Yalnız Mesajı Göster

62 Yıl Sonra: Hiroşima Ve Nagazaki’De Abd Nükleer Terörü

Eski 08-16-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

62 Yıl Sonra: Hiroşima Ve Nagazaki’De Abd Nükleer Terörü



62 Yıl Sonra: Hiroşima ve Nagazaki’de ABD Nükleer Terörü-I



Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandı kavruldu
Bir avuç kül oluverdim
Külüm havaya savruldu
Nazım HİKMET

“Şimdi artık sadece savaşı kökünden dönüştürmekle kalmayacak aynı zamanda tarihin ve uygarlığın da seyrini değiştirecek bir silaha sahiptik

Harry S Truman

6 Ağustos 1945 günü saat sabah 8:15’te bir ABD uçağı Japonya’nın 350000 kişinin yaşadığı Hiroşima kentinin üzerine “Little Boy” (=Küçük Oğlan) adı takılmış olan atom bombasını bıraktı “Küçük Oğlan” 80000 kişiyi anında öldürdü Atom bombasının yaydığı korkunç sıcaklık patlama gücü basıncın etkisiyle ilk elde ölenlerin çoğunun cesetlerinden geriye hiçbir iz kalmayacaktı Bedenleri radyasyonun ve ısının etkisiyle yanan ancak anında ölecek kadar talihli olmayanlar ya kendilerini kentin içinden geçen ırmağa atarak ya da korkunç acılar içinde can çekişerek öleceklerdi Bunu izleyen haftalarda ise onbinlerce insan gerekli tedavi olanaklarının bulunmaması radyasyondan kaynaklanan hastalıkların tedavisi konusunda bilgi eksikliği ve Japonya’nın altyapısının ve sağlık tesislerinin büyük ölçüde tahrip edilmiş olması nedeniyle yavaş yavaş ve büyük acılar çekerek can verecekti 1950 yılına gelene dek “Küçük Oğlan”ın patlaması sonucunda yaralanan ve hastalanan 200000 kişi daha yaşamını yitirecek 1950-1980 yılları arasında ise gene bu son nedenden ötürü 97000 kişi daha ölecekti Yani Hiroşima’ya atılan atom bombası toplam 377000 kişinin ölümüyle sonuçlanacaktı 9 Ağustos 1945’te 270000 kişinin yaşadığı Nagazaki’ye atılan ikinci atom bombası yani “Fat Man” (=Şişko) ise 1980 yılına kadar toplam 200000’den fazla insanın canına mal olacak böylelikle iki atom bombasının yol açtığı ölü sayısı 580000’e yaklaşacaktı (1) Bu arada 1945’te yaklaşık 1000000 kişinin yaşadığı Kyoto kentinin bir nükleer felaketten adeta bir rastlantı sonucu kurtulduğu daha sonra ortaya çıkacaktı Atom bombasına ilişkin çalışmaları gerçekleştiren Manhattan Projesinin yöneticisi General Leslie Groves’in yoğun itirazlarına rağmen ABD Savaş Bakanı Henry Stimson Kyoto’yu hedef listesinden çıkarmış ve yerine talihsiz Nagazaki’yi geçirmiş ve böylece ilk evrede en az 800000 kişinin yaşamını yitireceği bu kenti “kurtarmıştı” Manhattan Projesinin yöneticisi General Groves daha sonra kaleme aldığı anılarında Kyoto’nun hedef listesinden çıkarılmasından duyduğu hayal kırıklığını şöyle dile getirecekti:

“Daha önce de söylemiş olduğum gibi ben özellikle Kyoto’nun hedef olarak kullanılmasını istedim; çünkü burası atom bombasının etkileri hakkında tam bir fikir sahibi olabilmemize olanak verecek büyüklükteydi Nagazaki bu bakımdan aynı ölçüde doyurucu değildi” (Leslie Groves Now It Can Be Told (Story of the Manhattan Project) Andre Deutsch Londra 1963 s 275)

