Yalnız Mesajı Göster

Şu Çılgın Türkler Özet

Eski 08-16-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şu Çılgın Türkler Özet



KAÇAK SUBAY ve silah denetimi yapan işgal subaylarının titizliği yüzünden Triestino adlı İtalyan gemisi, İstanbul'dan iki saat gecikmeyle ayrıldı Gün batmak üzereydi Çoğu köylü olan yolcular, arka güvertenin küpeştesine dayanmış, sessizce, bu büyülü saatte İstanbul'u seyrediyorlardı Aralarında bir Fransız çift de vardı Gemi Anadolu Hisarı hizasına geldiği zaman Madam Amiel (2), suluboya bir rüyadan uyanmış gibi mahmur,
"Ama Jean” dedi, "Mösyö Konstantinidis haksız ! Ne yana baksan, burası bir Türk şehri Yunanlılıkla hiç ilgisi yok
Jean Amiel, yolculuğun asıl sebebini bilmeyen karısına cevap vermedi 35 yıl önce, birçok becerikli Rum gibi Marsilya'ya yerleşmiş olan Trabzonlu zengin Konstantin Konstantinidis'in yanında çalışıyordu Konstantinidis, Avrupa ve Amerika'da bulunan Karadeniz Rumlarını, 1918'de Marsilya'da düzenlediği Pontus Kongresi'nde bir araya getirmişti 500 yıl önce tarihe karışmış olan Pontus devletini diriltmek istiyordu İstanbul'un bir Yunan şehri olduğunu iddia ediyor, Batum'a kadar Karadeniz kıyılarının da, Rumların nüfusun ancak yüzde onunu oluşturduğuna bakmaksızın, Pontus devletine verilmesini istiyordu Bütün servetini bu işe ayırmıştı Venizelos da, Karadeniz kıyılarındaki RumIarın örgütlenmeleri için Albay Katenyotis'i görevlendirmiş, Pontus çetelerinde dövüşen RumIarın sayısı hızla 25000'e yükselmişti
Buna karşılık Karadeniz Türkleri de silahlanmışlardı Ankara’da merkezi Amasya'da olan bir ordu kurmuştu Merkez Ordusu gibi gösterişli bir ad taşıyan bu kuruluşun toplam tüfek sayısı 6700'dü Kuzeyde Pontus çeteleriyle, güneyde de, bu tehlikeli dönemde Koçgiri'de isyan etmiş olan Kürt aşiretleriyle çatışıyordu
RumIarın Pontus rüyası bütün sıcaklığı ile sürmekteydi
Jean Amiel’in görevi, Sumela Manastırı'nı incelemek bahanesiyle Pontus hareketinin Anadolu'daki liderlerinden Trabzon Metropoliti Hrisantos'la buluşmaktı Konstantinidis'den talimat ve para götürüyordu Eşiyle geldiği için kuşku çekmeyecek, Türklerle Fransızlar arasındaki yumuşamanın da yardımıyla Trabzon'a çıkması zor olmayacaktı
Yemek salonu da köylüler ve taşralı, kılıksız tüccarlarla doldu Yolcular durgun, yemekler baştansavmaydı Müzik de yoktu Madam Amiel'in canı sıkıldı Oysa Marsilya'dan İstanbul'a, savaştan sonra bütün Avrupa'yı sarmış olan o çılgınca hava içinde eğlenerek, türlü gösteriler seyrederek gelmişlerdi Erkenden kamaralarına çekildiler Sabah geç uyandılar Kahvaltılarını yapıp güverteye çıkmaları öğleyi buldu
Sıralara, yerlere, tahta çantalara, küçük denklere oturmuş, küpeşteye yaslanmış yolcular, hiç konuşmadan soluk kıyıyı seyrediyorlardı Madam Amiel, sağında duran buruşuk fesli, kirli gocuklar giymiş, gözleri uykusuzluktan kanlı adamlara bakarak yüzünü buruşturdu, "Ne kadar çok köylü var bu gemide: ” diye yakındı, Fransızca anlamayacakları için de sesini alçaltmadan ekledi: "ne kadar da çirkin insanlar:”
