Yalnız Mesajı Göster

Postmodernizm

Eski 08-16-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Postmodernizm





Postmodernizm kavramı ve bu eksende yürütülen tartışmalar, genel olarak, teori alanında modernist sanat biçimleri ve uygulamalarından koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimarlık, felsefe, edebiyat, güzel sanatlar vb alanlarda yeni kültür biçimlerin işaretleri olarak başlamıştır


II Dünya savaşının ardından ortaya çıkan iki durum vardı:


1- insanın içindeki kötücül potansiyel ve bu kötülüğün, kilisenin ona öğretmeye çalıştığı gibi yalnızca iyiliğin yokluğu olmayacağı 2- ikinci nokta ise, köktenci düşünce kalıplarının açmazıydı Çünkü kökencilik Auschwitz' de (Nazilerin Yahudi toplama kampı) kanıtlandığı üzere, aynı soydan ve kökenden gelmeyenlerin yadsınarak yok edilmesini içeriyordu


Gelecek artık geçmişteki kökenlere göre düzenlenemez oluyordu Auschwitz'le birlikte sürekli yeniden gündeme gelen acının anlamı sorusu (yani eğer tanrı varsa, bunca acıya nasıl izin verir?) yeni bir doğrultuda ele alınmaya başlanıyordu Nag Hammadi Metinleriyle (1945-46 yıllarında Mısır çölünde bulunan, o güne değin bilinen gnostik metinlerin en önemlisidir); batı tarihi ve düşüncesi bu metinlerin ışığında yeniden değerlendiriliyordu Bu metinlerde dile getirilen düşüncenin çarpıcılığı insanı ve dünyayı yeni bir ilişki içinde tanımlamasından kaynaklanıyordu İnsan, bu dünyada yaşamasına karşın, bu dünyalı değil, tersine; bu dünyaya yabancıydı gnostiklere göre Çünkü 'olası dünyaların en iyisinde' kötülüğün kökeni sorusuna yanıt bulamayan gnostikler, yalnızca tek bir evren, tek bir evrenbilim, tek bir yaradılış ve tek bir tanrıdan yola çıkan dinlere karşı gelerek, varoluş nedeninin birbirinden farklı iki güç olması gerektiğini düşünüyorlardı Nasıl hastalık, yalnızca sağlığın yokluğu değil de kendi başına apayrı bir gerçeklikse; kötülüğü de iyiliğin öteki yüzü olarak değil, iyilikten bağımsız bir gerçeklik olarak düşünüyorlardı


Kötülüğün tanrısıyla iyiliğin tanrısının aynı yaradan olamayacağı sonucunu çıkarıyorlardı Böylece; aydınlığın gücüyle, karanlığın gücünün birbirinden bağımsız iki farklı güç olması gerektiği sonucuna varıyorlardı Heidegger'den iki bin yıl önce onunla aynı kavramları kullanan "antik çağın bu varoluş felsefecileri" insanın yabancısı olduğu bir "varoluşun içine fırlatıldığını" ve bu varoluşta mutsuz olduğunu söylüyorlardı İnsanın içine fırlatıldığı bu dünyayla bir ilgisi olmadığı gibi, ışıktan düşerek gelmişti yabancısı olduğu bu varoluşa; onun ışıktan olan özü ,varolmayı, kabullenmek zorunda kaldığı bir yük olarak algılıyor ,bedenin içinde tutuklu olan özünü bir acı çekme kaynağı olarak görüyordu Bu dünyada karanlık gücün tutuklusu olmuştu insanın ruhu; özlemi,yabancısı olduğu bu dünyadan ve onu bu dünyaya tutuklu kılan kötülükten kurtularak ışıktan olan özüne, kendi benliğine geri dönmekti


Gerek Hellenizmin, gerekse hırıstiyanlığın evrenbilimine karşı çıkılıyordu iki bin yıl önce; bedeni ve maddeyi yaratan tanrıyla ruhu ve ışığı yaratan tanrı kesin bir ikilikle birbirinden ayrılıyordu


Böylece gnostikler dünyanın sonunu beklemeye başladılar Oysa ortaçağın ardından, geç ortaçağ gnostikleri bu dünyaya artık değişiklik istemiyle ayak basıyor, kötülüğü bu dünyadan kaldırmak istiyor ve bunun uğruna savaşıyorlardı


Kilise baskıyla bu işi halledemeyeceğini anlayınca akıl yoluna başvurdu; Leibniz 'Tanrı kötü değildir Ama tanrı dünyaya yabancı bir tanrı olmadığı için yalnızca iyi niyetli de değil, tersine akkıl ve gerçekçi bir tanrıdır Sonlu bir dünyada her şey sonlu olduğu için, kusursuz olamaz ve olmamalıdır Tanrının amacı, dünyaların en iyisi değil, olası dünyaların en iyisini yaratmaktadır Bu yüzden tanrı iyiliğin arasına kötülükte serpiştirivermiştir Dolayısıyla tanrı, yalnızca olası dünyaların en iyisinin en iyi tanrısıdır


