Yalnız Mesajı Göster

Divan Edeßiyatı

Eski 08-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Divan Edeßiyatı





DİVAN SÖZCÜĞÜNÜN TANIM


Divan sözcüğünün sözlük bakımından iki anlamı vardır: Belli bir kalıpla yazılan ve besteyle okunan şiir türüne divan denir Kalıp "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" şeklindedir Divan sözcüğü, ikinci olarak, divan tarzında şiir yazan sanatçıların eserlerini topladıkları kitap anlamına gelir Divan, klasik Türk müziğinde ise en az üçer kıtalık şiirlerden bestelenen şarkıları tanımlar Bu kıtalar birbirlerinden ara nağmelerle ayrılır Her kıtanın başında genellikle "ah", "yâr" gibi bir terennüm sözcüğü eklenir Kıtalardan biri yer yer ritimsiz okunacak şekildedir Bir diğer kıta da "doğaçlama" görüntüsü vermesi amacıyla tümüyle ritimsiz olarak bestelenir Divan, aynı zamanda İslam devletlerinde idari yargı, maliye, askerlik ve yönetimle ilgili işleri yürüten kurul ve dairelere verilen addır

Divan şairlerinin eserlerini önceleri serbest, daha sonra belli bir düzen içinde topladıkları kitaplar divanlar, divançeler ve hamselerdir Divan, divançe ve hamseler, yazarlarının adlarıyla anılırlar Örneğin Nedîm Divanı, Fuzulî Divanı gibi


Divan


Şairlerin şiirlerini belli bir düzen içinde topladıkları kitaplardır Bir tür antoloji olarak görülebilir Zamanla divanlarda şiirler belli bir düzene göre sıralanmaya başladı Bu elemeye "divan tertibi" bu tür divanlara da "mürettep divan" adı verilir Tam bir divanda sırasıyla, kaside (tevhid, münacat, na't, medhiye), tarih, musammat, gazel bölümleri yer alır En sonda da lugazlar, muammalar, müfredler, azadeler bulunur Divanda gazeller kafiye ve rediflerinin son harfinin Arap alfabesindeki sırasına göre dizilir Yani elif’ten başlayıp ye harfine kadar Her harften en az bir şiir olması şarttır Ama buna uymayan şairler de olmuştur


Divançe


Küçük divan anlamındadır Düzen ve konuları divanlarla aynıdır Yine kaside, tarih, musammat, gazel ve kıta sırasını izler Ama bir divançede bu bölümlerden en az biri eksik olur Divançe, belli türleri seven şairlerin bilinçli bir seçimi olabildiği gibi, bir şairin divan dolduracak kadar şiir yazamadan ölmesi nedeniyle de oluşabilir Figânî ve Fâzlı’nin divançeleri bu türdendir


Hamse


Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir Türk edebiyatında 16 yüzyılda gelişmeye başladı İlk hamseyi Çağatay şairi Ali Şir Nevai yazdı Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de Hamdullah Hamdi’dir Hamse türüne düzyazının girişi ise 17 yüzyılda gerçekleşti Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü


DİVAN EDEBİYATININ TARİHÇESİ



Divan debiyatı, Türklerin, 13 ve 19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan’da ortaya çıkan ve aynı nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır Divan edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu'ya özgüdür

Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda gelişti Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13 yüzyıldan kalmıştır

Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde gitmiş ve daha gelişmiştir Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır Divan şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak okuyucusunu daha kolay etkiler Düz yazı dalında ise ağır basan, öne çıkan özellik "öğretici" olmaktır Bu nedenle anlam gözardı edilir ve belagat önem kazanır

Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir dildir


Dünyevi ve tanrısal aşk


Divan şiirinde aşk büyük yer tutar Ama bu aşk hem dünyevi hem de tasavvufidir Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır Tanrısal aşk, maddi aşkla başlar Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için çabalar Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir Ama bu tür şiirlerde kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir

Dil konusunda Arapça ve Farsça’nın etkisinde kalan divan edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır Her sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır Divan edebiyatı, anlatım açısından "belagat kurallarına" sıkı sıkıya bağlıdır Sanatçılar ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen gösterirler

Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel, teşhis ü intak gibi söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya çalışır Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konu ve içerikten öne geçmiştir


DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR


Teşbih



Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır Örneğin, "Tilki gibi kurnaz adam" bir teşpihtir İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye benzetilmektedir Bir teşbih'te dört öğe bulunur:

Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan Örneğimizde "tilki"

Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan Örneğimizde "adam"

Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik Örneğimizde "kurnazlık"

Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük Örneğimizde "gibi"

Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır

Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:

Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme) Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür"

Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme) Örneğin, "Ahmet aslan gibidir" Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır

Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir (pekiştirilmiş benzetme) Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır" Bu teşbihde "gibi" ilgeci kullanılmamış

Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme) Örneğin, "Aslan Ahmet"





Mecaz



Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır Örneğin:


Kandilli yüzerken uykularda

Mehtabı sürükledik sularda

Yahya Kemal Beyatlı


Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir

Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır


Mecaz-ı mürsel



Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır


Telmih



Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir Divan edebiyatında özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur Örneğin:


Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin

Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin

Nîbî


Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor





Tecahül-i arif



Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılmış olabilir Neşelendirme (tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh)

Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır Örneğin:


Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

Fuzûlî

"Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir

Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"


Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor


İstiare



Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatı Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır

İstiare üç yönden ele alınır: 1 Benzetme amacı bulunur, 2 Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3 Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır Örnek:


"Soğuk ay öptü beyaz enseni"

Yahya Kemal Beyatlı


"Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır Öpmek sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale getiriyor

İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir Örnek:


"Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"

Mehmet Akif Ersoy


Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor

Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir Örnek:


Her taraf kırık dökük

Dalların boynu bükük

"Kederliyiz" der gibi

Orhan Seyfi Orhon


Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan sözedilmiyor Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor

Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir Örnek:


Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor

Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor

Son macerayı dinlememiş varsa anlatın

Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın

Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da

Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da

Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri

Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!

Faruk Nafiz Çamlıbel


Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor





Hüsn-i talil



Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır Hüsn-i tevcih olarak da bilinir Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir Örnek:


Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen

Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece

Ahmedî

"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi

Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş"


Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor


Leff ü neşr



Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır Şiirin ikinci dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar verilerek uygulanır

Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir Örnek:


Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü

Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem

Fuzûlî

"Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez

Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum"


Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor

Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir Örnek:


Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile

Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile

Meâlî

"Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle

Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"


Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle ilgilidir Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor

Alıntı Yaparak Cevapla