Dr Hasan (2), "Madam bizi beğenmedi" diye homurdandı Yüzbaşı Faruk (2) güldü :
"Haklı Hepimiz manda leşi gibiyiz:'
Uğurlamaya gelen İhsan tanıştırmıştı ikisini Az sayıdaki kamaralar dolu olduğu için Faruk'la doktor, geceyi birçok son dakika yolcusuyla birlikte, pireli ve küf kokan başaltının tahta döşemesi üzerinde geçirmişler, sabaha kadar gözlerini kırpmamışlardı
Madam Amiel başını öbür yana çevirdi, makine dairesinde geceledikleri için kömür tozuna ve yağa bulanmış delikanlıları gördü; utanacakları yerde bu hallerinden pek hoşlanmış gibiydiler, iğrenerek döndü :
"Çok da pisler Jean Güzelim İstanbul'u gerçekten bu ilkel insanların elinde bırakmamalı:”
Yan güvertenin sonunda, Yakup Kadri, tel gözlüklü, eski elbiseli bir memur ve tek başına Ankara'ya gitmeyi göze almış, sıkmabaşlı, iskarpinli, adının Nesrin (2) olduğunu öğrendiği bir genç kızla sohbet ediyorlardı Nesrin heyecanını belli etmemeye çalışarak, "Yunan savaş gemileri yolumuzu kesemez, değil mi?" diye sordu
Tel gözlüklü memur kızı yatıştırdı:
"İtalyan gemisi bu küçük hanım, cesaret edemezler
Bir delikanlı heyecanla haykırdı:
"İnebolu !"
Kerempe Burnu'nu dönmüşlerdi Ufukta İnebolu kıyısı bir çizgi halinde görünüyordu Herkes canlandı Kömürcü çırağına benzeyenlerden biri, "Haydi toparlanalım İnebolu'da inip biraz gezeriz" dedi Gençler hiç itiraz etmeden kalkıp güverteden ayrıldılar
Madam Amiel "Pisler gidiyor” diye müjde verdi, sağına göz attı,
"Oo! Çirkin adamlar da gidiyor
Dr Hasan bir an önce kılığını değiştirmek için acele eden Faruk'u durdurdu, Madam Amiel’e döndü, Fransızca, "Aziz Madam:” dedi, "size ve eşinize iyi yolculuklar diliyoruz !”
Yürüyüp gittiler
Madam Amiel sersemlemişti, "işittin mi” diye feryadı bastı, "çirkin köylü Fransızca konuştu Aman Tanrım ! Bunlar gerçekten acayip adamlar
İtalyan kamarot ve tayfaların dostça davranışları Yakup Kadri'nin ilgisini çekmişti Tel gözlüklü memur, "Ee” dedi, "bu hatta kaçak silah, cephane ve subay taşıya taşıya, Türklerle içli dışlı olmuşlar
"Acaba bu gemide de kaçak silah var mıdır ?"
"Az da olsa, mutlaka vardır
“Ama bu defa subay yok galiba
Memur gülümsedi:
"Olmaz olur mu ?"
"O kadar dikkatle baktım ama ayırt edemedim
"İşgal denetimi çok sıkılaştı Biz de denetimden geçebilmek için geçici kimliğimize uygun şekilde giyinmek ve davranmak için günlerce önce hazırlığa başlıyoruz: ”
Yakup Kadri ile kız şaşırdılar:
"Yoksa siz de mi subaysınız ?"
"Evet efendim Talimat uyarınca İnebolu'ya kadar kimseye gerçeği açıklamamamız gerekiyordu Askeri doktorum "
Yakup Kadri "Çok iyi dedi sevinçle, "tek doktor da şu sıra
Anadolu için büyük kazançtır"
Doktor güldü :
"Biz 40 doktor, 10 eczacıyız "
Yakup Kadri'nin ağzı açık kaldı
İnebolu sularına girmişlerdi Neşeli bir uğultu yükselmişti O yana döndüler Temizlenip üniformalarını ve başlıklarını giymiş kırk kadar genç, martı sürüsü gibi bembeyaz, güverteye çıkmışlardı
"Bunlar kim ?"