Kusursuz görünmesine karşın, Leibniz felsefesinde açıklığa kavuşmamış çok önemli bir nokta vardı: eğer tanrı iyi değil de, ancak olası dünyaların en iyisini yaratabilecek bir güce sahiptiyse, neden dünyayı yaratmakatan vazgeçmemişti ? neden dünyayı yaratmakta ısrar etmişti ? Bu sorunun Kant ve Fichte' den gelen köktenci yanıtı, dünyayı yaratanın tanrı değil, insanın ta kendisi olduğuydu


Cennetten kovulduğu andan itibaren dünyanın sorumlusu insanın kendisiydi Yaradan artık tanrı değil, insandı ve kendini yaratan bu insan kesin bilimlerin deney ve kullanım dünyasını (Kant) tarihi de ( Fichte, Hegel) kendisi yaratmıştı


Tarih insanın cennetten kovulduğu an başlıyordu Cennetten kovulmayla insan, kendi yaratısı olmayan bir sonsuzluktan kendi yaratısı olan bir sorumluluğa geçiyordu Daniel bell' in eskilerin sonuncusu, yenilerin ilki dediği Hegel' le birlikte gelen tarih felsefesi, büyük bir denge değişikliğine yol açıyordu Hegel' le birlikte, o güne değin tanrıya özgü olan öngörü, mutlak bellek, tanrıdan alınarak tarihe veriliyordu Zamansızlıktan zaman, cennetten dünyaya geçildikten sonra artık her şey insanın ve tarihin elindeydi Tarih felsefesi kavramı bile anlayamayacağı bir şeydi eskilerin, zamansızlığın uzamıydı çünkü eskiden felsefe, oysa şimdi, insan aklının geliştiği yer, zamana ve tarihe dönüşüyor; anlam, artık zamansızlıkta değil, sonlulukta ve tarihte aranıyordu Kötülüğün kökeni artık belli ki tanrının eksikliğinde ya da kötülüğünde değil, tarihin ve insanın kötülüğünde aranmalıydı Metafizik yerine insanbilim, mutlak yerine tarih felsefesi


Heine 1895 yılında ' Almanya'da dinin ve felsefenin tarihi' adlı kitabını 'çanların çaldığını duyuyor musunuz ? Diz çökün ! Ölen bir tanrıya ekmekle şarap getirin' cümlesiyle bitiriyordu Yeniçağda insanlar tanrıyı öldürmüşlerdi Acıların ve kötülüklerin kol gezdiği bu dünyada tanrı ancak ölümüyle ve yokluğuyla savunulabilirdi Tanrıdan kalan boşluğu ise insanın kendisi doldurmak zorunda kalıyordu

Genel bakış

Postmodernizm kavramı ve bu eksende yürütülen tartışmalar, genel olarak, teori alanında modernist sanat biçimleri ve uygulamalarından koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimarlık, felsefe, edebiyat, güzel sanatlar vb alanlarda yeni kültür biçimlerin işaretleri olarak başlamıştır Modernizmin ''sonrası'' ya da ''ötesi'' anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir Bu tartışmalar zamanla diğer birçok alanlara ve disiplinlere de yansımıştır ve sonuçta bir bütün olarak Modernite'nin sorgulanmasına ve aşılması arayışına dönüşmüştür Bununla birlikte postmodernizmi yeni bir tarihsel evre olarak anlamaktansa modernizmin kendi içinde bir aşama ya da özgül bir dönem olarak anlama çabaları da sözkonusudur Postmodernizm, bu anlamda kendine yönelik itiraz ve eleştirileri de içine alacak şekilde süregiden bir modernizm/modernite/modernlik soruşturması ve tartışması olarak görülmektedir

Postmodernizmin tarihsel ve düşünsel çerçevesi

Çoklu yapısı ve karmaşık değerlendirilmeleriyle, "Postmodernizm tam olarak nedir?" sorusuna birden fazla yanıt vermek mümkün görünmektedir ''Postmodernizm'' kimilerine göre, bir dönemin adıdır Buna göre, sözkonusu dönem "Postmodern durum" (Lyotard) olarak adlandırılır Aynı zamanda yeni bir felsefi konseptin, yeni bir düşüncenin, üslubun, yeni bir usçuluğun (modern usçuluğu aşan farklı bir usçuluğun), yeni bir söylemin ''de'' adıdır postmodernizm Bu, hem kültürel hem düşünsel hem de maddi nitelikler açısından bir dönemin sona ermesi ve ''kendi içinden'' ötesine geçilmesi anlamında ileri sürülen bir kavramlaştırmadır


Bazı yazarlara göre 1943 yılı modernitenin bittiği varsayılan tarihtirNitekim temel olarak, ''Postmodernizm'' olarak anılan düşünce ve pratiklerin tamamının IIDünya savaşı sonrasında ortaya çıktığı görülür Kesin bir dönemleştirme yapmak ve tarihsel sınırları saptamak olanaklı görünmemekle birlikte ve hatta öncülleri bizzat modernizm icinde yer almakla birlikte, Postmodernizm olarak ifade edilen süreci ve düşünceleri, tarihsel zaman dilimi açısından IIDünya savaşı sonrasından itibaren ele almak yerinde olacaktır


