Prof. Dr. Sinsi
|
Kız Kulesi Hakkında

Kızkulesi, Asya ile Avrupa'nın kesiştiği bir noktada, Asya sahillerinden bir ok atımı uzaklıkta bir taş tümseğe oturtulmuş bir kuledir İki kıta arasındaki konumu sebebiyle dünyada eşi benzeri olmayan yapılar konumundadır
Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanan bu küçük kule, İstanbul'un tarihine eş bir tarih yaşamış ve bu kentin yaşadıklarına görgü şahitliği yapmıştır Antik çağda başlayan geçmişi ile Yunan'dan Bizans İmparatorluğu'na Bizans'dan Osmanlı İmparatorluğu'na, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir

Standart KIZ KULESİ---Tüm Yönleriyle Eski Tarihi
Kızkulesi Hakkında
Kızkulesi, Asya ile Avrupa'nın kesiştiği bir noktada, Asya sahillerinden bir ok atımı uzaklıkta bir taş tümseğe oturtulmuş bir kuledir İki kıta arasındaki konumu sebebiyle dünyada eşi benzeri olmayan yapılar konumundadır
Geçmişi 2500 yıl öncesine dayanan bu küçük kule, İstanbul'un tarihine eş bir tarih yaşamış ve bu kentin yaşadıklarına görgü şahitliği yapmıştır Antik çağda başlayan geçmişi ile Yunan'dan Bizans İmparatorluğu'na Bizans'dan Osmanlı İmparatorluğu'na, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir
İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans Dönemi'nde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır
Osmanlı Dönemi'nde ise gösteri platformundan savunma kalesine, sürgün istasyonundan karantina adasına kadar bir çok işlev yüklenmiştir
Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kızkulesi   
Yüzyıllar boyu hep hikayeleri ile anılan bu kule 2500 yıl sonra Hamoğlu Holding'in yaptığı restorasyondan sonra ilk kez kapılarını insanlara açmıştır Yalnızlığın, aşkın, ulaşılmazlığın ve daha birçok şeyin sembolü olan kule için onlarca şiir yazılmış, yüzlerce resim yapılmış ve binlerce fotoğraf çekilmiştir 2500 yaşında ve her dem genç kalacak olan Kızkulesi'nin insanı büyüleyen gizem dolu atmosferi ile tanışmak ve gerçek hikayelerini dinlemek için gelin siz de o küçük pencerelerinden bakın   
Kızkulesi'nin Tarihçesi
Kızkulesi'nin mimari yapılanma süreci M Ö 341 yılına kadar uzanır O dönemlerde boğazın çıkıntısı olan bu burun, (daha önce yarımada olduğu ile ilgili söylenceler vardır) "vus" adı ile anılır Bu tarihte Komutan Chares'in eşi için, mermer sütunlar üzerine yapılan bir anıt mezar kimliğinden sonra, M Ö 410'da Sarayburnu'nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilerek, boğazın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu haline getirilir
M S 1110'lara geldiğimizde ise ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir Savunma kulesi olarak inşa ettirilen bu yapı "Küçük Kale" anlamına gelen Arcla adını alır
Bu yapı ile ilgili net bilgiler olmamakla birlikte bugünkü boyutlarına yakın olduğu düşünülmektedir
İstanbul'un fethi sırasında savunma amaçlı olarak kullanılan kule, 1453 yılından sonra çok farklı amaçlarla kullanılmıştır Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada adaya yerleştirilen topların atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır

1509 depreminde zarar gören yapı, daha sonraki yıllarda tekrar inşa ettirilir
Bunun dışında ilave edilen fenerle de gemilere yol gösterme işlevi yüklenir O dönemde inşa edilen yapı, kule ve kale olarak iki ayrı bölümden oluşmuş ve içine sarnıç yapılmıştır
1719 yılında fenerden çıkan alevle yanan kızkulesi, 1725 yılında şehrin Başmimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından tekrar onarılır Kule kısmı biraz değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe oturtturulur ve bina kagir olarak tekrar yapılır
Yıldırım düşmesinden gemi çarpmasına kadar pek çok felakete maruz kalan yapı, 18 yüzyılda sürgün için bir ön istasyon işlevi görür