"Heybeli Deniz Okulu'nun kaçak öğrencileri Onlar da damla damla oluşan Deniz Kuvvetlerimize katılmak için Samsun'a gidiyorlar Biz İnebolu'da ineceğiz İzninizle"
Askerce selam verip ayrıldı
Madam Amiel bu sürprize bayılmıştı Az sonra güvertelere, üniformalarını giymiş subaylar, askeri doktor ve eczacılar da çıkınca, kendini tutamadı, el çırpmaya başladı Bugüne kadar hiç böyle çarpıcı bir gösteri görmemişti Yakup Kadri de heyecan içindeydi Genç kıza, "Bir romanda yaşıyor gibiyim" diye fısıldadı
Birkaç heyecanlı delikanlı şarkıya başlamıştı:
Karadeniz, Karadeniz (3)
Gelen düşman değil, biziz
Şarkıya katılanlar gittikçe arttı Şişman kaptanın her zamanki işareti üzerine tayfalardan biri, dostluk jesti olarak, isten kararmış, buruşuk bir Türk bayrağını direğe çekmeye koyuldu Yükseldikçe bayrağın buruşukları düzeliyor, rengi açılıyordu Nesrin'in gözleri doldu
İnebolu'nun Yarbaşı'na doğru set set yükselen beyaz evleri, denize açılmaya hazırlanan büyük kayıklar, yalıda toplanan halk görünüyordu artık Gemideki bütün Türklerin katıldığı şarkı Anadolu'nun en hareketli deniz kapısı İnebolu'ya yansımaktaydı:
Onun sana selamı var,
Diyor ki düşmanın ne canı var?
Kovsun onu sularından
Orada Türk sancağı var!

(2) Amiel ailesi, Dr Hasan Bey, Yüzbaşı Faruk, Nesrin Hanım, romanın kurgu kişilerindendir Ancak gerçek hayatta yaşamış örnekleri vardır
(3) Karadeniz Marşı
HAVA KEŞİF RAPORU paşaları rahatlattı Fazıl demiryolu kuzeyinde bir tümen, Sakarya'nın kolları arasında dört-beş, Sakarya'nın güneyinde üç tümen saptamıştı Bu durumda düşmanın ağırlık merkezi ortadaydı Kuzeyden gelmeyeceği anlaşılıyordu Ya merkezden saldıracaktı ya da merkezde zayıf bir kuvvet bırakıp güneye sarkacaktı
Askerlik sanatınca doğru olan güney kanada yönelmesiydi Ama bunun için güneye çark etmesi, Sakarya'yı aşması, yayılarak güney kanada yanaşması gerekiyordu
Bu bir hafta demekti
Bu amatörce plan, Türk ordusuna en çok ihtiyacı olduğu şeyi, zamanı kazandıracaktı Bir hafta, bu kritik dönemde, büyük bir nimetti
Hemen iki tümen güneye kaydırıldı Ertesi gün bu kanatta inceleme yapmaya karar verdiler Güney (sol) kanat büyük önem kazanmıştı Savaş burada düğümlenecekti
YUNAN İKİNCİ KOLORDUSU ile Türk 2 Grubu, Sakarya'nın
güneyindeki bölgede, aynı sert koşullar içinde doğuya doğru yürümekteydiler Aralarında bir yürüyüş günü fark vardı
Türk komutan daha deneyimli olduğu için birliklerini küçük gruplar halinde ve daha çok geceleri yürütüyordu Buna rağmen yalnız bu gün 322 asker hastalanmıştı Bu zahmete katlanamayıp kaçanlar da olmuştu
Yunanlıların durumu doğal olarak çok daha ağırdı Çünkü bu bölgeyi hiç tanımadıkları için güvenlik kaygısıyla gündüzleri yürüyüp sıcaktan kavruluyor, gece yatıp soğuktan titriyorlardı
Albay Kalinski sinir içindeydi:
"Hani bu yürüyüş askeri bir gezinti olacaktı ?"
