Yalnız Mesajı Göster

Osmanli İmparatorluğu Ve 36 Padişah / Osmanli İmparatorluğu Ve 36 Padişahi Hakkinda

Eski 08-16-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanli İmparatorluğu Ve 36 Padişah / Osmanli İmparatorluğu Ve 36 Padişahi Hakkinda






Duraklama Dönemi (1566-1699)
"Türklerin mevcut sistemini kendi sistemimizle mukayese edince, istikbalin başimiza getireceği felaketleri düşünüyor, titriyor ve âkibetimizden korkuyorum Bir ordu galip gelecek ve pâyidar olacak, diğeri de mahv olacaktir Çünkü, şüphesiz ikisi de sağlam surette devam edemez Türklerin tarafinda kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynaklari mevcut, hiç sarsilmamiş bir kuvvet var, sefer görmüş askerler, zafer alişkanliklari, meşakkatlere dayanma kabiliyeti, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlik ve uyaniklik var Bizim tarafta ise, umumî fakirlik, hususî israf, sarsilmiş kuvvet, bozulmuş maneviyat, tahammülsüzlük ve idmansizlik var Bütün bunlarin en kötüsü, düşmanin (Türklerin) zafere, bizim de hezimete alişkin bulunmamizdir Sonucun ne olacağini tahminde tereddüde yer var midir?" (Busbecq)

4 Osmanlilarin, Atlas Okyanusundan Umman Denizine ve Macaristan'dan, Kirim ve Kazan'dan Habeşistan'a kadar geniş yerlere hakim olmalari ve adaletle idare etmeleri

5 Osmanli Devletinin bütün temel müessese ve teşkilati, Fatih devrinde en mükemmel bir duruma geldi Fatih, teşkilatçi ve imarci idi Devlet yönetimini tam bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe, kanunlar ve fermanlar yayimladi Hazirlattiği kanunnamesi, hukuk sahasinda çok önemli bir mevki tutmaktadir Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman, o güne kadar çikarilan kanunlari, "Kanunname-i Âl-i Osman" adi altinda tanzim ettirdi Bu kanunname, hukukî, idarî, malî, askerî ve diğer lüzumlu mevzulari içine alan başliklar altinda, ceza, vergi ve ahaliyle askerlerin kanunlarini içeriyordu Fethedilen ülkelerde, örfî hukuk denilen, önceki yönetimden kalan kanunlar ve halkin teamülleri de, İslâm hukukuna uygunluğu şartiyla Kanunnamede yer almiştir Böylece hazirlanan kanunlar, asirlarca en iyi şekilde ve eksiksiz tatbik edilip, devletin tebaasini teşkil eden her çeşit insana huzur ve mutluluk kaynaği olmuştur

Kanunî Sultan Süleyman'in ölümü ile, muhteşem padişahlar ve onlarin hamleleri sona ermekle birlikte, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni bütün kudretiyle yaşamakta idi Nitekim II Selim döneminde (1566-1574) Avusturya'nin Erdel'e küçük bir tecavüzü üzerine, şiddetli bir karşilik verildi 1570'te Kibris fethedildi Türk donanmasi Okyanusya'ya kadar gidip Sumatra (Açe) Sultanliğiyla, yani Uzakdoğu Müslümanlariyla temasa geçti Kurdoğlu Hayreddin Hizir Bey, 22 parça gemiyle Açe sultani Alâaddin'e top ve topçu ustasi götürdü Türk subaylari, Açe ordusunda islahat yapti

Diğer taraftan, II Selim Han'in, Türk tarihinin en şuurlu ve hayatî seferi olan, Don ve Volga nehirlerini bir kanalla birleştirme, böylece Karadeniz'le Hazar Denizini birbirine bağlamayi amaçlayan Don-Volga Kanal Projesi, Kirim Hani Devlet Giray'in ihanetiyle, başarisiz kaldi Bu kanal projesi sayesinde, o sirada gitgide güçlenen Ruslarin güneye doğru sarkmalari önlenecek, İran kuzeyden çevrilmek suretiyle artik tehlike olmaktan çikacak, bütün Sünnî Müslümanlarin halifesi olan Osmanli sultani, Sünnî İslâm ve Türk ülkelerinin ayni zamanda fiilî hakimi olacakti Bütün Türk yurtlarini bir bayrak altinda toplayabilecek kadar muhteşem bu tasaridan, Ruslar dehşete kapilmişlar, ancak karşi koyamamişlardi Öte yandan Devlet Giray; bu kanal açildiği takdirde, Osmanlinin artik o taraflarda kendi askeriyle iş görüp Kirimlilara ihtiyaci kalmayacaği, böylece Kirim'i ilhak edip merkezden valilerle idare edebilecekleri gibi bozuk bir düşünce içine düştü Bu yüzden asker arasinda menfi propaganda yapti Kiş mevsiminin buralarda alti ay sürdüğünü ve kimsenin bu soğuğa dayanamayacağini söyledi Çeşitli zorluklar çikardi Neticede kişi geçirmek üzere Azak'a dönen Osmanli teknik heyeti ve askerleri bir daha kanal başina gidemedi Böylece Kirim, bugünlere kadar süren tarihteki talihsizliğini kendi eliyle hazirladi ve Türk tarihinin çehresini değiştirebilecek büyük ve önemli bir teşebbüs, başarisizliğa uğradi Artik, Rusya, Kafkas Türk hanliklarini yutmaya, Osmanlilari da en fazla hirpalayacak bir güç olmaya hazirlaniyordu

Osmanli Devletinin, İkinci Selim devrinde uğradiği ikinci başarisizlik İnebahti'da oldu Kibris'in Türkler tarafindan fethi üzerine, Papa'nin teşvikleri sonucunda, büyük bir Haçli donanmasi hazirlandi 1571'de İnebahti'da meydana gelen deniz savaşinda, Osmanli donanmasi imha edildi Çok şehit verildi Ancak Uluç (Kiliç) Ali Paşa, kurtarabildiği 60 kadar gemi ile İstanbul'a gelebildi Bundan sonra devlet, bütün imkânlariyla; bir kiş zarfinda eski donanmasini yeniden inşa ederek, Akdeniz hakimiyetini tekrar sağladi Sokullu Mehmed Paşa, Venedik elçisine: "Biz Kibris'i almakla sizin kolunuzu kestik Siz ise donanmamizi yakmakla, bizim sadece sakalimizi tiraş ettiniz Kesilen kol bir daha yerine gelmez, fakat kazinan sakal daha gür çikar" diyerek, onlara fazla sevinmemelerini söyledi Bu arada, donanmanin yetişmeyeceği endişesini taşiyan Kiliç Ali Paşaya da; "Paşa, bu millet öyle bir millettir ki, isterse bütün gemilerinin demirlerini gümüşten, yelkenlerini atlastan, halatlarini ibrişimden yapar" sözü meşhurdur Gerçekten ertesi yaz, Osmanli donanmasi hazirlanip Akdeniz'e inince, Venedikliler, bariş istemek zorunda kaldi Hattâ bu anlaşmada Venedik Cumhuriyeti, Türklere, Kibris Seferinde yapilan masraflar karşiliği savaş tazminati ödemeyi bile kabul etti

