Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli İmparatorluğu Ve 36 Padişah / Osmanli İmparatorluğu Ve 36 Padişahi Hakkinda
  
Osmanli Devletinin Doğuşu
Anadolu Türklüğünü yeniden birliğe kavuşturan, yayilmasini ve güçlenmesini sağlayan Osmanlilarin ortaya çikişi meselesi, Bati Anadolu'nun uç bölgesinde yeni bir Türkiye'nin doğuşu ile siki sikiya bağlidir Osmanli hanedaninin mensup bulunduğu, Oğuzlar'in sağ kolu olan Günhan kolunun Kayi boyu, dokuzuncu yüzyildan itibaren, Selçuklular'la beraber Ceyhun nehrini geçerek İran'a geldi Rivayetlere göre, Horasan'da Merv ve Mahan tarafina yerleşen Kayilar, Moğollarin tecavüzleri üzerine, yerlerini birakarak Azerbaycan'a ve Doğu Anadolu'ya göç ettiler Bir rivayete göre, Ahlat'a yerleşen Kayilar, oradan Erzurum ve Erzincan'a, daha sonra Amasya'ya gelerek, oradan Halep taraflarina göç ettiler Bir kismi Caber Kalesi civarinda kalirken, diğer bir kismi Çukurova'ya gitti Çukurova'ya gelenler, daha sonra Erzurum civarinda Sürmeliçukur'a vardilar Aralarinda çikan ihtilaf üzerine, bir kismi asil yurtlarina dönerken, Ertuğrul ile kardeşi Dündar'in emrindekiler, bir müddet Sürmeliçukur'da kaldiktan sonra, Moğollarin batiya akinlari üzerine, Selçuklu sultani Alaaddin Keykubad'a müracaat ederek Karacadağ taraflarindaki Rum (Bizans) hududuna yerleştirildikleri söylenirse de bu, tarihî gerçeklere pek uygun düşmemektedir
Gündüz Alp'i Ertuğrul Gazi'nin babasi olarak gösteren ve bugün ilim âleminde kabul edilen diğer bir rivayete göre ise, Gündüz Alp'in Ahlat'ta vefatindan sonra oymağin başina geçen oğlu Ertuğrul Gazi, buradan hareketle Erzincan'a oradan da Bizans sinirina yakin olmak gayesiyle, Karacadağ mintikasina gelmiştir Kesin olan bir şey varsa o da Ertuğrul Gazi liderliğindeki Kayilarin, on üçüncü yüzyil ortalarinda Ankara'nin batisinda bulunmalaridir Sonralari, tahminen 1231 yilinda, Sultan Alâaddin'in kendilerine ikta (arazi) olarak verdiği Söğüt ve Domaniç'e gelip yerleşmişlerdir
  
Diğer taraftan Moğollar, Orta Asya Türklüğünü ve medeniyetini imha ederken, istilânin dehşeti karşisinda, onlarin kilicindan kurtulan büyük göçebe kitleleri, şehirli âlim, tâcir, edebiyatçi ve sanatkârlar da Anadolu'ya siğiniyordu Göç dalgalari, Selçuklu hududunda eskiden beri mevcut göçebelerle yeni Türk boylarini birbirine kariştiriyor ve uçlardaki yoğunluğu süratli bir şekilde arttiriyordu Kaynaklarin kayit ve tasvirine göre, Azerbaycan ve Arran (Karadağ) ovalari ile vadileri, karincalar gibi kaynaşiyor ve göç dalgalari buradan Anadolu'ya akiyordu Böylece, Moğollardan kaçan Türkmenler, Anadolu'ya nüfus ve hayatiyet getiriyor ve siyasi parçalanmaya rağmen bu ülke yeni bir kudret kazaniyordu 1261'den itibaren, Moğol kontrolünün nispeten zayif bulunduğu ve Türkmen nüfusunun gittikçe kuvvetlendiği Kizilirmak'in batisindaki bölgede (Kastamonu-Ankara-Akşehir-Antalya hattinin batisinda) uc beylikleri ortaya çikti Eskişehir, Kütahya, Afyon ve Denizli, Selçuklu-İslâm kültürünün yerleştiği uc merkezleri olarak yükselip Gazi Türkmenlerin faaliyette bulunduğu en ileri uc bölgesiyle Selçuklu uc bölgesi arasinda bir ara bölge haline geldiler Uc bölgelerinde ortaya çikan Türkmen beylikleri arasinda Konya'ya hakim olan Karamanoğullari en kuvvetlisi görünüyor ve Selçuklularin varisi olduğunu iddia ediyordu Bati Anadolu'da Aydinoğullari, devrin şartlarina göre mükemmel bir donanma gücüne sahip bulunuyordu Göçebe bir kavmin süratle denizci olmasi ve Adalar (Ege) Denizini alt üst eden gazalariyla hayranlik uyandirmasi, şaşilacak bir gelişmeydi Bu devir Anadolu'sunda yine mühim sayilabilecek bir güce sahip bulunan Germiyanoğullari, Karesioğulari, Menteşeoğullari, Saruhanoğullari, Hamidoğullari ve Candaroğullari beyliklerinden her biri, kendi hesabina yayilma mücadelesine girişti Bunlar arasinda Söğüt'te kurulan Osmanli Beyliği en mütevazi bir durumda bulunuyordu
Ertuğrul Gazi, tahminen doksan yaşinda olduğu halde, 1288'de vefat ettiğinde, Osmanli Beyliği; Karacadağ, Söğüt, Domaniç ve çevresinde 4800 kilometrekarelik mütevazi bir toprak parçasina sahipti Ertuğrul Bey'in vefatindan sonra, uçtaki Oğuz aşiretlerinin ittifakiyla, Kayi boyundan olduğu için, Osman Bey hepsine baş seçildi Diğer Anadolu beyleri birbirleriyle uğraşirken Osman Bey, Bizans'la mücadele etti Bu sayede, 1288'de Selçuklu sultaninin gönderdiği hakimiyet alâmetlerini alan Osman Gazi, böylece kendi nüfuz bölgesini ve oradaki reayayi (halki) Bizans'a ve komşu beylere karşi koruma mesuliyetini yüklenmiş oldu Çevresine aldiği Samsa Çavuş, Konuralp, Akçakoca, Aykut Alp, Abdurrahman Gazi gibi aşiret beyleriyle birlikte fetih hareketini başlatan Osman Gazi kisa sürede İnönü, Eskişehir, Karacahisar, Yarhisar, İnegöl ve Bilecik'i zaptetti Bilecik'in fethi ve Osman Bey'in beylik merkezini buraya nakletmesiyle; Anadolu Selçuklulari'nca Moğollara karşi girişilen başarisiz Sülemiş isyani neticesinde Sultan III Alaaddin Keykubad'in kaçmasi hemen hemen ayni tarihlere rastladi Bu sebeple Selçuklu Devleti'nin başsiz kalmasi neticesinde daha serbest hareket etmeye başlayan Osman Gazi, bağimsizliğini (istiklâlini) ilan etti (27 Ocak 1300) Bölgenin ve Bizans'in içinde bulunduğu durumdan istifade eden Osman Bey'in kuvvetleri, Bursa önüne kadar akinlarda bulunuyordu Lefke, Mekece, Akhisar, Geyve ve Leblebici kalelerinin fethinden sonra Osman Gazi, askerî harekâtin başina oğlu Orhan Gazi'yi getirdi (1320) Osman Gazi, Bundan sonra ölümüne kadar, teşkilât meseleleriyle meşgul oldu 1324 veya 1326'da öldüğü tahmin edilen Osman Bey vefat ettiği sirada, Bursa Osmanlilarin eline geçti Bursa'nin zaptindan sonra, beylik merkezi buraya nakledildi ve şehir yeni binalarla süslendi Gerçekte, Selçuklularin tarih sahnesinden çekilmesiyle Anadolu bir virane görünümündeydi Çünkü, Moğollarin Anadolu'daki etkisi halâ hissediliyordu Ancak, Selçukludan kalan değerli hazineler vardi Bunlar dil, din ve alfabe birliğiydi Bunun ruhu da gaza aşki idi Osmanli, bunlarin hepsini kendinde toplamişti Dil, din ve alfabe birliği sayesinde, halk sinir tanimiyordu Savaşma ve şehit olma isteği, her an, Hiristiyanlarla gaza eden Osmanli Beyliği'ne büyük firsatlar verdi İşte bu aşk ve şevkle, diğer beylerin tebaasi Osman eline göç etti veya en azindan onlarin başarisi için gönülden dua etti Âlimler de ayni yolu takip ederek, Edebâli, Dâvûd-i Kayserî, Dursun Fakih gibi büyükler, Karaman ülkesinden kalkip, Osmanli toprağina kondular ve kültür faaliyetlerini başlattilar