TÜRK ARTÇI BİRLİKLERİ Yunan birlikleriyle ya dövüşerek, ya göz temasını koruyarak geri çekiliyorlardı
Mihalıççık'taki 1 Piyade Tümeni, geride Süvari Tümenini bırakarak, akşam Sakarya doğusuna geçti
Güneydeki Süvari Grubu da akşam, yaklaşan düşman tümeni yüzünden, halkın gözyaşları içinde Emirdağ'ı boşalttı Bu insanları düşmanın insafına bırakarak çıkıp gitmek subayları da askerleri de kahretmekteydi Acı sahneyi uzatmamak için atları mahmuzlayıp kaçar gibi uzaklaştılar
……
M KEMAL PAŞA, Fevzi, İsmet ve Kazım Paşalar, Binbaşı Tevfik Bey, Yarbay Salih Omurtak, öğleden önce Albay Deli Halit Bey'in komutasındaki 12 Grubu ziyaret için iki arabayla grup karargahının bulunduğu Toydemir köyüne geldiler
Bu grup Sakarya boyunda, demiryolundan güneydeki Yıldıztepe'ye kadarki kesimde mevzilenmişti
Albay Halit Bey ve emrindeki tümen komutanları paşaları bekliyorlardı Komutanlar eksikliklerin az da olsa sürekli giderilmesinden çok memnundular Asker neşeliydi Bunu duymak paşaları sevindirdi Kaçak sayısı da çok azalmıştı
Başkomutan, "Şu andaki asker sayımız istediğimiz düzeyde değil:' dedi, "ama güneye yöneleceği anlaşılan düşman bize zaman kazandırıyor Askerlik şubelerinde, eğitim alaylarında birçok gencimiz ve askerimiz var İşlemleri bitenler eğitim alaylarına, eğitimleri sona erenler orduya katılıyor Millet, çocuklarını saklamadan askere yolladığı için bu akış artık durmaz, savaş boyunca devam eder İçiniz rahat olsun"
Yeni savaş yöntemini (Lütfen bu yöntem için bir sonraki “Açıklamalar” bölümündeki “Yepyeni bir savaş stratejisi” isimli bölümü okuyunuz) genişçe anlattı ve bir cümleyle özetledi: "Yurdumuzu karış karış koruyacağız !”
Nice savaş görmüş komutanları bile heyecan bastı Gerçek bir ölüm-kalım savaşı olacaktı
Toydemir'den Yıldıztepe'ye çıkıldı Bu şirin tepeden geniş Sakarya vadisi bütün görkemi ile görünüyordu Yıldıztepe'nin sarışın yamaçları Sakarya'ya doğru yavaşça, usulca, küçük dalgalar halinde inmekteydi Ne güzel bir vatandı bu Bu sarhoş edici güzellikten bir süre gözlerini alamadılar Yazık ki birkaç gün sonra savaş burasını cehenneme döndürecekti Bu kesimdeki bazı mevzileri gezip askerlerle bayramlaştıktan sonra, daha güneye indiler
İnlerkatrancı Köyü'ne geldiler Bu köyün güneybatısında, üstü düz bir tepe vardı Sakarya'ya karışan Ilıca Deresi vadisinin bu tepeden iyi incelenebileceği anlaşılıyordu Ilıca vadisi Türk cephesinin güney çizgisini oluşturacaktı
Otomobilleri tepenin eteğinde bıraktılar, en yakındaki alaydan yollanan atlara binip ağır ağır tepeye çıktılar
Alay Komutanı Başkomutan'a kendi seçkin atını ikram etmişti
……
ÇIKTIKLARI TEPEDEN, doğu-batı doğrultusunda uzanan Ilıca vadisi gerçekten iyi görünüyordu Vadinin kuzeyi güneye egemendi Bu durum savunmaya kolaylık ve üstünlük sağlayacaktı Esas savunma hattının bu vadinin kuzeyinde oluşturulması, 4 Grubun Yıldız Tepe ile Ilıca vadisi arasındaki kesime kaydırılması kararlaştırıldı 4 Grubun soluna 2 Grup gelecekti
Doğuya doğru iyice ilerde, çevreye egemen, heybetli bir dağ vardı Güçlü bir dürbünle çevreyi inceleyen Başkomutan sordu:
"Şu koyu renkli güzel dağın adı ne ?"
"Mangal Dağı!“
Dürbünü gözünden indirdi Yere serili olan haritaya baktı, dağı buldu, işaretledi:
"Sol kanadımızı bu güzel dağa dayayalım Düşmanın daha doğuya doğru ilerleme olasılığı belirirse, bu dağı esas savunma hattına katarız !”
