Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihte Bugün; Srebrenica Katliamı;
Dumanı Tüten Soykırım: Srebrenica
Kış aylarının sert geçtiği 92 ya da 93 yıllarıydı Türkiye’nin doğusu her zamankinden daha fazla çığ felaketinden muzdaripti Her gün çığlar düşüyor, insanlar ölüyordu Yine o günlerin birinde TRT bir felaket bölgesindeydi Felaketi ekrana taşıyor, çığ görüntülerini tüm ülkeye gösteriyordu O an kamera çığın altından henüz çıkmış 70-75 yaşlarında bir kadını görüntülemeye başladı Çığdan kurtulan yaşlı kadın kendinde değildi İlk yardım ekipleri geldi, karla kadının yüzünü ovaladılar ve kadın kendine geldi TRT muhabiri de mikrofonu yaşlı bayana uzatıp; “Teyze nasılsın, iyi misin?” diye sordu Bilinci henüz yerine gelen yaşlı teyze; “Allah’a şükür evlat ben iyiyim Allah; Bosna’daki, Azerbaycan’daki ve Filistin’deki kardeşlerimizi de iyi etsin; çünkü onların iyiliği bizim iyiliğimizdir ” dedi… Bu görüntüleri her hatırladığımda tüylerim diken-diken olur “Bir zamanlar ne kadar hassastık” derim kendi kendime…
Mayıs ayının ortalarında Srebrenica Katliamının 10 yıl dönümü münasebetiyle Türkiye’ye gelen “Bosna-Hersek Yerinden Edilen ve Kaybolan Kişileri Araştırma Komisyonu Başkanı” Amor Maşoviç, Belgesel Film yönetmeni Muhammet Muykiç ve iki delege Ankara’ya geldiler Amor Bey ve arkadaşları; gerekli araştırmaları yapıp toplu mezarları gün yüzüne çıkarıyorlar Bazen doğal bir yarığın, bazen açtırılmış çukurların içerisinde binlerce kemik buluyorlar Tüm kemikleri tasnifleyip- eğer DNA testi yapılabilecek akrabaları varsa- DNA testlerini yapıyorlar ve on yıldır isimleri olmayan şehitlere isimlerini geri verip onları defnediyorlar Özellikle 1995 yılının Temmuz ayında yapılan ve Batılı güçler tarafından unutturulmak istenen Srebrenica soykırımını unutturmamak için Türkiye’ye gelen heyet üç gün boyunca Ankara’da belgesel film gösterimi, konferans ve fotoğraf sergisiyle insanlara ulaşmaya çalıştı
Batı’nın çifte standardı
Maşoviç, katıldığı basın toplantılarında ve bizlerin sorduğu sorularda hep Batı’nın çifte standardından bahsediyor: “Biz Srebrenica Katliamını sorguladığımızda Batı bize, bunu siz araştırmayın, bırakın tarihçiler araştırsın diyor Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımı meselesine gelince de bırakın bu işi siyasiler çözsün diyor Batı çok yakın tarihte olan Srebrenica katliamını açıklayamayacağından bizlere adeta “Unutun, gitsin” çağrısı yapıyor Ama Bosna’da her gün yeni toplu mezarlar ortaya çıkıyor Buna rağmen Avrupalılar bizden bu mesele ile ilgilenmememizi istiyorlar Geçmişi arkada bırakın diyorlar Toplu kampları unutmak zorundasınız diyorlar 30 bin genç kızımızın, bacımızın Sırplar tarafından tecavüze uğramasını unutmamızı istiyorlar Nitekim aynı Avrupa, Türkiye’nin de Ermenileri sözde soykırıma uğrattığını iddia ediyor İşte bu çifte standardı herkes görsün ”
Ürperten sözler
“Bosna’daki en genç savaş suçlusu ve şehit iki günlük bir bebek İsmi hiç konulamamış Savaşın en yaşlı şehidi ise 102 yaşındaki bir sivil ” Toplu mezarlar hakkında bilgi istediğimiz Maşoviç sözlerine böyle başladı ve “7 gün içerisinde 10 binden fazla Bosnalı, esir alındıktan sonra Sırplar tarafından katledilerek, toplu mezarlara gömülmüş Ve suçlarını saklamak istediklerinden tarihteki barbar kavimlerin bile yapmadıkları şeyi yapıp ölülerin yerlerini sürekli değiştirmişler Bu yüzden bir şehidin cesedi 30 km çapındaki üç mezarlıktan çıkabiliyor ” dedi ve ekledi: “Ankara’ya gelmeden önce bir toplu mezar daha bulduk Bekli de bugüne kadar bulduklarımızın en kötüsüydü Cesetler eski Yugoslavya ceset torbalarında idi Birinci torbada; annesi ile ona sarılmış çocuğu vardı İkinci, üçüncü ve dördüncü torbalarda da manzara aynıydı Beşinci torbada ise birbirlerine sarılmış iki kardeş vardı ”