Daha sonra, özellikle 1960'lı yıllardan itibaren, Fransa'da görülen teorik çalışmaların ve felsefi tartışmaların sonucunda, Postmodernizm, felsefi olarak da kendini ifade etmeye başlar Postyapısalcı felsefe, Postmodernizmin düşünsel felsefi arkaplanını doldurmaktadır Bu dönemde modernitenin ülküleri ihlal edilmiş ve bu ülkülere kaynaklık eden düşünce biçimleri ya da temel kuramsal kavram ve kategoriler açıktan sorgulanmaya başlanmıştır; bilim, teknoloji, sanat, siyasal özgürlükler adına yapılan her şeyin ortak amacı ilerleme ve insanın özgürleşmesidir, oysa varılan sonuçların böyle olmadığı açıklık kazanmıştır


Bu sürecin sonucunda varılan noktayı Lyotard, -anlatılar'ın (yada Büyük Anlatılar'ın) sonu olarak adlandırır Bunları Aydınlanma, İdealizm ve Tarihselcilik olarak belirtebiliriz


Modernitenin projelerinin ( Rasyonellik, Özgürlük, Evrensellik vb gibi) başarısızlıklarını değerlendirmek değil, bu başarısızlığın ''teorik temellerini anlamak ve aşmak'' postmodern düşüncenin temel hedefidir Dolayısıyla yalnızca modern projelerin eleştirisi ve yeniden kullanıma sunulmasını sağlamak degil, bizzat modernitenin kendisini tanımlamakta kullanıdığı temel ''argümantasyon yapısının'' yapıbozum' a (daha doğru bir degişle yapısöküm'e )uğratılması gerçekleştirilmiştir

Postmodernizm kelimesi

Postmodernizmdeki ''post'' eki ''sonra'' anlamına gelmekle birlikte modernizmden devam eden, ondan kaynaklanan ve onun sorunsallaştırılması ve aşılmaya çalışılması anlamlarına gelir Postmodernizm, söylemlerinde görülen aşırılıklara rağmen bir çağın kapanıp başka bir çağın açılması anlamında bir kopuş u ifade etmez Burada modernizmle paradoksal bir ilişki sözkonusudur Modernizmin kendi içinde varılan sınırların sonrası, o sınırlardan itibaren geriye dönük bir kökten sorunsallaştırma girişimi ve yeniden değerlendirme çabası olarak belirtilebilir


Arnold Toynbee ''Bir Tarih İncelemesi'' (1939) adlı eserinde modern dönemin 1 Dünya Savaşı'yla sona erdiğini, bundan sonraki dönemin postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez ''postmodern'' terimini kullanmıştır Yine 1934 yılında Amerika'da yayınlanan bir şiir antolojisinde postmodern sözcüğü yer almıştır 1950'lerde modernizmdeki hemen tüm olgulara bir tepki olarak ortaya çıkıp mimarlık, sanat, politika, eğitim, toplum gibi çok farklı alanda kendinden iyice söz ettirmeye başlayan postmodernizm 1980'lerin başlarında yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur


Post-modernizm; belli bir anlamda belli bir ideolojiyi ya da öğretiyi hedeflemez Bazı postmodern teorisyenlerin özellikle belli başlı ideolojilerle polemik halinde olması bunu yadsımaz ''Post'' öneki burada, bir ''sonralık'' anlamına geldiği kadar, ''ötesi'' anlamına da gelir ve bu bağlamda tartışmalar belli bir ideoloji hakkında değil de daha çok ve asıl olarak, ideolojinin ideoloji olmaklığı hakkında yürütülür Belli bir öğreti ya da felsefi fikir değil asıl olarak bütün öğretilerin ve felsefi sistemlerin üzerinde durudugu kuramsal zemin sorunsallaştırılır Bu anlamda modernleşme projesinin ve hatta Batı felsefesi ya da Batı düşüncesi denilen düşünce yapısının başlangıcından itibaren ''genel geçerliliğe'' sahip olan Hümanizm, özgürlük, kurtuluş, evrensellik, bilim ve akıl gibi nosyonlar da sorunsallaştırılır ve yerlerinden edilir


Postmodernizmin, ekonomik ve toplumsal koşullar anlamında başlangıcı ve kaynakları II Dünya Savaşı sonrasında bulunabilir Düşünsel temelleri ise karmaşık bir şekilde çok daha öncelere uzanmaktadır, ama yine de bir belirleme yapmak gerekirse Nietzsche ve sonrasında postmodernizmin düşünsel kavram ve kategorilerinin ipuçlarını bulabiliriz