II Selim Han'dan sonra Osmanli tahtina oturan III Murad döneminden (1574-1595) itibaren Osmanli Devletinin giriştiği harpler çok uzun sürmeye ve devletin aleyhinde olmaya başladi Nitekim 1578 yilinda başlayip çeşitli araliklarla III Mehmed (1595-1603), Birinci Ahmed (1603-1617), II Osman (1618-1622) ve IV Murad (1623-1640) devirlerinde olmak üzere 1639'a kadar sürmüş olan İran savaşlari, Osmanli duraklamasinin başlica sebeplerinden biri olmuştur Osmanli Devletinin zayif anini kollayan ve Hiristiyan Bati dünyasi ile birlikte hareket eden İran, devamli olarak bu devleti uğraştirmayi gaye edinmiştir İran'a karşi koyabilmek için, devamli Anadolu'dan asker desteği verilmiş, bu durum, zamanla Anadolu'da dengelerin bozulmasina yol açmiştir

Duraklamanin diğer sebepleri şu şekilde siralanmiştir:

1 1593-1606 Avusturya harplerinde timarli sipahi yerine, tüfekli piyade kullanilmasi mecburiyeti yüzünden, yeniçerilerin sayisi fazlasiyla arttirildiği gibi, Anadolu'da ücretle pek çok tüfekli sekban askeri yazildi Sekban askerine ihtiyaç kalmadiği zamanlarda parasiz kalan bu eli tüfekli gruplar, Anadolu'da halki haraca kesmeye ve saldirilara başladilar Bozgunculuklari sebebiyle timarlari ellerinden alinan sipahiler de onlara katildi Böylece 1596-1610 yillari arasinda Osmanli İmparatorluğunu temelinden sarsan Celâli hareketi başgösterdi Anadolu'da yağma ve çapulculuğa başlayan Celâlilere İran yanlilarinin da katilip, İran'in bunlari desteklemesi neticesinde, isyanlar kisa sürede büyüdü Öyle ki, Anadolu'da etrafina 30-40 bin kişilik kuvvetler toplayan Celâli liderleri çikti Bunlar, emirleri altindakileri bir ordu biçiminde teşkilatlandiriyorlar ve üzerlerine gönderilen devlet güçleriyle çetin muharebelere girişiyorlardi Devletin İran ve Avusturya ile savaş halinde olmasindan da yararlanan Celâliler, Anadolu'yu baştan başa yakip yiktilar Paniğe kapilan köylüler, topraklarini birakarak şehir ve kasabalara siğinmaya çalişiyorlar, varlikli olanlar İstanbul'a, Kirim'a veya Rumeli'ye kaçiyorlardi Bu durum Sultan I Ahmed Han'in dirayeti ve vezir-i azam Kuyucu Murad Paşa'nin üç sene süren temizleme faaliyeti neticesinde önlenebildi Bu müddet içinde öldürülen Celâli sayisinin 65 bini bulmasi, Anadolu'nun içine düştüğü durum hakkinda bir fikir vermektedir

2 1580'lerden itibaren batidan büyük ölçüde gümüş gelmesi sonucu, fiyatlarin düşmesi üzerine yaşanan ve fiyatlar ihtilali denen karişiklik Bu vaziyet karşisinda küçük timar sahipleri, uzak ve masrafli seferlerden kaçinmaya başladi Diğer taraftan Orta Avrupa'da yapilan savaşlarin usullerinde meydana gelen değişiklikler, tüfekli yaya askerine olan ihtiyaci ortaya çikardi Ayrica timarli sipahiler, silah ve techizat bakimindan değil, teşkilat ve taktik bakimindan da, modern savaş şekline ayak uyduramiyorlardi Bu sebeplerle devlet, yeniçeri sayisini arttirmaya ve sekban-i saruca adi altinda tüfekli Anadolu leventlerini ücretli asker olarak kullanmaya başladi Yine bu devrede, artik işe yaramayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazi eski askeri birlikler de kaldirildi Kapikullarinin toplam mevcudu; 1470'lerde 13000, timarli sipahi 60000; 1526'da kapikulu 24000, timarli sipahi 80000 olduğu halde, 1610'larda kapikulu 40000'e çikmiş, timarli sipahi sayisi 20000'e düşmüştür Sonuçta, timar sisteminin bozulmasinin en menfi tarafi, devletin iktisadi yapisina yansimasidir Timarli sipahilerin boşalttiği dirliklerin gelirini eskisi gibi toplayip devletin hazinesine aktarmak mümkün olmamiştir Bu dirliklere gönderilen mültezimler, zamanla büyük servet sahibi olarak nüfuz kazanmiş ve devletin başina bela kesilmişlerdir

3 Sokullu Mehmed Paşanin ölümünden (1579) Halil Paşanin sadrazamliğina kadar geçen otuz sana zarfinda hükümet reisliği makamina geçen 19 vezir-i azam içinde, bu mevkie liyakati olanlarin adedi üçü geçmemektedir Bu durum son devirde 'kaht-i rical' denilen adam yokluğunun daha 17 yüzyildan itibaren görülmeye başladiğinin da işaretidir

Bütün bu olumsuzluklarin başlangicina rağmen padişahlar, cihan hakimiyeti davalarina samimiyetle bağli bulunuyorlardi Nitekim onlar yine Alman hükümdarlarini imparator ve kendilerine denk kabul etmiyor, onlarla yapilan anlaşmalara yine muâhede-nâme değil, ahid-nâme nazariyla bakiyor ve eskisi gibi bunu kendi lütuf ve ihsanlari sayiyorlardi Osmanli siyasî gücü gibi, sosyal nizami da devam ediyordu Ayrica ticaret ve sanat hayatinda ahlâkî nizam ve geleneklere aykiri bir hareket nâdir görülüyor ve bu gibi durumlar esnaf teşekküllerinin (loncalar) şiddetli denetim ve kontrolüne sebep oluyordu Böylece devletin bir müdahalesi olmadan içtimaî müesseseler genel düzeni muhafaza ediyordu Bu hususta Fransiz elçisi D Chesneau; "(Osmanli şehirlerinde) düzen ve asayiş inanilmaz derecede kuvvetliydi Geceleyin şehirleri muhafaza için, elinde bir sopa ve fenerle gezen tek bir kimsenin dolaşmasi kâfi idi Halbuki Paris'te ayni iş, bir kita askerin başinda bir kumandan tarafindan, zorlukla yapiliyordu" demektedir Thevanot ise "Bir milyonluk büyük İstanbul şehrinde dört yilda dört öldürme vakasi görülmemiştir Ticarî emtia ile dolu olan muazzam kervansaraylar, bir tek adam tarafindan korunuyor" der Böyle bir toplumda, devletin vazifesi sadece nizam ve adaleti sağlamak ve bunu dünyaya yaymakti Bununla birlikte devlet hiç bir zaman İslâmlaştirma ve Türkleştirme siyaseti gütmedi Zîra, cihan hakimiyeti mefkûresine inanan bir devlet, dar bir milliyetçilik görüşüne saplansa ve insanlik prensiplerine bağli kalmasa idi, bu cihanşümul vazifesini yapamaz ve başka imparatorluklar gibi süratle çöker, uzun asirlar boyunca yaşayamazdi