Srebrenica katliamı: dumanı tüten soykırım
Bosna’daki savaş tüm şiddetiyle sürüyordu Savaşa başladığında düzenli bir ordusu bile bulunmayan Bosna-Hersek, savaşın ikinci yılına doğru gönüllülerden müteşekkil bir ordu meydana getirmiş ve yerel mukavemetlerden topyekün saldırıya geçmişti Bu arada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 6 Mayıs 1993'te: Saraybosna, Tuzla, Jepa, Gorajde, Bihaç ve Srebrenica’yı “güvenli bölge” ilan eden 824 sayılı kararını aldı Bu karara göre, bu bölgelerdekiler silahlarını BM temsilcilerine vereceklerdi ve onları BM koruyacaktı Jepa ve Srebrenica, silahlarını bırakırken diğer bölgeler silahlarını bırakmadı BM adına Srebrenica’yı Hollandalı askerler korumaya başladı Aradan çok uzun bir zaman geçmedi ve Ratko Mladiç Srebrenica’yı “güvenli bölge” olmasına rağmen kuşattı UNPROFOR’un bünyesinde görev yapan Hollandalı askerlerin geri çekilmesiyle de Srebrenica, Ratko Mladiç’in kuvvetlerinin eline geçti Ve maalesef üç gün içerisinde 12000 sivil katledildi Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da görülmemiş bir katliamdı Bütün bu trajediye seyirci kalan NATO ve BM, katliamın önlenmesi için hiçbir şey yapmadı Zaten Nisan 2004'te Hollanda’nın Lahey kentinde Yugoslavya ile ilgili Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Srebrenica Katliamının bir soykırım olduğunu teyit etmiştir
Savaşın bitişi
Bosna-Hersek’i tamamen haritadan silmek isteyen zamanın Ehl-i Salibi büyük bir hezimete uğradı Çünkü Bosna; Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç önderliğinde eski topraklarının yüzde 70'ini aldı Lakin Bosna’yı bombalayacağını açıklayan NATO (Eğer Boşnaklar durmazsa) ve bastıran ABD yüzünden Aliya, Dayton Barış Antlaşması’nı; Slobodan Miloşeviç ve Frenyo Tucman ile imzaladı ve topraklarının yüzde 51'ini kurtardı Böylece Savaş 21 Kasım 1995'te bitti Savaş bitti ama anlaşmazlıklar tam manasıyla çözülemedi; çünkü Dayton, nitelikli bir antlaşma değil adeta bir derin dondurucuydu Maddeleri uygulanabilir nitelikte olmadığından sorunları sadece dondurdu, çözemedi Eğer bir gün bu dondurucunun fişi çekilirse buzlar tekrar erimeye başlar…
Amor Maşoviç’in en büyük sıkıntısı
Maşoviç’in en büyük sıkıntısı; Bosna medyasının da, katliamı unutturmak isteyen Batılılar gibi olması Maşoviç konuşma esnasında bize, en son buldukları toplu mezarın Bosna medyasındaki haberlerde kaçıncı sırada çıkmış olabileceğini sordu Herkes tahminlerde bulundu “İlk haber, son haber” diye Maşoviç kendi sorusuna yine kendi cevap verdi: “Hiç” Bu cevap hepimizi hüsrana boğdu… Maşoviç’in dediğine göre geçenlerde çıkan Sırp mezarlarını haberlere almışlar Hal böyle olunca Bosna’nın geleceği için endişeleniyor insan Duyarlı insanlar da bundan korkuyor Gençlerin bu mezalimi öğrenip ders almalarını istiyorlar
Zamanımızın Endülüs’ü…
