Yalnız Mesajı Göster

Türkân Mı, Türban Mı, Ne?

Eski 08-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkân Mı, Türban Mı, Ne?





Türkân mı, türban mı, ne?

Dede Korkut hikayelerindeki Türk kadını:
Başında türban değil, miğfer ve takılar var

Birinci tasnif eşyayı, ‘Ak’ ve ‘Kara’ namlarıyla iki gayr-ı müsavi tabakaya ayırıyordu İkinci tasnif ise, zümreleri ve fertleri ‘sağ’ ve ‘sol’ namlarıyla iki ‘kol’a ayırır Bu tasnifin, daha isimlerinden anlaşılıyor ki, Türklerce ‘sağ’ ve ‘sol’ birbirine kıymetçe müsavi ve birbirinin mütemmimidir Bundan başka, kadın ve erkek cinsleri ‘ak’ ve ‘kara’ tasnifine değil de, ‘sağ’ ve ‘sol’ tasnifine ithal edildikleri için, iki cins hukukça birbirlerinin müsavi ve mütemmimleridirler2 (sf 53)

(haz H Dizdaroğlu, Ziya Gökalp, “Türk Töresi”, Kültür Bak Y 1976)
***
Çinlilerle cinsî bir taksim imal ve vukua gelirdi Türklerde ise, her iş, ancak erkekle kadının iştirakiyle tamam olabilirdi Türklerde kadın ‘tabu’ değildi (sf 199)
Eski Yunanlılarda (gynecee) namı ile bir harem dairesi vücuda gelmişti Eski Latinlerde de Salutatorium namı ile misafir kabulüne mahsus ve lâfzan da selâmlık mânâsında olan bir daire mevcuttu Eski İranlılarda da harem dairesine sebistan, selâmlık dairesine eyvan derlerdi Babaerkil cemiyetlerde harem ve selâmlıktan başka, peçe, yaşmak gibi örtüler de zuhur etti Bu gibi müesseseler Çin’de ve Hindistan’ta da vücuda geldi (sf 291) Claude Cahen’den: “Türklerin giysileri Avrupalıların giysilerinden de değişikti Fakat Avrupalıları da Müslümanları da en çok etkileyen özgür yaşamları yönünden kadınlar olmuştur Türkmen kadınları örtünmezlerdi” (sf 309)

(Mehmet Dikici, “Türkler Nasıl Bir Millettir”, Ufukötesi y 2006, İst)
***
neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
niçin peçelerin peştemallerin arkasına gizliyorsunuz
nur yüzünüzü
sık ve sert sıhhatli siyah saçlarınızı
cömert ağzınızı
neden kızkardeşlerim
hep böyle bir şeyden korkmuş gibi huzursuz
hep böyle bir şeye kızmış gibi öfkeli
acı ve alaca gözleriniz
daima gölgeli
niçin kızkardeşlerim
kim geçerse geçsin yanınızdan
ışığı kendinize haram ediyorsunuz
bir vücut noksanını saklar gibisiniz
utanıyorum utancınızdan
neden kızkardeşlerim
niçin saklanıyorsunuz
görmek istemez miyim hünerli ellerinizi
yastık örtülerine çitlenbik gözlü kuşlar işleyen
çay takımlarına mor menekşeler
hercai menekşeler dizi dizi
kızkardeşlerim
görmek istemez miyim ellerinizi
buğday sularına batmış ölesiye ırgat
hızlı ve çabuk teknede hamur yoğururken
çamaşır günleri bambaşka hamarat
bir erkek eli kadar yiğit ve karralı
dağ kuşlarının pençesi gibi çevik
yırtıcı üstelik
çocuk doğururken
neden kızkardeşlerim
ne zararı var
bütün kirpikleriyle üzerime açılsınlar
hem tüyleri yaldızlı boyunlarınızı
herhangi bir sokağı ilkbahar gibi bir anda şenlendiren
tepeden tırnağa çiçekli giyimlerinizi
Attilâ İlhan