Osmanli Türkleri, 17 yüzyilda, zaferler kazanirken, bazen de yenilgiler görüyor, böylece önceki döneme göre, bir duraklama içinde bulunduklarini anliyorlardi Ancak duraklamanin sebeplerini araştiran Türk mütefekkirleri askerî, idarî ve ilmî müesseselerde gördükleri bozukluklari islah etmek sayesinde, İmparatorluğun eski kudretini tekrar kazanacağina, medenî ve manevî üstünlüğün kendilerinde olduğuna inaniyorlardi Fakat kanun ve nizamlardaki bu düzelme, otorite sahibi bir padişah idaresinde mümkündü Bir de artik ortalikta tek bir padişah adayi bulunmuyordu Bir noktada vezirlerin nüfuzlari konuşuyordu Bu sebepten ilk öldürülen padişah, sultan II Osman olmuştu Böylece padişahlarin, devletin aksayan yönlerine neşter vurabilmesi kolay görünmüyordu Ayrica timarli sipahi ordusunun gücünü kaybetmesi, buna karşilik yeniçeri ordusu miktarinin aşiri derecede artişi, merkezde büyük bir gücün doğmasina yol açti Yeniliklere karşi çikan bazi devlet adamlari da, her firsatta bu gücü kullanmaya başlayarak, devletin ve yeniçeri ocağinin sonunu hazirlamaya başladilar

Nitekim III Mehmed Han'dan sonra, ilk defa ordunun başinda sefere çikan II (Genç) Osman (1621), Yeniçeri kuvvetlerinin bozulmakta olduğunu gördü Ancak onun, ocaği islah girişimi, Osmanli tarihinde ilk defa bir padişahin kul eliyle öldürülmesi hadisesini ortaya çikardi Bununla birlikte, II Osman'in şehit edilmesi hâdisesinden ders alan IV Murad Han, parlak zekâsi, tedbirli siyaseti ve aci kuvveti sayesinde, devlete yükselme devirlerini hatirlatacak bir canlilik getirdi

IV Murad Han, İran üzerine düzenlediği Revan ve Bağdat seferlerine giderken, öncelikle Anadolu'daki sipahi zorbalarini ve mütegallibe denilen, zorla işbaşina gelmiş veya yolsuzlukla zengin olarak nüfuz sahibi olmuş zümreyi temizleyerek, ülke içerisinde istikrari sağladi Daha sonra Revan ve Bağdat seferlerinden zaferle çikan Sultan, İran'la çeşitli araliklarla 16 yildir devam eden savaşa son verdi Kasr-i Şirin Muâhedesi (Anlaşmasi) diye meşhur olan antlaşmanin hükümleri, çok az bir değişiklikle günümüze kadar geldi

IV Murad Han'in genç yaşta ölümü (1640) ve daha sonra Sultan İbrahim'in, âsiler tarafindan şehit edilmesi (1648) üzerine IV Mehmed'in henüz yedi yaşindayken tahta çikmasi, zaman geçtikçe ocak ağalarinin, idarede nüfuz kazanmalarina yol açti Yeniçeri ve sipahi ağalari, vezirlerin seçilmesinde en önemli rolü oynuyorlardi Bu durum devletin siyasî yapisini ve malî durumunu bozdu Her iş ağalarin eline geçip, kendilerine hiç bir surette muhalefet edecek kimse kalmadi Bunlar, asker mevcudunu yüksek göstermek suretiyle fazla ulûfe aldiklari gibi, yaptiklari tayinlerden de yüklüce rüşvetler çekiyorlardi Bu ve benzeri olaylar, zaman zaman önlenmesine rağmen, 1656 yilinda KöGoogle Page Rankingülü Mehmed Paşa'nin sadârete getirilmesine kadar sürdü Bu tarihe kadar defalarca sadrazam değişikliğine rağmen, devletin hayrina çalişan, Tarhuncu Ahmed Paşa'dan başkasi çikmamişti Merkezde süren bu bozukluk devresinde, cahil ve iktidarsiz vezirlerin, eyaletlere rüşvetle adam tayin etmeleri, halkin yine zorbalar eline düşmesine sebep oldu Yapilan mezalimler yüzünden, köylü halkin bir kismi çiftini bozup eşkiyaliğa başlamiş, bir kismi da şehir ve kasabalara siğinmişti Kalanlar ise eziliyordu Önce Kuyucu Murad Paşa'nin ve daha sonra IV Murad Hanin şiddetli darbeleriyle bu isyan ve şekavetler önlenmişse de, merkez zayif düştükçe yine baş kaldirmalar meydana çikiyordu IV Mehmed Hanin ilk sekiz senesinde bu durum bütün şiddetiyle devam etti Padişah, 15 yaşina geldiğinde, kudretli vezir KöGoogle Page Rankingülü Mehmed Paşayi işbaşina getirerek devlete tekrar içte istikrar ve dişta itibar kazandirdi KöGoogle Page Rankingülü Mehmed Paşa (1656-1661) ve KöGoogle Page Rankingülü Fazil Ahmed Paşa (1661-1676) dönemlerinde Osmanli Devleti, Kanunî Sultan Süleyman devrindeki gibi huzurlu bir devre yaşadi Bu müddet içinde tek bir kapikulu ayaklanmasi görülmedi Arasira yenilgiler görülmesine rağmen, Türk ordulari yeni bir zafer çaği yaşadi Avusturyalilar'in çok güvendiği Uyvar Kalesi 1663'te fetholundu

Nihayet, Fazil Ahmed Paşa'dan sonra Osmanli sadâret makamina gelen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1683 yilinda Viyana'yi kuşatti 100-120 bin kişilik Osmanli ordusu, Dük Şarl dö Loren kumandasindaki Avusturya ordusunu yenerek bütün ağirliklarini zaptetti Avusturya İmparatoru Leopold, bu yenilgi üzerine bütün ümidini kaybederek Viyana'yi birakip kaçti Şehirde kalan Kont Stahramberg, bütün eli silah tutan erkekleri asker yazip savunma tedbirleri aldi Sadrazam Kara Mustafa Paşa, kaleyi kurtarmak için gelebilecek Haçli kuvvetlerine karşi durmak üzere Tuna KöGoogle Page Rankingüsünü tutma görevini, Kirim Hani Murad Giray'a vermişti Düşman buradan geçtiği takdirde, Budin beylerbeyi İbrahim Paşa bunlara karşi çikacakti Viyana'nin fethedilmesiyle Alman-Avusturya İmparatorluğu geri atilacak, böylece Macaristan'da güçlü bir Macar Kralliği kurulabilecekti Macaristan ayakta durdukça, Avusturya'nin artik, Türk Devleti için önemli bir tehlike oluşturmasi düşünülemezdi En büyük düşman olan Avrupa'ya karşi böyle kuvvetli bir savunma duvari kurulmasi, Türk Devletini uzun yillar rahat ettirecekti