1830 senesinde kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlanır ve toplarla donatılır 1832 yıllarında tekrar bir tadilattan geçerek, kubbenin üzerinden yükselen bir bayrak direğine sahip olur
Ve ünlü hattat Rakim'in yazısı ile kapısının üzerindeki mermere Sultan II Mahmut'un tuğrasını taşıyan kitabe yerleştirilir
1857'de tekrar fener ilave edilir ve 1920 yılında fenerin lambası otomatik ışık yapma sistemine kavuşur
1944 senesinde restorasyon yapılır
1959 senesinde Askeriye'ye devredilir ve radar istasyonu olarak kullanılır
1982 senesinde Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ne devredilir, bu dönemde bir ara geçici olarak siyanür deposu olarak kullanılır
1992' den itibaren buranın özel sektöre devri konuşulur, İstanbul Belediyesi, Üsküdar Belediyesi, Mimarlar Odası, Şairler, Turing, Ulusoy Şirketler Grubu gibi pek çok kurum çeşitli medyatik projeler üretirler   
Efsaneler
Kızkulesi'nin ulaşılmazlığı nedeniyle, insanlar onun içinde yaşanılanlar hakkında çok fazla bilgiye sahip olamamışlar ve içi ile ilgili hikayeler anlatmak ve düşler kurmak ile yetinmişlerdir
Kızkulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius'un kaydettiği bir aşk hikayesidir Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye, Hero'nun kuleden ayrılmasıyla başlar Hero Afrodit'in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır Yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero'nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi'nden boğazın sularına bırakır
Kavuşamayan aşıklara atfen anlatılan bu hikayeden başka bir de; Kleopatra'nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılan hikayesi vardır Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızı onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır Kral, kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirir Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır Yılanın, ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır
En son anlatılan hikaye ise Osmanlı Dönemi ile ilgilidir Battal Gazi'nin askerleri ile Kızkulesi'ne baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru'nun kızını kaçırdığı ile ilgili hikayedir Battal Gazi tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar'dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır Çokça bilinen "Atı alan Üsküdar'ı geçti" lafı bu hikayeden gelir

Bu hikayeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir
Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız-Kulesi ismini vermişlerdir Antikçağ'da Arkla (küçük kale) ve Damialis (dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da Tour Leandros ismi ile ün yapmıştır Şimdi ise "Kızkulesi" ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır
Kent Plancısı Gözüyle Kız Kulesi
Ö Faruk CEBECİ, Kent Plancısı

Güzelliğin, ulaşılamamışlığın gizeminde saklıydı
Kız kulesi masallardaki kaf dağı gibidir Hakında söylenceler olan bir yapı / bir simgedir
Eski fotoğraflarda, gravürlerde gördüğümüz kızkulesi ile resterasyon sonucu oluşan kızkulesi arasındaki fark kent toplumunun (kentlinin) imgeleminde oluşan görüntü arasında çelişkilere neden olmaktadır
Bireyin çevresini algılamasında ve imgeleminde yaşatmasında nirengi noktaları vardır Aynı biçimde bireyin kenti algılamasında da kentsel nirengi noktaları vardır Bu genel anlamda dışarıdan başlayarak kentin silüeti, silüete etki eden önemli yapılar, kentin girişi, meydanlar, sokaklar, çıkmaz sokaklar (ve çıkmaz sokakların gizemini ve sıcaklığını bilmeyen imar yasası) tüm bunlar kentsel imgeyi belleğe çivileyen ve bunun çevresinde dokunan noktalardır - ki bu noktalar genelde tarihsel yapılardır
Salacaktan görünen İstanbul silüeti ve onun önünde yeralan Kızkulesi bir bütün içinde görünmektedir