Eski Türklerde fertler, savaşçılık ve mücadele sahasında şahsiyetlerini bulurlar ve gösterecekleri kahramanlık ölçüsünde cemiyetteki yerlerini alırlardı Kadınlar da aynı şekilde yetişmiş olup, çok kere erkeklerle birlikte savaşa katılırlardı (Hatta İslamî devirlerde bile) (sf 2)
“Türk devletlerinde hâtunlar söz (Hâtunluk hukuku) sahibi idiler” Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet reisliği yapanlar, ve nâip olarak devleti idare edenler vardı (Sabarlar, Gök-Türkler, Uygurlar, Oğuzlar) 585 ve 726 yıllarında Çin elçilerinin kabulünde Gök-Türk hâtunları hazır bulunmuşlardı Ayrı sarayları ve ‘buyruk’ları (bakan, M İ) bulunan hâtunlar, umûmîyetle devlet meclislerine katılırlar, bazen elçileri ayrıca kabul ederlerdi (sf 270)
Ata binmek, ok atmak herkesin tabiî meşgalelerindendi At yarışları, cirit, gülle atma, güreş, doğancılık (yırtıcı kuşlarla avlanma) vb mücadele azmini keskinleştirirdi Kadınların da iştirak ettikleri çeşitli top oyunları (futbol, golf ve poloya benzer nevileri) Hunlardan beri Türkler arasında oynanmakta olup Gök-Türkler çağında Çin’e de yayılmıştı (sf 287) Hükümdarlık bahsinde sultan zevcelerinin durumu da dikkat çekicidir İslâm âmme hukukunda yeri olmayan hâtunların, Türk-İslâm devletlerinde eski Türk geleneği icabı otoritelerini yürütmeye çalıştıkları görülür () Sultan Melikşah’ın zevcesi, Kara-Hanlı prensesi, Celâliye (Terken) Hatun da devlet idaresinde çok tesirli idi Siyâsî temasların, bazen önce bu hâtunla yapılarak olgunlaştırıldığı olurdu Kaynaklar bu hâtunun ayrı bir divanı (hükümet) bulunduğunu da kaydederler Fakat bu yönde Harzemşah Alâ’üd-din Tekiş’in hanımı () Terken Hâtun bilhassa mühimdir Ayrı dîvanı, ayrı sarayı vardı ve sultanın emirleri bu hâtunun imzası olmadan geçerli sayılmıyordu Harzemşah Muhammed, iktidarının sonlarına doğru, Semerkand’a çekilerek başkent Güngenc’i ona bırakmak zorunda kalmıştı (sf 363)

(İbrahim Kafesoğlu, “Türk Millî Kültürü”, Ötüken y 2003, İstanbul)
***
İskitlerin yalnız erkekleri değil, kadınları da usta savaşçı idiler İskit kadınlarının cesaretleri ve beceriklilikleri dillere destan olmuştur İskit toplumunda kadının yeri çok yüksekti Toplumun ve devletin en üst makamlarına kadar kadınlar yükselebiliyorlardı İskit hükümdarları arasında kadınların da önemli yeri vardır (sf 35)
(Göktürklerde) Kağanın zevcesine Hatun denirdi ve kadının toplumdaki yeri ön planda idi Kadınlar, erkeklerin yanı sıra toplum yaşamında her alanda çalışırlardı İslâmlığın benimsenmesinden sonra Türkler arasında asillik kalkmış ama kadının yeri toplumda gerilememiştir (sf 112) Kadına çok saygı gösteren Uygur Türkleri, genellikle tek kadın ile evlenirler ve kadına toplum içinde önemli yerler verirlerdi İncik boncuk takmayı seven Uygur kadınları, çok süslü giyinirlerdi Kadınlar hem evlerinde iş yaparlar, hem de kocaları ile birlikte tüm diğer işlerde çalışırlardı Hükümdar eşlerinin ise devlet işlerinde önemli yerleri vardı Hükümdar adına bazı yetkileri kullanıyorlardı Türklerin geleneksel devlet yönetiminde kadına verilen önem Uygurlarda da sürdürülmüştür (sf 173)

(Anıl Çeçen, “Türk Devletleri,” Fark y 2006, Ankara)
***
Babadan sonra aileyi anne temsil ederdi Bunun için, ananın yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olurdu Babanın mirâsı anneye değerdi Çocukların vasisi de o idi Türk tarihinde kadınların hükümdarların nâibi olabilmeleri veya devlet içinde büyük bir söz sahibi olmaları da bundan ileri geliyordu (sf 247)
Eski Türklerde ‘evin sahibi’ kadındı: Bundan dolayı ‘ev kadını’ için söylenen en yaygın söz de ‘evci’ idi Göktürkler de ‘eş’ derlerdi Osmanlıların ‘evdeş’, Çağatay Türklerinin ‘evlik’ sözleri de, ayrıca çok mânâlı ve derindirler (sf 251)
Eski Türk devletlerinde hatunlar da söz sahibi idiler Aralarında devlet siyasetine yön verenler, devlet reisliği yapan ve naip olarak devleti idare edenler de vardı Aile hayatında kadın-erkek eşitliği vardı Türklerde kadın, sayılan ve sevilen bir varlıktı: Pederşahi, yani ‘erkeğin üstünlüğü’ne dayalı yaşama, Türklere İslâmiyetin kabulünden sonra geldi (sf 459)