Hiroşima ve Nagazaki’de ölü sayısının artmasının bir başka nedeni de kent sakinlerinin daha önceden hiçbir biçimde uyarılmamış olmasıydı ABD Hava Kuvvetleri 17 Haziran-5 Ağustos 1945 tarihleri arasında 58 ayrı Japon kentine karşı konvansiyonel bombaların kullanıldığı yoğun hava bombardımanları gerçekleştirmişti ABD yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiği ve büyük tahribata yol açan bu bombardımanlardan önce göstermelik olarak da olsa insan kaybını azaltmak amacıyla uçaklardan bildiri atmak suretiyle kent sakinlerini uyarıyor ve onların hedef bölgelerden uzak durmalarını anımsatıyordu Ancak Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması sırasında bu standart prosedür uygulanmadı O sıralar (Manhattan Projesinin bir parçası olan) Metalürji Projesinin başında bulunan Dr Arthur Compton bunu daha sonra şu sözlerle itiraf edecekti:

“Hiroşima’ya hiçbir spesifik uyarı yapılmamıştı Halk habersiz yakalanmıştı Herkes sokaklarda günlük olağan işleriyle meşguldu” (Arthur Compton Atomic Quest Oxford University Press Londra 1956 s 254-255)

ABD Başkanı Truman’ın yüzbinlerce insanın bir anda korkunç bir biçimde ölmelerine yol açan nükleer patlamaya reaksiyonu ilginç ve öğreticiydi Joseph Stalin ve Britanya Başbakanı Winston Churchill ile birlikte katıldığı Potsdam Konferansından Augusta kruvazörüyle ABD’ne dönüşü sırasında Başkan Truman’a ivedi bir mesaj ulaştırılacaktı Mesajda “HİROŞİMA BOMBALANDI” yazıyordu Hiroşima’nın bombalanmasını “Bu tarihin tanık olduğu en büyük olay” diyerek sevinçle karşılayan Truman geminin içinde koşarak haberi herkese duyuracaktı Truman’ın biyografisini kaleme alanlardan Donovan Conflict and Crisis adlı kitabında bunu şöyle anlatacaktı:

“O üzerinde hiç kafa yormadan şimdiye kadar yaptığı hiçbir açıklamanın kendisini bu denli mutlu etmediğini söyledi” (Aktaran Tim Weiner Blank Check Warner Books New York 1991 s 23)


* * *

Nükleer fizik alanında araştırmaların daha Birinci Dünya Savaşı sonrasında belli ölçüde gelişmiş olduğu ABD’nde atom bombasına ilişkin çalışmalar ilk kez 1939’da başladı Bu çalışmalar 1942 yazından itibaren “Manhattan Projesi” kod adıyla Nazilerin zulmünden kaçan ve ABD’li bilim adamlarının yanısıra Britanya ve Kanada’nın da katılımıyla son derece gizli bir biçimde sürdürüldü Churchill ile Roosevelt nükleer alanda işbirliği yapmayı ilk kez 20-25 Ocak 1942’de yapılan ve Sovyetler Birliği’nin temsil edilmediği Washington Konferansında kararlaştırdılar Onlar 17-24 Ağustos 1943’de Kanada’nın Quebec kentinde yaptıkları bir başka konferansta aralarındaki nükleer işbirliğini faşist bloka karşı bağlaşıkları durumundaki SSCB’nden gizli tutma konusunda da anlaştılar Açıkça dile getirmemekle birlikte iki taraf ta savaşın gidişatının faşist blokun aleyhine döndüğünün ortaya çıkmış olduğu bu dönemde atom bombasını gelecekteki düşmanları olan SSCB’ne karşı bir askeri tehdit ve bir diplomatik koz olarak kullanmayı düşünüyorlardı 1942 yazından itibaren Manhattan Projesinin başına getirilen General Leslie Groves şöyle diyecekti:

“(Projenin- b n) Yönetimini üstlenmemin üzerinden daha iki hafta geçmeden kafamda Rusya’nın düşmanımız olduğu ve bu Projenin bu temelde yürütüldüğü konusunda hiçbir yanılsama kalmadı
ABD yetkilileri önemli bir bölümü anti-faşist eğilimli olan nükleer bilimcilerin duraksamalarını gidermek ve bir an önce böyle bir silahı üretmelerini sağlamak için Nazi Almanyası ile bu alanda sıkı bir yarış olduğu kanısını uyandırmaya çalışmışlardı Tarihçi Kenneth C Davis şöyle diyordu:

“Birçoğu Hitler Avrupası’ndan kaçarak ABD’ne sığınmış olan ve New Mexico’nun Los Alamos kentinde çalışan nükleer bilimciler bir ‘Nazi bombası’ geliştirmekte olan Almanlarla yarıştıklarını sanıyorlardı” Daha sonraları gizlilikleri kaldırılan belgeler Nazilerle yarışın uydurma olduğunu gösterecekti SIS’in (=Britanya İstihbarat Servisi) resmi tarihine göre bu örgüt savaşdışı ülkelerdeki bilimadamlarıyla bağları sayesinde 1943 ortalarına gelindiğinde Almanların nükleer bomba üretme programı diye bir şey olmadığını öğrenmişti

ABD hükümet üyelerinin büyük bölümünden bile saklanan bu projeye 1941-1945 yılları arasında gizli fonlardan 2 milyar doları aşkın kaynak ayırdı General Leslie Groves’in komutası altında yürütülen bu çalışma sonunda 16 Temmuz 1945’te New Mexico eyaletinin Alamogordo kentinde dünyanın ilk başarılı nükleer denemesinin yapılmasıyla taçlandı

Eylül 1944’de Roosevelt ile Churchill başarıyla denenmesi halinde atom bombasının ilk evrede “belki iyice ölçülüp biçildikten sonra Japonlara karşı kullanılabileceği” konusunda genel bir görüş birliğine varmışlardı Roosevelt’in 12 Nisan 1945’de yani İkinci Dünya Savaşının sonuna yaklaşıldığı günlerde ölümünden sonra yerine yardımcısı Harry S Truman’ın geçtiği dönemin koşulları bir önceki dönemin koşullarından farklıydı; faşist bloka karşı SSCB-ABD-Britanya arasında bir askeri bağlaşmaya duyulan gereksinim ortadan kalkmaya yüz tutmuş emperyalist ülkelerin Sovyetler Birliği’ne ve dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarına karşı birleşik cephesi politikası bir kez daha öne çıkmaya başlamıştı Bu koşullarda ABD ve Britanya’nın atom bombasını bu siyasal amaçlarının bir dayanağı haline getirmeyi düşünmemeleri olanaksızdı Peki ama Hiroşima ve Nagazaki hangi gerekçelerle bu cehennem silahının hedefi haline getirilecekti?