Şairin “Yorgun atlar gibi akıyor Mostar ırmağı” dediği Zamanımızın Endülüs’ünde 200 binden fazla şehit verildi Maalesef bizler Zamanımızın Endülüs’ünü çok çabuk unuttuk Hafızalarımızdaki acı hatıralarımızı tazelememiz gerektiğine inanan ve bunu yapmak için gelen Amor Maşoviç ve ekibi üç gün boyunca Ankara’da çok fazla insana hitap edemedi Halbuki onlar Türk oldukları için öldürülmüşlerdi Onları öldürmeye gelen Sırplar duvarlara: “Türkler dışarı” yazmıştı; çünkü Avrupa’da Müslümanlık Türklükle eşdeğer görülüyordu Biz de “Türkiye’de ne kadar Boşnak var diye soranlara yetmiş beş milyon diyorduk ” Çünkü bizler din kardeşiydik; ama bugünlerde sanki hassasiyetlerimiz azaldı, eski ruhumuzu kaybettik Evet, Bosna diye bir yer vardı ve biz orayı biliyorduk Hem de dertleriyle hemhâl oluyor, galibiyetleriyle seviniyorduk Acaba biz orayı unuttuk mu? Hayır Biz orayı unutamayız Unutturmak isteseler de…
Yorumlar (0)
Bosna-Hersek’te Sırp Katliamı
Kategori: Sırp Katliamı
Bosna-Hersek’te Sırp Katliamı
Sırpların Bosna-Hersek’te gerçekleştirdikleri katliam 1992 yılı boyunca bütün İslâm dünyasında gündemin birinci konusu idi Doğu blokunda ortaya çıkan bağımsızlık hareketlerinin etkisiyle altı cumhuriyetle iki özerk bölgeden meydana gelen Yugoslavya federasyonunun dağılması üzerine sözkonusu altı cumhuriyetten biri durumundaki Bosna-Hersek’te de 1 Mart 1992 tarihinde halkın bağımsızlığı isteyip istemediğinin ortaya çıkarılması amacıyla bir referandum gerçekleştirildi Bu referanduma katılanların % 99 43'ü bağımsızlığa “evet” oyu verdi Bosna-Hersek yönetiminin de bu sonuca dayana- rak bağımsızlık kararı alması üzerine bu cumhuriyetteki Sırp milislerin lideri Radovan Karaciç “bağımsızlığı kabul etmeyeceğiz Eğer Bosna bağımsız olursa, Müslüman, Sırp ve Hırvatların çatışmasından kaçamayız Umarım bu bir uyarı olur Aksi takdirde, Kuzey İrlanda, Bosna-Hersek’in yanında bir tatil merkezi gibi kalır” diye açıklama yaptı Bunun yanısıra Radovan Karaciç’e bağlı Sırp milisler de, bağımsızlık kararı alan cumhurbaşkanı Aliya İzzet Begoviç’in liderliğindeki Bosna-Hersek yönetimini zor durumda bırakmak amacıyla yollara barikatlar kurmaya, yer yer Müslüman yerleşim merkezlerine saldırılar düzenlemeye ve hayatı zorlaştırmayı amaçlayan eylemler düzenlemeye başladılar Zaman içerisinde Sırbıstan Cumhuriyeti’nden gelen milisler ve federal ordunun da destek sağlaması ile Müslümanlara yönelik saldırılar şiddetlendi Artık Sırp saldırıları kademe kademe bir katliama dönüşüyordu
Sırpların saldırılarının şiddetlenmesi üzerine 19 Mart 1992 tarihinde Bosna-Hersek başbakan yardımcısı Muhammed Cengiç, Türkiye’ye gelerek yardım istedi Ancak Türkiye, uluslararası platformdaki bazı girişimlerin dışında Bosna-Hersek’e fiili herhangibir yardımda bulunmadı Türkiye’nin yardımda bulunmaması Sırp milislere daha da cesaret kazandırdı Çünkü Sırplar, Bosna-Hersek Müslümanlarına destek sağlayabilecek tek ülke olarak Türkiye’yi görüyorlardı
Sırplarla Müslümanlar arasında Mart ayının sonuna doğru gerçekleştirilen ateşkes bir hafta sonra Sırplar tarafından bozuldu ve Bosna-Hersek’ in bağımsızlığına karşı çıktığından dolayı Sırp milislere destek veren Yugoslav Federal Ordusu Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’ya girerek havaalanını işgal etti Sırp işgallerinin başlaması ile birlikte Bosna-Hersek Müslümanları da can endişesi ile vatanlarını terketmeye başladılar Toplu göç hareketi ilk olarak, Sırpların, halkının % 70'i Müslüman olan Zvornik şehrini işgal etmeleriyle başladı 13 Nisan 1992 tarihinde de 140 bin Müslüman evini yurdunu bırakarak Bosna-Hersek dışına göçetti