Öğle yemeğini Toydemir'de komutanlarla yiyeceklerdi İsmet Paşa haritasını toplarken, bir at kişnemesi ve bir erin korku çığlığını duyup başını kaldırdı
M Kemal Paşa tam ata binerken, bir şeyden ürken at parlayınca, ayağı üzengiden kayıp yere düşmüş, sol böğrünü büyükçe bir taşa çarpmıştı
Fevzi Paşa uzatılan mataradan avucuna boşalttığı su ile M Kemal Paşa'nın yüzünü yıkadı M Kemal Paşa gözlerini araladı, başucunda diz çökmüş İsmet Paşa'nın korku ile terleyen yüzünü görünce gülümsemeye çalıştı:
"Merak etme, önemli değil !”
Zorlukla doğrulup oturdu İsmet Paşa'ya tutunarak ayağa kalktı
Yüzünden canının yandığı belli oluyordu Atı tutan seyise seslendi:
"Çocuk, getir onu buraya !”
Beyaz, güzel, uzun bacaklı, örme yeleli bir attı bu Yanlış bir şey
yaptığının farkındaymış gibi suçlu suçlu duruyordu Seyis atı yaklaştırdı M Kemal Paşa, "Gel çocuğum:' dedi, atın yüzünü okşadı, "senin bir kusurun yok:' Gözlerinin arasından öptü
Yavaş yavaş tepeden indiler
……
2 GRUP öğleyin Gökpınar'a ulaşmıştı Burası Sakarya'ya karışan gür Gökpınar deresinin kaynağıydı Dik kayaların dibinden buz gibi duru su fışkırıyordu Su bol, çevre zehir yeşili çimen, kaynağın ve derenin kıyıları koyu gölge döken sık ağaçlarla doluydu
Disiplin içinde sıralarını bekleyen birliklere soğuk kaynak gölünden kırba, tulum ve testilerle su taşınıyor, sırası gelen askerler, derede zevk çığlıkları ata ata yıkanıyor, daha ilerde de hayvanlar sulanıyordu
Askerler beş sıska koyununu otlatan küçük çoban Musa'yı sevdiler, aralarına alıp karavanaya ortak ettiler
Cehennem yürüyüşü bitmişti
Cephe Komutanlığı Grubun öbür gün akşam Mangal Dağı'na ulaşmasını istiyordu Selahattin Adil Bey, ''Allaha şükür, çorak bölgeyi aştık:' dedi, "bundan sonrası kolay Kapağı cepheye atınca daha da rahatlarız Düşman düşünsün !“
Doğru söylüyordu
Düşman daha günlerce Anadolu'nun sıcağıyla, tozuyla, gölgesiz ve susuz bozkırıyla boğuşacaktı
……
OTOMOBİLLERLE çok yavaş olarak Polatlı'ya gelmişler, M Kemal Paşa vagonuna çekilmişti Yanında Cephe Sağlık Müdürü Dr Murat Cankat vardı Paşalar ve karargahın önde gelen subayları, derin bir kaygı ve sessizlik içinde, yandaki vagonda, muayene sonucunu bekliyorlardı
Doktor yarım saat sonra bekleyenlerin yanına geldi Terini sildi Ürkmüş görünüyordu :
"Bir ya da iki kaburga kemiğinin kırıldığını sanıyorum Biri ciğerini tahriş ediyor Sesi kısılmaya başladı Röntgen çekilmesi gerek !“ Yalnız Ankara Hastanesi'nde röntgen vardı
"Öyleyse Ankara'ya gitmek zorunda !“
"Evet, hemen !“
İsmet Paşa, yaverine, "Treni hazırlatın" dedi, topluluğa döndü, "olayı gizli tutacağız !“
Refet Paşa'ya ve Cebeci Hastanesi'ne gizlice bilgi uçuruldu
……
REFET PAŞA, Kazım Paşa, Müsteşar Albay Ali Hikmet Ayerdem, Salih Bozok ile Muzaffer Kılıç başhekimin odasında sonucu bekliyorlardı
Doktorlar Başkomutan'ı, röntgeninin çekilmesi ve muayene edilmesi için alıp götürmüşlerdi
Sol kaburgalarından birinin kırık olduğu anlaşıldı Kırık kaburganın ucu akciğeri örseliyordu Kaburga alçıya alınamadığı için Dr Mim Kemal Öke, belden yukarısını kalınca bir band ile sıkıca sardı Kırık kaburganın zamanla kaynayıp iyileşmesi beklenecekti