Orhan Gazi devrinde Bizans'a karşi kazanilan Pelekanon Muharebesi'nden sonra İznik fethedildi (1330) Orhan Gazi'nin 1361'e kadar olan hükümdarliği devresinde Osmanli Devleti, kardeş beylikler üzerinde hakim bir güç haline geldi Daha önce Ege ve Rumeli'de Karesi, Saruhan ve Aydinoğullari, gaza hareketinin öncüleri durumunda idiler Ancak, Karesi Beyliği'nin ilhakiyla Aydinoğlu Gazi Umur Bey'in, Haçli saldirilari karşisinda İzmir limanini kaybetmesi üzerine, bu bölgedeki gaza liderliği Orhan Gazi'ye geçti Bu sirada Bizans'ta baş gösteren iç savaş ve Kantakuzen'in Gazi beylerle ittifaki, Türklerin Rumeli'ye geçişini kolaylaştirdi Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa'nin destanlara konu olacak mahiyette gerçekleştirdiği Rumeli'ye geçiş, Türk tarihinin en büyük hadiselerinden biri oldu İlk önce Çimpe Hisarini ele geçiren Süleyman Paşa, burayi bir üs olarak kullanmaya başladi Daha sonra Biga'da topladiği orduyu, Güney Marmara kiyisinda Kemer limanindan gemilerle karşiya naklederek Bolayir'i zaptetti Ardindan kuvvetlerini iki kola ayirarak, bir taraftan Gelibolu'ya, öbür yandan da Trakya'ya karşi iki uç kurdu ve muntazam gaza akinlarina başladi 1354 yilinda Gelibolu'nun zapti ile, bu ilk Rumeli fatihleri yarimadanin fethini tamamladilar 1357'de veliaht Süleyman'in ve ardindan Sultan Orhan Gazi'nin vefatlari, Rumeli'deki fetihlerin bir müddet durmasina sebep oldu ise de Sultan I Murad (1361-1389) Anadolu'da birliği sağladiktan sonra, tekrar Rumeli cihetine yönelerek Osmanlilarin, Avrupa'da sağlam bir şekilde yerleşmesini sağladi 1362'de Edirne fethedildi Haçli kuvvetlerine karşi 1364'de Sirpsindiği, 1371'de Çirmen zaferleri kazanildi Bu fetih ve zaferlerin sonunda Osmanlilar kesin olarak Avrupa'da yerleştiler ve tesir sahalari bütün Balkanlari içine alan bir genişliğe erişti Bulgaristan ve Sirbistan, Osmanlilara tabi olmayi kabul ettiler Osmanli kuvvetleri, üç koldan harekâta devamla, Kuzey Makedonya, Niş, Manastir, Sofya ve Ohri'yi aldilar Diğer taraftan, Anadolu'da Türk birliğinin sağlanmasi için mücadele veriliyordu Hamidoğullari Beyliğinden Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Şarkikaraağaç ve Germiyanoğullarindan da Kütahya, Tavşanli, Emet, Simav ve çevresinin Osmanlilara geçmesi, Karaman-Osmanli ilişkilerini gerginleştirdi Çok geçmeden de iki devlet arasinda savaş çikti Ancak, Karaman kuvvetlerini bozguna uğratan Osmanlilar, bir süre bu beyliğin saldirilarindan emin oldular Öte yandan Osmanlilari Balkanlardan atmak üzere, Sirp, Macar, Ulah, Boşnak, Arnavut, Leh ve Çek kuvvetlerinden oluşturulan büyük Haçli kuvvetlerinin, 20 Haziran 1389'da Kosova'da yok edilmesi, tarihe, örnek imha hareketlerinden biri olarak geçti Türk tarihinin mühim hadiselerinden biri olan Kosova Meydan Muharebesi, Doğu Avrupa'nin kaderini de tayin etti Balkan yarimadasini asirlar boyunca Türk hakimiyeti altina koyan bu zafer sonunda, Sultan Murad-i Hüdâvendigâr (I Murad), bir Sirp tarafindan şehid edildi
  
Ertuğrul Gazi'nin, oğlu Osman Gazi'ye biraktiği 4800 kilometrekarelik beylik, 43 yil içinde, üç mislinden daha fazla büyüyerek 16000 kilometrekareye ulaşti Orhan Gazi ise, babasindan devraldiği devletini, alti kat daha büyüterek, 95 bin kilometrekareye çikardi Nihayet, Murad-i Hüdâvendigâr, 1361-1389 yillari arasinda, devletini beş misli daha büyüterek, 500 bin kilometrekareye yükseltti Artik aşiretten beyliğe geçen Osmanli Devleti, imparatorluğa hazirlaniyordu ve gayesini de çizmişti
Gerçekten de, bir aşiretten, cihangir bir imparatorluğa giden yolda, neler yapildiği incelenecek olursa, devletin temelleri ve şaşirtici yükselişi daha iyi anlaşilir Nitekim Fransiz tarihçisi Grengur da "Bu yeni imparatorluğun teessüsü, beşer tarihinin en büyük ve hayrete değer vakalarindan biridir" demektedir
Bu hizli yükselişin sebepleri şöyle siralanabilir:
1 Osman Gazi ve haleflerinin gerçekleştirdiği fetihler, Anadolu halki için yeni gaza ve yerleşme sahalari açmakta idi Osmanlilarin devamli ilerlemesini gören Anadolu'daki yiğit ve savaşçi gaziler gittikçe artan bir sayida, Rumeli uçlarina intikal ediyordu
2 Samsa Çavuş, Konur Alp, Akçakoca, Aykut alp, Abdurrahman Gazi, Haci İlbeyi ve Evrenos Gazi gibi hareket serbestisi olan beylerin idaresinde toplanan kuvvetler, devamli taarruz ve ilerlemeyle yeni hatlara yerleşiyorlar ve akinlar devam ediyordu
3 Fethedilen bölgelere, Anadolu'dan göçen yörük ve köylü kitleleri, alp-erenler, dervişler, ahîler öncülük etmekteydiler Onlar gazilerin yaninda, hattâ bazen ilerisinde zaviyeler kurarak, sonradan gelen köylüler için tutunma ve toplanma merkezleri meydana getiriyorlardi
4 Anadolu'dan gelen fakir köylülerle irgatlar, zaviye etrafinda, ekseriya derviş adi altinda, bazi yükümlülüklerden muaf olarak topraği işlemekte ve bir Türk köyünün doğmasina yol açmakta idiler Nitekim Trakya'da köy adlarinin büyük çoğunluğu bu gibi derviş, şeyh veya fakihlerin isimlerini bugün bile taşimaktadir
5 Osmanli fetihleri yalniz kiliçla değil, daha çok istimâlet denilen uzlaştirici ve sevdirici bir politika neticesinde gerçekleşmekteydi Osmanli idaresinin, gayrimüslimlere can ve mal güvenliğiyle dinlerinde serbestlik tanimasi, onlarin gitgide İslâm'i kabul etmelerine yol açiyordu Yine bu durumun sonucu olarak çok defa, geniş bölgeler, şehir ve kasabalar kendiliğinden Osmanli hakimiyetini tanimakta idiler
6 Osmanlilar, Anadolu'da, Hiristiyan varliklarini ve idare tarzlarini bozmayarak onlari kendi nüfuzlari altina aldilar Bu müsamahayi, Rumeli'de daha geniş surette ve onlarin eski varliklarini korumak üzere uyguladilar Baştan başa Hiristiyanlarla meskûn olan Balkan Yarimadasi halki, kisa zaman içinde bu tarzdaki âdilâne hareket ve idarî siyasetteki incelik sayesinde İslamiyet'i seçti
