Yalnız Mesajı Göster

Alfabetik Deyimler Sözlüğü

Eski 08-17-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Alfabetik Deyimler Sözlüğü



Gafil avlanmak: Hiç beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız olduğu sırada zor duruma düşürülmek"Ben gafil avlanacak bir insan değildim ama oldu bir kere"


Gaflet basmak: Uykusu gelmek"Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem"


Gam yememek: Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek"Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem"


Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan"Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor"


Gâvur etmek: Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak"Onca parayı bu eve verip gâvur etti"


Gâvur inadı: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat"Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor"


Gazel okumak: 1 Gazel söylemek 2 Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek"Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!"


Gece kuşu: Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse"Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu"


Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek"Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık"


Geçer akçe: Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey)"Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır"


Geçimini sağlamak: Yaşamak için gerekli olanı elde etmek"Geçimini sağlamak için hemen her yola başvurdu"


Geçmişini karıştırmak: Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek


Geçti Bor`un pazarı (sür eşeğini Niğde`ye): "İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında kullanılır


Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki" anlamlarında kullanılır"Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler"


Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak"Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?"


Gel keyfim gel: Bir durumdan duyulan memnunluk, işlerin yolunda gitmesi anlatılır


Gel zaman git zaman: Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra"Gel zaman git zaman bu ikisi beraberce yaptılar bu evi"


Gemi azıya almak: 1 Söz dinlemez olmak 2 At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak


Geniş gönüllü: Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan"Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil"


Geri basmak: Geri geri gitmek"Heyecanlanınca geri basmaya başladı"


Geri çekilmek: 1 Kaçmak, bulunduğu yerden arka arkaya doğru gitmek 2 Karıştığı bir işi sürdürmekten ya da sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek"Düşmanın çokluğu karşısında geri çekilmekten başka çaremiz kalmamıştı"


Geri çevirmek: 1 İade etmek, geldiği yere göndermek, kabul etmemek"Ona aldığım hediyeyi rüşvettir diye geri çevirdi"


Geri durmamak: Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek"Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır"


Geri hizmet: 1 Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü 2 Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev"Senin bu savaşta, geri hizmette bulunacağını söylediler bana"


Geri kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu


Gıcık tutmak: Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak"Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı"


Gıcık vermek: 1 Birini kızdırıp sinirlendirmek 2 Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak"Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum"


Gık dememek: Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak"Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi"


Gına gelmek: Usanmak, bıkmak"Bu işten gına geldi artık"


Gırla gitmek: 1 Bol bol ortaya dökülüp harcanmak 2 Uzun sürmek


Gırtlağına kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde borçlanmak"Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim"


Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek"Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın"


Gidiş o gidiş: "Gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı" anlamında kullanılır


Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek"Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı"

Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad"Senin göbek adın nedir?"


Göğsü kabarmak: İftihar etmek, övünç duymak"Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum"


Göğüs geçirmek: Üzüntülü bir şekilde soluk almak, içini çekmek"Eski hatıraları gözünde canlanınca derin derin göğüs geçirdi"


Göğüs germek: Bir zorluğa dayanmak, karşı koymak"Bu güne birçok zorluklara göğüs gererek geldik"


Göklere çıkarmak: Aşırı ölçüde övmek"Adamı bu basit iş için göklere çıkartıp şımarttıkça şımarttılar"


Gökten zembille mi indi?: "Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında kullanılır


Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak


Gölge etmek: 1 Işığa engel olmak 2 Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak"Gölge etme de şu işi zamanında yapayım"


Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak"Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez"


Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert


Gönlü kalmak: 1 Gücenmek 2 İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek"Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı"

Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen


Gönülden geçirmek: Bir şeyi yapmayı düşünmek, olmasını istemek, o şeyi düşünür olmak"Ben de o işi yapmayı gönlümden geçirmiştim"


Gönlünden kopmak: Birine iyilik yapma ya da bir şeyi verme isteği, içinde aniden doğuvermek"Gönlünden kopanı vermek kadar güzel bir şey olamaz"


Gönlüne göre: İsteğine uygun olarak, dilediğine göre"Allah gönlüne göre verir inşallah"


Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan"Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim"


Gönül almak: 1 Sevindirmek, hoşnut ettirmek 2 Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek"Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın"


Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak"Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan"


Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse)"O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi"


Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak"Gönül kırmakta üstüne yoktur onun"


Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak


Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek"Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona"


Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek


Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi"Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez"


Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri"partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı"


Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak"Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum"


Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok çabuk, kısa bir zamanda"O işi göz açıp kapayıncaya kadar yaparız"


Göz açtırmamak: Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat vermemek"Çalışan işçilere hiç göz açtırmadı"


Göz alıcı: Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat çekici"Oldukça göz alıcı bir elbise"


Göz atmak: Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek"Kütüphaneye şöyle bir göz atıp gitti"


Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak


Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse)"Babam benim göz bebeğimdir"


Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak"Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!"


Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak"Evi ister istemez gözden çıkardılar"


Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek"Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü"


Gözden geçirmek: 1 Okumak 2 Durumu incelemek 3 Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak"Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?"


Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak"Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu"


Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: "Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılır


Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek"Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu"


Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek"Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!"


Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak"Komşusunun tarlasına göz dikti"


Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek"Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor"


Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek"Vatan için kim ölümü göze almaz ki?"


Göze batmak: 1 Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek 2 Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak"Her davranışınla gözüme batıyorsun Kendine bir çeki düzen ver"


Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek"O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu"


Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak"Kısa zamanda göze girmeyi başardı"


Göze göz, dişe diş: Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma"Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir"


Göz gezdirmek: 1 Derinlemesine incelemeden okumak 2 Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek"Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım"


Göz göre göre: Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde"Göz göre göre yaktılar zavallının evini"


Göz gözü görmemek: Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak"Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu"


Göz hakkı: Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça"Çocukların göz hakkını ayırmayı da sakın unutmayın"


Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak"Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar"


Göz kamaştırmak: 1 Hayran bırakmak 2 Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi"Kapıdan çıkar çıkmaz göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar"


Göz kararı: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama"Kumaşı göz kararı ölçüp verdi"


Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak"Yoldan geçen adama göz kesildi"


Göz kırpmadan: 1 Hiç duraksayıp çekinmeden 2 Acımadan, merhamet etmeden"Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler"


Göz kırpmak: Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru olmadığını gözünü açıp kapayarak belirtmek"Kalabalık içinde birbirlerine göz kırparak gülümsediler"


Göz kırpmamak: 1 Hiç uyumamak 2 Tehlikeye aldırmamak"Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm"


Göz kulak olmak: 1 Korumak, bakmak, gözetmek 2 Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak"Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin"


Gözleri bulutlanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek


Gözleri dolmak: Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş yürümek"Hiç beklemediği bir anda beni karşısında görünce gözleri dolu dolu oldu"


Gözleri fal taşı gibi açılmak: Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış olmak


Gözleri fıldır fıldır etmek: Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak


Gözleri kan çanağına dönmek: Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış olması


Gözleri kapanmak: 1 Çok uykusu gelmiş olmak 2 Ölmek"Yemeği yer yemez gözleri kapandı, horlamaya başladı"


Gözlerine inanmamak: Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple gördüğünün gerçek olduğuna inanmamak"Gözlerime inanamıyorum, sen misin Ahmet?"


Gözlerini (gözünü) kan bürümek: Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle gelmek"Bir adamın gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir"


Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli etmek"Sınıfını geçtiğini öğrenen Halim`in gözlerinin içi gülüyordu"


Gözleri yaşarmak: Üzücü ve duygulandırıcı bir durum karşısında gözlerinden yaş gelmek"Gurbetteki oğlundan gelen mektup eline tutuşturulunca gözleri yaşardı"


Gözleri yollarda kalmak: Özlemle beklemek


Göz nuru dökmek: Göz emeği harcamak; gözün dikkatini, elin emeğini gerektiren ince bir iş yapmak ve işte uzun süre çalışmak"Onca göz nuru döktüğü el işleri ürünleri çok ucuza satılınca kahroldu"


Göz önünde tutmak (bulundurmak): Dikkate almak Herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba katmak"Yola çıkıyorsunuz ama yağmuru da göz önünde tutun"


Göz ucuyla bakmak: Belli etmemeye çalışarak, başını çevirmeden göz kenarı ile yandan bakmak"Yabancı askerlere göz ucuyla bakmaya başladı"