Sırp milisler işgal ettikleri yerlerde esir ettikleri Müslümanlara çok kötü muamele ediyor, pek çoklarını da insafsızca öldürüyorlardı Üstelik bu katliamları gerçekleştirirken yaşlı, genç, çocuk, kadın ayrımı yapmıyorlardı Mesela 15 Nisan 1992 tarihinde Biyelyina şehrine girdiklerinde bin Müslümanı çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapmadan öldürmüşlerdi Sırpların bu uygulamaları Müslümanların göç hareketine daha da hız kazandırdı Çünkü henüz toprakları işgal edilmemiş olan Müslümanlar da gelecekleri açısından endişeye kapılıyor ve Sırpların kendi topraklarına da girerek işgal etmiş oldukları bölgelerde ele geçirdikleri Müslümanlara yaptıklarının aynısını kendilerine de yapabileceklerini düşünüyorlardı
Bosna-Hersek Müslümanlarını en çok sıkıntıya sokan durum da, Avrupa’nın üçüncü büyük ordusu durumundaki Yugoslavya Federal Ordusu’nun Sırp çetnikleri (milisleri) ile birlikte hareket etmesi, onlara her bakımdan destek vermesiydi Buna karşılık Müslümanların arkalarında herhangibir askeri destek olmadığı gibi Sırp saldırganlar karşısında direnen Müslümanlar silah yönünden çok geri durumdaydılar Ayrıca Sırp milislerin birçoğu daha önce Hırvatistan ve Slovenya’da bir savaş tecrübesi kazanmışlardı Müslüman mücahitler ise bu tecrübeyi Sırp milisler karşısında verecekleri silahlı mücadele ile kazanacaklardı Bunun yanısıra Bosna-Hersek Müslümanlarının dış dünyadan önemli bir destek görememeleri, daha önce Sırplara karşı Slovenlere ve Hırvatlara doğrudan destek veren ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin Sırpların Bosna-Hersek’te gerçekleştirdikleri katliamları bazı ufak tefek kınamalarla geçiştirmeleri ve gelişmelere genellikle seyirci kalmaları Müslümanların daha da zor durumda kalmalarına sebep oluyordu Hatta bunun da ötesinde ABD ve Avrupa ülkeleri Müslümanların Sırp saldırıları karşısında direnişe geçmelerini hoş karşılamadıklarını ifade etmekten kaçınmıyorlardı Mesela ABD Dışişleri bakanlığı sözcüsü Margaret Tutwiller Müslümanların direnişe geçmeleri üzerine yaptığı açıklamasında Hırvat milislerin ardından Müslüman milislerin çarpışmaya girdiklerine işaret ettikten sonra “Mevcut durum içerisinde hiç kimse masum değildir” ifadesini kullandı
İşte bütün bu sebeplerden dolayı Sırp milisler çok geçmeden Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da kontrolü ele geçirdiler Bunun yanısıra Bosna-Hersek’in önemli merkezlerini işgal etmeyi de başardılar Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem yukarıda belirttiğimiz üzere bir katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı Özellikle camileri ve İslâmi izler taşıyan muhtelif tarihi eserleri yıkmaya özen gösteriyorlardı
Sırp saldırılarının iyice şiddetlenmesi üzerine meseleye görüşmeler yoluyla çözüm bulunması için arayışlara girildi Bu amaçla 28 Nisan 1992 tarihinde Portekiz’in başkenti Lizbon’da, Avrupa Topluluğu’nun Yugoslavya özel temsilcisi Jose Gutelheior’un başkanlığında bazı görüşmeler başlatıldı Bu görüşmelere başlangıçta katılmayan Bosna-Hersek cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç daha sonra katılmaya karar verdi Ancak bu görüşmelerde çözüm konusunda herhangibir ilerleme sağlanamadı Üstelik Yugoslav Federal Ordu birlikleri Bosna-Hersek cumhurbaşkanı İzzetbegoviç’i Lizbon’dan ülkesine döndüğü sırada rehin alarak 24 saat rehin tuttular