7 Balkanlarda Bizans İmparatorluğunun bozulmuş olan yönetim tarzi neticesinde, ağir ve keyfî vergiler, soygunlar ve asayişsizlik yayilmişti Buna mukabil, Türklerin disiplinli hareketleri, fethedilen yerlerin halkina karşi adaletli, şefkatli ve taassuptan uzak bir politika takip etmeleri, vergilerin, tebaanin ödeyebileceği şekilde uygulanmasi ve özellikle mutaassip Ortodoks olan Balkan halkini Katolik mezhebine girmeleri için ölümle tehdit edenlere karşi, Türklerin buralardaki unsurlarin dinî ve vicdanî duygularina hürmet göstermeleri, Balkan halkinin, Osmanli idaresini Katolik baskisina karşi, bir kurtarici olarak karşilamalarina sebep oldu
8 Osmanli fetihlerinin en bariz vasfi, gelişigüzel, macera ve çapul şeklinde değil, bir program altinda, şuurlu bir yerleşme şeklinde olmuş olmasidir Bu da fethedilen yerlerdeki halkin hoşnutluğuna ve yeni idareden memnun olmalarina yol açti Fetih programinin esaslarindan biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli şehir ve kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirilerek yerleştirmek suretiyle muhtelif kisimlara ayrilip, şehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler oluşturulmasidir
9 Nihayet Balkan fetihlerinin gelişmesinde ve istikrarinda, asirlarca evvel Balkanlara gelerek yerleşen ve daha sonra Hiristiyanliği kabul etmiş olan, fakat Türklüğünü unutmayan Peçenek, Kuman ve Gagavuzlar ile Vardarlarin da etkili olmalari ihtimal dahilindedir
Osmanli Beyliği, daha kurulduğu andan itibaren askerî, adlî ve malî teşkilatla işe başladi Bilhassa askerî işlere fazla önem verilerek, başarinin sebepleri hazirlandi Fakat bu görünüşteki kudret, tamamen ayri dinde olan yabanci bir bölgede, yani Balkanlarda yayilma ve yerleşme için yeterli değildi Bu iş, daha fazla, manevî ruhî sebeplerle, öylesine göz kamaştirici bir hizla ve şuurlu bir biçimde oldu ki, bugün dahi düşünenleri hayretler içinde birakmakta ve 20 yüzyilda bile benzeri görülmemiş bu hareket, dün olduğu gibi bugün de yerli ve yabanci nesillerin hayranliğini çekmektedir Nitekim, zamanin tarihçi, düşünür ve ilim adamlari, bu hususta şunlari söylemektedir: "  Hiristiyan dünyasindaki arkasi kesilmeyen Yahudi düşmanliği ve Engizisyona karşilik, Hiristiyan ve Müslümanlar, Osmanlilarin idaresi altinda âhenk içinde yaşiyorlardi  " (Gibbons)
"  Türklerin zihnine ve hafizasina nakşedilmiş olan prensipler, onlari yeryüzündeki insanlarin en insaniyetlisi, en hayirseveri haline getirmiştir Bütün bu faziletlere rağmen Avrupalilarin barbar demesi, yirtici bulmasi, savaşlarina göre hüküm vermesinden ileri gelir Gerçekten Müslümanlar canlarini esirgemeden savaşirlar, düşmanlari ayni zamanda dinlerinin de düşmanidir Bu şecaat (kahramanlik) Türkler'e sadece dinlerinden değil, ayni zamanda millî karakterlerinden gelir Ama bir milletin gerçek karakteri, savaş alaninin silah gürültüleri arasinda tayin edilemez Türkleri gerçekten tanimak isteyenler, onlarin faziletlerini değerlendirmeli, törelerin karakter ve fiillerindeki tesirlerini muhakeme etmeli, onlari bariş zamanindaki örf ve âdetleri içinde incelemelidir Aslinda Türkler, savaşta ne kadar sert, mağrur ve yirtici iseler, barişta da o kadar sakindirler En büyük kahramanliklari gösteren, gözlerini kirpmadan ateşe atilan bu insanlar, günlük hayatlarina döndükleri zaman, gerçek karakterlerini alirlar O zaman onlarin insanî duygularla dolu, iyiliksever insanlar olduğu anlaşilir
Bu duygu, bütün Türklere şamildir Hepsinin de ruhuna öylesine derin bir şekilde işlemiştir ki, savaşta birer cesaret timsali olan bu kimseler, barişta, fakir babasi, düşkünün dostu olurlar İçlerinde en kötüsü, en hasisi bile, yine de bir vazife olarak iyilik etmekten çekinmez  " (D'ohsson)
  
Sonuç olarak Osmanli Devleti, kavimler, dinler ve mezhepler arasinda, sağlam bir âhenk, halk kitleleri arasinda hiçbir fark ve tezada izin vermemekle, dünya tarihinde milletlerarasi en kudretli ve cihanşümûl bir siyasî varlik teşkil etti Osmanli Devleti ve sultanlarinin davalari da, kendi tabirleri ile "nizam-i âlem" (dünya barişi) üzerinde toplaniyor, koca devletin varlik sebebi ve savaşlari da, millî ve insanî esaslara bağli bulunan bir cihan hakimiyeti düşüncesine dayaniyordu
Osman Gazi'nin, bütün Osmanli sultanlarinin bir anayasa olarak kabul ettikleri ve uyguladiklari, vasiyetnamesinin özü şu şekildedir: "Allah ü teâlânin emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini âlimlerden sorup anlayasin İyice bilmeyince bir işe başlamayasin! Sana itâat edenleri hoş tutasin! Askerine in'âmi, ihsâni eksik etmeyesin ki, insan ihsânin kulcağizidir Zâlim olma! Âlemi adaletle şenlendir ve Allah için çalişmayi terk etmeyerek beni şâd et Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm (yumuşaklik) göster! Askerine ve malina gurur getirip, ilim ehlinden uzaklaşma Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadimiz, Allah'in dînini yaymaktir Yoksa, gavga ve cihangirlik dâvâsi değildir Sana da bunlar yaraşir Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansiz gör "
İmparatorluğa Doğru
Sultan Murad Hüdâvendigâr'in şehid olmasi üzerine, cesareti ve savaş âninda olağanüstü hizli hareketi yüzünden "Yildirim" lâkabiyla anilan, oğlu Bayezid Han tahta çikti 1390 ve 91'de iki defa Anadolu seferine çikan Yildirim Bayezid, Saruhan, Germiyan, Menteşe, Aydin, Teke ve Hamidoğullari'nin topraklarini sinirlarina katti Karamanoğullari arazisinin büyük bölümünü alirken beyliğe dokunmadi 1391'de Eflak seferine çikti Eflak ordusunu mağlup ettikten sonra Osmanli ordusu, Tuna'nin öbür yakasina geçti Selanik alindi Mora üzerine giden akinci kollari, siniri hizla genişletirlerken, Macar krali Sigismund emrindeki Haçlilar, Niğbolu önlerine geldiler Haçlilarin gayesi, Osmanli Türkünü Avrupa'dan, hattâ Anadolu'dan atarak Kudüs kralliğini yeniden kurmakti Ancak, Avrupa'nin irili ufakli bütün milletlerinin Kudüs'e kadar uzanan yolda, daha ilk ciddî imtihani vermek üzere Niğbolu'ya saldirdiklari sirada Bayezid Han harekete geçti Niğbolu Savaşi sonunda Haçlilarin zayiâti 100 bin ölü ve 10 bin esir oldu Niğbolu Savaşinda Türkleri ilk defa taniyan ve Yildirim'in kumandanliğina ve kahramanliğina hayran olan Korkusuz Jean, esaretten kurtulursa, bir daha Türklere karşi kiliç çekmeyeceğine yemin etmişti Buna karşilik Yildirim Bayezid Han; "Bir daha benim aleyhimde silah kullanmamak için yaptiğiniz yemini size iade ediyor, sizi silahlarinizi elinize almaya ve bütün Hiristiyanlari bize karşi toplamaya davet ediyorum Bu suretle bana, yeni zaferlerle şan ve şeref kazandiracaksiniz" diyerek kudretini ortaya koyuyordu