Avrupa'da şok etkisi yapan Viyana kuşatmasinin ilk iki aylik süresi içinde Türkler, şehrin bir çok diş tabyalarini ele geçirdiler Şehrin düşmesine sayili günler kalmişti Bu sirada Papa'nin önderliğinde, Viyana'nin kurtarilmasi için Avusturya, Lehistan, Saksonya, Bavyera ve Frankonya arasinda bir kutsal ittifak kurularak 120 bin kişilik bir kuvvet oluşturuldu

Türk tarihi için bir dönüm noktasi olan Don-Volga kanal projesinde olduğu gibi bu defa da en büyük ihanetlerden biri, yine bir Kirim hani olan Murad Giray tarafindan işlendi Haçli ordusu, Tuna KöGoogle Page Rankingüsünü geçerken, kendi askeriyle bir tepeye çekilip seyreden Tatar Hani, hücum etmesi için kendisine yalvaran Hanlik imamina şunlari söyledi: "Sen bu Osmanli'nin bize itdüği cevri bilmezsin Bu düşmanin kovalanmasi benim için hiçbir şeydir ve bu işin dinimize ihanet olduğunu da bilirim Ama isterim ki, onlar kaç paralik adam olduklarini görsünler Tatarin kiymetini anlasinlar"

Gerileme ve Çöküş (1699-1923) - I
Böylece Tuna'yi geçip Türk kuşatma kuvvetlerinin üzerine doğru gelen Haçli ordusuna, bu defa da, Viyana kuşatmasinin aleyhinde olan ve bu sebeple sadrazamla arasi açik bulunan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa yol verdi ve kendisi askerini toplayip Budin'e çekildi Yetmiş bin kişilik düşman ordusu karşisinda, yaninda o sirada on bin kadar askeri bulunan Kara Mustafa Paşa, akşam vaktine kadar yiğitçe çarpişti ise de, bunca ihanet karşisinda her şeyin bittiğini görerek, büyük bir gayretle oradan uzaklaşip darmadağin çekilen orduyu Yanikkale önlerinde topladi

Viyana bozgunu aslinda Türk kuvvetleri arasinda fazla bir zayiata yol açmamiş, ancak psikolojik etkisi büyük olmuştu Macaristan'daki kaleleri takviye eden Sadrazam, Belgrad kişlağina çekildi Ancak bu sirada Sadrazama karşi olan merkezdeki paşalar, Viyana bozgunu sebebiyle onun idamina ferman çikarttirmayi başardilar Böylece Kara Mustafa Paşanin idami, Osmanli ordusunu derleyip toparlayabilecek ve muhtemel bir bozgunun önüne geçebilecek kudretli bir paşadan, devleti yoksun birakti

Nitekim ertesi yil, Venedik de kutsal ittifaka katildi ve böylece Osmanli kuvvetleri, Avusturya, Lehistan, Rusya ve Venedik olmak üzere dört cephede çarpişmak zorunda kaldi Osmanli kuvvetleri, zaman zaman başarilar kazanmasina rağmen, savaşlarin uzun sürmesiyle ağir kayiplara uğradi ve 1699'da Karlofça Antlaşmasi'ni imzalamaya mecbur kalindi Osmanli İmparatorluğu, bu hadiseyle ilk defa, büyük eyaletlerini düşmana birakmiş ve artik devrin aleyhine döndüğünü anlamişti Nitekim bu antlaşmayla Türkler, hemen hemen bütün Macaristan'i Avusturyalilara, Ukrayna ve Podolya'yi Lehlilere, Azak Kalesini Ruslara, Dalmaçya sahillerini ve Mora'yi da Venediklilere terk etti Sadece Timaşvar vilayeti, müdafilerin kahramanliği sayesinde bir müddet için kurtarilabildi Bu ağir yenilgi ve kayiplar, Türkler üzerinde o kadar aci bir tesir birakti ki, "Aldi Nemçe (Avusturya) bizim nazli Budin'i" diye feryat etmelerine sebep oldu

Karlofça Antlaşmasinin imzalanmasindan sonra Osmanli Devleti, bilhassa sinirlarin kuvvetlendirilmesi, idarî, malî ve iktisadî durumun islahi, ordu ve donanmanin yeniden düzene konulmasi ile uğraşti Diğer taraftan, ötedenberi Türkleri taklit eden Avrupa ve Rusya, ilim ve teknikte hizla ilerliyor ve Osmanlilari daha kuvvetli bir şekilde kuşatiyorlardi Artik, Avrupa karşisinda Türkler, askerî ve teknik sahalarda onlardaki ilerlemenin sirrini araştirmaya tenezzül etmeye mecbur oldular Bu suretle 17 yüzyilda, Osmanli Devletini kendi bünyesine göre islah etme düşüncesi, 18 asrin başinda yerini Avrupa'dan iktibas etme fikrine birakti Sultan III Ahmed zamaninda (1703-1730) Damad İbrahim Paşa'nin Pasarofça Bariş Antlaşmasi'nin verdiği huzur sayesinde giriştiği kültür ve imar faaliyetleri arasinda, Avrupa'nin tesirleri de mühim rol oynadi Avrupa'nin önemli merkezlerine ilk defa elçiler gönderildi Böylece Türkler, Garp (Bati) medeniyetini sathî de olsa tanimak firsati buldular Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi ile ile birlikte Paris'e giden Said Çelebi, orada matbaanin önemini kavrayarak, dönüşünde bir Macar mühtedîsi (İslâm'a girmiş) olan İbrahim Müteferrika ile birlikte, İstanbul'da matbaa kurulmasi için teşebbüse geçti Şeyhülislâmin fetvasi ve padişahin fermani ile tasdik edilen rapor neticesinde, Bati'nin bu önemli buluşu Türkiye'ye girdi Matbaa ile, bir yandan büyük ilim ve kültür eserleri çok sayida basilip dağitilirken, bir yandan da padişah ve sadrazam İstanbul'daki ilim, kültür ve sanat çevrelerini yakindan desteklemek suretiyle, bu sahalarda büyük bir canlilik meydana getirdiler Yalova'da kâğit, İstanbul'da çini ve kumaş fabrikalari açildi Öte yandan bu bariş devresinde, devlet adamlari arasinda görülen israf ve savurganlik genel bir hoşnutsuzluk doğurdu Nitekim, Patrona Halil İsyani'yla (1730) Lâle Devri diye de adlandirilan bu devir sona ererken, ilmî gelişmelere karşi gruplar da isyani destekleyerek pek çok ilmî gelişmenin baltalanmasina sebep oldular