Ancak tüm kentsel imgeler ulaşılamayan noktalardır diye bir genelleme yapılamaz örneğin Ayasofya içine elbette girilen, koridorlarında dolaşılan bir yapıdır ve imgesi de bununla birlikte oluşmuştur zaten Kız kulesinin imgesi ise tam tersine uzaktan izlenmesi teması ile bütünleşmiştir - ki bu bütünsel kavram oraya hiçkimsenin ulaşamıyor olması ile birliktedir
Mecnun'un, Ferhat'ın, Romeo'nun bu denli bir tutkuya kapılmalarının ruhsal çözümlemesini, ulaşılamayan sevgilinin, bireyin içsel dünyasında büyüyen imgesinde aramak gerekiyor
Peki eğer sevgililerine, Leyla'ya, Şirin'e, Juliet'e ulaşsalardı bu büyük aşklar yaşanır mıydı / yazılır mıydı ? Belki evet, bence hayır
Elbette düşlenen sevgiliye ulaşmanın, birlikteliğin güzelliği, doyumu kuşkusuz doğrudur
Ancak öyle imgeler, düşler, varlıklar vardır ki onlara ulaşmak (bir tabu gibi) düş dünyamızda onları yaşatmak da bireyi zenginleştiren unsurlardır Bazı kentsel imgeler de böyledir Bir kentin görünen silüeti içine girildiğinde de algılanamaz ve dışardan verdiği güzel görüntü duyumsanamaz
İşte kız kulesi tam da böyle bir imgedir
Onun güzelliği ulaşılamamışlığının gizeminde saklıdır
Kızkulesi'ne olanlar
Kızkulesi'nde yapılan rezilliklere kim, nasıl izin verdi? Bu işte bizlerin suçu yok mu?
Korhan GÜMÜŞ
Gazetenin biri geçenlerde yazdı: Müjde! Kızkulesi bitti Halkımız bir an önce ona kavuşmayı bekliyor! Bunun üzerine uzun zamandır birlikte çalıştığımız İstanbul Kültür Varlıklarını Korumak İçin Tavşanlar Grubu (İKVKİTG) olarak her zaman olduğu gibi kendi aramızda çok gizli bir toplantı yaptık ve çok gizli kararlar aldık Bu toplantı gizli olduğu için sizin bundan haberiniz olmayacaktı Ancak toplantı bittiğinde bir arkadaşımız, "Zaten her şey milletin gözünün önünde oluyor, bu toplantının gizli olmasının ne anlamı var" diye sordu "Yıllardır hep kendimizi gizlemek için İstanbul'a olan bitenlerden şikayetçi olduk Ama gerçekten bir şeyleri değiştirmek isteseydik hem böyle yapmaz, hem böyle de adlandırılmazdık" Bu konuşma toplantıda soğuk bir rüzgar estirdi Herkes başını önüne eğdi Bunun üzerine arkadaşımız "gerçekleri söylemenin zamanı geldi mi?" diye sordu Bunun üzerine konuştuklarımızı size iletmeye karar verdik
Kamuoyuna açıklama:
İstanbul bitecek, Kızkuleleri bitmeyecek
Yıllardır hafızalarımızda beyaz rengi ile yerleşmiş olan Kızkulesi birden bire sararmış bir hayalet gibi çıktı karşımıza Sıvaları kazındı, kale kısmına asma kat yapılıp, dizi dizi pencereler açıldı Kulesine çelik kelepçe takıldı Daha fazla müşteriye hizmet vermek için ada platformu genişletildi Giriş bölümü İstanbul'da "restore" edilen ahşap yapılara benzetildi
Şu İstanbul'da nelere şahit olmadık ki  
Kızkulesi'nin yanlış restorasyon uygulamasına kurban edildiği söyleniyormuş Bizim gibi bazı "çok bilmiş de az bilmişler", hatta bu açıklamayı kaleme alanlar, yalnızca Kızkulesi'ne değil, bütün İstanbul'a olup bitenleri, kamoyuna anlatmak için çaba gösteriyorlarmış
Hadi canım, siz de
Kızkulesi'ni biz bu hale getirdik Sizin haberiniz bile yok
Kızkulesi'ni yapanın bizden başkaları -mimar veya müteahhit- olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz
O uzaktan küçücük gözüken Kızkulesi aslında öyle büyük ki, bütün İstanbul sığabilir içine
Bu şehirde dünyanın en kötü, en çağdışı, en berbat mimari koruma uygulamalarına seyirci kaldık Hatta içimizde utanmadan yapılanları alkışlayanlarımız bile oldu
Bizden duyacağınız bir kapı gıcırtısı, o kadar Siz bizim gıcırtılarımızı duyup Kızkulesi'ne yapılanlara karşı çıkıyoruz zannediyorsunuz Yanılıyorsunuz Söylenmekten, şikayet etmekten başka hiçbir şey yapmıyoruz
Biz aslında hiçbir şey yapmak istemiyoruz
Bir şeyler yapmak şöyle dursun, sorumluluklarımızdan sıyrılmak için büyük bir gayret sarf ediyoruz
Bizim bu işte hiç mi sorumluluğumuz yok?