Ayrımlar:Postmodernizm, Postmodern durum, Postmodern felsefe

Bu noktada bazı tanımları netleştirebilmek için kavramsal ayrımları yapmak gerekmektedir Postmodernizm, Postmodern durum, Postmodern felsefe, daha da özgül bir anlamda olan Postyapısalcı felsefe farklı anlamlarda ve içeriklerde ele alınıp değerlendirilmelidir


Postmodernizm, belirli bir durum icinde ve olumlu ya da olumsuz anlamda modernizmden farklılaşan, tüm siyasal ve maddi/toplumsal değişimleri, öte yandan düşünsel ve kuramsal ürünleri ve kültürel pratikleri kapsayan bir formülasyondur


''Postmodern durum'', II Dünya Savaşı sonrasında belirginleşen, sosyal, ekonomik ve siyasal düzenlenişlerle bağlantılı olarak ortaya çıkan genel ''durumu'' işaret ederken, ''postmodern felsefe'' postmodernizmdeki tutum ve eğilimlerin felsefi/ teorik arkaplanını göstermektedir


Postmodern felsefe, genel olarak belirgin bir şekilde Platon'dan günümüze uzanan felsefe geleneğinin (" metafiziksel felsefe" olarak adlandırılan) yadsınması girişimidir "Özcülük", "temelcilik", "gerçekçilik", "nesnellik", "özne" ya da "ben" gibi modern felsefeye içkin kavramların genel geçerlilikleri sorgulanmakta ve büyük ölcüde yadsınmaktadır ''Postyapısalcı felsefe'' ise, farklı düşünürlerce farklı şekillerde ortaya konulmuş ''yapısalcılık-sonrası'' belli bir felsefe eğiliminin genel adıdır ve postmodern düşüncenin en önemli kuramsal ayağını oluşturmaktadır

Postmodern söylemin ögeleri

Kendini karşı-modernlik ya da modernizm-ötesi olarak sunan postmodernizm söylemini şöyle özetleyebiliriz:



Genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerinin reddedilmesi,

Dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi,

Söylem çoğulluğunun benimsenmesi,

Farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp benimsenmesi; gerçeklik, hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi,

Mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, güvensizlik duymamak,

Gerçeği olabildiğince yorumlamak, belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü/özerkliği içinde anlamaya çalışmak,

İnsanı ruh-beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak, tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak,

Metnin dışının olanaksızlığını öne sürmek

Postmodernizmin siyasal yönelimleri

Bu söylemde artık önemli olan ''daha doğru bilginin'' araştırılması değil, doğruluk kategorisinin işleyiş mekanizmalarının deşifre edilmesi ve bu bağlamda yeni doğruların oluşturulmasıdır Genel ahlaksal anlayışlar ve ilkeler artık geçerliliğini yitirmiştir; ahlaksal normların kaynağı yaşanan koşullar, çağın gerekliliğidir Postmodern Etik, modernizmin evrensel ve sabit ahlak ilkelerinin geçersizliğini göstererek, genel ahlak ilkelerini görelileştirir Dinden sonra bilimin egemenliginin de yıkılmasıyla, "her şey uyar" noktasına varılmıştır Bu önerme, öncelikle bilimin statüsünü ve doğruluk iddialarını görelilleştirmek üzere, bir bilim felsefecisi olan Paul Feyarebend'ten gelir


Postmodernizmin, siyasal yönelimleri bakımından, ''hem'' radikal ''hem'' muhafazakâr olduğu söylenebilirHem her iki yönelimin postmodern temsilcileri sözkonusudur, hem de belirli bağlamlarda her iki yönelimin de aynı noktada birlikte olması sözkonusudurPostmodernizmin tutarlilik kaygısı gütmeyişi ( Eklektizm) siyasal alandaki konumlarda da görülebilir


Birey, kimlik, kültür alanında ''radikal,'' sistemi değiştirme alanında ''muhafazakârdır'' Ancak, radikallik ve muhafazakârlık kavramları da postmodern okumada anlam değişimlerine uğrar ya da başka bir deyişle bilinen anlam yapıları yapıbozuma uğratılır pek çok kavram ve kategoride olduğu gibi Dolayısıyla postmodernizmin ''ne'' radikal ''ne de'' muhafazakâr olmadığı söylenebilir Makro siyaset modeli Mikro siyaset anlayışıyla, Majör olan Minör olan ile yer değiştirir Bunu geleneksel siyasal alanın kategorileriyle tanımlamak doğru sonuçlar vermeyecektir Postmodernizm, en genel anlamda, "Büyük anlatılara", "Büyük projelere", "Büyük ilkelere" itirazdır ve bunların olanaksızlığı iddiasıdır Buradan itibaren teorik ve politik alanda postmodern konumlanışların şeceresi çıkarılabilir

Postmodernizmin tarihçesi ve modernite eleştirisi

Modernizm ve hedefleri

Modernizm, aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal projenin adıdır Aydınlanma ise, inanca karşı bilgiyi, teolojiye karşı bilimi ön plana alan bir düşünce sistemidir Modernizm, aydınlanma düşüncesini temel alır İlerlemeye inanır Akıl ve bilimi ilerlemenin aracı olarak görür Nesnel, evrensel ve yegâne bilginin akıl ve deney yoluyla edinilebilir olduğuna yönelik epistemolojik konum, bütün modernist öğretilerde sabit noktadır Modernizm bu halde, her tür öğretiye dayanak olacak olan bir epistemolojik ve tarihsel bilinç zeminidir