Federal ordu birlikleri zaman zaman Saraybosna’nın bazı bölgelerini top ve füze ateşine tutuyorlardı Hatta federal orduya bağlı uçakların Saraybosna’ya yakın tepelerden Dervanta’ya kimyasal veya biyolojik silah attıkları bildirildi Bunun yanısıra Sırpların Saraybosna’da öldürdükleri Müslümanların cesetlerini toplu mezarlara gömdükleri veya dere kenarlarına attıkları tesbit edildi
Sırp saldırılarının şiddetlenmesi üzerine Birleşmiş Milletler’in müdahalede bulunması için çağrıda bulunuldu Bosna-Hersek dışişleri bakanı, Birleşmiş Milletler’in Körfez savaşında olduğu gibi Bosna-Hersek’te de bir askeri operasyon gerçekleştirmesini istedi Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sadece, Yugoslavya federal ordusuna Bosna-Hersek topraklarından çekilmesi için çağrıda bulunmakla yetinerek doğrudan müdahalede bulunmak için durumun müsait olmadığını ileri sürdü Bu arada Avrupa Topluluğu Yugoslavya özel temsilcisi Lord Carington da yaptığı açıklamasında, çatışmaların devam etmesi halinde yapılacak bir şeyin olmadığını ileri sürdü Gerek Birleşmiş Milletler’in ve gerekse Avrupa Topluluğu’nun Bosna-Hersek’ te gerçekleştirilen katliam karşısında bu derece pasif kalmaları Sırplara daha da cesaret kazandırıyordu
11 Mayıs 1992 tarihinde İslâm Konferansı Örgütü tarafından yayınlanan bir bildiride bütün İslâm ülkelerinin Bosna-Hersek’e yardımda bulunması istendi İslâm Konferansı Örgütü, Birleşmiş Milletler teşkilatını da Bosna-Hersek’teki katliamı durdurmak için müdahalede bulunmaya çağırdı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yapılan çağrılar üzerine 31 Mayıs 1992 tarihinde toplanarak Sırbistan ile Karadağ’ın oluşturduğu yeni Yugoslavya Federasyonu’na bazı yaptırımlar uygulanmasını kararlaştırdı 757 sayılı bu BM Güvenlik Konseyi kararında yeni Yugoslavya Federasyonu’ndan Bosna-Hersek’in içişlerine karışmaması ve bütün milis güçlerini bu cumhuriyetten çekmesi istendi Daha sonra 1 Haziran 1992 tarihinde yine BM’nin girişimiyle bir ateşkes sağlandı Ancak Sırplar bu ateşkesi hemen bir gün sonra bozarak yeniden başkent Saraybosna’yı top ateşine tutmaya başladılar BM Güvenlik Konseyi’nin 757 sayılı kararı da askeri bir baskı ile desteklenmediğinden ve yaptırımlar da ciddi bir şekilde uygulanmadığından Sırplar üzerinde caydırıcı bir etki yapmamıştı Aliya İzzetbegoviç’in Bosna-Hersek’ deki çarpışmaların durdurulması için BM tarafından askeri birlikler gönderilmesi talebi, BM genel sekreteri Butros Gali tarafından “böyle bir şeyin çok riskli olacağı” iddiası ile reddedildi ABD başkanı George Bush da, Sırbistan ve Karadağ’a karşı uygulanan yaptırımların etkisini göstereceğini ileri sürerek bu ülkelere askeri müdahalede bulunmanın gereksiz olacağını ileri sürdü BM bazı incelemelerde bulunmaları üzere gönderdiği barış gücü temsilcilerini de 17 Mayıs 1992 tarihinde geri çekti Daha sonra BM tarafından gönderilecek yardımların belli yerlere ulaştırılmasının sağlanması amacıyla bazı barış gücü birlikleri gönderildi İngiltere de aynı gün yaptığı açıklamasında Bosna-Hersek’e çekiç güç gönderilmesine kesinlikle karşı olduğunu bildirdi Öte yandan NATO, 4 Haziran tarihinde yaptığı açıklamada, yeni Yugoslavya Federasyonu’na BM tarafından uygulanan yaptırımlara destek sağlanması amacıyla askeri müdahalede bulunulmasına karşı olduğunu bildirdi