Niğbolu Zaferinin en önemli sonucu, Bizans için bütün ümit kapilarinin kapanmiş olmasiydi Artik Avrupa'dan hiçbir yardimin gelmesi beklenemezdi Bundan sonra Yunanistan'a sefer düzenleyen Yildirim Bayezid, Atina ve Mora'yi aldi Hazret-i Peygamberin müjdesine kavuşmak için, İstanbul'u iki defa siki bir kuşatma altina aldi ise de, bunlardan birincisine Niğbolu Seferi, ikincisine ise Timur Han mâni oldu Fakat Hiristiyan batiya galip gelen Osmanlilar, kendileri gibi Türk ve Müslüman olan doğuya mağlup oldular Kendisini Cengiz'in mirasçisi olarak gören ve Cengiz imparatorluğu topraklarinin tamamina hâkim bir İslam devleti kurmak isteyen Timur Han, Altinordu Hanliği gibi, Ankara civarinda 20 Temmuz 1402'de, Osmanli Devletine de büyük bir darbe vurdu ve Anadolu'yu tekrar parçaladi Bu yenilginin sebepleri arasinda, karşi tarafin da askerlik sanati ve yiğitlik bakimindan bu taraftaki Türk'e denk olmasi yaninda, Osmanlilarin o sirada henüz Anadolu'da birliği sağlayamamiş olmalarinin rolü büyüktü Anadolu beyliklerine son verilmişse de, beylik yapisi tam olarak ortadan kaldirilamamişti Bununla beraber, Timur'un devleti onun ölümüyle dağilacak, fakat Osmanlilarin kurduğu devlet, aradan on yil geçtikten sonra, bütün şevket ve azametiyle devam edecektir
Yildirim Bayezid'in Ankara Savaşi'nda esir düşmesi ve çok geçmeden de esaret hayatina dayanamayarak, kederinden vefat etmesi üzerine (Mart 1403), şehzadeleri arasinda taht kavgalari başladi 1403'ten 1413 yilina kadar devam eden ve Fetret Devri denilen bu süre sonunda, kardeşleri İsa, Musa ve Süleyman çelebilere galip gelen Mehmed Çelebi, Osmanlilari tekrar bir idare altinda toplamayi başardi 1413-1421 yillari arasinda, tek başina Osmanli tahtini temsil eden Sultan Çelebi Mehmed, giriştiği muharebelere bizzat katilmasiyla meşhur oldu Bu savaşlarda yara alan Padişah, azimli, cesaretli, dirayetli ve kadirşinasti (değer bilirdi) Zamaninda affetmesini ve kalp kazanmasini da bilirdi Aydinoğullarini, Candaroğullarini ve Karamanoğullari'ni itaat altina aldi Fetret devrinde elden çikan Rumeli'deki topraklarin büyük bölümüne yeniden sahip oldu Şeyh Bedreddin ve Mustafa Çelebi isyanlarini bastirdi 35 yaş gibi devletine en verimli olabileceği çağda, kalp krizinden vefat etti (1421) Sultan Çelebi Mehmed, oğlu II Murad'a, âdeta yeniden kurarak sağlam temellere oturttuğu bir devlet birakti Bu sebeple kendisi, devletin ikinci kurucusu olarak bilindi
  
Kahramanliği yaninda bir gönül adami olan Sultan II Murad Han, 1430'da Selanik ve Yanya'yi fethetti Varna ve Kosova'da Haçlilara karşi girdiği mücadelede, Türk tarihine altin harflerle geçen iki büyük zafer kazandirdi Sirp despotluğunu ortadan kaldirdi Kazandiği zaferler ve fetihler neticesinde, devleti her zamankinden daha güçlü bir hale getirdiği gibi, İstanbul'un fethini de yakin bir imkân haline soktu Bu hükümdar devrinde, Osmanli merkezi, ilmin ve kültürün de merkezi oldu Beyliklerdeki kültür faaliyetleri Osmanli payitahtina (başkentine) taşindi ve her sahada pek çok eser yazildi Bilindiği kadari ile, Osmanli hükümdarlari içinde adina en çok eser yazilan, Türkçecilik cereyanini destekleyen, âlimlere hürmet gösteren bu padişah, tezkirelerdeki kayitlara göre, şâir padişahlarin da ilkidir
Ayrica Gazi ve âdil olan Sultan II Murad Han, geride her yönüyle sağlam temellere oturmuş, kudretli bir devlet birakti 1451 yilinda vefat etti
1402-1413 yillari arasinda şehzadeler arasi saltanat mücadelelerinin hüküm sürdüğü Fetret Devri bir yana, Sultan Yildirim Bayezid'in tahta çikmasindan, Sultan II Murad Hanin vefatina kadar geçen zaman (1389-1451), Osmanli imparatorluk temellerinin atildiği bir devir olarak göze çarpar Osmanli Devletinin, Timur darbesine maruz kalmasina ve bölünüp parçalanmasina rağmen, 50 yil içerisinde bir imparatorluk haline gelmesinin sebepleri şunlardir:
1 Daha önce Osman Gazi, Orhan Gazi ve Murâd-i Hüdâvendigâr'da görüldüğü gibi, devleti idare edecek olan şehzadelerin yetiştirilmesine fevkalâde dikkat gösterilmesi Ayrica devrin en yüksek âlimlerinden din ve fen derslerini alan şehzadelerin, ayni zamanda savaşlara katilip askerlik ve kumandanlik vasiflarini geliştirerek, babalarinin yerini tutacak değere ulaşmalari
Nitekim, babasiyla birlikte Rumeli ve Anadolu'daki bütün savaşlara katilan Yildirim Bayezid için, Batili tarihçiler; "Yildirim Bayezid, bütün tarihin en büyük kumandanlarindan biridir" (Benoist) ve "Yildirim'in dünya hakimiyetine doğru gittiğini görüyoruz Ülkesinde demir bir disiplin, mükemmel bir nizam ve asayiş mevcuttur" (Lorga) demektedirler Gerçekten Yildirim'in, 13 yil gibi kisa bir zamanda, babasindan devraldiği 500 000 kilometrekarelik ülkeyi 942 000 kilometrekareye ulaştirmasi, onun büyük bir kumandan olduğunu göstermektedir
Yildirim Bayezid Hanin, Ankara Savaşi sirasinda vaziyetin kötüye gittiği bir sirada, Timur kuvvetleri üzerine kasirga gibi atilan bir birliğe gözü takilir ve yanindakilere; "Kimdir bu gelenler?" diye sorar Yanindakiler; "Padişahim, bunlar oğlunuz Şehzade Mehmed'in kuvvetleridir" derler Bunun üzerine Yildirim; "Berhudâr olsun Kader hükmünü nasil olsa icrâ edecek Benim tahtim ona yâdigâr olsun Onda, parçalanacak Osmanli ülkesini birleştirecek cevheri görüyorum" demiştir