Dr Adnan Adıvar, Dr Refik Saydam, Dr Şemsettin Bey, Dr Murat Cankat ayaktaydılar Arkalarında Nesrin Hemşire duruyordu
Mim Kemal Bey, "Paşam“ dedi saygıyla, "yatarak, az hareket ederek dinlenmeniz gerekiyor Aksi takdirde kaburgadaki kırık, ciğerdeki tahriş, başımıza çok iş açar Velhasıl cepheye dönmeniz mümkün değiL Yoksa
Sözünü tamamlamak için yumuşak bir sözcük aradı, bulamadı: "ölürsünüz !“
Öteki doktorlar başlarını sallayarak Dr Mim Kemal Bey'i onayladılar
Mustafa Kemal Paşa Çankaya'ya döndü
……
PAŞASININ kaza geçirdiğini öğrenen Fikriye Hanım az kalsın bayılacaktı Kendini zorlukla toparladı, Paşa'yı büyük bir şefkatle yukarıya, yatak odasına çıkardı
Salih Bozok, Dr Murat Cankat, yaver Muzaffer Kılıç alt kattaki salona geçtiler Az sonra Abdurrahim de aşağıya indi Gözleri dolu dolu Salih Bozok'a sokuldu hiç konuşmadan oturdular Olayı duyup telaşlanan birkaç Bakan geldi Fikriye Hanım misafirleri Paşa'nın yanına çıkardı Az sonra hızla aşağıya indi Dr Murat Bey'e, gözleri korku içinde, "Bakanlara yarın cepheye döneceğini söylüyor“ dedi, "dönebilir mi ?"
Dr Murat Bey hüzünle gülümsedi:
"Bakanların maneviyatı bozulmasın diye öyle söylüyordur Çünkü dönmesi mümkün değil En azından iki hafta yatması gerek !“
……
2 NUMARALı koğuşta sadece iki yatak doluydu Birinde Faruk yatıyordu, ötekinde ateşten inleyen bir yaralı Kalan yirmi küsur yatak boş ve dağınıktı
Faruk, küçük idare lambasının zayıf ışığında, sırt üstü, gözleri kapalı, bu akşam nöbetçi olan Nesrin'in gelmesini bekliyordu Nöbetçi hemşirelerin koğuşları denetleme saatiydi
Çok iyi tanıdığı zarif ayak sesleri duyuldu, yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı, koğuşa girdi Faruk bir çığlık bekliyordu Beklediği oldu Nesrin çığlığı bastı:
"Aaaaaaaaaa! Bu yaralılara ne oldu Faruk Bey? Nerede bunlar ?"
Faruk oturdu :
"Galiba Beyoğlu'na çıktılar
Ayaklarını karyoladan yere sarkıttı :
"Pinti felekten bir gece çalacaklar:'
"Şaka yapmayın ne olur !”
"Peki Kaçtılar Nesrin Hanım !”
Nesrin isyan etti :
"Neden ama ?"
"Cepheye dönmek istiyorlardı Doktorlar izin vermeyince, kaçtılar !“
"Hiçbiri daha iyileşmemişti ki …“
"Zararı yok Cephenin havası, karavanası insanı hastaneden daha çabuk iyi eder !“
Nesrin kapıya yürüdü :
"Ben olayı nöbetçi doktora bildirmek zorundayım…“
Faruk uzanıp kızın elini yakaladı :
"Hayır, durun lütfen Dün kaçacaklardı Bu akşam kaçmalarını ben tavsiye ettim Çünkü sizin nöbetçi olacağınızı biliyordum, ricamı dikkate alacağınıza güveniyordum Kaçakların istasyona ulaşıp cephe trenine binmeleri için bir yarım saate daha ihtiyaçları var Sonra hastaneyi ayağa kaldırabilirsiniz Şimdi lütfen şuraya oturun Bir yarım saatçik dinlenmenizi rica ediyorum !“
Nesrin'i yanındaki yatağa oturttu Kızın küçük eli hala kocaman avucunun içindeydi Fark edince utandı :
"Ah affedersiniz…“
Telaşla elini çekti
……
NESRİN koğuşta, kaçakların cephe trenine binmesi için gerekli zamanın dolmasını bekliyor ve alçak sesle Faruk'a bugün tanık olduğu büyük sahneyi anlatıyordu:
"Doktor Mim Kemal Bey, kırık kaburga oynayıp da ciğeri tahriş etmesin diye geniş bir bandla Paşa'nın göğsünü sıkı sıkı sardı ve cepheye dönemeyeceğini söyledi Paşa hiç sesini çıkarmadı
"İtiraz etmedi mi ?"