Avrupa ülkelerinin, ABD’nin ve BM, NATO, AT gibi uluslararası teşkilatların olaylara doğrudan müdahalede bulunmaktan kaçınmalarından cesaret alan ve dolayısıyla BM’nin girişimleri ile gerçekleştirilen ateşkes anlaşmalarını da bir gün sonra hemen bozan Sırp milisleri saldırı çemberlerini gittikçe genişlettiler
8 Temmuz 1992 tarihinde yeni Yugoslavya Federasyonu’nun Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) üyeliğinin askıya alınması kararlaştırıldı
10 Temmuz’da AGİK 4 İzleme Konferansı’nın bitiminde yayınlanan bir deklarasyonda Bosna-Hersek’teki olaylardan Belgrad yönetiminin sorumlu olduğu bildirildi Aynı paralelde NATO tarafından da yeni Yugoslavya’ya uygulanan yaptırımları denetlemek amacıyla Adriyatik denizine bir deniz gücü yerleştirilmesi kararlaştırıldı Bu deniz gücü 16 Temmuz tarihinde göreve başladı Aynı günlerde yeni Yugoslavya’nın yeni başbakanı Milan Paniç İspanya’da yayınlanan El Mundo gazetesine verdiği demeçte ABD başkanı George Bush ile dışişleri bakanı James Baker’in ülkesine müdahale edilmeyeceği yolunda kendisine söz verdiklerini bildirdi
17 Temmuz tarihinde yine AT temsilcisi Jose Gutelheior’un başkanlığında Londra’da yürütülen barış görüşmeleri sonucu taraflar arasında 18 Temmuz’dan itibaren yürürlüğe girecek 14 günlük bir ateşkes anlaşması imzalandı Ancak Sırplar bu ateşkes anlaşmasını da iki gün sonra ihlal ederek yeniden saldırıları başlattılar
BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararları da Sırpları çok fazla etkilemediği halde Müslümanları bazı yönlerden olumsuz olarak etkiledi Çünkü BM barış gücü kuvvetleri bu karar gereğince Müslümanların dışardan silah almalarını engellediler Mesela Müslüman Boşnaklara silah temin etmek için Saraybosna’ya giden bir İran uçağı, BM barış gücü birlikleri tarafından yükünü boşaltmadan dönmeye zorlandı BM güçleri Müslüman boşnakların başka yollardan silah temin etmelerini de büyük ölçüde engellemeye çalıştılar Öte yandan Sırplar Yugoslavya federal ordusunun mirasına konduklarından önemli bir silah stoğuna sahip oldukları gibi bazı ülkelerden gizli yollarla silah da temin edebiliyorlardı Öte yandan Bosna - Hersek yetkilileri Adriyatik Denizi’ne yerleştirilen NATO deniz birliklerinin de yeni Yugoslavya’ya uygulanan yaptırımların delinmesini önleyemediklerini bildirdiler
Sırplar, işgal ettikleri Bosna-Hersek toprakları üzerinde “Bosna Sırp Cumhuriyeti” adıyla yeni bir cumhuriyet ilan ederek devlet başkanlığına da Sırp milislerin lideri Radovan Karaciç’i getirdiler
26 Ağustos 1992 tarihinde Londra’da “Uluslararası Yugoslavya Konferansı” adıyla bir konferans başlatıldı Ancak bu konferansta katliamı gerçekleştiren Sırpları dize getirmeyi amaçlayan ciddi bir karar alınmazken, konferans sonunda yayınlanan bildiride tarafların müzakereler yoluyla yapılacak sınır değişikliğine hazır olmaları istenerek Bosna-Hersek’in savaş öncesi sınırlarının değişebileceği ima edildi Bu ifade, Sırpların Bosna-Hersek topraklarını bölme planlarının Avrupa ülkeleri tarafından kabul gördüğü anlamını taşıyordu Bosna-Hersek devlet başkanı yardımcısı Stepan Kljejic de Londra konferansı ile ilgili açıklamasında bu konferansın tam bir felaket olduğunu dile getirdi