Gerçekten de, Bayezid'in 14 yaşindaki en küçük oğlu Şehzade Çelebi Mehmed, Amasya'da saltanatini ilan edecek ve ağabeylerine karşi giriştiği mücadeleyi kazanip Osmanli birliğini sağlayacak ve oğluna güçlü bir devlet birakacaktir Memleketi ve milleti bunca beladan, fitneden, düşman tehlikesinden ancak parlak bir zekâ, yüksek bir karakter kurtarabilirdi İşte bütün bunlar Şehzade Mehmed'de henüz daha 14 yaşindayken toplanmişti Tarihçiler onu; "Birinci Mehmed; cömert, yumuşak huylu ve olağanüstü kuvvetliydi" ve "Çelebi Mehmed; cömert, dostlarina dost, din ve devlet düşmanlarina karşi gayet şedid idi" cümleleriyle anlatmaktadir
Sultan Çelebi Mehmed'in ölümü ile, henüz 18 yaşinda Osmanli tahtina çikan oğlu II Murad, saltanatin başinda, devleti parçalayabilecek gaileler (amcasi Mustafa Çelebi ve kardeşi Küçük Mustafa Çelebi hâdiseleri) ile karşi karşiya kaldi Ancak o, devlet üzerinden bu tehlikeleri bertaraf ettiği gibi, gerçekleştirdiği fetihlerle, İmparatorluğun temellerini atmaya muvaffak oldu Yetişmesine olağanüstü dikkat ve ihtimam gösterdiği ve Haci Bayram-i Velî'den, İstanbul'u fethedeceği müjdesini aldiği oğlu şehzade Mehmed'i (Fatih), idaresini görmek için 13 yaşinda tahta çikardi Osmanli tahtinda çocuk bir padişahin bulunmasini firsat bilerek bütün kuvvetlerini birleştiren Avrupa, Türkler üzerine yürürken, baba ile oğul arasindaki şu yazişmalar tarihe geçti Oğlu Mehmed'in, ordunun başina geçmesi çağrisini, Murad Han reddetti ve devleti, milleti korumanin onun görevi olduğunu söyledi Bunun üzerine Şehzade Mehmed, babasina; "Eğer Padişah biz isek size emrediyoruz, gelip ordunun başina geçin! Yok siz iseniz, gelip devletinizi müdafaa edin!" şeklinde hitap ederek, ordunun başina geçmesini sağladi Varna'da düşmani bozguna uğrattiktan sonra; kendisini tebrik edenlere; "Zafer, oğlumuz Mehmed Hanindir Biz onun emrinde bir kumandaniz" cevabi pek mânidardir
  
Görüldüğü üzere yükselme dönemlerinde Osmanli şehzadeleri, 13-14 yaşlarina geldiklerinde, bir imparatorluğu idare edecek her türlü bilgi ve kabiliyete sahip bulunuyorlardi
2 Timur firtinasina uğrayan Osmanli-Türk Devleti, tarihte Fetret Devri diye anilan ve 12 sene devam eden taht kavgasina sahne olduktan sonra, daha sağlam bir şekilde yayilmaya ve yükselmeye başladi Bu durum, Osmanli Devletinin bir cihan hakimiyetine doğru sağlam temeller üzerinde kurulduğunu ve teşkilatlandiğini göstermektedir
Osmanli İmparatorluğunun kudret kaynaklarindan en önemlisi hiç şüphesiz, merkeziyetçi bir devlet oluşu idi Osmanlilardan önceki Türk hakan ve sultanlari, devleti, hanedanin ortak mali kabul ettikleri için, hanedana mensup şehzade ve beyler arasinda saltanat mücadeleleri eksik olmuyordu Her ne kadar, ailenin en büyüğü, ulu bey unvaniyla merkezde oturuyor ve devletin diğer bölgelerinde hüküm sürenler ona bağli bulunuyorlar idiyse de, bu gibi durumlarda devletin birliği, ancak, kudretli şahsiyetler sayesinde devam edebiliyordu Devlet merkezinde en küçük bir zaafin vuku bulmasi durumunda, eyaletlerdeki şehzadeler veya kudretli beyler, derhal istiklal mücadelesine girişiyorlardi
Türk tarihinde ilk defa olarak, Osmanlilarin, merkeziyetçi bir devlet sistemiyle meydana çikmasi, büyük bir siyasi inkilap oldu Osmanli hanedani, diğer Anadolu beyleri gibi, menşe itibariyle göçebe olduğu ve millî gelenekleri muhafaza ettiği halde, devletin taksim edilemez, mukaddes bir varlik olduğunu kavramiş, sağlam ve istikrarli bir devlet teşkilati vücuda getirmeyi başarmişti Rivayete göre, Osman Gazi ölünce, Orhan Gazi, hükümdarliği kardeşi Alâaddin Paşa'ya teklif eder Fakat Alâaddin Paşa; "Gel kardaş, atalarin duâsi ve himmeti seninledür Âninçün kendü zamaninda seni askere koşdilar  ve hem bu azîzler dahî bunu kabul itdiler" cevabiyla, hakimiyeti, daha lâyik olan Orhan Gaziye birakti Böylece Osmanli Beyliği, daha kuruluşunda bir saltanat mücadelesinden, bölünme ve sarsintidan kurtulmuş oldu
Ancak, Birinci Murad Anadolu'da meşgulken, Rumeli kuvvetlerinin başinda bulunan Şehzade Savci, babasina karşi tehlikeli bir harekete girişti Onun, Bizans prensi Andronikos'la birleşmesi bir ibret dersi oldu "Fitne kitalden daha şiddetlidir" düşüncesiyle hareket eden Birinci Murad Han oğlunu öldürttü ve böylece Osmanli tarihinde, ilk şehzade katli hadisesi meydana geldi Âdil padişah Murad-i Hüdavendigâr şehid olunca yerine geçen Yildirim Bayezid de, ayni düşüncenin mahsulü olarak, kardeşi Yakup Çelebi'yi bertaraf etti Fatih Sultan Mehmed ise, bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadiği halde, kendi adini taşiyan kanunnameye; "Evladimdan her kimseye saltanat müyesser ola, karindaşlarin nizam-i âlem içün katletmek münâsibdür Ekseri ulemâ dahî tecvîz itmişdür; aninla âmil olalar" maddesini koyarken, bu örfü kanunlaştirmiştir Padişah olmak düşüncesiyle hareket eden şehzadeler, kendilerini en iyi şekilde hazirliyorlardi XVI Yüzyilin başlarindan itibaren, bu düşünce terk edilince, şehzadeler, vezirlerdeki fikir ayriliklarina göre yönlendirildiler Sultan Birinci Mustafa, tahti istemediği halde padişah oldu Sultan İkinci Osman, bu ayriliklar sebebiyle öldürüldü Bu durum, Sultan Abdülaziz'in ölümüne kadar gidecek ve Osmanli Devletinde vezirler hakimiyeti ortaya çikacaktir Gerçekte şehzadenin şehzade ile değil de vezirlerle mücadelesi de, devlet için bir bahtsizlik olmuştur
  
Padişahlar ve âlimler gibi, halk da, nizam-i âlem düşüncesi, din ve devletin bekasi kaygisi ile, zaruret halinde kardeş katlini tasvip ediyordu Kanunî devrinde Türkiye'ye gelen, İmparator Ferdinand'in elçisi Busbecq; "Müslümanlarda, Osmanli hanedani sayesinde ayakta durduklari, din ve devletin selameti ve bekasinin, evlattan daha mühim olduğu" kanaatinin yaygin bulunduğunu bildirmektedir Timur'un oğlu Şahruh'un, Çelebi Sultan Mehmed'e yazdiği bir mektupta; "Süleyman Bey ve İsa Bey ile mücadele ettiğinizi ve Osmanli töresince onlari bu fani dünyadan uzaklaştirdiğiniz haberini aldik Ama, biraderler arasinda bu usul İlhanî töresine münasip değildir" sözüne karşilik Çelebi Mehmed; "Osmanli padişahlari, başlangiçtan beri, tecrübeyi kendilerine rehber yapmişlar ve saltanatta ortakliği kabul etmemişlerdir On derviş bir kilim üzerinde uyur Lâkin iki padişah bir iklime siğmaz Zîra etrafta din ve devlet düşmanlari firsat beklemektedir Nitekim, mâlum-u âlileridir ki, pederinizin arkasindan (Ankara Savaşi) kâfirler firsat buldu Selanik ve başka beldeler, Müslümanlarin elinden çikti" diye cevap vermiştir