Bütün olumsuz şartlara rağmen fevkalade dikkat ve ihtimamla yetiştirilen Osmanli şehzadeleri, tahta çiktiklari zaman, devleti içine düştüğü bunalimli durumdan kurtarmak ve eski haşmetli devrine ulaştirmak için azami gayret sarfediyorlardi Nitekim III Ahmed'in yerine geçen Sultan I Mahmud (1730-1754) ve III Mustafa (1757-1773) dönemlerinde humbaraci ve topçu ocaklarinin Bati tarzinda teşkilatlandirilmasina girişildi Bir Fransiz subayi iken Müslümanliği kabul ederek Ahmed adini alan Comte de Bonneval, 1731'de humbaraci ocağinin islahina başladi Ocağin ihtiyaç duyduğu tâlimli askeri yetiştirmek üzere de 1734 yilinda Üsküdar'da bir hendesehâne (mühendislik okulu) açildi Nitekim disiplinli ve modern tâlim ve terbiye ile yetiştirilen bu askerî sinifin Rusya ve Avusturya ile 1736-1739'da yapilan savaşlarda büyük hizmeti görüldü Ancak, bu sinif 1747'de yeniçerilerin baskini sonucu kapatildi Sultan III Mustafa da tahta geçer geçmez, Fransa'dan mühendisler getirterek Mühendishane ve Bahriye sinifini ve mekteplerini modern usullere göre islah etmeye ve onlari tâlim ve terbiyeye girişti Batidaki gelişmeleri öğrenmek amaciyla Fransa ve Almanya'ya elçiler gönderdi Tip ve Astronomi sahalari ile ilgili çalişmalar hizlandirildi

Karlofça Antlaşmasindan sonra Osmanli tahtina üst üste, devletin içine düştüğü durumu gören ve kurtarmak için çareler arayan padişahlar çikti ise de, bunlarin önlerinde her zaman iki büyük engel oluştu:

Bunlardan birincisi, Türk ordusunun esasini teşkil eden yeniçerilerin modern askerî bilgi ve tekniğe kapali ve uzak kalmalari, hattâ eski düzen ve ananelerini de terk ederek, askerlikle ilgilerini kesmeleriydi Bu durum onlari, sadece savaş zamanlarinda cepheye giden, askerlikten habersiz bir yiğin haline getirdi Bu sebeple topçu veya humbaraci sinifinda yapilan değişiklikler, umumî neticenin elde edilmesini sağlayamiyordu

Bir başka husus, yeniliklere değer veren ve ilme açik bu padişahlarin yaninda kendilerine yardimci olacak değerli devlet adamlari yoktu

Nitekim, Batinin askerî tekniği Türkiye'ye girerken, 1768'de başlayan ve 1774'de sona eren Rus Harbi, Türk ordusunun (yeniçeri kuvvetleri) mukavemet edemediğini ve perişanliğini bütün dünyaya gösterdi Bu ağir yenilgi üzerine imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşmasi (1774), Kirim Hanliği'ni Osmanlilardan kopariyor ve bir Türk gölü olan Karadeniz'de Rusya, donanma bulundurma hakkini elde ediyordu Modern bir ordunun çekirdeğini, topçu sinifini teşkil ederek, geleceğe ümitle bakan ve yeni hamlelere girişen Sultan III Mustafa, bu büyük kayiplara uğradiktan sonra ve bilhassa asirlarca süvarileriyle Avrupa'yi titreten ve Ruslari atlarinin ayaklari altinda tutan koca Kirim Hanliğinin elden çiktiğini görünce, çok muzdarip halde felç geçirdi ve az sonra da vefat etti (1774)

Yeniçeri ordusunun bozulmasi ve savaşlarin aleyhte gelişmesi, III Mustafa Han'dan sonra Osmanli padişahlarini daha köklü inkilaplarin içine itiyordu I Abdülhamid (1774-1789) zamaninda sadrazam Hamid Paşa, orduda teknik siniflarin modernleşmesine devam etti Ancak, Osmanli Devletinin derlenip toparlanmasina firsat vermek istemeyen Avusturya ve Rusya, devlete karşi devamli cephe açiyorlardi Bilhassa Ruslarin, 1783'te Kirim Hanliğini istilâ ve ilhak etmeleri, Türkler için unutulmaz bir istirap kaynaği hâline geldi Çünkü, bütün nüfusu Türk olan Hanliğin kaybi, Macaristan ve Orta Avrupa'nin gidişine benzemiyordu Ancak, 1787'de başlayan Osmanli-Rus Harbi yine yenilgiyle sonuçlandi 1789'da Özi Kalesinin düşmesi ve kalede Müslümanlara yapilan katliam, Sultan I Abdülhamid'in üzüntüden vefat etmesine yol açti (1789)

Türklerin ve genel olarak İslâm dünyasinin, Avrupa'ya ilk önemli yaklaşma ve ve onun medeniyetinden ciddî faydalanma teşebbüsü, Sultan III Selim'e aittir Selim, şehzadeliğinden beri Avrupa usulünde modern bir ordu kurmayi ve bu sayede İmparatorluğa eski gücünü kazandirmayi düşünüyor, hep bu gaye ile meşgul bulunuyordu Tahta geçtiği sirada Avrupa'nin ve komşularinin Fransiz İhtilali ile meşgul olmalarini firsat bilerek, derhal islahata girişti Viyana'ya elçi gönderdiği Ebu Bekir Râtip Efendiye Avrupa'nin ahvaliyle Avusturya'nin ordu ve idare teşkilati hakkinda rapor hazirlamasini emretti Çok zeki bir insan olan Ebu Bekir Râtip Efendi, kisa zamanda Avrupa'nin ilmî, siyasî ve askerî durumu hakkinda bilgiler topladi Avusturya ordusunun teşkilati, askeri okullari, subaylarin yetiştirilmesi ve başka bir çok meseleler üzerinde padişaha bir rapor sundu Devlet adamlarindan da, devletin bozuk taraflari ve bunlarin ne şekilde düzeleceğine dâir layihalar alan Sultan III Selim, bu raporlar işiğinda idarî, mülkî, ticarî, sinaî, ziraî, ilmî ve askerî sahalarda yeniliklere girişti Bu islahatlarin hepsine birden Nizam-i Cedid İnkilabi adi verilmektedir Ayrica III Selim Han zamaninda ilk defa Yeniçeri ordusunun yaninda, Avrupa usul ve tarzinda yeni bir Nizam-i Cedid ordusu oluşturuldu Gerçekten de modern metodlarla eğitilen, disiplinli Nizam-i Cedid kuvvetlerinin kisa bir süre sonra önemli hizmetleri görülmeye başlandi Misir'i işgal eden Napolyon'un, Akka'da küçük bir Nizam-i Cedid kuvvetine sahip bulunan Cezzar Ahmed Paşa'ya karşi mağlup olarak geri dönmesiyle yeni ordunun ehemmiyeti anlaşildi Bu başari umumî efkâri da Nizam-i Cedid ordusu lehine çevirirken, Napolyon'a da; "Türkler öldürülebilir, fakat korkutulamaz" sözünü söyletti 1806'da başlayan Osmanli-Rus ve Avusturya savaşlari sirasinda Nizam-i Cedid kuvvetleri, Avrupa yakasina geçirildi Bu küçük kuvvetin daha da büyütülmesi için çalişmalara başlandi Fakat bu teşebbüs de yeniçerilerle Rumeli âyanlarinin harekete geçmeleriyle önlendi Nitekim Edirne'de Nizam-i Cedid'e dâir Padişah fermanini okuyan memurlarin öldürülmesiyle başlayan isyan, neticede Sultan Selim'in tahttan indirilmesine kadar devem etti (1807) IV Mustafa tahta çikarildi Akabinde III Selim'i tekrar tahta çikarmak üzere, Rusçuk âyani Alemdar Mustafa Paşa'nin 16000 kişilik kuvvetiyle İstanbul'a girmesi, âsilerin Selim Hani şehit etmelerine yol açti (1808)