Gözü aç: Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiğinden fazlasını isteyen"Gözü aç insanlar topluma huzur vermezler"


Gözü açık: Uyanık, kurnaz, çıkarlarını iyi kollayan, becerikli, zeki"Senin çocuk gözü açık birisi olacak galiba"


Gözü açık gitmek: Çok istediği şeylere kavuşamadan ölmek"Halam `gurbete giden oğluma kavuşamadan ölürsem gözüm açık gider` dedi"


Gözü açılmak: Yararlıyı yararsızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilir duruma gelmek"Yaşı büyüdükçe gözü de açılmaya başladı"


Gözü arkada kalmak: Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek, merak etmek"Köyden ayrılıyordu ama gözü de arkada kalmıştı"


Gözü bağlı: 1 Sorup soruşturmadan, anlayıp anlamadan 2 Gafil, çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan"Hiçbir zaman gözü bağlı biri olmanı istemem senin"


Gözü dalmak: Gözlerini bir noktaya dikerek dalgın dalgın bakmak"Zavallı ihtiyar bir noktaya gözü dalmış öylece duruyordu"


Gözü doymak: Çok istenen bir şeye kavuşup, artık istemez duruma gelmek"Sanırım şimdi gözün doymuştur, daha istemezsin artık"


Gözü gibi sakınmak (esirgemek): Bir şeye aşırı derecede ilgi duymak, onu koruyup gözetmek, dikkatle muhafaza etmek"Çocuğunu gözü gibi sakınıyordu kadıncağız"


Gözü hiçbir şey görmemek: Heyecana, öfkeye ya da önem verdiği bir işe kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek"Kendinden öylesine geçmişti ki gözü hiçbir şeyi görmez olmuştu"


Gözü ısırmak: Bir kimseyi sanki tanır gibi olmak


Gözü ilişmek: İstemeden, birdenbire, rastgele görmek


Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda başkalarına ve kendisine güvenmek"Onca işi yapmaya gözün kesiyor mu?"


Gözü kara (veya pek): Cesur, atak, korkusuz, tehlikeli işlere tereddüt etmeden girebilen"O gözü kara bir insandı"


Gözü korkmak: Daha önce başından geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği endişesine kapılmak ve o işi yapmaktan çekinmek


Gözünde büyümek: Olduğundan fazla büyük ya da güç görünmek"Onca yolu nasıl yürüyeceğim, gittikçe gözümde büyüyor"


Gözünde büyütmek: Bir şeyi, olayı, kimseyi veya işi abartmak


Gözlerinden uyku akmak: Çok uykusu geldiği için göz kapakları kapanır gibi olmak"Çocukcağızın gözlerinden uyku akıyor, şunu yatağına yatırın"


Gözüne bakmak: 1 Verilen emri yapmak üzere işaret beklemek, işareti verecek kimseyi gözlemek 2 Gerektiğinden fazla dikkat göstermek, koruyup gözetmek"Üç kuruş para verecek diye adamın gözünün içine bakıyor, ne derse yapıyoruz, daha ne istiyor bizden"


Gözüne dizine dursun: Nankörlük eden kimseye karşı söylenen ilenme sözü " Allah, bu nankörlüğünün cezasını versin" anlamında kullanılır


Gözüne girmek: Birinin sevgi ve ilgisini kazanmak

Gözüne sokmak: 1 Görmek istemediği bir şeyi zorla göstermek 2 Bir çaba sonucu, bir kimseyi büyüğünün beğenmesini sağlamak"Kalemi gözüne sokarcasına uzattı"


Gözüne uyku girmemek: Uykusuz kalmak, hiç uyumamak"Gözüme uyku girmedi bu gece"


Gözünü açmak: 1 Uyanık, dikkatli olmak 2 Birisine bilgiler vererek görüşünü genişletmek"Gözünü aç, işini kimseye kaptırma"

Gözünü ayırmamak: Bir şeye devamlı bakmaktan kendini alamamak"Devamlı yola bakıyor, gözünü ayıramıyordu"


Gözünü çıkarmak: Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü seçmek"Öyle bir taş attı ki az kalsın kuzunun gözünü çıkaracaktı"


Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakınmamak): Tehlikeli işlere girişmekten çekinmemek"Sen ki gençliğinde gözünü daldan budaktan sakınmazdın, ne oldu sana böyle?"


