Prof. Dr. Sinsi
|
Arapça Dersleri (Yusuf Semmak)
NAHİV İLMİNİN KURUCUSU:
Nahiv ilminin hicri birinci asrın ikinci yarısında kurulduğu ve bu ilmin kurucusunun ise, Ebû'l Esved ed-Düelî (v 79) olduğu kabul edilmektedir Değişik rivâyetler bulunmakla beraber, Ebû'l Esved'in Arapça ilmiyle ilgilenmesi hususunda ilk teşviğin Hz Ali b Ebî Tâlib (v 40) tarafından yapıldığı kabul edilmektedir Hz Ali, Ebû'l Esved'e Nahv'in temel ilkelerini açıklamış ve ona kelâm'ın isim, fiil ve harf olmak üzere üç kısma ayrıldığını öğretmiştir
Bir rivâyete göre; Ebû'l Esved, kendi zamanında şahid olduğu çeşitli gramer hataları karşısında Nahv ile ilgilenmenin zaruretini hissetmiş ve hemen çalışmaya koyulmuştur Böylece 'Basriyyûn' denen 'Basra Dil Mektebi'nin temelini atmıştır Daha sonra değişik görüş ve delillendirmelerle bu ekole tepki olarak ortaya çıkan, Ebû Ca'fer Muhammed b Ebî Sâre er Ruâsî kuruculuğundaki 'Küfe ekolü' de faydalı çalışmalar gerçekleştirmiştir
Ebû'l Esved, bir adamın Tevbe Sûresindeki bir ayeti yanlış okuduğunu görmüştü ve çok endişelenip, durumu Hz Ali ile istişare etti Hz Ali de dil hatalarına karşı bazı tedbirler alma ihtiyacı duydu Ve kelâm'ın isim, fiil ve harften meydana geldiğini ve diğer gramer konularını açıklayarak, Ebû'l Esved'e: "Bu yöne yönel, bu işi ele al, bu yola gir, bu minval üzere yap" anlamına gelecek şekilde أنحُ هذا النحوَ diye talimat verir Bu talimatta geçen "nahv" kelimesinden dolayı, Arapça gramerinin adının "Nahiv" olduğu rivâyet edilmektedir
Gramer Hatası Yapılan Ayet:
أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ منَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ
" Allah da O'nun Rasûlü de müşriklerden uzaktır " (Tevbe: 3)
Bu ayeti bir adam, o dönemde;
أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ منَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولِهِ şeklinde okumuştur
Yani وَرَسُولُهُ kelimesini وَرَسُولِهِ şeklinde okuyarak, منَ الْمُشْرِكِينَ üzerine atfetmiştir
Bu şekilde okuyuşla anlam -hâşâ- "Allah, müşriklerden ve Rasûlünden uzaktır" olmaktadır
Aslında Doğru İ'rab Şekli Şudur:
Buradaki وَرَسُولُهُ kelimesi atıf vâv'ı ile أَنَّ nin yerine ma'tûftur ve merfû'dur yada haberi mahzûf bir mübteda olur
Takdiri ise; وَرَسُولُهُ بَرِيءٌ منَ الْمُشْرِكِينَ şeklindedir
Ekser ulemâya göre; Nahiv ilminin kurucusu kabul edilen Ebû'l Esved, tâbiînin ileri gelenlerindendir Muhaddis, fakîh, dil alimi ve şairdir
Nahiv ilminin kurucusu olarak Abdurrahman b Hürmüz (v 117) ile Nasr b Âsım el-Leysî (v 90)'nin adları zikredilirse de, bunların Nahv ilmini Ebû'l Esved'den öğrendikleri bilinmektedir
Kur'an'ın İ'rabını Öğrenmenin Önemi:
Hz Ebû Bekir: "Kur'an'dan bir ayet i'rab etmem (i'rabını öğrenmem), bir ayet ezberlememden bana daha sevimlidir " [b]
Hz Ömer: "Kur'an'ın hıfzını öğrendiğiniz gibi, i'rabını da öğreniniz " [b]
Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer: "Kur'an'ın i'rabını öğrenmek bize, harflerini öğrenmekten daha sevimlidir " [b]
Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre; Peygamberimiz: أعْرِبُوا الْقرْآنَ "Kur'an'ı i'râb ediniz" buyurmuştur [b]
NAHİV İLMİNİN GAYESİ:
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid şöyle der: "Nahiv ilmini öğrenmenin meyvesi (faydası); Arapça kelâmda dili hatadan korumak, Kur'an-ı Kerim'i ve Peygamberimizin Hadislerini doğru bir şekilde anlamaktır O Kur'an ve Sünnet ki, İslâm şeriatının aslı ve eksenidir "
Arapça'yı öğrenmenin amacı, Allah'ın vahyini doğru bir anlayışla fehmetmektir Arapça'yı öğrenip de Kur'an ve Sünnetten habersiz yaşayan bir kimse, uçmayı bilip de uçmayan kuşa benzer
NAHİV İLMİNİ (ARAPÇA'YI) ÖĞRENMENİN HÜKMÜ:
Kur'an'da pek çok yerde Allah'ın Kitabının akledilmesi, düşünülmesi, anlaşılması, sakınılması, öğüt alınması ve hidâyetine uyulması için gönderildiği bildirilmektedir
Kur'an; Hz Peygamberin ve tüm Peygamberlerin davetlerinin anlaşılması için kavimlerinin lisanıyla gönderildiklarini ifade eder
"Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi -kendilerine apaçık anlatsın diye- ancak kendi kavminin diliyle gönderdik " (İbrahim: 4)
Alimler de: "Arapça ilmini bilmedikçe, hiçbir kimsenin Allah'ın Kitabı hakkında konuşması câiz olmaz" demişlerdir
Sayısız ayet ve Hadis-i Şeriflerdeki Kur'an ve Sünnetin öğrenilmesini emreden nasslar, zımnen Arapça öğrenmeye de birer teşviktirler Selef ve bizden önceki müslümanlar da bunu böyle anlamışlar ve Arapça öğrenimine azami gayret göstermişlerdir
Ayrıca Peygamberimizin Sünneti de, bunu teyid etmektedir Bedir esirlerinden okuma yazma bilen müşriklerden fidye vermeye güç yetiremeyenler, on müslümana okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakılmıştır
Usûlde de genel bir kâide vardır: "Vâcibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vâciptir (farzdır) " Bu kâideyi, kısaca şöyle açıklayabiliriz: Kur'an'ı anlamak farzdır; Kur'an'ın anlaşılmasının kendisiyle sağlandığı, tamamlandığı Arapça ilmini öğrenmek de vâcip yani farz olur
Bu kâide, Hadis inkârcılarının da aleyhine bir delildir Yani, Din'in kendisiyle tamamlandığı Hadisler de bağlayıcıdır
Bu çok önemli meselede bir cümle daha söylemeden geçmeyelim
Allah, elçisine dinin parçası olarak Kur'an dışında da vahiy göndermiştir Bu Hadislerin sonradan bozulduğunu iddia etmek, Allah'ı acizlikle itham etmek demektir Yada Hadislerin bağlayıcı olmadığını savunmak Allah'ın el-Hakîm sıfatına bir iftiradır Çünkü O'nu abesle iştigal edici olarak görmektir bu iddia Bu ifrat fikirlerden Allah'a sığınıyoruz!
Asıl konumuza dönersek; Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Arapçanın hükmü konusunda şöyle diyor: "Arapça'yı (Nahv'i) öğrenmek, farz-ı kifâyedir Bazen de farz-ı ayn olur " Şöyle ki; alimlerin ve Arapça'yı bilenlerin bulunmadığı bir yerde Arapça'yı öğrenmek müslümanlara farz-ı ayn'dır İçlerinden en az bir kişi Arapça öğreninceye kadar o beldedeki herkes günahkâr sayılır
Bu, bütün alimlerin görüşüdür
Hatta belki de genel bir yaklaşımla şunu söylemek mümkündür Ümmetin tamamına farz-ı kifâye olan ilimlerin en hayırlısı Arapça öğrenmektir Fakat bu meselenin izâfi ve bulunulan şartlarla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerekir Bazen belki de tıp ilmini öğrenmek farz-ı kifâye ilimlerin en hayırlısı yada en gereklisi olur Bazen fiziği, bazen matematiği yada bazen mimariyi  Dediğimiz gibi biz, genel bir yaklaşım ortaya koyduk 
[b] İ'râbu'l Kur'an'il Kerim min Muğni'l Lebîb, Eymen Abdürrezzâk eş-Şevvâ, Dâru İbn Kesir, Beyrût, Sh:16
[b] A g e
[b] A g e
[b] A g e
|