Gerekçeler…

Öteden beri ABD emperyalistleri ve onların borazanları Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasını bu yolla yüzbinlerce hatta milyonlarca ABD askerinin yaşamını kurtarmış oldukları savıyla meşrulaştırmaya çalışmışlardır Ama bu savların gerçeklerle hiçbir ilişkisi olmadığı bilinmektedir Ağustos 1945’e gelindiğinde hatta ondan aylar önce Japonya fiilen yenilmiş bir ülkeydi; faşist bağlaşıkları İtalya çoktan ve Almanya 9 Mayıs 1945’te teslim olmuş hava ve deniz kuvvetleri hemen hemen tümüyle tahrip edilmiş ve etkisizleşmiş ekonomisi çökme noktasına gelmiş savaş sırasında işgal ettiği yerlerin hemen hemen tümünden ağır kayıplar vererek çekilmek zorunda kalmış ve Sovyetler Birliği’nin de kendisine savaş ilan etmeye hazırlandığı Japonya teslim olmaya hazırdı ve zaten bu amaçla birtakım diplomatik girişimlerde bulunuyordu ABD Başkanı Truman Aralık 1945’te Hiroşima ile Nagazaki’nin bombalanması sayesinde 250000 ABD askerinin yaşamının kurtarıldığını söylerken 12 Ocak 1953’te yaptığı bir konuşmada bu rakamı 1 milyona çıkarmış ve 28 Ocak 1959’da yaptığı bir başka konuşmada “bombaların atılması… milyonlarca insanın yaşamını kurtardı” demişti Oysa Truman’ın buyruğu üzerine ABD askeri makamlarının Haziran 1945’te hazırladığı bir rapora göre Japon adalarına karşı gerçekleştirilecek genel bir saldırının 40000 dolayında ABD askerinin yaşamına mal olacağı tahmin edilmişti
Bu gerekçenin hiçbir iler tutar yanı yoktu Hatta bazı öndegelen Amerikalı askeri ve siyasal yetkililer de bunu teslim etmişlerdi ya da kendilerini Hiroşima ve Nagazaki’de işlenen savaş suçundan uzaklaştırmak için bir süre sonra bunu teslim edeceklerdi Örneğin resmi bir kuruluş olan ABD Stratejik Bombardıman Ölçümü 1946’da yaptığı bir değerlendirmede şu sonuca varmıştı:

“Japonya; atom bombaları atılmamış Rusya savaşa girmemiş ve hatta bir işgal planlanmamış ya da düşünülmemiş olsa bile kesinlikle 31 Aralık 1945’ten ve büyük olasılıkla 1 Kasım 1945’ten önce teslim olacaktı” (Aktaran Barton Bernstein The Atomic Bomb: The Critical Issues Boston Little Brown 1976 s 52)
Başkan Roosevelt ile Başkan Truman dönemlerinde genelkurmay başkanlığı görevinde bulunmuş olan Donanma Amirali W D Leahy ise aynı konuda

“Bu barbarca silahın Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılmasının Japonya’ya karşı sürdürmekte olduğumuz savaşa hiçbir somut yararı olmadı Fiili deniz ablukası ve konvansiyonel silahlarla gerçekleştirdiğimiz başarılı bombardımana bağlı olarak Japonlar zaten yenilmişlerdi ve teslim olmaya hazırdılar” (W D Leahy I Was There: The Personal History of the Chief of Staff to Presidents Roosevelt and Truman Victor Gollencz Ltd Londra 1950 s 429) demişti

Nükleer silahların geliştirilmesini Başkan Roosevelt’le birlikte kararlaştırmış ve desteklemiş olan Britanya Başbakanı Winston Churchill bu değerlendirmeye katılıyordu O İkinci Dünya Savaşını anlatan kitabında şöyle diyordu:

“Japonya’nın yazgısını nükleer silahların belirlediğini düşünmek yanlış olacaktır Daha ilk atom bombası atılmadan Japonya’nın yenilgisi kesinleşmişti ve bunu sağlayan da çok üstün deniz gücü oldu” (Winston S Churchill The Second World War Cilt VI: Triumph and Tragedy Houghton Mifflin Company Boston 1953 s 646)

Japonya’ya karşı nükleer silah kullanılmasına gerek olmadığı yolunda görüş bildirenler arasında Avrupa’daki ABD kuvvetlerinin komutanı ve daha sonra Truman’dan başkanlık koltuğunu devralacak olan General Dwight D Eisenhower da bulunuyordu O anılarında ABD Britanya ve Sovyetler Birliği arasında Temmuz 1945’de yapılan Potsdam Konferansında şöyle dedi:

“(ABD Savaş Bakanı- b n) Henry Stimson’a… Japonya’nın zaten yenilmiş olduğu ve dolayısıyla atom bombasının atılmasının tümüyle gereksiz olduğu yolundaki kanıma dayanarak ciddi kaygılarımı ilettim” (Dwight D Eisenhower Mandate for Change: 1953-1956 Doubleday & Company Inc New York 1963 s 312-313)
Eisenhower 1963’de Newsweek dergisinin kendisiyle yaptığı bir röportajda
“Japonlar teslim olmaya hazırdı ve bizim onları vurmamız son derece kötü bir şeydi” diyerek bu görüşünü bir kez daha yineleyecekti