Kilisenin ve feodalizmin bin yıllık egemenliğine son veren burjuvazi 'eşitlik, özgürlük ve kardeşlik' ilkeleri ile tarih sahnesine çıkmıştı Burjuvazi gerçekten bu ilkeleri gerçekleştireceğini düşünmüştü Bilim, teknik ve sanat alanındaki ilerlemelerle insanlığın devamlı ileri gideceği ve özgür olacağı düşünülüyordu Kendinin farkındalığı olarak öznenin bu ilerleme ve özgürleşmede tarihsel bilginin ve tarih yasalarının bilgisinin sahibi olarak yer alacağı da sabit bir veriydi Modernizme ilk eleştirileri getiren Romantiklerden, yine aynı teorik zeminde modernizmin hedeflerine ulaşmaktaki başarısızlığının teorik eleştirisini oldukça derinlikli yapan Marksizme kadar her öğreti ya da felsefe dahil olmak üzere, sonradan postmodern felsefenin yoğun saldırılarına hedef olacak olan bu ''konumlara'' ve ''hedeflere'' sahiptir


2 Dünya Savaşı'nın yarattığı yıkım, batı dünyasının ahlaki ve etik değerlerini altüst etmiştir Buradan itibaren düşünürler bu tarihe sebep olan düşünsel temellerle de hesaplaşma arayışlarına yönelmişlerdir Modern düşüncenin kendisini temellendirdigi ilke ve argümanlara yönelim bu şekilde kuramsal bir yönelim haline gelmiştir Modernizm icerden eleştirisi postmodernizmden cok daha önce, bizzat modernizmin kuruluş ve gelişme evrelerin de bile görülür Bu sorgulamalar postmodern konumlardaki gibi olmasa da önemli ölcüde modernizmi icerden zorlayan ve sınırlarına vardıran yönelimlerdirModernleşme hedeflerine ulaşılamadığı görüşünün yaygınlaşmasından sonra aydınlanma ilk olarak Marks, Nietzsche ve Sigmund Freud gibi isimler tarafından eleştirilmeye ve sorunsallaştırılmaya başlanmıştır

Marks, Freud, Nietzsche

arx, aydınlanmanın olumlu yanlarına (bilimin gelişmesi, inanç yerine bilgi, usa güven vb) sahip çıkarken, aydınlanmanın sınırlarını ortaya koydu: 'Özel mülkiyet; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik' ilkeleri ile zıtlık içindedir Hümanizmi ve özgürlüğü getirecek sistem sosyalizmdir Tarihin öznesi, işçi sınıfıdır ve gercek anlamda Aydınlam projesini gerçekleştirecek olan da bu öznedir Çünkü, aydınlanma düşüncesinin kurucusu burjuva sınıfı ve dolayısıyla burjuva toplumu belli bir anda aydınlanmacı ideallerle çelişkiye düşmektedir Marx bu çelişkinin maddi olarak toplumsal ekonomik ve ve siyasal yapısını göstermeye çalışmıştır yapıtlarında Ancak Marx tüm bu köktenci eleştirilerinde yine de aydınlanmacı ilkelere (akıl, nesnellik,ilerleme, özgürlük vb) bağlı kalırAma eleştirel çalışmasının toplamı, bir anlamda onun kendi hedeflerinden ve niyetlerinden de bağımsız olarak aydınlanmanın sınırlarını göstermekten geri kalmaz


Hem sol hem de sağda taraftar bulan Nietzsche ise, 'Der Fortschritt ist bloss eine moderne Idee, das heisst eine falsche Idee' (İlerleme yalnızca modern bir düşüncedir, fakat yanlış bir düşünce) diyerek modernleşmenin temel ilkelerine karşı çıkmıştır Nietzsche ilerleme, özgürlük ve hakikat kavramlari gibi temel aydınlanmacı kavramları sorunsallaştırmış ve çogu yerde yadsımıştır O zamana kadar entelektüel çevrelerde geniş kabul gören dünya görüşü ve anlayış (''modern düşünce'') geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır Daha iyi ve daha güzel bir dünyaya dair özlem ve hayaller artık sona ermişti Bu özlem ve hayallerin kendilerinin sona ermesinden daha ziyade asıl olarak bunlara kaynaklık eden fikirlerin ve onların teorik dayanaklarının geçerliliklerinin sorgulanması ve yadsınması sözkonusu olmuştur