Gözünü dört açmak: Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak"Gözünü dört aç da kuru odun yerine yaş odun koymasınlar"


Gözünü kan bürümek: Birisini öldürecek kadar öfkelenmek"Katillerin gözünü kan bürümüştü, önlerine çıkanı öldürüyorlardı"


Gözünü kapamak: 1 Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak 2 Ölmek"Dedem gözünü kapayınca o koca aile birdenbire dağılıvermiş"


Gözünü korkutmak: Yıldırmak, karşı duramaz hâle getirmek"İlk işi, adamlarıyla kasaba halkının gözünü korkutmak oldu"


Gözünün önünden gitmemek: Unutamamak, her an görür gibi olmak"Gözümün önünden gitmiyor onun hayâli"


Gözünün yaşına bakmamak: Hiç acımamak, merhamet etmemek"Gözünün yaşına bakmadan hapse attılar adamı"


Gözü pek (kara): Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere aldırmayan"Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarını açık oynarlar"


Gözü sulu: En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tutamayan"Senin kız da amma gözü sulu biriymiş"


Gözü tok: Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, cömert"O mu? Gözü tok bir insandır, inanın"


Gözü tutmak: Güvenmek, beğenmek"O adamı gözüm tuttu benim"


Gözü üzerinde olmak: Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalışmak"Gözünüz üzerinde olsun, devamlı izleyin onu"


Gözü yılmak: Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek"Sebzecilik işinden gözüm yıldı, bir daha bu işe girişeceğimi sanmıyorum"


Gözü yükseklerde olmak: Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak istemek, böyle bir amacı gütmek"Bundan böyle küçük şeylerle yetinme, gözün yükseklerde olsun daima"


Göz yummak: Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek, bağışlamak"Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter"


Göz yummamak: 1 Hoş görmemek, bağışlamamak 2 Hiç uyumamak"Sabaha kadar gözlerimi yummadım"


Gururunu okşamak: Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek duygulandırmak


Gücüne gitmek: Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır gelmek"Doğrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o sözleri"


Güllük gülistanlık: Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan yer"Ne zaman güllük gülistanlık içinde olacağız acaba?"


Gülmekten kırılmak: Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düşmek"Ne matrak adamdı, hareketlerine gülmekten kırıldık hepimiz"


Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde durmamak"Gülüp geçilecek bir iş sanmayın sakın, ciddi durun üzerinde"


Günaha girmek: Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek"Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir"


Günaha sokmak: Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak"Kes sesini de bizi günaha sokma"


Günahını vermez: "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır


Günah işlemek: Dince suç sayılan bir iş yapmak"Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır"


Gün almak: 1 Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak 2 Yaşını bitirip daha sonraki yılın bir ya da birkaç gününü almak"Doktordan gün almayı unutmamışsındır umarım"


Gün batmak: Güneş batmak"Gün batmadan yola çıkmalıyız"


Güneş almak: Bir yere güneş ışığı ulaşmak"Evin bir odası güneş almıyor"


Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek"Kaygılanma evlâdım, daha çok günler göreceksin inşallah"


Gün görmüş: Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış"Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım"


Gün ışığına çıkmak: Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak"İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır"


Günleri sayılı olmak: 1 İçinde olunan günlerde ölecek olmak 2 Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü kalmak"Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri sayılıymış"


Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere"Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz"


Günün adamı: 1 Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse 2 Kendisinden o günlerde çok söz edilen


Gününü doldurmak: Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak"Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin"


Gününü gün etmek: Eline geçen imkânları değerlendirmek, hiçbir şeyi dert edinmeyip hoşça vakit geçirmek"Gününü gün eden yöneticilerden kurtulacağımız günler yakındır"


Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak: Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak"Öyle her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?"


Güven beslemek: Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek"O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız"


Güvendiği dağlara kar yağmak: Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı anlaşılmak"Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar yağmaz"


Güven kazanmak: Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak"İnsan, önce güven kazanmalıdır"


Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak"Oldukça güven veren birisin"

Alıntı Yaparak Cevapla