(Bahaeddin Ögel, “Türk Kültürünün Gelişme Çağları”, TDAV y 2001, İst)
***
Ertesi günü Attila’nın sarayına giderek Cerca (Creca) diye adlandırılan hanımına hediyeler götürdüm3 () Orada Attila’nın hanımı oturuyordu Kapıda duran barbarlardan kolayca içeri girmek için izin aldım ve kraliçeyi yumuşak halının üzerine yatmış bir vaziyette buldum Yerler tamamen yün halı kaplıydı Hatta üzerlerine basılıyordu Etrafında birçok hizmetçiler vardı Karşısında da yerde oturan kızlar vardı ki, bunlar ellerinde renkli yünlerle elbiseler örüyor ve bazı barbar elbiselerinin üzerini süsleyen keten bezler dokuyorlardı (sf 44)
Tam bu sırada Attila’nın karısı Creca kendi işlerini gören Adamis vasıtasıyla evinde bizi yemeğe davet etti Birkaç ileri gelen İskit4 ile birlikte gittik Bizi çok hürmet dolu sözlerle karşıladılar ve harika bir yemek verdiler Her ikramda ayağa kalkıyorlar ve İskit âdeti gereği selamlaşıyorlardı Kadeh verdiler İçtikten sonra sarılıp öptüler ve ondan sonra elimizden kadehi aldılar Bu davetten sonra çadırımıza dönerek hemen yatıp uyuduk (sf 50)
(A Ahmetbeyoğlu, “Grek Seyyahı Priskos (V Asır)’a Göre Avrupa Hunları”, TDAV y 1995, İstanbul)
***
(Arslan Han) bizi yedinci günde kabul etti() (Kao-ch’anğ) Kralı çanın sesini duyunca selâm verdi Bundan sonra, oğlu, kızı ve yakın akrabaları etrafımı çevirerek eğildiler ve hediyelerini kabul ettiler Sonra, müzik, içki, ziyafet ve gece yarısına artistler tarafından piyes vardı Ertesi gün bir kayıkla (gezinti) yaptık Gölün dört bir tarafında davullar çalınıyordu5 (sf 65)

(Özkan İzgi, “Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi,” TTK y 1989, Ankara)
*** Kız eydür: ‘Ol kız eyle kız degildir ki sanga gözüke Ammâ ben Banı Çiçegüng dâdûsıyam Gel senüngle ava çıkalum, ok atalım, at yaruşduralum ve hem göreş dutalum Eger bir üçinde bine yinecek olursang anı dahı geçersin, yingersin’ dedi Bayrek: ‘Hoş, nola’ dedi İkisi atlandılar, meydâna çıktılar, at çapdılar Bayregüng atı geçdi Ok atdılar, Bayrek geçdi Kız eydür: Mere yigit, benüm okumı kimse geçdügi yok Emdi, beg yigit, gel senüngle göreş dutalım’ dedi Hemân atdan indiler Kavraşdılar, iki pehlevân olub birbirine sarmaşdılar Bayrek bungaldı, kızın memesine yapışdı Kız kaçındı Bayrek kızung ince beline girdi Bağdadı, kızı arkasınung üstine yire basdı Kız eydür: ‘Yigit, bilmiş ol, Pay Bîcân kızı Banı Çiçek benem’ dedi Bayrek üç öpdi, bir ısırdı Parmağından çıkarup yüzügini bağışladı kızunğ barmağına geçürdi Ortamızda, hân kızı, nişânımız olsun’ dedi Banı Çiçek eydür: ‘Çün böyle oldı, hemân ilerü dur, beg oğlı’ dedi Bayrek: ‘Nola, baş üstine’ dedi