Bizim çevredeki yaygın yaklaşıma göre bu şehirde bütün olup bitenler gibi, Kızkulesi'ne olanlardan beğenisi gelişmemiş, araştırmaya önem vermeyen, bilimsel kriterleri dikkate almayan, çıkar peşinde koşan kişiler sorumlu Bizim bu işte sorumluluğumuz yok İşi bilenlerin, doğruyu söyleyenlerin sesi ne yazık ki çok güçsüz
Yöneticilerin aklı başında kararlar almasını, proje müelliflerinin, müteahhitlerin çok daha dikkatli olmasını bekleyebilirsiniz Ama onlardan bunları beklemek için önce kendi yapmanız gereken şeyler de var
Kamuoyunu neyin nasıl yapılacağı konusunda asıl bilgilendirmesi gerekenleri -yani eksper denen grupların- seyretmek yerine sonuçları değiştirmeye çalışmalarını, için gerekli adımları atmalarını beklemeniz gerekir Çünkü yönetimlerin, çıkar çevrelerinin, işi bilmeyenlerin ne yaptığından çok, bizim gibilerin ne yaptığı önemli
Üzerinde anlaşılan ve bütün bileşenlerinin korumak için seferber olduğu sistem - bu ülkede korunan tek şey- şöyle çalışıyor: "Bir iş yalnızca bizi ilgilendirir Bilimsel bir konu olduğu için halk zaten anlamaz Ayrıca bu halka da hiç ama hiç güvenilmez! "
Evimize bir eşya alırken bile konuşup karar veriyoruz, ama en önemli projelerde açıklık ve mutabakat aramıyoruz Bu yüzden ancak iş işten geçtikten sonra tartışıyoruz Avrupa'nın falanca şehrindeki bir proje hakkında bilgi alabiliyorsunuz da, burnunuzun dibindeki Kızkulesi'ne ne yapılacağı konusunda -göbeğinizi çatlatsanız dahi- bilgi alamıyorsunuz Başka ülkelerde imar ve kültür varlıklarının korunmasına dair mevzuat, her şeyden önce karar organlarının bilgiyi paylaşma sorumluluğunu getiriyor Bu yüzden kentsel koruma konusundaki çağdaş uygulamalarda projelendirme aşaması sağlam mutabakatlara dayanıyor
Proje denen şey yöneticilerin duvarlarını süslemeyi değil, bir iş yapılmadan önce neyin yapılacağını önceden görmek, bilmek, tartışmak ve kararlaştırmak için gerekli Hukuk toplumlarında şeffaflık laf olsun diye değil, kararların şekilciliğe hapis olmaması için önemli
Plan, proje gibi kavramlar hukuk toplumunun kavramları Bir şeyin korunması için toplumsal bir konsensüs oluşturmaya yararlar Örneğin kentsel kültürel mirasın korunması için bir yasa yapılmışsa, bu yöneticilerin halka inşaatlarını nasıl yapmaları gerektiğini söylemeleri için değil, karar alma mekanizmalarının nasıl işlediğini göstermek içindir Bu süreç kamu projelerinden kişilere tanınan imar haklarına kadar uzanır
Kızkulesi örneğinde "proje"den önce, bir kentsel simge için -bütün dünyada olduğu gibi- uygulanacak koruma ilkeleri tanımlansaydı, belirlenseydi, aşağıdaki sorulara şimdi, iş işten geçtikten sonra cevap aramak zorunda kalır mıydık? Kamuoyunda bu ilkeler paylaşılaydı, kamu yönetimleri bu kadar "gevşek" davranabilir miydi? Projeyi yönlendiren ve işlevini belirleyen ilkelerin önceden bilinmesi gerekli değil mi? Yasal çerçevenin aslında sorumlulukları kamu yönetiminde toplayan şekilci bir denetimi değil de bilgi paylaşımını sağlayan mekanizmaları tarif etmesi gerekmiyor mu? Ne yapılacağını bilmek yalnızca projenin doğru olup olmadığını tespit etmek anlamında değil, kamu otoritesinin görevini yerine getirmesini sağlamak için önemli değil mi?