Kurduğu cihanşümul nizami ile tarihte müstesna bir mevkie sahip olan Osmanli İmparatorluğu, başa geçen padişahlarin çalişmalarina rağmen, yeniçeri askerinin bozulmasi, idarenin sarsilmasi, ağir mağlubiyetler ve isyanlar dolayisiyla artik kendi nizamini koruyamaz hâle geldi Kirim Hanliği gibi, halki Türk ve Müslüman olan koca bir devletten başka bir çok eyaletler de düşman eline geçmiş; Kuzey Afrika, Misir ve Arabistan gibi uzak ülkelerin devletle ilişkileri hemen hemen kesilmiş bulunuyordu Anadolu ve Rumeli'de timarli sipahi teşkilatlari bozulunca, bunlarin yerlerini bir takim âyanlar aldi Âyanlar sonunda merkezdeki otorite boşluğundan yararlanarak, padişah fermanlarini dinlemeyen, devlete vergi ve asker vermeyen derebeyleri hâline geldiler Böylece devlet âdeta kendi bünyesi içinde parçalandi Nihayet Alemdar Mustafa Paşa'nin merkezde nüfuzunu kurmasi ve Mahmud Han'i tahta çikarmasi ile de âyan ve eşkiya, eyaletlere resmen hakim oldu İstanbul'da âyanlarla hükümet arasinda Sened-i İttifak adi ile bir anlaşma imzalandi Buna göre; bir yandan âyanlarin padişaha sadakatleri, devlete vergi ve asker göndermeleri taahhüt ediliyor, öte yandan da hükümet, bunlarin varliklarini ve evlatlarina da intikal eden haklarini taniyordu

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, IIISelim'in yerine 24 yaşinda tahta geçen Sultan II Mahmud, daha büyük bir cesaret ve metanetle Nizam-i Cedid'i genel anlamda gerçekleştirdi ve sadece modern ordu ile kalmayarak tamamiyla yeni bir düzen kurdu 1808'de "Alemdar Vakasi" denilen ve Mustafa Paşanin öldürülmesi ve yeni oluşturulan Sekban-i Cedid'in lağvedilmesiyle neticelenen yeniçeri isyani, genç padişahin ümit ve cesaretini kirmadi O, büyük bir iradeyle mücadelesine devam etti Bu sirada devlet dört bir taraftan içte isyanlar ve dişta düşmanlarla karşi karşiya idi Ruslar, Osmanli topraklarini Kuzey Bulgaristan'a kadar istilâ etmişlerdi Arabistan'da Vehhâbî ve Mora'da Rum isyanlari tehlikeli boyutlara ulaşmişti Ruslarla Bükreş Anlaşmasi'ni imzalayan II Mahmud Han, öncelikle mukaddes beldeleri Vehhabîlerden temizledi Mora İsyanini bastirdi Ve nihayet 15 Haziran 1826'da, 18 asrin başindan itibaren her hayirli hareketin önüne geçen, içte padişahina ve halkina karşi canavar, cephede düşman önünde kuzu kesilen yeniçerileri ortadan kaldirdi Yeniçeri Ocaği, devletin yükselişinde ne kadar büyük ve şerefli bir mevkie sahip idiyse, son bir asirlik felaketlerine de o derece sebep olmuştu Bu sebeple, Yeniçeri Ocağinin kaldirilmasi hayirli bir hadise kabul edilerek "Vaka-i Hayriye" denildi

Yeniçeri ocağinin kaldirilmasindan sonra toplanan divanda Asâkir-i Mansure-i Muhammediye adiyla yeni bir askerî sinifin teşkiline karar verildi (1826)

Sultan II Mahmud, bundan sonra, Türkiye'yi yeni nizama eriştiren müesseselerin temelini atmaya başladi Avrupa'ya askerlik ve yeni silahlarin kullanilmasini öğrenmek için talebe gönderdi Askerî Tibbiye ve Harbiye mekteplerini kurarak, bu müesseselerin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çikarmak için Avrupa'dan hocalar ve uzmanlar getirtti İstanbul'da Türkçe, Arapça, Fransizca, Rumca ve Ermenice olarak Takvim-i Vekâyi adiyla ilk resmi gazete yayimlandi (1831) Bunu daha Ceride-i Havadis (1840), Tercümân-i Ahvâl (1860), Tasvîr-i Efkâr (1862) gibi özel gazeteler takip etti (Bkz Osmanli Basini) Sultan Mahmud'un giriştiği bu yenilikler, Türk tarihinde yeni bir dönüm noktasi teşkil etti Ancak, batili devletler ve özellikle İngiltere, uyguladiği sinsi ve planli metodlarla, Sultan Mahmud Handan sonra, gelişme yolunu Osmanli Devleti aleyhine ve kendi lehlerine değiştirmesini bildiler Babasi II Mahmud Han'in vefatiyla henüz 16 yaşinda tahta çikan Abdülmecid Han'in (1839-1861) tecrübesizliği; ülke için çok ağir ve zararli bir hatâya düşmesine sebep oldu Öyle bir hatâ ki, Osmanli tarihinde korkunç bir dönüm noktasinin başlamasina ve bu koca devletin bir yok olma devrine girmesine yol açti

Ülke düşmanlarinin, Sultan Abdülmecid Han'i yenilikçi diye överek örtbas etmek istedikleri bu hatâ, padişahin, İngilizlerin tatli dil ve vaadlerine aldanarak, İskoç masonlarinin yetiştirdikleri cahil devlet adamlarini işbaşina getirmesi ve bunlarin devleti içeriden yikmak siyasetlerini hemen anlayamamasidir