İkinci Dünya Savaşı sırasında Güneybatı Pasifik Bölgesi Bağlaşık Kuvvetleri Başkomutanı olan ve sorumluluk bölgesinde atom bombalarının kullanılması sırasında kendisine danışılmayan General Douglas MacArthur da Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasını gerekli görmeyenler arasındaydı 1950-53 yılları arasındaki Kore Savaşı sırasında saldırgan ABD birliklerine komuta eden Kore’nin tüm kentlerini yerle bir etmek ve yüzbinlerce sivilin katletmekle kalmayıp Kore halkına yardıma gelen Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı atom bombası kullanmayı öneren bu azılı gerici yıllar sonra yaptığı bir basın toplantısında

“Japonya’ya karşı Bomba’yı kullanmaya gereksinimimiz yoktu” (New York Times 21 Ağustos 1963 s 30) diyecekti MacArthur daha sonra anılarında aynı görüşü şu sözlerle yineledi:

“Kurmaylarım Japonya’nın çökme ve teslim olma noktasında olduğu konusunda görüş birliği içindeydiler Hatta ben başka askeri operasyonlara girişilmeksizin ‘Japonya’nın barışçı bir biçimde işgali’ planlarının hazırlanması yolunda direktif vermiştim” (Douglas MacArthur Reminiscences McGraw Hill Book Company New York 1964 s 260)

Bu arada Şikago Üniversitesindeki “Metalürji Projesi” laboratuarında çalışan bilim adamlarının atom bombasının Japonya’ya atılması konusunu kendi aralarında tartıştıklarını başında Nobel ödüllü James Franck’ın bulunduğu bir bilim adamları komitesinin ABD hükümetine gücünü göstermek için atom bombasının kimsenin yaşamadığı boş bir adaya atılmasını önerdiğini ancak bu önerinin dikkate bile alınmadığını anımsatayım

Ve Gerçekler

Peki Hiroşima ve Nagazaki’de uzun erimde yarım milyondan fazla insanın canını alan saldırının gerçek nedeni ve amacı Japon adalarının işgali sırasında şu ya da bu kadar ABD askerinin ölmesini önlemek olmadığına göre neydi? Burada bu sorunun hiç de tek ve basit olmayan yanıtını vermeye çalışacağım Ama öncelikle şu gerçeğin altı çizilmelidir: Hiroşima ve Nagazaki’de gerçekleştirilen nükleer terör önemli bir sembolik anlam taşıyordu ABD bu eylemiyle can çekişmekte olan Japon militarizmi daha doğrusu Japon halkı üzerinden tüm dünyaya tarihsel bir mesaj vermekteydi: “Artık dünyanın efendisi benim!”

