| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Herkes Dünyayı Kendi Aynasında Görür 
 
              
 Yusuf ALAN
 
 
 Her nesne ve her hâdiseÂonin bir mânâsı vardır
  Bir çiçek bir şiir gibi, bir ağaç bir makale gibi, bir bahar mevsimi de bir kitap gibi mâÂonâ ve mesajlarla dopdoludur  Ancak bu mesajlar her insan tarafından aynı şekilde idrak edilemez  Mahiyeti aynı olan eşya ve hâdiseler, değişik kişiÂolerce farklı şekillerde idrak ediÂolir ve herkesin kavrayışı, kabiliÂoyeti nisbetindedir   
 
 Hakikatler, ferdî aynalarÂoda değişik renklerde yansır
  Bu, en “basit” kavramlardan en girift mefhumlara kadar ayÂonı şekilde cereyan eder  MeseÂolâ, “menfaat” kavramının zihinlerdeki yansıması farklı farklıdır  Her bir fert hayatı boyunca şahit olduğu veya bizÂozat tecrübe ettiği hâdiselerle zihninde “menfaatle” ilgili bir şema, bir kavram çerçevesi çiÂozer  Husûsî olaylar hafızaya nakşedilir  “Menfaat” kelimesi duyulduğunda bu olaylar birer birer hatırlanır  Sonra, tutumÂolar ve inançlar devreye girer  Her bir fert bu kavramı nasıl idrak ediyor ve yorumluyorsa ona göre bir tepkide bulunmaÂoya hazır hale gelir   
 
 Herkesin bir ilim dairesi vardır ve herkes ancak bu daiÂore içine giren şeyler hakkında tahminlerde bulunur, görüş beyan eder
  Bu ilim daireleriÂonin çapı insandan insana değiÂoşir  Kimisininki çocukların çeÂovirdiği küçük bir çember, kiÂomisininki ise ekvator kadardır  Bu meyanda düşülen en büÂoyük hata, ilim dairesi çember kadar olanların, kutup insanlar hakkında yaptıkları zanlardır  Bu hataya düşen insanlar onların ilim dairelerinin olsa olsa biraz daha “büyük” bir çemÂober kadar olduğunu düşünürÂoler  Yani onların hayal dünyası ancak bu kadar bir tahminde bulunmaya müsaade eder  Hâlbuki hayal bile edemedikleÂori dairelerin varlığı bir hakikatÂotir   
 
 Bu noktada karşımıza anahtar bir kavram çıkar: nefsü’1-emir
  Nefsü’l-emir her bir eşya, hâdise ve kavramın aslî hakikatidir  Nefsü’l-emirde her şey orijinal mahiyetini sergiler  Yani her bir hakikat; mutlak, ezelî, ebedî bir İlâhî ismin haÂokikatine dayanarak tecellî eder  Hayat, rızk, adalet, ihlâs, ölüm ve diğer sayısız hakikatin gerçek mahiyeti ancak ve anÂocak nefsü’l-emirdedir ve belki de Levh-i Mahfuz’da bu şekilÂode resmedilmiştir   
 
 Bizim gibi sıradan insanların nefsü’l-emirdeki mutlak hakikatleri bir bütün olarak kavraması mümkün değildir
  Nefsül-emirdeki İlâhî isimlerin hakiki hakikatlerine, kısmen kutup şahsiyetler ve tam olaÂorak da derecelerine göre peyÂogamberler vâkıf olmuştur  Efendimiz’de (sav) ise bu vukuf azamî derecededir  Tahmin edemeyeceğimiz, hayalinden aciz olduğumuz bir derecede; çember-ekvator karşılaştırmaÂosının sönük kaldığı bir dereceÂode; belki de bütün benzetme ve idrakleri aşan bir derecede   
 
 Bazı hakikatleri idrak etÂomemiz mümkün değildir, zira istidadımız elvermiyor
  İlâhî isimler ve sıfatlar fıtratlardaki farklılıklara göre farklı nisbetlerde tecelli ediyor  Herkes dünyayı kendi ayinesinden görüyor  Ancak, hakikat-ı insaniyemizdeki fıtrî istidatları keşfeÂodip bunları işleyerek idrak ayÂonamızı büyütmemiz, yani ilim dairemizi genişletmemiz de mümkün  Kur’ân ve kâinatı okuyarak yapılan tefekkür ve istikrarlı salih ameller, imanî hakikatlerin İdrakinde yepyeni buudlar kazandırır, yeni penÂocereler açar ve ufku genişletir  Hakikatler bambaşka bir keyfiÂoyette görülmeye başlar ve inÂosan ancak bundan sonra “hadÂodini” bilebilir  Evet, “ne mutlu o insana ki, haddini bilir ve aşmaz” sözü meşhur bir deyiştir  Gerçekten de insanın hakikatte haddini bilmesi koÂolay değildir  Zira bunun için başkalarının sınırıyla kendisininkini karşılaştırmak zorundaÂodır  Bu karşılaştırmayı sağlıklı yapabilmesi için de enaniyetini terk etmesi, kendisini büyüÂoteç altında inceleme eğiliminÂoden kurtulması gereklidir  Aksi takdirde, damla ile deniz araÂosındaki farktan gafil olarak, hata üstüne hata işler  Böyle insanlar, hadlerini aşıp engin ruhları tenkit ederler  Meselâ: “Şu meselede hata etmişler, bu konuda uğraşmaları geÂoreksizdi, henüz zamanı değilÂodi” gibi iddialarda bulunurlar  Oysa bilmezler ki, hata dedikÂoleri şeyler, hatasız gördükleri şeylerden daha hatasızdır; geÂoreksiz dedikleri şeyler, gerekli gördükleri şeylerden daha geÂoreklidir; zamansız dedikleri şeyler de, tam zamanında olÂoduğuna inandıkları şeylerden daha yerinde ve zamanındaÂodır   
 
 Özetle, insanların zihin, ruh ve kalpleri âfâkî ve enfüsî mânâ ve mesajlarla yoğrulur
  Medya, bilgisayar programları ve sohbetlerle    Tabiatı temaÂoşa ve tefekkürle    Neticede kim neyle uğraşıyorsa, onun için “dünya” o olur  
 
 Şu anda kim bilir kimler, hangi eserlerle zihinlerini şekilÂolendiriyorlar ve kim bilir kaç kişi piyasadaki sulandırılmış eserler yüzünden orijinal hakiÂokatlere bir türlü ulaşamıyor?
 
 
 Yine şu anda kim bilir kaç tane bedbaht, bir kaşık irfanıyla umman şahsiyetler hakkında tahmin ve zanlarda bulunuyor, kim bilir kaç kişi bilmediklerinin dehşetiyle ürperiyor?
 
 |