Yine, Cem Sultan'in ülkeyi paylaşma teklifine karşi İkinci Bayezid'in; "Bu kişver-i Rûm bir Ser-i Pûşîde-i arus-i pür nâmustur ki, iki dâmâd hutbesinde tâb götürmez" (Osmanli Devleti öyle namuslu bir gelindir ki, iki damadin talebine tahammül edemez) cevabi, Osmanlilarin nizâm-i âlem mefkûresine bağliliklarini göstermektedir Bayezid Han bu cevabiyla saltanati, namusun timsali olan geline benzetmiş, paylaşilamayacağina dâir duygularini belirtmiştir
3 Osmanli merkeziyetçi devlet sisteminde ikinci önemli husus, timar sistemidir Büyük Selçuklular, geniş askerî iktalari, kendilerine bağli Türkmen beylerine veya sarayda yetişen köle kumandanlara veriyorlardi Ancak bu Türk kumandanlari, devletin zayiflamasiyla birlikte, Selçuklu İmparatorluğu içerisinde yeni devletler ve atabeylikler ortaya çikariyor, böylece devlet kisa bir süre sonra, üç beş parçaya bölünebiliyordu Osmanlilar ise, Selçuklulardan devraldiklari bu mîrî toprak rejimini çok daha ileri ve mahirâne metodlarla olgunlaştirdilar Bunun üzerine kurulan timar (ikta) usulü, Osmanli ordusunun temeli olurken, Türk askerleri (sipahiler), sancak beylerinin emrinde fakat padişaha bağli idiler Çünkü askerlerin geçimlerini sağlayan timarlari ve sancak beylerinin zeâmetleri de padişah tarafindan veriliyordu İşte büyük Osmanli ordusunun esasini bu timarli askerler teşkil ediyor ve merkezdeki yeniçeriler, ancak 10 000-20 000 arasinda değişiyordu
Cihan Hakimiyeti Dönemi (1451-1566)
Diğer taraftan köylüler arasinda, timar sisteminin meydana getirdiği huzur ve âhengi, şehirde sinaî, ticarî ve iktisadî faaliyetleri düzenleyen esnaf teşekkülleri sağliyordu Ahîlik adi verilen teşkilatlar sayesinde, şehir esnafi ve halki, devletin hiç bir tesiri olmadan kendi kendisini idare ediyor, en küçük bir mesleki suiistimal, yolsuzluk ve geleneğe aykiri bir harekete firsat verilmiyordu
4 Cihan hakimiyeti ve dünya düzeni davasini gaye edinen Osmanlilar, hukuk sahasinda da yüksek bir seviyeye ulaşmişlardi Osmanlilar, hudutsuz İmparatorluk ülkesinde yaşayan çeşitli kavim, din, kültür ve örflere sahip topluluklari idarede, İslâm hukukuna aykiri hareket etmiyor, çikardiklari kanun ve fetvalarla İmparatorluk nizamini sağliyorlardi Osmanli İmparatorluğuna kudret, istikrar ve uzun bir ömür veren unsurlardan biri hukukî anlayiş ve nizam idi Bu sebeple Osmanlilarda çok kuvvetli olan kanun ve nizam şuuru, devlet gibi kutsaldi Bu hususta yabanci seyyah ve elçilerin müşahedeleri ve eserleri hayranlik verici misallerle doludur Osmanli hukuk ve kanun nizamina bağlilikta birinci vazife padişahlara âit olup, bunlar dini emirlere aykiri en küçük bir tasarrufta bulunamazlardi Neticede, sağlam bir devlet kuruldu Normal veya zayif padişahlar zamaninda bile devlet makinesi, asirlarca hayatiyetini devam ettirmiştir
"İstanbul muhakkak fethedilecektir Bu fethi yapacak hükümdar ve ordu, ne mükemmel insanlardir "
Peygamber efendimizin 800 küsur sene önce verdiği müjde, 29 Mayis 1453 günü gerçekleşti Bu durumda 1000 yillik Şarkî Roma (Bizans) tarihe karişiyordu Fatih Sultan Mehmed'e kadar Bizans, Osmanli Devletinin topraklari arasinda bir fitne çibani durumunda idi Nihayet Fatih Sultan Mehmed, bu duruma son verdi ve ülke topraklari birleşerek, İmparatorluk vücuda geldi Fetihten üç gün sonra, beyaz at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapi'dan şehre giren Fatih Sultan Mehmed, doğruca İslâm mefkûresinin kalbi olan Ayasofya'ya gitti ve şükür secdesine kapandi Tasvirlerden temizlediği bu büyük mabedde, ilk cuma namazini kildi Daha sonra Ayasofya'yi yeriyle birlikte satin alan Fatih, burayi vakif yaparak, kiyamete kadar cami olarak kalmasi için evlatlarina vasiyet etti
  
"Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihânin payitahti olmalidir" diyen Fatih Sultan Mehmed, bundan sonra cihan hakimiyeti projesini gerçekleştirmek üzere, sistemli bir teşebbüse girişti Kisa zamanda Anadolu'da İsfendiyar, Trabzon, Akkoyunlu memleketleriyle Karamanoğlu Beyliğini topraklarina katti Dulkadir Beyliği ile Kirim Hanliğini tabiiyeti altina aldi Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sirbistan, Eflak-Boğdan ve sâir ülkeleri fethetti Böylece bir çok imparatorluk, hanlik ve beylik ortadan kaldirilmiş oldu ve Osmanli İmparatorluğu Firat'tan Tuna'ya kadar yayildi 6 Mayis 1481'de, bütün Hiristiyan ve İslâm dünyalarini birleştirmek üzere başladiği İtalya seferi sirasinda, Gebze civarinda ölümü, Türk-İslâm dünyasini mâteme, Hiristiyan dünyasini ise büyük bir sevince boğdu
Fatih Sultan Mehmed'in yerine geçen, oğlu II Bayezid'in 31 yillik hükümdarlik dönemi (1481-1512) iki bölümde incelenebilir Sultan Bayezid, saltanatinin ilk 14 yillik devresinde, Şehzade Cem meselesiyle uğraşti ve devletin parçalanmasi ihtimalini göz önünde tutarak, Avrupa'ya karşi büyük seferlere girişmedi Bayezid Han, niyetlerini ancak Cem'in ölümünden sonra gerçekleştirmeye çalişti Bu düşünce ile Macaristan, Arnavutluk ve Venedik seferleri sonunda, Akkerman, Modon, Koron, Navarin ve İnebahti kalelerini devletine kazandirdi Denizciliğe çok önem verdi Oğlu Korkut, denizcilerin hâmisiydi II Bayezid Hanin son dönemlerinde, Akkoyunlu Devletini ele geçiren Safeviler, Anadolu için de büyük tehlike arz etmeye başladilar Bu arada, Padişahin oğullari arasinda başlayan taht mücadeleleri, Şah İsmail'i cesaretlendirdi ve Osmanli ülkesine gönderdiği adamlari vasitasiyla, cahiller arasinda kendisine pek çok taraftar topladi Taraftarlari vasitasiyla, Antalya'dan Bursa'ya kadar büyük bir sahada isyanlar çikarttirdi Şiî ayaklanmalarinin büyümesi ve önlenememesi, Yeniçerilerin de, oğlu Selim'i tahta çikarmasi için padişaha baski yapmasi neticesinde, Bayezid Han, oğlu lehine tahttan feragat etti