Aslında yukardaki sorunun yanıtı emperyalizmin doğasında ve gerek İkinci Dünya Savaşından önce ve gerekse bu savaştan sonra kapitalist-emperyalist sistemin dünya işçi sınıfı ve komünist hareketine onun önderi konumunda bulunan Lenin’in ve Stalin’in sosyalist Sovyetler Birliği’ne ve ezilen uluslara ve onların ulusal kurtuluş hareketlerine karşı genel tutumunda yatmaktadır Koşullar (özellikle Nazi Almanyası’nın faşist İtalya’nın ve militarist Japonya’nın nüfuz alanlarının yeniden paylaşımını dayatan saldırgan politikası) ve “kendi” işçi sınıfı ve halklarının anti-faşist öfkesi ABD ve Britanya’yı 1941’de Sovyetler Birliği ile anti-faşist bir bağlaşmaya girmek zorunda bırakmıştı Ancak bu iki emperyalist devlet proleter diktatörlüğü devletiyle istemeden girdikleri bu bağlaşmayı her zaman bir yük olarak görmüş ve anti-faşist savaşı yer yer sabote etmekten de kaçınmamıştı Onlar daha savaş biter bitmez Nazi sürülerine karşı savaşta 25 milyondan fazla şehit veren işçilerin ve emekçilerin anayurduna karşı yeni bir savaşın hazırlıklarına girişmiş yani 1941 yılı öncesinin politikalarına geri dönmüşlerdi Onları böyle davranmaya zorlayan bir başka faktör de gerek Avrupa’da ve gerekse Asya’da Alman ve İtalyan faşizmine ve Japon militarizmine karşı kararlılıkla savaşan Komünist Partilerinin ve diğer devrimci güçlerin siyasal etki ve prestijlerinin büyük ölçüde artmış bir dizi ülkede işçi sınıfı ve ezilen halkların ayağa kalkmış ve önemli devrimci mevziler ve kazanımlar edinmiş olmalarıydı Bu gelişmeler küresel güç dengesinin belli ölçüde devrimci ve anti-emperyalist güçler yararına değişmesine yol açmıştı ABD ve Britanya’nın daha savaşın hemen ertesinde Alman İtalyan ve Japon faşizminin kalıntılarıyla işbirliğine girişmesinin hatta daha savaş sona ermeden anti-Sovyetik komplolar tezgahlamalarının ve Soğuk Savaşın zeminini oluşturmaya başlamalarının altında yatan neden de buydu

Ne var ki bu devrim ve sosyalizm korkusu büyük ölçüde abartılmıştı Kapitalist-emperyalist sistemin istikrarını sarsan bütün bu gelişmelere rağmen en azından kısa erimde ABD’nin başını çektiği kapitalist-emperyalist sistemin bir “Sovyet tehdidi”nden ve/ ya da yakın bir proleter devriminden çekinmesini gerektirecek güçlü nedenler yoktu Savaşta 25 milyondan fazla insan kaybeden Sovyetler Birliği’nin ekonomisi ve altyapısı acımasız Nazi işgali nedeniyle çok büyük bir yıkıma uğramıştı Üç aşağı beş yukarı aynı şey Sovyetler Birliği’nin ve Komünist Partilerinin nüfuzunun büyük olduğu Doğu Avrupa ülkeleri için de söylenebilirdi Fransa ve İtalya başta gelmek üzere Batı Avrupa ülkelerinde Komünist Partileri önemli bir güç haline gelmişlerdi; ancak onlar da kapitalist sistem için yakın bir tehdit oluşturacak durumda değillerdi

Dahası savaşta sadece 300000 dolayında asker yitiren ABD’nin toprakları savaşın yıkımından asla nasibini almadığı gibi 1930’lı yılların ortalarının New Deal politikalarının yardımıyla toparlanmaya başlayan ülke ekonomisi savaş siparişlerinin de etkisiyle hızlı bir büyüme göstermişti Sovyetler Birliği ne modern bir deniz kuvvetlerine ne ABD’ninkiyle boy ölçüşebilecek stratejik bir hava kuvvetlerine ne de -1949 yılına kadar- atom bombasına sahipti Kaldı ki ABD ile SSCB arasındaki askeri güç dengesizliği bu tarihten sonra da sürecek 1944 ile 1962 yılları arasında ABD Sovyetler Birliği karşısında gerek nükleer ve gerekse konvansiyonel silahlar bakımından ezici bir askeri üstünlüğe sahip olmaya devam edecekti Bütün bunlara savaşın ekonomisinde toplumsal yapısında ve halklarında yol açtığı olağanüstü maddi ve manevi yıkımın kan kaybının ve yorgunluğun üstesinden gelme gereksiniminin de Sovyetler Birliği’nin ABD ve diğer emperyalistler karşısında bir gerilim politikasından olabildiğince uzak durmasını gerektirdiğini eklemeliyiz

Alıntı Yaparak Cevapla