatağının başına bırakırlardı Orta halli ve fakir ailelerde ise ancak konu komşu kadınları davet edilir, yer içer eğlenir ve sünnet çocuğunu da eğlendirirlerdi
Çocuk, eli hafif sünnetçiye tesadüf etmiş ise ertesi gün evin içinde dolaşmağa başlar Yok değilse günlerce, haftalarca yatakta kalır, kalkmak isterse bacaklarını açarak ördek misali yayvan yayvan evin içinde dolaşır dururdu
Sünnet çocuğu, tamam iyileşince karşılıklı Kivre davetleri yapılır ve bu suretle Hitan Cemiyeti (Sünnet düğünü) de sona ermiş bulunurdu Ertesi sabah eğlence tekrar başlardı Sünnet olacak çocuğa banyo yaptırılırdı Gözlerine sürme çekilirdi Bu arada çocuğun giyeceği elbiseler bohçalara sarılırdı Öğlene doğru davul zurna eşliğinde gençler gelerek bu bohçaları ve çocuğu alıp düğün yerine giderler ve burada kınada olduğu gibi çocuğun bohçaları oynatırdı
SÜNNETÇİLER
Kivre seçildikten ve sünnet günü de kararlaştırıldıktan sonra, Sıra Sünnetçiye gelirdi Sünnetçi, ya ailenin Berberi veya Kasabada bu yönden eli hafif diye şöhret kazanmış berberlerden birisi ve yahut Usturaları ve Sünnet otları (ilaçları) işinde bulunan Hekbeleri omuzlarında şehir şehir, Kasaba Kasaba ve Köy beköy dolaşan saçlı sakallı ve hatta sarıklı meşhur Siirt'li sünnetçilerden birisi tercihen seçilir ve bunlara gün ve saati hakkında mutabık kalınırdı Esasen sünnetler çok defa ilk baharda ve bazen de yaz aylarında yapıldığından Siirtli sünnetçiler, ilk baharda seyahate çıkar bütün doğu illerini dolaşırlar, boş hekbeleri altınlar, mecidiyelerle dolu olarak dönerlerdi
YÖRESEL YEMEKLER:
Elazığ mutfağı oldukça zengin yemek çeşitlerine sahiptir 150�ye yakın yemek çeşidi olan Elazığ�da, üç öğün yemeğin dışında kuşluk yemeği ve özellikle yatsılık denilen pestil, ceviz, orcik, meyve gibi yiyeceklerin bulunduğu sofralar açılır Geleneksel Elazığ (Harput) mutfak kültürü, Türk mutfak kültürünün izlerini taşır Sofra adabından yemek çeşitlerine kadar halen geleneksel özelliklerini koruyabilen Elazığ mutfağında; tarihi Oğuzlara kadar uzanan tutmaç, umaç aşı anamaşı, kara kavurma gibi yemekler halen varlığını sürdürmektedir
Mevsime, yörenin özelliklerine ve ürettiği ürünlere göre şekillenen yemek çeşitlerinin bir çoğu yalnızca Elazığ�a hastır Özellikle kırsal kesimde hatta şehirde bile yöreye özgü çok güzel ekmekler yapılır Bu ekmeklerden en ünlüsü ve en lezzetlisi güz mevsiminde yapılan ve bütün bir kış hiç bozulmadan kalabilen tandır ekmeğidir
Yemekler çoğunlukla yer sofralarında yenilir Büyük başlamadan ve besmele çekilmeden yemeğe kaşık vurulmaz Eskiden aile içinde bile kadın erkek ayrı ayrı sofraya otururdu Günümüzde yabancı biri olmadıkça sofraya kadın ve erkekler birlikte otururlar
Eskiden bütün yemeklerde tereyağı kullanılırdı Günümüzde ise hem köylüler hem de şehirliler çoğunlukla nebati yağ kullanmaktadırlar Bazı özel yemeklerde mutlaka tereyağı kullanılır Yemeklerde salça ve soğaraç çoğunlukla kullanılır ve bu karışım sos vazifesi yapar
Kış mevsimi için yapılan hazırlıkların başında taze meyve ve sebzelerin hemen hepsinin kurutulması gelir Turşu ve salamura yapılır, şehriye ve erişte kesilir, kurut ve tarhana hazırlanır; tandır ekmeği yapılır; kavurma hazırlanır, orcik, pestil, tutunu yapılır