Alman gazetelerinden Frankfurter Allgemeine’nin, BM birliklerinin Batı Bosna’da Sırp birliklerine lojistik destek sağladığı yolundaki iddiası da, sözkonusu teşkilatın Sırp saldırılarının durdurulması için gerçekleştirdiği birtakım diplomatik girişimlerin ciddi olmadığını ortaya koyuyordu Frankfurter Allgemeine gazetesi, BM birliklerinin himayesinde Batı Bosna’da bir hava köprüsü oluşturularak Sırp birliklerine askeri malzeme temin edildiğini ileri sürmüştü Bu gibi haberlerin ortaya çıkmasından hemen sonra ABD yönetimi de dikkatleri başka yönlere çekmek amacıyla, Müslümanların BM kontrolüne verilen Sırplara ait ağır silahların toplandığı yerleri bombaladıklarını ileri sürdü ABD yönetimi Bosna-Hersek’teki çatışmaların sorumlusu olarak Sırpları ve Belgrad yönetimini görürken Saraybosna yönetiminin ve Müslümanların da bu çatışmaları kışkırtıklarını ileri sürdü
BM Genel Kurulu 23 Eylül 1992 tarihinde aldığı bir kararla Sırbistan ile Karadağ’ın oluşturduğu yeni Yugoslavya Federasyonu’nu BM Genel Kurulu üyeliğinden çıkardı Ancak BM Güvenlik Konseyi de aynı tarihte, yeni Yugoslavya’nın tekrar üyeliğe alınabilmesi için yeniden müracaatta bulunması üzere bir tavsiye kararı aldı
7 Ekim 1992 tarihinde Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın silahtan arındırılması üzere Cenevre’de birtakım görüşmeler başlatıldı Ancak Bosna-Hersek cumhurbaşkanı İzzetbegoviç Sırp saldırıları devam ettiği sürece bu görüşmelerin sonuç getirmeyeceğini ifade ederek Cenevre toplantısına katılmadı
BM Güvenlik Konseyi, 9 Ekim 1992 tarihinde Bosna-Hersek hava sahasının BM uçakları dışında bütün uçaklara kapatılmasını kararlaştırdı Ancak Bosna-Hersek’in BM daimi temsilcisi bu kararın en başta kendi aleyhlerine olacağına dikkat çekerek, “Sırplar uçak kullanamayacak ama biz de dost ülkelerden yardım alamayacağız” diye konuştu Bundan sonraki tarihlerde BM Güvenlik Konseyi’ne, Bosna-Hersek’e uygulanan ambargodan en çok saldırıya maruz kalan Müslümanların zarar gördükleri hatırlatılarak bu ambargonun kaldırılması teklif edildi ancak Güvenlik Konseyi bu teklifleri reddetti Bosna-Hersek cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç BM’nin bu tutumu dolayısıyla, Yugoslavya konferansı eşbaşkanlarından Cyrus Vance’a gönderdiği mektupta Bosna-Hersek’e yönelik silah ambargosunun büyük adaletsizlik olduğunu bildirdi İzzetbegoviç mektubunda şunları söyledi: “Silah ambargosunun kaldırılmasının Bosna Hersek’teki savaşı kızıştıracağını söylediniz Ancak savaş şu anda, özellikle ambargo sebebiyle zaten olabileceği kadar kızgın…Savaş saldırganların silaha sahip olması bizim ise silahımızın olmaması sebebiyle devam ediyor İki tarafı da eşit kabul etmeniz benim milletim için büyük bir adaletsizlik Saldırganın bizi yoketmesine yardım ettiğinizi düşünüyorum”
Uluslararası Yugoslavya Konferansı eşbaşkanları Cyrus Vance ile Lord Owen tarafından 6 Kasım 1992 tarihinde Sırplara ellerindeki ağır silahları teslim etmeleri üzere çağrı yapıldı ve bunun için bir hafta süre tanındığı bildirildi Ancak bir hafta içinde Sırpların silahlarını teslim etmemeleri durumunda ne şekilde cezalandırılacakları yolunda herhangibir açıklamada bulunulmadı Dolayısıyla Sırplar bu çağrıyı da pek nazarı itibara almadılar Çünkü silahlarını teslim etmemeleri durumunda herhangi bir şekilde cezalandırılmayacaklarını biliyorlardı
11 Kasım 1992 tarihinde BM özel temsilcisi Cyrus Vance ve Avrupa Topluluğu arabulucusu Lord Owen’in girişimleri ile taraflar arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı Ancak Sırplar bu ateşkes anlaşmasına uyma***** saldırılarını sürdürdüler