Henüz beş yaşindayken, dedesi Fatih Sultan Mehmed'in huzuruna çikarilan, istikbalin Yavuz'u, büyük bir edep ve hürmet içinde padişahin elini öpmüştü Torununu dikkatle süzen Fatih, oğlu Bayezid'e dönerek; "Bayezid! Bu çocuğa mukayyed ol, umarim ki, bu büyük bir cihangir olacak" demişti Bu emirle yetişen Selim, kudreti, cesareti, iman ve mefkûresiyle, cihangir Osmanli padişahlari arasinda müstesna bir mevkie sahip oldu
Yavuz Sultan Selim, Osmanli tahtina geçince (1512), ilk seferini Anadolu'yu ve hattâ devleti tehdit eden Şah İsmail üzerine yapti Sahabeden Hazret-i Ebu Eyyub el-Ensarî'nin, babasi Bayezid ve dedesi Fatih'in türbelerini ziyaret ederek zafer dualari eden Yavuz, uzun bir yolculuk sonunda Çaldiran Ovasinda karşilaştiği Şah İsmail'in ordusunu, kisa bir sürede imha etti (1514) Tarihin en büyük meydan Savaşlarindan birini kazanan Osmanli-Türk hakani Yavuz, bu seferinde rakibi Şah İsmail'i bertaraf etmekle kalmadi, Adana, Antep, Hatay, Urfa, Diyarbakir, Mardin, Siirt, Muş, Bingöl, Bitlis, Tunceli, Musul, Kerkük ve Erbil vilayetleriyle Dulkadiroğullari topraklarini içine alan 220 000 kilometrekarelik bir topraği da devletine katti
Din ve devletin saldiriya uğramasi sebebiyle İstanbul, Halep, Şam ve Kahire'deki din adamlarinin fetvasi üzerine İran seferine çikan Yavuz Sultan Selim, yine mülhid Safevilerle işbirliği yapmalari dolayisiyla, bu defa da Misir seferine çikti Yildirim hiziyla, Misir ordularini, 24 Ağustos 1516'da Mercidâbik'ta ve 26 Mart 1517'de Ridaniye'de kazandiği zaferlerle ortadan kaldirdi İki meydan muharebesi sonunda, Memlûk Devleti tarihe karişirken, bütün Arap ülkeleri Yavuz'un hakimiyetine girdi Bu durum üzerine, Mekke ve Medine emîri, mukaddes şehirlerin anahtarlarini "Sahib'ül-haremeyn" unvani ile Yavuz Sultan Selim'e teslim etti Fakat dindar padişah, bu unvani, yüce makamlara saygisizlik sayarak, onu "Hâdim'ül-haremeyn" şekline çevirerek aldi ve evlat ve torunlarina böylece miras birakti
Çiktiği iki seferden birinde Safevîleri felç eden, diğerinde ise Misir Memlûklarini ortadan kaldiran Yavuz Sultan Selim'in iki hedefi daha vardi Bunlardan birincisi, Efrenciye yani Avrupa'nin, diğeri de Hindistan'in fethiydi Bilhassa Portekizlilerin Hind Denizine hakim olmaya ve İslâm'in mukaddes şehirlerini tehdide başlamalari, Yavuz'u endişeye sevk etmişti Bu itibarla, öncelikle tersanenin sayi kapasitesini arttirmak için faaliyetlere girişti
1520 yili Temmuzunda, Avrupa seferine çikan cihangir padişah, yakalanmiş olduğu şirpençe hastaliğindan kurtulamayarak Çorlu civarinda vefat etti Zamanin şeyhülislâmi ve büyük İslâm âlimi Ahmed ibni Kemal Paşa, onun için yazdiği mersiyede şöyle demektedir "Şems-i asr idi, asrda şemsin/Zilli memdûd olur, ömrü kasîr", yani "o padişah ikindi güneşi idi, bu vakitte güneşin gölgesi uzun, ömrü de kisa olur"
  
Gerçekten o bir ikindi güneşi gibi çabuk, sekiz sene içinde bu dünyadan göçüp gitti, ama muazzam gölgesi, Kirim'dan Hicaz'a, Tebriz'den Dalmaçya sahillerine kadar uzaniyordu
Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine, hayattaki tek oğlu Süleyman, Osmanli tahtina oturdu (1520) Henüz 26 yaşinda bulunan sultan, iyi bir eğitim görmüş, kiliçta ve kalemde usta olarak yetişmişti Gerek yaptiği kanunlar, gerekse kanun ve nizamlara gösterdiği fevkalâde riâyet yüzünden, "Kanunî" unvaniyla anilmiş, bu unvan âdeta ona isim olmuştur
Kanunî Sultan Süleyman, bizzat ordusunun başinda çiktiği on üç büyük sefer sonunda, babasindan devraldiği 6 557 000 kilometrekarelik Osmanli toprağini, 14 893 000 kilometrekareye ulaştirdi Yaşadiği asir, dünya tarihine, Türk asri olarak geçti 45 yil 11 ay 7 gün Türk-Osmanli tahtinda oturan Kanunî, tarihçilerin ittifaki ile "Cihan Padişahi"dir O, pek çok bakimdan eşine ender rastlanan bir devlet başkaniydi Bütün dünyanin servetleri ayak ucuna hediye diye getirilen, bir savaşla bir devleti ortadan kaldiran, dünyanin bütün devlet reislerine emirlerini dikte eden bir padişahti 46 yillik saltanatini, saraylarin zevk ve sefasiyla değil, savaş meydanlarinin cevr ve cefasiyla geçirdi Bütün saltanat süresinin en az on yilini kar, kiş, yağmur, tehlike altinda çadirlarda harcadi Batililar ona, "Muhteşem Süleyman" diyorlardi Ama o, kendinden çok devletine ve milletine ihtişam verdi
Zigetvar Kalesi'nin fethi sirasinda, 6-7 Eylül 1566'da, bu büyük cihan padişahinin ölümüyle, Osmanli-Türk tarihinde bir devir kapaniyordu Türk milletinin binlerce yillik hayatinda erişebildiği en yüksek noktayi temsil eden Kanunî Sultan Süleyman Han, birbiri ardina dâhiler çikaran Osmanoğlu ailesinin de zirvesini teşkil ediyordu Ondan sonra da zaman zaman kudretli padişahlar çikacak, fakat kuruluştan bu yana devam edip gelen dehâ zinciri, artik gevşemiş olacakti
Kanunî devrinin parlakliği, yalniz, fetihlerinin azametine münhasir değildir Türk-İslâm medeniyeti de her alanda en yüksek seviyesine bu devirde çikmiştir İlimde Zenbilli Ali Efendi, Kemal Paşazâde, Ebussuud Efendi; edebiyatta, kendisi başta olmak üzere, Bâkî, Fuzulî; sanatta, Mîmar Sinan; tarihte, Mustafa Selanikî, Celalzâde, Nişanci Mehmed Paşa; coğrafyada Pirî Reis; denizcilikte Barbaros Hayreddin Paşa, Seydi Ali Reis, Pirî Reis ve Turgut Reis; devlet adamliğinda Lütfi Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa, asrin dev simalaridir
  
Kültür hareketleri, bu devirde ziyadesiyle canliydi Osmanli-Türk edebiyatinda ilk defa görülecek olan tezkere vadisi, bu padişah zamaninda ortaya çikti Sehî ve Latifî gibi tezkireciler, eserlerini ilk ona sundular Bu, imparatorluğun dört bir yanindaki ses veren şâirleri bir arada görmek demekti Bizzat kendisi de şâir olup, Muhibbî mahlâsi ile şiirler yazdi ve dîvani, 2800'ü aşkin gazeli ile, devrinde, Zâtî'den sonra ikinci büyük dîvan olarak ortaya çikti
Osmanli Devletinin, bir cihan imparatorluğu durumuna gelmesine ve yüzyillarca dünya siyasetinde baş rolü oynamasina sebep olan maddî ve manevî kaynaklar nelerdi?