Düğün ve sünnetlerde özel eğlence törenlerinde ziyafet çekilir, özel yemekler çıkartılır Bütün bu işler komşu ve akrabaların yardımı ile topluca yapılır Günümüzde geleneksel yemeklerimiz halen yapılmakla birlikte yeni yemek çeşitleri de Elazığ mutfağına girmiştir Keban barajını yapılmasından sonra oluşan göl sahasında ve Hazar gölünde yetiştirilen tatlı su balıkları Elazığ mutfağına girmiş ve balık yemekleri sıkça yapılır olmuştur
Çorbalar :
Tarhana çorbası, erişte çorbası, dövme çorbası, ayranlı çorbalar, kurutlu çorba, pirinç çorbası, un çorbası, anamaşı, lobik çorbası, bulgur çorbası, mercimek çorbası, şehriye çorbası, kabaklı çorba, tutmaçlı çorba, fasulye çorbası Elazığ�da en çok pişirilen çorbalardır
Kurut :
Çökeleğin kurutulmuşudur Yeterince ayran bir tencereye bırakılır Zaman içerisinde ayranın üzerinde oluşan su devamlı surette alınır Dibe çöken yağ ve yoğurt tortuları tam bir macun katılığına ulaşınca ele alınarak bir patates büyüklüğünde iyice sıkıldıktan sonra temiz bir bez veya tahta üzerine dizilerek güneşte kurumaya terk edilir Kış mevsiminde sert zeminli bir üsküre (kase) de sıcak su içerisinde bu kurutlar ezilir ve ayran olarak kullanılır Ayrıca bu kuruttan çorba da yapılır Özellikle ava meraklı aileler kuruttan bol bol yaparlar Eskiden bir çok evde kurut ezme taşı vardı ve kurut bu taşlarda ezilirdi Bunun ağaçtan yapılmış olanına tepir adı verilirdi
Kurutlu Çorba :
Döğme haşlanır, soğuduktan sonra kurut ayranına karıştırılarak üzerine kızartılmış tereyağı, nane ve toz biber ilave edilerek servise hazır hale getirilir
Kelecoş :
Salçanın ve soğanın yağda kızartılmasıyla soğaraç elde edilir Soğaraca kurut ayranı ilave edilir Bu karışıma tandır ekmeği doğranır ve üzerine dağlanmış tereyağı dökülerek servise sunulur
Lobik Çorbası :
Pamuk ve bostan tarlalarının civarına ekilen lobik, fasulye gibi olup küçük tanelidir Bir tencerede önceden zifiri (soğaraç) yapılır, üzerine su ilave edilip kaynatılır Lobik ve döğme temizce yıkanır, tencereye bırakılır, 1-2 kaynar geldikten sonra çorba servise hazır hale gelir
Et Yemekleri :
Kaburga, kavrakavurma, kızartma, tas kebabı, kaplama, güveç, tava, kuzu kızartması, ciğer kebabı, paça, işkene, taraklık, çoban kebabı, tandır kebabı vs
Köfteler Dolma ve Sarmalar :
Bulgur köftesi, içli köfte, kındık köfte, yalancı köfte, ekşili köfte, kadın budu köfte, ayar köftesi ile kebabı, ayranlı köfte, harput köfte (iri köfte), mercimek köfte, ocak köftesi, lüle kebabı, küncülü köfte, muhaşerli köfte, keklik köftesi, lahana sarması, yaprak sarması, bumbar dolması, dilim dolma, domates dolması, sapan dolması, biber dolması, kabak dolması, kofik dolması (kurutulmuş biber dolması), kibe dolması
Harput Köfte (İri Köfte) :
Dilinmiş kuru soğan, maydanoz, toz biber, tuz, yağsız kıyma, ufak bulgur biraz suyla bir leğende iyice yoğrulur Fındıktan biraz büyük parçalara bölünerek bir kaba, başparmakla işaret parmağı arasında sıkıştırılarak tek tek tekerlek şeklinde dökülür Ayrı bir tencerede kaynayan yağlı ve salçalı suya katılarak pişirilir
Pirpirim (Semizotu) Boranı :