Modern düşüncenin sınırlarına varılmasında bir başka kaynak da Sigmund Freud olarak belirtilebilir Psikanaliz kuramı ve özellikle de bilinçdışının keşfi aydınlanmacı ilkelerin temelindeki kavramları başka bir yönde sorunlu hale getirmiştir Özne, öznellik, gerçeklik, benlik, bilgi, biliş vb türde kavramlar, aklın niteligine ilişkin tartışmalar Freud'la birlikte ve Freud'dan sonra yeni bir yön kazanmıştır ve pek çok değişikliğin öncüsü olmuştur Uygarlığın Huzursuzlukları 'nda Freud, mevcut toplumsal sistemin ve onun dayandığı uygarlık modelinin, kültürün yapısına ilişkin açıklamalarda bulunur

Modernizm eleştirisi

İşte, postmodernizm terimi maddi-toplumsal kaynaklarının ötesinde bu düşünsel gelişmelerin belli bir birikiminin sonucunda ortaya çıkmıştır Bu bağlamda bir önceki dönemden kopuş anlamında modernizm sonrasını, ötesini belirtmektedir Modernizmin içinde oluşmakta ancak modernizmin dayandığı öncülleri ve bunlar üzerinde geliştirdigi temel ilkeleri yadsımaktadır


2 Dünya Savaşı ertesinde sanat, edebiyat ve bilimsellik alanındaki inançların ve iyimserliğin kaybolmasını ifade eden bir düşünce biçimi olarak da tanımlanabilir Postmodernizm , modernizmin kaybolmuş düşlerinin yerine yeni bir Ütopya koymak amacında değildi Yeni bir lisan, yeni kavramlar getirerek modernist vizyonun gözden kaçırdığı açıları ve ufukları fark etmemizi amaçlamaktaydı Bu yeni dil dinamik bir oyuna benzetilebilir, anlamlar sürekli değişmekte ve gelişmektedir Postmodernizmi anlamak demek aslında bu yeni dili okuyabilmek ve anlayabilmek demektir


Postmodernizm öncelikle dünyaya olagelen değişimlere yanıt olarak ortaya çıkmıştır, kuralsızlığın kural, ilkesizliğin ilke olduğu bir görüş açısı veya yaşam tarzını ifade eder


Postmodern düşünürlerin yazılarında daha çok iki önemli epistemolojik duruşu göz önünde bulundurduklarını görürüz Bunlar çoğunlukla dilin felsefesinde ve anlam teorisinde takınılan pragmatik tavırlardır Postmodernizm, bilime ve bilgiye yaklaşımın radikal bir eleştirisi ya da başka deyişle epistemolojinin sorgulanması olmuştur Postmodern eleştiri ve sorgulamaların düğüm noktasını asıl bu olgu oluşturmaktadır


Modernistler topluma ait bilgiyi ve dili insanların bir araya toplanması olarak düşünürken postmodern düşüncede dilin ve topluluğun rolü arasında vazgeçilmez bir ilişki öne sürülür Toplumun yapısal elementlerle düzenlendiğine inananlar postmodernistlerin bir düzen ihtiyacı içerisinde olmamalarından yakınırlar Her ne kadar postmodernistler düzeni tümüyle reddetmeseler de düzenin soyut ifadelendirilmeleri postmodernizmin içerisinde ciddi biçimde sorgulanır Toplum onlara göre dil oyunlarının esnek ağlarıyla örülüdür Sonuçta postmodernist düşüncede insanlar farklı idealleri taşıdıkça uzlaşma ( konsensus) temeline oturtulmaya çalışılmaz


Postmodernistlere göre gerçeklik yorumdan ayrılan bir şey değildir Varolan bilginin tümü ancak insanlığın varlığı aracılığıyla anlaşılır Düşünce ve gerçek birbirine karışmıştır; düşünceyi kısıtlayan, onu tıkayan ayrıca otonom bir gerçeklik yoktur Düşünce gerçekligi kendi düşünselliğinin ötesinde düşünemez/bilemez Bu düşünce son olarak Derrida tarafından, "Metnin dışarısı yoktur" şeklinde dile getirilmiştir

Postmodernizme yönelik itirazlar

Oysa birçok başka düşünür ( Habermas, Antony Giddens, Michel Touraine gibi) bir dönemin kapanması olarak modernizmin sona ermesini kabul etmezler Böyle bir dönemleştirme onlara göre hem olanaksız hem de faydasızdırBununla birlikte bu düşünürler de postmodern düşüncenin öne sürdügü bir cok olgu ve yeni durumları kabul etmektedirlerFakat bu yeni gerçeklikler modernizmin içerisindeki olgular olarak degerlendirilirModernlik ''tamamlanmamış bir proje'' (Habermas) olarak yada postmodernizm denilen yeni durum ''modernliğin radiklalleşmesinin'' (Giddens) bir sonucu olarak değerlendirilir bu eğilimlerde