Sırplar bundan sonraki tarihlerde de değişik vesilelerle ateşkes anlaşmaları imzaladılar Ancak anlaşmanın gerçekleştirilmesinin üzerinden bir kaç saat bile geçmeden yine kendileri bu anlaşmaları bozuyorlardı Sırpların bu tutumları onların ateşkes anlaşmalarını da bir oyalama, bazı zor durumları atlatma taktiği olarak kullandıklarını gösteriyordu
İslâm Konferansı Teşkilatı genel sekreteri Hamid el-Gabid Kasım ayı ortalarında gerçekleştirdiği Bosna-Hersek ziyaretinden sonra İslâm ülkelerini Bosna-Hersek’in Sırp saldırılarından korunması için doğrudan müdahalede bulunmaya çağırdı Ancak bu çağrı üzerine harekete geçen bir ülke olmadı
25 Kasım 1992 tarihinde Türkiye’nin çağrısıyla, İstanbul’da, Bosna-Hersek’te yaşanan durumun görüşülmesi ve bu bölgedeki savaşın bütün Balkanlar’a yayılmasının engellenmesi için alınabilecek tedbirler üzerinde durulması amacıyla bir zirve gerçekleştirildi Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın dışındaki bütün Balkan ülkelerinin katıldığı zirve sonunda yayınlanan ortak bildiride Sırp saldırılarının bütün Balkan ülkelerini tehdid ettiğine dikkat çekildi Ancak zirve Bosna-Hersek probleminin çözümü açısından yeni bir şey ortaya koymadı
Bu olayın hemen arkasından 1 Aralık 1992 tarihinde Suudi Arabistan’ ın Cidde şehrinde İslâm ülkeleri dışişleri bakanları Bosna-Hersek kriziyle ilgili bir toplantı gerçekleştirdiler Bosna-Hersek dışişleri bakanı Haris Slaciç de toplantı başlamadan önce yaptığı açıklamada bu toplantının Bosna-Hersek için son ümit olduğunu söyledi Ancak bu toplantıda Bosna-Hersek’le ilgili olarak alınan kararlar sadece tavsiye kararları olmaktan ileri geçemedi Doğrudan müdahale yönünde herhangibir karar alınmadı Öte yandan İslâm ülkelerinin askeri müdahalede bulunmalarının sözkonusu olabileceği yönündeki söylentiler üzerine Yugoslavya Konferansı eşbaşkanları Vance ve Owen bir açıklama yapma ihtiyacı du***** askeri müdahaleye karşı olduklarını bildirdiler Bu açıklama aynı zamanda İslâm ülkelerine karşı bir gözdağı anlamı taşıyordu Daha sonra Bosna-Hersek’teki BM Barış Gücü Komutanı Philippe Morillow Bosna-Hersek’e askeri müdahalede bulunmanın imkânsız olduğu yönünde açıklamada bulundu
Sonuçta gerek uluslararası kuruluşların ve gerekse Batı ülkelerinin olayları yaptırım gücü olmayan kararlarla geçiştirmeleri gerekse Bosna-Hersek Müslümanlarına en büyük yardımı yapmaları gereken İslâm ülkelerinin dışa bağımlı politikalarından kaynaklanan ilgisizlikleri Bosna-Hersek’i acı ve ızdıraplara boğdu 1992 yılının sonuna gelindiğinde yaklaşık 140 bin Bosna-Hersek’li öldürülmüş, çoğu Müslüman olmak üzere 2 5 milyon Bosna-Hersek’ li de yurtlarını terkederek komşu ülkelerin topraklarına sığınmak zorunda kalmıştı Bosna-Hersek Müslümanlarına yardım edenler de genelde gönüllü İslâmi kuruluşlardı Yapılan açıklamalara göre 35 kadar İslami yardım kuruluşu bu Müslümanların imdatlarına koşmuştu Bazı uluslararası kuruluşların Kızılhaç vasıtasıyla yaptıkları yardımlar ise genellikle Müslümanların ellerine ulaşmıyordu Bazı yetkililer Kızılhaç’a verilen yardımların Sırplara teslim edildiğini onların da bunları parayla sattıklarını duyurdular Bosna-Hersek’e yapılan yardımları koordine eden Merhamet teşkilatının Sancak temsilciliği, Sırbistan ve Karadağ kızılhaç teşkilatlarını BM’e şikayet ederek bu teşkilatların Müslüman mültecileri Sırp çetniklerine teslim ettiklerini ileri sürdü
|