Pirpirim bostanlarda, sebzeliklerde kendiliğinden yetişen bir bitkidir Pirpirimin sebzeli yemeği yapıldığı gibi boranısı da yapılır
Pirpirim güzelce yıkanıp bir kaba doğranır Tekrar yıkandıktan sonra başlanır Kevgirde süzülerek avuç içinde topaklar halinde sıkılır Sade yağda biraz kızartıldıktan sonra üzerine önceden hazırlanan sarımsaklı yoğurt ve dağlanmış tereyağı dökülür
Pilavlar :
Pilav, Elazığ çevresinde son derece sevilen yemek çeşididir Başlı başına yemek olarak yenildiği gibi, sebze yemeklerine destek yemek olarak da yapılır
Bulgurla yapılan pilavlar oldukça çeşitlidir Bulgur pilavı, sulu pilav, bulgur tiridi, pancarlı pilav, yoncalı pilav, muhaşerli pilav, simit pilav, kırmanlı pilav, pirinç pilavı keşkek, mercimekli pilav
Sırın :
Taze yufka (yuha) ekmeği rulo haline getirilip 3 cm eninde parçalar haline getirilerek bir tepsiye dizilir Tepsiye dizilen ekmeklerin kesik tarafı tepsiye dik gelecek şekilde ve sıkıca dizilmesine dikkat edilmelidir Üzerine daha önce hazırlanmış bolca sarımsaklı yoğurt dökülür ve eritilmiş tereyağı eklenerek hazırlanır
Taş Ekmeği :
Un, süt veya suyla karıştırılarak maya hale getirilir Elde edilen sıvı haldeki hamurun içerisine yeterli miktarda yumurta kırılarak iyice çırpılır Bu hamur ateş üzerindeki sacın üzerine yayılır Pişen ekmeğin üzerine yağ ve şeker sürülür Artık taş ekmeği servise hasırdır
Tandır Ekmeği :
Kışa hazırlık olarak sonbaharda, 3-4 ay yetecek miktarda ve imece usulüyle yapılır Tandır ekmeği yapımı geleneksel kültür hayatımızda önemli uygulamalara sahne olmuştur Erkeklerin hamurunu yoğurduğu kadınların ise pişirdiği tandır ekmeği, eskiden adeta bir şenlik halinde yapılırdı Köylerde tandır ekmeği halen yapılmaktadır Tandır ekmeği adını yapıldığı yerden alır Ekmeğin en büyük özelliği 4-5 ay bozulmadan kalabilmesidir
Geleneksel Kuru Tatlılar :
İlimiz ve çevresinde çok yaygın olan pestil; dut, ceviz ve erik ile yapılır Üzüm ile yapılana �bağ bastuğu�, dut ile yapılana �dut bastuğu�, erik ile yapılana ise �eşgili bastuk� adı verilir Ayrıca belki de dünyada en güzelinin Elazığ ilinde yetiştiği dutun, döğülmesi suretiyle elde edilen tutunu, ile dünyada ilk yapılan yerin Elazığ olduğunu sandığımız Orcik, pilit geleneksel kuru tatlılarımızın başında gelir
Kurutulmuş Meyveler :
Elazığ�da kurutulmuş meyveler oldukça yaygındır Hatta eskiden Harput�ta çerez odası diye bilinen odalar bulunurdu Orcik, pestil, kuru dut, kuru üzüm, ceviz içi, badem; yörede gah adıyla bilinen başta elma ve armut olmak üzere kurutulmuş meyveler yatsılıkların vazgeçilmez yiyecekleridir Eskiden tavana iplerle asılan dayanıklı üzümler, ayva, armut ve elmalar; özel yöntemlerle saklanan kavun ve karpuzların bulunduğu çerez odalarına bugün dahi rastlamak mümkündür Elazığ�da yatsılık diye bilinen bu yiyecekler günümüzde de misafirlere ikram edilen önemli yiyecekler arasındadır
YÖRESEL GİYİM:
Halk oyunları giysileri genellikle yöreseldir " Kumaşları, şekil ve giyiniş tarzıyla yöreye has özellikler göstermektedir Giysilere verilen isimler de farklıdır Her yöre, belki de şekil ve kumaş olarak, aynı olan giysilere ayrı isim verir Giysilerde belirli bir otantik şekil aramak çok güç ve yanlış bir iştir Çünkü, kültürün değişkenliği ilkesi çerçevesinde, bir kültür öğesi olan giysiler de sürekli değişmekte ve belli bir zaman kesitinde mevcut şekli tespit etmek mümkün olsa bile, o giyside ısrar etmek, oyunlarda o giysileri kullanmak hatalı olur görüşündeyiz Tüm halk oyunlarında olduğu gibi Elazığ Halk Oyunlarında da giysilerde bir otantiklik aramak boşuna emek sarf etmekten başka hiçbir şey olmayacaktır Ancak, oyun giysileri giyilirken, belirli bir giysi, birbiriyle uyum sağlayacak şekilde giyilmeli ve o giysiye uygun aksesuar kullanılmalıdır Örneğin, alta yazlık, üste kışlık bir giysi giyilmemelidir Ya da, bir zıbının üstüne yelek giyilmemelidir Kültürün diğer unsurlarında olduğu gibi, maddi kültür unsuru olan Elazığ Halk Oyunları giysilerinde de bir değişkenlik görülmektedir
Günümüzde kullanılan halk oyunları giysilerini üç safhada ele alarak inceleyebiliriz
1 Evre Erkek Giyimi :
Başa fes takılır, astane mendil büyüklüğünde "Puşu" takılır Yaşlılar yazma bağlarlar Paçaları dar, üst kısmı geniş, beli uçkur ile büzülen çuha şalvar giyilir Düz beyaz veya siyah-beyaz renkte çizgili, pamuklu kumaştan, içlik veya giyme adı verilen bir iç gömlek giyilir Bu gömlek kollu, yakasız veya hâkim yakadır Gömleğin üzerine şalvarın kumaşından "avcı yeleği" denilen bir yelek giyilir Bele beyaz ipek veya şal adı verilen "acem kuşağı" bağlanır Ayağa poçikli çarık ve yün örme çorap giyilir
1 Evre Kadın Giyimi :
Harput kadınının en eski giysi tipidir Bu tip giysiyi bugün dahi dağ köylerinde görmek mümkündür Yaklaşık 150-200 sene öncesinde bu tip giysi hakimdi Bu giysi üç parçadan meydana gelmiştir
a)- Şalvar
İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmakta ve iç kısmı astarlanmaktaydı Şalvarın boyu oldukça uzun olup bilek kısımlarına kaytan geçirilmekte ve diz altından bağlanmaktadır Böylece şalvar bir etek görünümünde dökümlü olarak ayak bileklerine inmektedir Şalvarın bel kısmı da uçkurla büzülmektedir
b)- İçlik
İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmaktaydı Yakası yuvarlak, önü açık, kopça ile iliklenmektedir İçliğin yanları yırtmaçlıdır
c)- Üçetek
Sim işlemeli, kalın ipekli kumaştan veya kadifeden yapılmaktadır Kolları uzun, bilezikli, çok az yırtmaçlıdır Yırtmaçlı kısım kopçayla tutturulmuştur Yakası bele kadar açık,"V" şeklindedir Belde iki kopça ile "birit" ilikle iliklenmektedir Belden aşağıya doğru genişleyen eteğin önü tamamen açıktır Yanları ise kalça altından yırtmaçlıdır Böylece etek üç parça görünümünü almaktadır Bele "belbağı" bağlanmaktadır (Belbağı, üç-dört cm eninde, tığ işi veya kumaş üzerine işlenmiş kuşaktır ) Ayakkabı olarak postal, çorap olarak yazın iplik, kışın ise yün çorap giyilmektedir
Baş süslemesi ise şöyledir: Uzun saçlar ortadan ayrılmakta, arkada küçük parçalara bölünerek örülmektedir Yanlarda birer tutam saç, kulak hizasında kesilip, zülüf bırakılmaktadır Saç uçlarına "Humpul" denilen saç süslemesi takılmaktadır Başa bordo çuhadan fes, fesin üzerine gümüş tepelik konulmaktadır Fese tutturulmuş uzun saç görünümünde ipek saçlık mevcuttur Fesin alk üzerine oyalı krep bağlanır Buna yörede "Kıntik" adı verilir Bunların üzerine oyalı yazma veya tülbent örtülür