Sultan II Mahmud Han'in giriştiği inkilaplarla, Osmanlilarda millî hayatiyetin tekrar canlandiğini gören İngilizler, bu muazzam devletin içten çökertilmedikçe yikilamayacağini anladilar Bunun için Osmanli tahtina genç ve tecrübesiz bir padişahin geçmesini firsat bilerek, İslâmiyet'i yikmak üzere İngiltere'de kurulmuş bulunan İskoç Mason teşkilatinin kurnaz üyesi Lord Rading'i elçilikle İstanbul'a gönderdiler Lord Rading, daha önce Paris ve Londra'da Osmanli sefiri olarak görev yaparken aldatilan ve mason yapilan Mustafa Reşid Paşa'yi sadrazamliğa getirebilmek için çok dil döktü "Bu aydin, kültürlü ve başarili veziri sadrazam yaparsaniz, İngiltere ile Devlet-i Aliyye arasindaki bütün anlaşmazliklar ortadan kalkar Devletiniz ekonomik, sosyal ve askerî sahalarda ilerler" diyerek padişahi aldatti Reşid Paşa, iş başina gelir gelmez, Hâriciye Naziri (Dişişleri Bakani) iken Rading ile birlikte hazirladiği Tanzimat Fermani'ni ilan ettirdi (1838) Sonra bu fermana dayanarak, büyük vilayetlerde mason localari açti Casusluk ve hiyanet ocaklari çalişmaya başladi Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen ve matematik dersleri kaldirildi "Din adamlarina fen bilgileri lâzim değildir" diyerek kültürlü ve bilgili âlimlerin yetişmelerine mâni olundu

İkinci kez Hariciye Nazirliğina tayin edildiği 1837 tarihinden 17 Aralik 1858'de ölümüne kadar 21 yil süreyle devlete fiilen yön vermiş olan Mustafa Reşid Paşa, arkasinda bir çok gâileler ve ülkede sosyal sarsintiya yol açan ve bugün hâlâ devam eden şeklî Avrupaliliğin temelini atan insan olarak tarihe geçti İhanetleri ile taninan Tanzimat paşalari, devleti sikintiya sokmak pahasina, başka devletlerden borç aldilar, İngilizlere destek olmak için savaşa girdiler Mustafa Reşid Paşa ve onun yetiştirmeleri Âli ve Fuad paşalarin şekilci Baticilik hareketiyle birlikte ülkede, Avrupa'nin etkisi ve hattâ himayesi altinda kaldiği şüphe götürmez bir takim karanlik fikirli cemiyetler de ortaya çikmaya başladi Bunlardan ilki olan Jön Türk (Genç Türk) Cemiyeti, sonradan devam edecek ve Osmanli İmparatorluğunun ipini çekecek gizli komitecilik hareketlerinin sonuncusu olan İttihat ve Terakki Cemiyetine kadar dayanacak ve bu muazzam imparatorluk tasfiye edilecektir

Bu cemiyetin açtiği ihanet yolu üzerinde, o devletin ekmeğini yiyip semiren nice vezirler, sadrazamlar, seraskerler, ordu kumandanlari, subaylar ve hattâ ulemâ takimi yürüyecektir Ancak bu son dönemde, içte ihanet şebekesinin önünü kesmek, dişta ise Avrupali devletlere denk bir devlet vücuda getirmek üzere iki güçlü padişah tahta çikti

Sultan Abdülmecid vefat ettikten sonra, 1861 yilinda Abdülaziz Han tahta oturdu Her hâli ve tavriyla ceddine benzeyen Sultan Abdülaziz, devleti kuvvetlendirmek, kuvvetli bir ordu yaninda, kudretli bir donanma yapmak, böylece, devletin etrafinda dolaşan tehlikeleri bertaraf ederek, Avrupa'nin hasta adama benzettiği devletini iyileştirmek için ciddî teşebbüslere girişti Abdülaziz Hanin tahta çiktiği yillar, Avrupa'da tekniğin büyük bir hizla değiştiği ve bu sahada bir ihtilalin meydana geldiği yillardi Avrupa'nin yaptiği ihtilali, daha şehzadeliğinden beri dikkatle takip eden Sultan Abdülaziz, bu ihtilalin meydana getirdiği teknik ilerlemeyi aynen kabul etmekte tereddüt etmedi ve devlete eski kudret ve şevketini iade ettirmek hususunda her fedakârliği göze aldi

Devlet Teşkilâti, Kültür ve Medeniyet - I
Devlet teşkilati, merkez ve eyalet olmak üzere ikiye ayrilirdi

Merkez Teşkilati: Merkeziyetçi idareye sahip Osmanli Devletinin başi; padişah, sultan, hünkâr, han, hakan da denilen hükümdardi Padişah, bütün ülkenin hakimi, idarecisiydi Görev ve yetkileri, devlet teşkilatinda, müesseseler ve yüksek kademeli memurlar tarafindan da paylaşilirdi Sadrazam ve Divan-i Hümayun'un diğer üyeleri, padişahin en büyük yardimcilariydi Dîvan, bakanlar kurulu; sadrazam da başbakan mahiyetindeydi Dîvanda, devletin birinci derecede önemli mülkî, idarî, malî, siyasî, askerî meseleleri görüşülüp karara bağlanirdi Divan, padişah adina sadrazam, kubbe vezirleri, kazaskerler, nişanci ve defterdarlardan oluşurdu 19 yüzyilda Osmanli kabinesi; sadrazam (başbakan), sadaret kethüdaliği (İçişleri Bakanliği), reisülküttaplik (dişişleri bakanliği), defterdarlik (maliye bakanliği), çavuşbaşilik, yeniçeri ağaliği, 1826'da seraskerlik (millî savunma bakanliği) kaptan-i deryalik (deniz kuvvetleri komutanliği) makaminda bulunan kişilerden meydana gelirdi Dîvan kararlarini içeren defterler, Topkapi Sarayi'nda arşiv mahiyetindeki Defterhanede muhafaza edilirdi

Eyalet Teşkilati: Devlet teşkilatinda en büyük idarî bölüm eyaletlerdi Eyaletler; sancak, kaza ve nahiyelere bölünmüştü Eyaleti beylerbeyi, sancaği sancakbeyi yönetirdi Eyaletler, gelir bakimindan salyaneli ve salyanesiz (yillikli ve yilliksiz) olmak üzere ikiye ayrilirdi Eyaletlerin, merkez teşkilatina benzer bir idare tarzi vardi Şehirler, kadi tarafindan idare edilir, emniyet, subaşi tarafindan sağlanirdi

Siyasi ve Hukukî İdare: Osmanli Devletinde esas itibariyle İslam Hukuku uygulanirdi İslâm hukukunda açikça belli olmayan konular, bu hukukun ilkelerine aykiri olmamak kaydiyla, şeyhülislâmlarin fetvalari ve kanun ve kanunnameler şeklinde düzenlenirdi Yasama yetkisi padişahindi ve padişah adina yapilirdi Medenî hukukta Hanefî mezhebinin hukuk sistemi tatbik ediliyordu Ceza hukuku ve diğer sahalarda sultanî hukuk da denilen örfî hukuk uygulanmaktaydi