Haklı olarak "Kimler kurul üyesi olmalı, kimler yerel yönetimlerden hangi projeleri kapmalı, projeleri kurullardan nasıl geçirilmeli gibi konularda uğraşanların yorgan kapma mücadelesi bizi ilgilendirmiyor" diyebilirsiniz Ama İstanbul'da olup bitenleri sonuçlarının hepimizi fazlasıyla ilgilendirdiğini düşünürseniz, İstanbul'un yaşanabilir bir şehir olması için imar planlarının, kentsel kamusal projeler ile ilgili kararların şeffaflaştırılmasını talep etmeliyiz Çünkü aşağıdaki sonuçları kurgulama aşamasındayken bilme hakkımız var
Bilmeyi talep ediyoruz
Tavşanlar Grubu'nun artık hiçbir gizliliği kalmayan gündemi:
1 Kızkulesi'nin çevresindeki platformun genişletilmesi nasıl oldu? Buna kim, nasıl izin verdi? Eğer kimse izin vermedi ise, neden durdurulamadı? Kazık çakılırken görülmedi mi? Platformun kenarlara dikilen beton babalar da neyin nesi? Yoksa platformun kenarı da parapetle mi çevrelenecek?
2 Kızkulesi'nin tıpkı bir deniz feneri gibi beyaz olan rengi neden sarardı? Sıvalar neden söküldü? Kızkulesi'nin yakın tarihteki (geçen yüzyıl başındaki) son görüntüsü esas alındıysa, yapının cephesini surların beden duvarlarının görünümüne benzetmek bir mimari fantezi değil miydi? Bu önemli değişiklik projede yer alıyor muydu? Bu değişikliklere kim izin verdi? Vermediyse neden kimsenin haberi olmadı?
3 Kızkulesi'nin çelik strüktürle dıştan takviyesi için yapılan değişiklikler nedeniyle mi oldu? Bu takviyenin yapının görünümünü etkilemeyecek biçimde (örneğin Hidiv Kasrı seyir kulesinin yapımında olduğu gibi) içten yapılması mümkün değil miydi? Çelik takviyelerin yapılması zorunlu muydu? Çelik takviyeler geçici mi, kalıcı mıydı?
4 Kızkulesi'nin girişinde yer alan ahşap bölümün karakterini kaybetmesi çok gerekli miydi? Beyaz olan rengi neden değişti? Yapının bu bölümünü bu kadar "cilalı" bir "touch"a sahip olması projede öngörülüyor muydu? Girişteki servis fonksiyonlarının öne çıkmasının nedeni, bu yapının yeni fonksiyonunu belirlemek için miydi?
5 Dendalar (kale duvarı dişleri) nasıl pencereye dönüştürüldü? Dendanların pencereye dönüştürülmesi projede yer alıyor muydu? Kale bölümünün içine yapılan asma kat için kim izin verdi? Yer döneşemeleri cilalı granit döşemek, mekânın içini bir otel restoranı gibi donatmak çok gerekli miydi?
6 Kulenin seyir balkonunun da cilalı granit döşenmesinin gerekçesi neydi? Pencere ve kapı kolları için örneklerden hareketle özel bir üretim yapılamaz mıydı? Yoksa  Burası zaten bir otelin restoranıydı da, birileri gelip burayı orjinallik olsun diye mi Kızkulesi'ne benzetti? Kızkulesi'ni kim restorana benzetti? Kim bir restoranı Kızkulesi'ne benzetti?
Arkadaşımızın söylediğine göre eğer grubumuzun adı tavşanlar grubu olmasaydı, bugün bu soruları boşu boşuna sormazdık
Çünkü ne yapılacağını bilirdik  

|