Oyun giysilerinde kullanılan takılar şunlardır: Göğüs üzerine çaprazlama dizilen beşibirlik dizisi, camdan bilezik "Şeve" gümüş veya altın küpe ile yüzük kullanılır
2 Evre Erkek Giyimi
Birinci safhadaki gibidir Birinci safhadan farklı olarak ayağa yemeni giyilir
2 Evre Kadın Giyimi
Bu safhada da birinci safhadaki giysileri görüyoruz Birinci safhadaki giysilerden farklı olarak, şalvar üzerine kadifeden, üzeri simli cepken giyilir Bu safhada üçetek yoktur, ipek kuşak takılır
3 Evre Erkek Giyimi
Bu safhada ayağa poçikli kundura giyilir Cepkende düğme iliğine geçirilmiş köstekli saat bulunabilir Mendil olarak düz, beyaz, ipek mendil kullanılır
3 Evre Kadın Giyimi
Diğer safhalardan farklı olarak, Harput ve Elazığ Fabrikalarında dokunan ve genellikle simli, ipekli kumaştan entari ve ayağa ise "Kaloş Potin" giyilir
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Elazığ Halk Oyunları
Elazığ Halk Oyunlarını, oyun bölgelerinden "Halay Bölgesi" içinde ele almak gerekir Elazığ Halk Oyunları �Halay Bölgesi" içinde hareketlilik açısından diğer il ve bölgelere göre ağır ve estetiktir Az miktarda, çok hareketli oyunlar da vardır Oyun tempolarını incelediğimiz zaman bu özellik hemen göze çarpmaktadır Oyunlar "Halay Bölgesindeki diğer oyunlara nazaran müzik ve oyun figürleri açısından ayrıcalık gösterir Öyle sanıyoruz ki, bu ayrıcalık Elazığ Halk Müziğinin, daha ziyade Türk Sanat Müziğine yatkın olmasından ve müziğin klasik sazlarla icra edilmesinden ileri gelmektedir
Müzikteki bu ayrıcalık, oyun müziklerinin zengin bölümlere sahip olmasında, oyunlarda ise zengin figürlere sahip olmasında gözlenmektedir Ayrıca her yörede görülmeyen, her oyun formuna (figürüne, kalıbına) karşılık bir müzik formunun bulunması da kayda değer bir durumdur
Elazığ Halk Oyunları, genel olarak "tatlı sert" bir karaktere sahiplerdir Erkek oyunları biraz daha sert ancak estetik, kadın ve kız oyunları ise biraz daha yumuşak ve tatlıdır Komşu vilayetimiz olan Diyarbakır�ın halayında görülen sertlik, Elazığ halayında mevcut değildir Ondaki sertlik ve figür azlığına karşılık, diğerinde (Elazığ Halayında) tatlı sertlik ve figür zenginliği şeklindedir
Altmışa yakın Elazığ oyunu vardır Ancak, bugün yaşayan oyunların adedi yirmi - yirmi beş kadardır Bu oyunların birkaç tanesini oynanış biçimi ve özellikleriyle birlikte anlatacağız
Çayda Çıra Oyunu:
Bu oyun, Elazığ�ın Harput Bucağından derlenmiştir Oyun "Mumlu Dans" namıyla dünyaca tanınmaktadır �Çayda Çıra� oyunu hakkında çeşitli efsaneler vardır Ancak, bunlar dilden dile dolaşan çeşitli halk masallarına benzemekte ve diğer şehirlerimizde anlatılan efsanelerin bir varyantı ya da değişikliğe uğramış bir şekli olarak anlatılmaktadır
Oyun, orijini itibariyle aydınlatma amacı güdülerek ortaya çıkmıştır Araştırmamızda halk arasında söylenen çeşitli efsaneler tespit ettik Bunlardan bir örnek: Efsaneye göre Hazar Gölü kenarında bir köyde birbirini seven iki genç, gizlice buluşmaktadırlar Erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gölü yüzerek geçmesi gerekmektedir Buluşma gece olduğundan, kız çıra (Dındik) yakarak gence yerini belli etmektedir Genç ise, ışığa doğru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır
Bu durumu sezen kızın babası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün ortalarına geldiği sıralarda çırayı söndürür ve genç sevgilinin gölde boğulmasına sebep olur Bunu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur Bunun üzerine bütün köylü toplanarak ellerindeki "Çıra" larla iki sevgiliyi aramaya başlarlar Efsaneye göre, bu olay üzerine ağıtlar yakılmış, türküler söylenmiş ve çıra ile arama olayı oyunlaşarak günümüze kadar gelmiştir (Benzer bir efsane de Van yöresindeki �AHTAMARA� efsanesidir )
Altınova'da yapılan görkemli bir düğünde geleneksel bir biçimde çay kenarında kurulan düğün meydanında çıralar yakılmış, Somat'lar kurulmuş ve düğün bütün coşkusuyla devam etmektedir Bu sırada ay tutulunca, evlenen gencin annesi olan Pembe HAN tabaklara çıralar, mumlar diktirip gençlerin ellerine vermiş ve önde kendisi olmak üzere yürüyerek düğün meydanına, görkemli bir biçimde girmişlerdir Bu buluşun mükemmelliği karşısında aşka gelen "Zurnacı Başı�, ellerindeki tabaklarla ortalığı bir anda gündüze çeviren, bu kalabalığı karşılayarak, gelenlerin ayak hareketlerine uygun bir müzik çalar Kendisine eşlik eden kırk davul kırk zurna ile ortalık inlemeye başlar, böylece "Çayda Çıra" oyununun melodisi ortaya çıkmış olur Bu olay gelenek halini almış ve çayda çıra oyunu günümüze kadar oynanıla gelmiştir "
Eskiden kaç-göç olmadığı için, kız-erkek karma oynanan bu oyun, günümüzde karma oynandığı gibi, ayrı ayrı da oynanır Oyunun 200-300 yıllık bir mazisi olduğu söylenir Oyun Elazığ�ın her tarafında bilinir ve oynanır Hatta, son zamanlarda Elazığ dışına da taşarak Malatya ve Diyarbakır'da da çeşitli şekillerde oynanmaya başlamıştır 
Tüm oyunlarda başta oynayana kolbaşı, sonda oynayana sonbaşı ya da poçik denir Sadece halay oyununda "Halaybaşı" ve "Halaysonu" adları kullanılır Oyunun aracı çift tabak ve içerisindeki üçer mumdan ibarettir Oyun yürütülürken �Heey, Teey, Tey� diye nara atılır Elazığ'ın yörelerinde delikanlıya "Gakkoş" adı verilir Oyun düğünlerde, dini ve milli bayramlarda oynanır
Avreş Oyunu:
"Berber Yaşar" adıyla da tanınan bu oyunun, Elazığ dışında herhangi bir yerde oynandığına rastlanmamıştır Oyunun kaynağı Harput'tur Eskiden asker sevki çok olan Elazığ ve Harput' ta, askeri hareketlerin taklidi ile ortaya çıkan bu oyun, Elazığ'ın her yerinde oynanır Oyunun elli-altmış yıllık bir geçmişi olduğu söylenmektedir Bugün davul ve klarnetle çalınan bu oyunun müziği eskiden zurna ile çalınır ve oynanırdı (Bugün birçok dağ köyümüzde ve birçok Alevi köyümüzde hâlâ zurna çalınmaktadır ) Esasen Harput'a klarnet girmeden önce düğünlerin baş sazı zurna idi Ancak Türkiye'ye girdiği anda Harput�ta da kullanımı başlayan klarnet zurnayı büyük ölçüde etkileyerek etkinliğinin azalmasına neden olmuştur