"Hayır
Faruk hemen teşhisini koydu :
"Öyleyse kafasına koymuş, o da kaçacak !“
……
SALİH, Muzaffer ve Muhafız Taburu Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, belki Paşa'nın bir emri olur diye erkenden gelmişler, yernek salonunda oturuyorladı
Bir ayak sesi duyuldu Salih ayağa kalkmaya davranınca, İsmail Hakkı elini tuttu :
"Telaşlanma, Fikriye Hanım'dır…“
Merdivenden Fikriye Hanım değil, M Kemal Paşa indi Tıraş olmuş, giyinmişti Üçü de ayağa fırladılar Salih ağlamaklı, 'Aman Paşam“ dedi, "niye kalktınız ?"
"Böyle günde yatılır mı çocuk ?"
Sesi iyice kısılmıştı :
"İsmail Hakkı, taburunu topla, yarın cepheye hareket et !“
"Başüstüne !“
Salih Bozok'a döndü:
"Trenlerde arkalığı öne arkaya hareket ettirilebilir koltuklar olurdu Bana arkalığı öyle olan bir koltuk bulun Belki demiryolu ambarında vardır Kazım Paşa'ya haber verin Bir saat sonra cepheye hareket edeceğiz Albay Asım Bey'i de bulun O da bizimle gelsin Siz de hazırlanın !“
"Ama Paşam, doktor…“
"Dediğimi yapın !“
"Peki !“
İki yaver ve Yüzbaşı İsmail Hakkı azap içinde çıkarlarken Fikriye Hanım Paşa'nın yanına gelip durdu, sitemle baktı Paşa, Fikriye Hanım'a tutunarak yavaşça oturdu Elinden çekerek Fikriye Hanım'ı da oturttu
"Bu kazayı anneme yazma !“
"Yazmam
"Teşekkür ederim Zavallı kadın, benden yana hep acı içinde yaşadı Ya hapisteyim, ya sürgünde, ya savaşta İdama mahkum olduğumu bile duydu…“
Genç kadının elini okşadı :
"Sen de üzülme Allah bana yardım edecektir
……
KARARGAH TRENİ Ankara'dan sessizce hareket etti Malıköy'de durdu İki otomobil istasyonda bekliyordu Başkomutanlık, Genelkurmay ve Cephe Komutanlığı karargahları Malıköy yakınındaki Alagöz'e alınmışlardı
Yeni karargaha hareket ettiler
Küçük Alagöz çiftliği büyük bir ordugah olmuştu Her yanı subaylar, askerler, çeşit çeşit çadırlar, arabalar, atlar, telsiz antenleri, telefon ve telgraf direkleri kaplamıştı Büyük Savaş'tan kalma birkaç da demir tekerlekli kamyon vardı
Türk ordusunun çok uzun yıllardır bu kadar canlı bir başkomutanlık karargahı olmamıştı
Otomobiller Türkoğlu Ali Ağa'nın iki katlı, büyükçe evinin önünde durdular Ev Başkomutan için hazırlanmış, telefon ve telgraf bağlanmıştı Orduda bulunan tek asetilen (karpit) lambası da, çok ışık verdiği için Başkomutan'a ayrılmıştı
Fevzi ve İsmet Paşalar ile Başkomutanlık Sekreterliği görevlileri evin önünde bekliyorlardı Paşalar kucaklaştılar Üst kata çıkıldı Bu katta Başkomutan'ın çalışma ve yatak odası ile yemek ve yaverlik odası bulunuyordu Demiryolu ambarında bulunan arkalığı hareketli koltuğu birlikte getirmişlerdi Muzaffer Kılıç ile Ali Metin Çavuş koltuğu çalışma odasındaki küçük masanın yanına yerleştirdiler
Odada birkaç iskemle, yerde küçük bir halı vardı Neşeyle kahve içtiler M Kemal Paşa iyi görünmeye çalışıyordu ama kımıldadıkça acıdan yüzü terlemekteydi
Paşaları neşelendiren bir haber verdi:
"Halide Edip Hanım cephede bir görev istiyor !”