Osmanli hukuk düzeni içerisinde idare, maliye, ceza ve benzeri konularla ilgili alanlarda, padişahin emir ve fermanlarinda bulunan değişik meselelerle ilgili kanunnameler vardi Osmanli Devletinde ilk kanunname, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481), ikinci kanunname ise Kanunî Sultan Süleyman tarafindan çikarildi Bu kanunnamelerde, saltanatla ilgili konular yaninda, reaya ve Müslüman halkin devlet düzeni içindeki davranişlarini belirleyen hükümler vardir

Büyük ve uzun ömürlü devletler, üstün adaletle ayakta dururlar Zulüm üzerine kurulmuş devlet ve imparatorluklar da olmuş ise de, ömürleri kisa sürmüştür Kendisine mahsus özellikleri, bilhassa kendi dişindaki dinlere tanidiği haklar, daha doğru bir ifadeyle, diğer dinlerin işlerine, ibadetlerine ve âdetlerine karişmamak gibi özellikler gösteren Türk adaleti, dünya milletlerine örnek olmuş, yüzyillar öncesi kavuşulan bu seviye; bugünün medenî denilen milletleri tarafindan halâ yakalanamamiştir Bu sebepledir ki, F Dowey'in dediği gibi "Onaltinci yüzyilda bir çok Hiristiyan, adaleti ağir ve kararsiz olan Hiristiyan ülkelerindeki yurtlarini birakarak, Osmanli ülkesine gelip yerleşiyorlardi" F Babinger ise "Osmanli ülkesinde herkes kendi halinde, bahtiyar olabilirdi Mutlak bir dinî hürriyet hüküm sürerdi ve kimse şu veya bu inanca sahip olduğundan dolayi bir güçlükle karşilaşmazdi" demektedir

Osmanlilarda bir ücret karşiliği vazife gören devlet memurlari vardi, bir de şehirlerde oturan esnaf ve tüccarlar, köylerde oturan ve devletin temelini teşkil eden, çoğu üretici, köylüler verdi Bunlara reâya denirdi Vergi vermesi, nüfusun büyük kismini meydana getirmesi bakimindan köylü, devlet için halkin ve tebaanin esas kesimi sayiliyordu Üretici güç, büyük ölçüde köylülerin elindedir Bu güç olmaksizin, ordu ve devlet mümkün değildir

Şehirlerin dişinda kalan ve köylerde yaşayan kalabalik halk topluluğu, daha çok tarim, hayvancilik ve değişik toprak işçilikleriyle uğraşirdi Bunlardan zanaat sahibi olan veya olmak isteyenler, şehir ve kasabalara gidip, kendileri için elverişli olan işlere girerlerdi Kabiliyetli olanlar ise, daha başka devlet görevlerine yükselirlerdi

Osmanli Devletinde kuruluşundan itibaren, devlet idaresinde, yürütme ve yargilama gücü ayri olarak düşünülüp uygulandi Eyalet yöneticileri padişahin yürütme yetkisini, kadilar da yargilama yetkisini temsil etmekteydi Osmanlilar, bu iki kuvvet ayirimini, âdil bir devlet idaresi için esas kabul ederlerdi

Saray Teşkilati: Osmanli Devletinin kuruluşundan sonra, saray teşkilati da diğer kurumlar gibi gelişme gösterdi Bursa ve Edirne saraylarindan sonra, İstanbul'un fethi üzerine, bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasinin olduğu yerde, Fatih Sultan Mehmed tarafindan, Saray-i Atîk denilen eski saray kuruldu Daha sonra yine Fatih tarafindan, Saray-i Cedid adi verilen Topkapi Sarayi yaptirildi

Bu saraylar, padişahlarin hem ikamet ettikleri yer ve hem de bütün devlet işlerinin görüşülüp karar verildiği en yüksek devlet dairesiydi

Osmanli Devletinde saray teşkilati üç kisimdan meydana gelmekteydi: 1) Bîrun denilen diş bölüm, 2) Enderûn denilen iç kisim, 3) Harem-i hümayun

Sarayin Bîrûn adi verilen kismi sarayin dişi, yani Babüs'saâde haricindeki teşkilatidir Bu bölümün işleri çeşitli olduğundan, her birinin memurlari da ayri ayri siniflardandi Burada görevli olan ilmiye sinifi ile Birûn ağalari denilen kişiler, sarayin hem harem, hem de Enderun kisminin dişindaki yerlerde ve dairelerde bulunup, görevlerini yaparlar ve akşamlari evlerine giderlerdi Birûn teşkilatina âit bütün tayinler, sadrazam tarafindan yapilirdi

Enderûn: Sarayin bu bölümü, yüksek dereceli devlet memuru yetiştiren bir okul ve eğitim yeriydi Padişahlar, bir kismi sarayda ve bir kismi da orduda olmak üzere Müslüman Türk terbiye ve kültürü ile yoğrulmuş, kendilerine sadik bir sinif yetiştirdikten sonra, Osmanli devlet idaresini bunlarin eline vermiştir

Küçük yaştaki, devşirme denilen çocuklar, saraya alinmadan, sivil Müslüman Türk ailelerin yaninda büyük bir itina ile yetiştirilirlerdi Dinî bilgileri ve Türkçe'yi öğrenirler, daha sonra saraya alinirlar, burada da mükemmel bir tahsil gördükten sonra, siralari gelince liyakat ve yeteneklerine göre saray dişindaki çeşitli devlet işlerine tayin edilirlerdi Sarayda her koğuşun ve sinifin fertlerinin kaydina mahsus defterler olup, bunlarin saray terbiyesi üzere yetişmeleri için, her koğuşta lala tabir edilen hocalar vardi

Osmanli sarayi, hem devletin en yüksek idare organi, hem de en yüksek yöneticilerini yetiştiren bir müessese idi Sarayin, kendine mahsus usul ve erkâni vardi

Harem-i hümayun: Padişahin aile efradinin; padişah kadinlarinin, padişahin kiz ve erkek çocuklari ile harem ağalarinin ve muhasiplerinin oturduğu yerdi Yerleşim olarak valide sultanin dairesi, şehzadeler mektebi, padişahlarin yatak odalari, cariyelerin yetiştiği yerler gibi bölümleri vardi Haremde; valide sultan, başkadin efendi, padişah kizlari, gedikli kadin ve hizmetçiler (cariye) bulunurdu

Osmanli sarayinin harem bölümü, hanedan mensuplarinin özel aile hayatlarini yaşadiklari yerdi Devletin bütün kurumlari ve cemiyet hayatinda olduğu gibi, buradaki günlük hayat da, İslâmî esaslara, Türk örf ve an'anesine titizlikle riayet edilerek yürütülürdü Haremde bulunanlar, küçük yaştan itibaren çok titiz ve ciddî bir eğitimden geçirilerek yetiştirilir, saraya has âdab ve terbiyeye uymalarina özen gösterilirdi



Alıntı Yaparak Cevapla