Bu karşıt konumları da göz önünde bulunduran Agnes Heller ve Ference Feher, postmodernizmi şu şekilde tanımlarlar; ::"postmodernite, ne bir tarihsel dönem, ne de iyi tanımlanmış karekteristik özellikleri olan politik ya da kültürel bir eğilimdir Tersine postmodernite; dış çizgilerini, moderniteyle ve moderniteye havale edilmiş sorunlarla problemi olanların, moderniteyi suçlamak isteyenlerin ve gerek modernitenin başarılarının gerekse çözümsüz açmazlarının bir dökümünü çıkaranların çizdiği, modernitenin daha geniş kapsamlı zaman ve mekanı içerisindeki bir özel kollektif zaman ve mekan olarak anlaşılabilir"


Burada anlaşılacağı üzere, postmodernizmi kabul etmeyen düşünürler, genel bir yaklaşım olarak, postmodernizm olarak beliren ''yeni'' durumu modernitenin kendi içindeki özel bir evre ya da dönem olarak değerlendirmektedirlerBunu formüle edişleri, çıkarsamaları ve postmodernizmi eleştirme yönelimlerindeki hedef ve gerekçeler değişmekle birlikte, genelde böyle bir yaklaşıma sahip oldukları söylenebilir

Güzel sanatlarda postmodern isimler

Marcel Duchamp

Simon Dürr

Gilbert ve George

Wang Guangyi

Res Ingold

Donald Judd

Agnieska Olivia Juszczyk

Ilya Kabakov

Jeff Koons

Bruce Nauman

Sigmar Polke

Gerhard Richter

Cindy Sherman

Andy Warhol

Postmodern düşünürler

Postmodern düşüncenin çıkış noktaları olmuş isimler:

Soren Kierkegaard

Karl Marx

Martin Heidegger

Friedrich Nietzsche

Jacques Lacan

Edmund Husserl

Ludwig Wittgenstein

Postmodern düşünürler:

Jean-François Lyotard

Roland Barthes

Jean Baudrillard

Judith Butler

Helen Cixous

Gilles Deleuze

Luce Irigaray

Charles Jencks

Dietmar Kamper

Thomas S Kuhn

Jean-François Lyotard

Gianni Vattimo

Wolfgang Welsch

Slavoj Zizek

Paul Feyerabend

Jacques Derrida

Michel Foucault

Julia Kristeva

Richard Rorty

Postmodern düşünceye eleştiri getiren isimler:

Giddens

Jürgen Habermas

Fredric Jameson

Terry Eagleton

Marshall Berman

Alain Touraine

Ernest Geller

Çalışmaları Postmodernizmin işaretleri olarak görülen yazarlar

Paul Auster

Julian Barnes

Robert Anton Wilson

John Barth

Jorge Luis Borges

Italo Calvino

Angela Carter

Robert Coover

Don DeLillo

Umberto Eco

Raymond Federman

William Gaddis

John Hawkes

Klaus Modick

Walter Moers

Heiner Müller

Michael Ondaatje

Thomas Pynchon

Christoph Ransmayr

WG Sebald

Philippe Sollers

Wladimir Sorokin

Patrick Süskind

Antonio Tabucchi

Urs Widmer

Jeanette Winterson

Thomas Bernhard

Alıntılar

Lyotard; ::Postmodern kuşkusuz modernin bir parçasıdırPostmodernizm modernizmin sonunda değil doğuşundadır ve bu durum süreklidir(Postmodern Durum, 1984)


Friedrich Jameson; ::Birkaç yıldır, geleceğe yönelik felaket ya da kurtuluş kehanetlerinin yerini çeşitli şeylerin sonunun geldiğine dair görüşlerin aldığı tersyüz olmuş bir mileneryanizm göze çarpmakta (ideoloji, sanat, ya da toplumsal sınıfın sonu; Leninizm, sosyal demokrasi veya refah devletinin 'krizi', vb, vb): Bir arada ele alındığında, belki de bunların tümü, giderek daha sık kullanılan terimle, postmodernizmi oluşturuyor Bu olgunun varlığına ilişkin savlar, genel olarak 1950'lerin sonlarında ya da 1960'lı ilk yıllarda başladığı kabul edilen radikal bir kopma veya coupure'un gerçekleştiği hipotezine dayanıyor Sözcüğün kendisinden de anlaşılacağı gibi, bu kopma büyük çoğunlukla yüz yıllık modern hareketin söndüğü veya ortadan kalktığı (ya da ideolojik veya estetik olarak reddedildiği) görülerine bağlanmakta Böylece, resimde soyut ekspresyonizm, felsefede varoluşçuluk, romanda son temsil biçimleri, büyük auteurlerin filmleri, veya (Wallace Stevens'ın eserleriyle kurumsallaşmış ve kutsal metin mertebesine yükselmiş olan) modernist şiir ekolü; bütün bunlar, bugün, bunları ortaya çıkararak kendisini tüketmiş, olan bir ileri modernist dürtünün son ve olağandışı olgunluk ürünleri olarak görülüyor Bunlardan sonra gelenlerin listesi ise ampirik, kaotik ve heterojen bir görünüm çiziyor; Andy Warhol ve popart, ama bir yandan da fotorealizm ve bunun ötesinde 'yeni ekspresyonizm'; müzikte John Cage ânı, ama aynı zamanda Phil Glass ve Terry Riley gibi bestecilerde görülen 'popüler' ve klasik üslupların sentezi ve bir yandan da punk ve newwave rock (ki Beatles'la Stones şimdi bu daha yeni ve hızlı evrilen geleneğin ileri-modernist ara konumundalar); filmde Godard, post-Godard ve deneysel sinemayla video, ayrıca da (aşağıda tekrar ele alacağım) yepyeni bir ticari film türü; bir tarafta Burroughs, Pynchon ve Ishmael Reed, öbür tarafta Fransız yeni romanı ve halefleri ve bunların yanısıra yeni bir ecriture ya da metinsellik estetiğine dayanan sarsıcı yeni edebi eleştiri türleri Bu liste sınırsız şekilde uzatılabilir; ama acaba bütün bunlar eski ileri-modernist üslupçu yenilik şartının belirlediği periyodik üslup ve moda değişimlerinden daha temel bir değişim veya kopmaya işaret ediyor mu?