İsmet Paşa Halide Hanım'ı sayardı, bu isteğinden dolayı daha da saygı duydu Türkiye bir savaş kahramanından daha cesur bu öncü kadınlar sayesinde, ilkel bir toplum olmaktan kurtulacaktı
"Kaydını gönüllü er olarak yaparım Karargahta çalışır !” Kazım Paşa İsmet Paşa'nın omuzuna dokundu :
"Dünyada, ünlü bir kadın yazarın er olarak görev aldığı ilk ordu karargahı seninki olacak !”
Paşa gururla baktı :
"Evet !”
Sohbet iyiydi ama iş yoğundu İsmet Paşa Albay Asım Gündüz'le birlikte karargahına döndü Yeni Kurmay Başkanı Albay Asım Gündüz saygıyla karşılandı
……
YATAK ODASINA portatif bir asker yatağı konmuştu Ama Paşa geceyi çalışma odasındaki arkalığı yatırılan koltukta geçirdi Zaten az uyurdu Burada daha da az uyur olmuştu Herkes yatmaya gidince ya düşünüyor, ya kitap okuyordu Gelirken İslam tarihiyle ilgili birkaç önemli kitap almıştı yanına
Uyanır uyanmaz Ali Çavuş kahvesini verdi Karargah berberi bekliyordu Tıraş oldu Gecelik entarisini çıkarıp giyindi Arkalığı yatıkça koltuğa yarı uzanmış durumda oturdu, böylece doktorların tavsiyesine az da olsa uymuş oldu
Albay Asım Bey telefon etti, Merkez Ordusu'nun yolladığı 16 Tümen'in iki alayı yola çıkmıştı: 2250 subay ve er Alaylar savaşa yetişebilirse savaşçı sayısı 58750 olacak, altmış bine yaklaşılacaktı
Doktor sigara içmesini yasak etmişti ama dayanamadı, bir sigara yaktı
……
HALİDE EDİP HANIM kendisini geçirmeye gelen bazı bakanlara, Y Kadri ve R Eşref'e veda ederek cephe trenine bindi
Cephe için diktirdiği giysiyi giymişti: Lacivert baş ortüsü, aynı renk uzun ceket, bol pantolon, yumuşak çizme Cepheye giden bir yüzbaşı bavulunu rafa yerleştirdi
Her istasyonda trene yeni askerler doluşuyor, toprak rengi kadınlar ağlaşarak bir zaman trenle birlikte koşuyorlardı Malıköy'e vardıklarında ay çıkmıştı
İstasyonda derin bir sessizlik içinde dağıtım bekleyen birçok yeni asker vardı İsmet Paşa yaverini ve otomobilini yollamıştı
Otomobil Batı Cephesi Karargahı önünde durdu Halide Hanım'ı Tevfik Bıyıklıoğlu karşıladı Karargahın alt katındaki toprak zeminli iki odada subaylar çalışıyordu Yukarı kattaki iki odadan birine götürdü Odada büyükçe bir masa ile üstü asker battaniyesi ile örtülü portatif bir yatak vardı Burası Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nın makam ve yatak odasıydı Öbür oda Cephe Kurmay Başkanı'nındı
İsmet Paşa elini sıktı, oturması için bir tahta iskemle gösterdi ama Halide Hanım komutanına saygı gösterip oturmadı
"Artık ordumda bir ersiniz Sizi Birinci Şubeye atadım Küçük bir eviniz, bir de hizmet eriniz olacak !”
Halide Hanım teşekkür etti
"Başkomutan'ı ziyaret ettiniz mi ?"
"Hayır Paşam Şimdi geldim
"Hemen gidin Sizi bekliyor !”
Yüzbaşı Hasan Atakan Halide Hanım'ı M Kemal Paşa'nın karargahına götürdü
Halide Hanım bu sahneyi anılarında şöyle anlatacaktı:

“M Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi M Kemal Paşa'ya doğru, kalbimde gerçek bir saygı ile gittim O kendi halindeki odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun bu odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz
Gittim, elini öptüm

Bundan böyle akşam yemeklerini, İsmet Paşa, Kazım Paşa, AIbay Arif Bey ile birlikte Başkomutan'ın sofrasında yiyecek, bu müthiş savaşın kulisinde yaşayacaktı

Alıntı Yaparak Cevapla