Avreş oyununun türküsü, yoktur Bu oyunun melodisi ile başka bir oyun oynanmadığı gibi, bu oyun başka bir melodi ile oynanmaz Oyun müziği önce 6/8 lik usûlde ve ağır tempoda, sonra 4/4 lük usûlde ve hızlı tempoda oynanır Makamı İbrahimiyye dir Tek sıra dizilmek suretiyle oynanan bu oyun bazen de sağa sola dönmek suretiyle icra edilir Oyunun öyküsü olmayıp, oyun figürünü teşkil eden hareketler, daha çok ayaklarda toplanmış, kısmen de başla yapılmaktadır Vücudun tabiî hareketlerini ihtiva eden oyun figürleri ile, asker hareketleri taklit edilmektedir Oyunda "ha-ha, hey-hey"diye nara atılır Bu oyun daha ziyade asker uğurlâmalarında ve düğünlerde oynanır
Halay Oyunu:
Harput Halayı da denilen bu oyunun varyantları, �Palu� varyantı, İngüzek�te �Karaçor" denen oyun, Ağın�da �Düz Halay�, Baskil'de Halay, Sivrice'de "Düz Haley� dir Oyunun kaynağı Harput�tur ve 200-300 yıldan beri, gençler ve yaşlılar tarafından zevkle oynanmaktadır Oyun müziği önce 2/4 lük ve "zazaki" denilen figürde 6/8 lik usûlde çalınır, makamı İbrahimiyye'dir Oyun, avuç avuca kenetlenip tutunmak suretiyle tek dizi halinde oynanır Oyunun figürleri ayaklarda toplanmıştır Daha çok asker uğurlamalarında ve düğünlerde oynanmaktadır
Bıçak Oyunu:
Oyun merkez ilçeye bağlı Hankendi (Hanköy) Bucağı'ndan derlenmiştir Oyunun asıl kaynağı belli değildir Bıçak oyunları Türkiye'nin hemen her bölgesinde değişik şekillerde görülmektedir Erzurum'da �Hançer Bari�, Karadeniz Bölgesinde de bıçaklarla çeşitli horonlar oynanmaktadır Davul ve klarnet eşliğinde oynanan bu oyun türküsü yoktur Başka bir melodi ile oynanmadığı gibi, bu oyunun melodisi ile de başka bir oyun oynanmaz
Oyun, 9/B lik usûlde ve "İbrahimiyye" makamındadır İki erkek, bir kadın ya da kadın kılığında bir erkek olmak üzere üç kişi ile oynanır Bar özelliği de göstermektedir Oyun el ve ayak hareketlerinden oluşur Taklitli bir oyun değildir Müzik aynı ölçüyü sürekli takip eder Usûlde bir değişiklik olmaz Mutaassıp yerlerde kızlar ve kadınlar düğün alanına giremezler; oyunu damdan veya uzak yerlerden seyrederler Bu yüzden oyunun seyri değişir
Oyun araçları, oyuncuların ellerinde bulunan ikişer bıçaktır Oyuncular bunlarla figürler yaparlar Bıçak aralarından geçer, göğüse doğru sallanır Oyun düğünlerde oynanır, türküsü yoktur
Delilo Oyunu:
Harput'tan derlenen bu oyuna "Derilo", "Delilo" gibi adlar verilmektedir Bu oyun halay bölgesinin hemen her yerinde, birbirine benzer özelliklerle oynanmaktadır Asıl çıkış kaynağı konusunda bir yargıya varmak mümkün değildir
Delilo oyununun 150-200 yıllık bir oyun olduğu söylenmektedir Oyun, türkülü bir oyun olup, davul ve klarnet eşliğinde oynanır Oyunun türküsü oyuncular tarafından söylenir Bu oyun, başka bir oyun melodisi ile oynanmaz, bu oyun melodisi ile de başka bir oyun oynanmaz 4/4 lük usülde müziği olan oyun, çevre illerdeki "Delilo" oyunlarından biraz daha ağırdır
NELERİ İLE ÜNLÜ:
Harput Kalesi ve Şehri, Keban Baraj Gölü, Hazar Gölü, Buzluk Mağarası, Çaydaçıra Halkoyunu, Ağın Kaplıcası
İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Elazığ İli, M Ö 3000'li yıllarda kurulduğu sanılan, Harput kentinin devamıdır Malazgirt Zaferinden sonra ( 1087 ) Türk egemenliğine giren Harput, zaman içinde bölgeye eyalet merkezliği yapmıştır 1937 yılında Atatürk tarafından tahıl ambarı bolluk ve bereket anlamına gelen El'azık adı verilmiş olup, zamanla Türkçe ses uyumuna uygunluğu ve söyleniş kolaylığı nedeniyle Elazığ olarak kullanılır olmuştur
|