Zygmunt Bauman; ::Modernlik, kendi belirsizliğini, geçici bir sıkıntı olarak reddedebiliyordu Her belirsizlik, bunun tedavisini içeren bir reçeteyle tamamlanıyordu Bunlar sadece başka başka sorunlardı, her biri de çözümleriyle tanımlanıyordu (Toplumlar, diyordu Marx, görevlerin icrası için gereken araçlar var olmadığı sürece görev üstlenmezler) Belirsizlikten kesinliğe, müphemlikten saydamlığa geçiş, sadece bir vakit meselesi, kararlılık, kaynak ve bilgi meselesi olarak görülüyordu Halbuki, belirsizliğin kökünün asla kazınamayacağı yönündeki postmodern bilinçle yaşamak ise tamamen farklı bir meseledir Burada, olumsallıktan kaçış, kaçmak istenen durumun kendisi kadar olumsaldır İşte bu bilincin getirdiği rahatsızlık, tipik postmodern hoşnutsuzlukların kaynağıdır: Müphemlikle dolu durum karşısında, asla gitmeyen olumsallık karşısında ve bu konuda ki haberleri duyuran elçiler 'yeni olanı ve asla eskiye dönmeyecek şeyleri dile getiren ve altını çizen', yine Agnes Heller'in terimleriyle söyleyecek olursak, 'alınyazısını kadere dönüştürme çağrısı yapan insanlar' karşısında duyulan hoşnutsuzluk Bu haberleri alanların kabul etmekte zorlandıkları şey şudur: Yapmayı kafalarına koydukları hiçbir şeyde, hakikate ve tarihin yasalarına hakim olmanın ya da aklın mutlak yargısını yanında hissetmenin huzuru olmayacaktır (Bauman, Zygmunt(1991) Modernlik ve Müphemlik,Çev: İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003)


DKeller; ::Postmodern, anlatılar karşısında kuşkuculuk ve metafizik felsefenin , tarih felsefelerinin ve herhangibir totalleştirici düşünce biçiminin (Hegelcilik, liberalizm, Marxizm ye da benzer) reddi olarak tanımlanır (Douglas Kellner, Toplumsal Teori Olarak Postmodernizm:Bazı Meydan Okumalar ve Sorunlar , 1988)


Berna Moran; ::Metinlerin de anlamı, metinde olmayanla, söylenmeyenle bağıntılıdır Derrida bunu kanıtlamak için metni, yapı-sökme yöntemiyle didik didik eder, önemsiz sayılan ayrıntılara eğilerek bunların, metnin kendi mantığını sarstığını, yadsıdığını, yani metnin söyler göründüğünün tersini de söylediğini belirtir Öyleyse Derrida'ya göre bir metnin anlamı, ayağını yere sağlam basan sabit bir anlam değildir, oynaktır, kaypaktır, çelişkilidir ve dolayısıyla belirsizlikler taşır Kısacası, hiçbir metnin tek ve kesin anlamı olamaz Olabileceğini sanmak bir yanılgıdır, sözmerkezciliğin tuzağına düşmektir Aslında, dilin doğası sanıldığı gibi sistematik bilgiye olanak tanımaz Ama Batı felsefesi, dilin bu önlenemez kaypaklığını görmezlikten gelerek, dilde tutarlı ve kesin bir anlamı mümkün kılacak temeller bulmaya çalışıp durmuştur Görüldüğü gibi yapı-sökücülük dilin kesin ve tutarlı bir anlam üretmeye uygun olduğu inancına şüpheyle bakan bir kuramdır ve bu yönüyle tüm yapısalcılık-ötesi düşünce tarzının temel taşlarından birini oluşturur(Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999)

Postmodern mimari

Heinz Bienefeld

Ricardo Bofill

Frank Gehry

Alexander Freiherr von Branca

Michael Graves

Hans Hollein

Charles Jencks

Philip Johnson

Leon Krier

Rob Krier

Charles Moore

Aldo Rossi

James Stirling

Oswald Mathias Ungers

Robert Venturi

Alıntı Yaparak Cevapla