(haz Semih Tezcan, Hendrick Boeschoten, “Dede Korkut Oğuznameleri” YKY, sf 219, 2001, İstanbul)
***
Okuduğumuz Dede Korkut alıntısı (Hikayet-i Bamsı Baryik’ten) bir yiğitle bir kızın güreş tutma öyküsüdür Bamsı Bayrek bir bey oğludur, Banı Çiçek de bir bey kızı onlar daha doğmadan beşik kertmesi yavuklu edilmişlerdir Nedir ki, birbirlerini hiç görmemişlerdir Yiğit, bir gün kırda kızın otağına rastgelir Kız da onun geldiğini haber alır Karşısına çıkar Bayrek, Banı’yı ona sorar, kız dadı olarak gösterir kendini Doğu Anadolu, Gürcistan, Azerbaycan’da geçtiği anlaşılan “Oğuz zamanında” geçen bu kamu öyküleri, sonradan yazıya dökülür Alıntımız da yazın değeri yüksek bir parçadır, tıpkı yapıtın bütünü gibi
Bize dönersek, sorarız: Acaba 21 yy’da aynı Anadolu’da bir imam-hatipli genç, gene “imam-hatipli” bir türbanlıyla güreş tutabilir mi?
Oysa, binlerce yıl boyunca bu bir Türk töresiydi, bir yiğidin bir kızı alabilmesi için, güreşte kızı yenmesi gerekiyordu Tersi durumda kızın yiğite varması düşünülemezdi bile Bir çağdaş uygar kişilermişiz Bu gerçeği “bilelim” bir de Yeryuvarı’na duyuralım
Bu yazıda “Eski Türklerde kadının yeri”ne biraz değindim Nedeni: Doğaldır ki, son beş yılımızda sömürgen Yeryuvarı imparatorunun, ülkemizi de bölüp, parçalayıp yutma sevdasının aracı, deneyimsiz politikacının tüm ölümcül yanlışlarını “örtme” ereğiyle, kamuya türbanlara boğduğu “türban” konusunda ışık tutmak
Gördük ki, Sakalarda (İskit), Hunlarda, Törük Bil’de (Göktürkler), Uygurlarda, Friglerde, Etrüsklerde, Osmanlı Anadolusu’nda türban yok Bunların hepsi özbeöz Ön-Türk/Türk boyları idiler, çünkü Türkçe konuşuyor, yazıyorlardı6
Türban dayatması, yurda ilk kez -Maria/Cemile/Rot Road Scher adlı bir eski komünist (?), o sıralar Müslüman (?), sıkmabaşlı bir Alman kadınla, onun 6 yaşındaki takkeli oğlunu yanında gezdirip, sergileyen- Şule Yüksel Şenler denen bir tesettürlünün, 1965’ten başlayan il il dolaşıp, yaptığı gösteri/ konuşmalarla, bilisizleri yoldan çıkarmasıyla geldi Devlet yanındaydı: vâliler, belediye başkanları, müftüler dönem Demirel dönemiydi
İmam Tayyip’in sıradaki düşü çarşafa gelince, onu da 1800’lü yılların başında, Suriye valiliğinden dönen Suphi Paşa’nın haremi olan hanım, İstanbul’a getirdi Yüzyıl sonuna doğru II Abdülhamit, saray kadınları dışındakilere ferace giymeyi yasaklayınca -burada da devlet eliyle!- çarşaf alabildiğine yayıldı Osmanlıyı sardı Afgan kadınını, kızını canlı canlı kumaşa gömen “burka”ya daha biraz yolumuz var Hele bir çarşafı sağlama alalım o da gelir elbet Çağcıl dönemin maşa kadını bu işte Nerede o tarihsel, masalsı kadınlarımız, nerede? Sonuçta gördük ki, kadını, kızı, çocuğu “kapatma” takıntısı, İslâm öncesi Türk tarihinde yok -bu süre 16 000 yıllık bir süredir- Atatürk’ün kurduğu devlette yok Ta ki, 85 yıl sonra Okyanus ötesi sömürgelerle onların “eş başkanları”, ülkenin üstüne çökünceye değin Ne yıkım gelmişse vatanın başına, hep dışarıdan getirilmiş bir de “içeriden”

Dipnotlar 1Türkan (Tür Kibar) Türkân (far çoğul ekiyle): güzeller
2 tasnif: bölümleme
gayr-ı müsavi: eşitsiz
zümre: topluluk
tütemmim: bütünleyen
ithal: içine alma
3 Doğu Roma İmparatorluğunca gönderilen elçinin ağzından
4 Doğu Romalılar, Türklere çok eskiden olduğu gibi ‘Barbar’ ya da ‘İskit’ diyorlar
5 Bu seyahatname, 981 yılında Çindeki Sung İmparatorunun Kao-ch’ang Uygurlarına gönderdiği elçi Wang Yen-Te’nin gezi yazanağıdır
6 K Mirşan, “Anadolu Prototürkleri”, MMB y 1985, Ankara H Tarcan, “Ön-Türk Uygarlığı”, ÖUAM-TYG, 2003, İstanbul
7 Cengiz Özakıncı, “İblisin Kıblesi”, Otopsi y sf 70, 2007, İstanbul

Alıntı Yaparak Cevapla