1 Kuruluş ve yükselme devrinde görülen dâhi padişahlar, cihan hakimiyeti devresinde de devam etti
İtalyan Longosto, Fatih hakkinda; "İnce yüzlü, uzunca boylu, hürmetten fazla korku telkin eder, seyrek güler, şiddetli bir öğrenme arzusuna sahip ve âlicenaptir Daima kendinden emindir Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca, Slavca, İtalyanca ve İbranice konuşur, harp sanatindan çok hoşlanirdi Her şeyi öğrenmek isteyen, zekî bir araştirici idi Nefsine hâkim ve uyanikti Soğuğa, sicağa, açliğa, susuzluğa ve yorgunluğa dayanikli idi" demektedir
Ömrü devlet ve milleti için savaşmakla geçen Fatih, Trabzon Seferine giderken, Zigana dağlarini yaya geçmek zorunda kalmiş ve bu sirada büyük güçlük ve sikintilarla karşilaşmişti Sefer sirasinda yaninda bulunan Uzun Hasan'in annesi, onun çektiği bu eziyetleri gördükten sonra, kendisini seferden alikoymak kasdiyla; "Ey Oğul! Bir Trabzon için bunca zahmet değer mi?" deyince, Yüce Hakan; "Hey ana, zahmete katlanmazsak, bize gazi demek yalan olur" diye cevap vermiştir
Fatih Sultan Mehmed'in sadece, dünyanin incisi olan İstanbul'u Türk milletine hediye etmesi, bu milletin ona minnettar olmasi için yeter
Sultan II Bayezid ise, şair, âlim ve ayni zamanda hattatti Fatih gibi bir baba ve Yavuz gibi bir oğul arasinda saltanat sürmesi ve onlarla kiyaslanmasi sebebiyle saltanat devresi sönük görünmektedir Halbuki o, kendinden önce ve sonra gelenlerle her bakimdan karşilaştirilabilecek bir padişahti İkinci Bayezid döneminde Osmanli İmparatorluğu, türlü isyanlara, iç karişikliklara, bati devletleriyle güney ve doğu komşularinin, Türklere karşi daha tehditkâr bir tavir takinmalarina, deprem ve sel gibi âfetlere, salgin hastaliklar gibi felaketlere rağmen, dünyanin en güçlü devletlerinden birisi olarak teessüs etti
Yavuz Sultan Selim Han ise, cihan hakimiyeti davasinda çok kudretli bir simadir Kendisini Rodos seferine teşvik edenlere; "Ben cihangirliğe alişmişken, siz himmetimi küçük bir adanin fethine hasretmek istiyorsunuz" cevabi, kendisini en iyi şekilde anlatmaktadir
İki büyük meydan savaşiyla Memlûk Devletini ortadan kaldiran, mübarek makamlara hizmetle şereflenen ve 'Müslümanlarin halifesi' unvanini alan Yavuz Sultan Selim, 25 Temmuz 1518 günü İstanbul'a ulaşmişti Ancak, İstanbul'da halkin büyük bir karşilama hazirliği yaptiğini işitince, gece vakti yaninda bir kaç kişiyle kayiğa binerek gizlice Topkapi Sarayi'na çikti Ertesi gün, padişahin sarayda olduğu öğrenilince hiç bir merasim yapilamadi "Biz ne yaptik ki bu kadar rağbet edilir!" diyen cihan padişahi, gâyet sâde giyinir, devlet işleri dişinda gösterişe rağbet etmezdi
Her bakimdan büyük bir îtina ile büyütülen Şehzade Süleyman, 25 yaşini geçerken Osmanli tahtina oturduğunda, dünyanin en güçlü ordu ve donanmasi, en düzenli devlet teşkilati, zengin ülkeler, muntazam maliye ve kabiliyetli bir millet emrinde idi Bu muazzam kaynaklari kullanarak zaferden zafere koşan Kanunî Sultan Süleyman, Osmanli ihtişam ve azametinin en yüksek temsilcisidir Kaynaklarda Kanunî, hareket ve sözleri güzel, akli kâmil, âlim, hakîm ve şairlere dost, bütün maddî-manevî iyilikleri şahsinda toplamiş, emsalsiz bir padişah olarak vasiflandirilmaktadir Devletin bu devirdeki büyüklüğü, diş dünyanin merakini gitgide arttirmiş, Rusya ile Avrupa'dan, görünüşte hac için Kudüs'e giden seyyahlar, Osmanli ülkesine akin etmişlerdir Bu seyyahlar kendi hükümdarlarina sunduklari arizalarda, Osmanlinin büyüklük sirlarini anlatmaya çalişmişlardir
2 Osmanli padişahlarinin büyük ilim, din, kültür ve sanat adamlarini ülkelerinde toplayarak, medeniyetin ilerlemesine ve müsbet ilimlerin gelişmesine çalişmalari Nitekim Fatih devrinde İstanbul, medeniyetin ve dünyanin en yüksek merkezi haline geldi Molla Gürani, Akşemseddin, Hocazâde, Molla Husrev ve Hizir Bey gibi dinî ilimlerdeki âlimlerin yaninda, matematik ve astronomi âlimi Ali Kuşçu, Yusuf Sinan Paşa, tip dalinda Muhammed bin Hamza, Sabuncuoğlu Şerefeddin ve Altuncuzâde, bu devre mensup en mühim simalar idi Fatih Sultan Mehmed, Türk-İslâm âlimleri gibi Rum ve İtalyan âlimlerini de himayesine alarak, çalişmalarina destek verdi Rum bilgin Yorgo Amirukis'i, Batlamyus coğrafyasina göre bir dünya haritasi yapmağa memur etti Harita üzerine ülke, şehir ve mevkilerin Türkçe isimlerini de koydurdu Fatih'in bilime olan hizmetlerine işaret eden eserlerden en önemlisi, hiç şüphesiz, camiinin etrafinda yaptirdiği medreselerdir Sahn-i semân denilen bu medreselerden dinî ilimlerin yanisira matematik, astronomi ve tip okutulduğu ilmiye salnamelerinde yazilidir
Fatih Sultan Mehmed devrinde İstanbul'un ilim merkezi yapilmasi için başlatilan çalişmalar; Bayezid Han, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman devirlerinde de devam etti İkinci Bayezid Han, kendi ülkesinde olduğu gibi, doğu İslâm ülkelerindeki âlimlere dahî maaşlar dağitti Yavuz Sultan Selim'in etrafi âlim ve şairlerle doluydu Seferleri bir görev sayarak, bütün kudretini onlara harciyor, fakat bu zamanlarda bile ilim ve edebiyati terk etmiyordu Yaninda bulunan âlimleri dâima telif ve tercümelere memur etti Kendisi de her firsatta kitap okur ve şiir yazardi Kemal Paşazâde bir gün atini sürerken, Padişahin üzerine çamur siçratinca çok üzülmüş, fakat Yavuz; "Üzülmeyiniz, âlimlerin atinin ayağindan siçrayan çamur, bizim için süstür Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftanim, ben öldükten sonra, kabrimin üzerine örtülsün" diyerek ilim adamlarinin, yanindaki değerine işaret etmiştir
  
Kanunî Sultan Süleyman da âlimlere çok saygi gösterir, her birine hallerine göre izzet ve ikramlarda bulunurdu Onlara danişmadan hiç bir işe girişmezdi İstanbul'da kendi camii etrafinda yaptirdiği Sahn-i Süleymaniye adindaki tip ve riyaziye fakülteleri dünyanin en ileri ilim merkezleriydi Devrinde kültür ve sanat faaliyetleri doruk noktasindaydi Kanunî'nin himayesinde değerli şahsiyetler yetişip, her biri eşsiz eserler verdiler Sultan İkinci Murad'la temeli atilip büyüyen ve genişleyen bu ilim ve kültür hareketleri, ondan sonraki padişahlar tarafindan da en iyi şekilde devam ettirildi Bu durum, Osmanlilarda ilmin gelişmesi ve ilim adamlarinin yetişmesinde başlica âmil olmuştur
3 Osmanli ordusunun, padişah ve komutanlara itaat, düzen, disiplin, kabiliyet, ahlâk, nefse hakimiyet, silaha alişkanlik ve kahramanlikta en yüksek noktada bulunmasi Nitekim yabancilarin söyledikleri şu sözler, Türk ordusunun durumunu göstermesi bakimindan önemlidir:
"Bizde (Fransiz ordusunda) 10 kişi, Türklerde 1000 kişinin yapacağindan fazla gürültü yapar " (Bertrandon de la Brocquiere)
"Mâhir bir kumandan, Türk askeriyle dünyayi kutuptan kutba kadar katedebilir " (Vandal)
"Seleflerinin gayretleri sayesinde, Sultan Süleyman öyle bir orduyu emri altinda bulunduruyordu ki, kuruluşu ve silahlari bakimindan bu ordu, dünyanin bütün diğer ordularindan dört asir ilerideydi  Her Türk askeri, yalniz başina, seçkin bir Avrupa taburuna bedeldi " (Benoist Mechin)
"Kudretli Türk ordusu, bir tek emirle, tek vücut ve iyi kurulmuş bir makine halinde harekete geçiyordu " (Henri Hauser)
|