Yalnız Mesajı Göster

Deyimler Sözlügü ( E )

Eski 08-15-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler Sözlügü ( E )



Ecel aman verirse: Ölmezsem, ömür yeterse”Ecel aman verirse torunumu da görürüm
Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak”KöGoogle Page Rankingüden geçerken ecel terleri döktüler
Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek”Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek
Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek”Bırak o silâhı elinden, eceline mi susadın sen?”
Eciş bücüş: Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan”Eciş bücüş bir yazıyla karşılaşınca şaşırdı
Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek”Edebiyat yapmaya amma da meraklı bir insanmış
Efkâr dağıtmak: Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalışmak”Sahile efkâr dağıtmak için inmiş olmalı
Eğri (gözle) bakmak: Kötü düşünce besleyerek bakmak”O, hiç kimseye eğri gözle bakmazdı
Ekmeğinden etmek: İşinden çıkarmak veya atmak”Adamı durup dururken ekmeğinden ettiler
Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek”O işi bana vermemekle yabancıların ekmeğine yağ sürdün sen
Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak”Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o
Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak becerilikte olmak, her türlü işi yapmak”Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına katılmakta gecikmedi
Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır
Ekmek kapısı: Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri”O dükkân benim ekmek kapım, asla satmam, satamam onu!”
Ekmek parası: Kazanç, geçinmek için kazanılan para”Ekmek parası kolay kolay kazanılmıyor
Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar”İkramiye ile eksiği gediği kapadılar
Ekşi yüz: Somurtkan, asık yüz”Onun ekşi yüz göstermeye hakkı yoktu
El açmak: 1 Dilenmek 2 Başkasının yardımını almak için yalvarmak”İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti
El altından: Kimsenin haberi olmadan, gizlice”Parayı el altından verdi
El atmak: 1 Bir işe girişmek 2 Birisinin işine karışmak”Üstüne vazife olmayan işe el atma sakın!
El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek”Bu iş ancak el ayak çekildikten sonra yapılır
El basmak: Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek”Kur`ân`a el basarım ki bu işi ben yapmadım
El çabukluğu: 1 Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı 2 Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme”Adamın cebinden el çabukluğu ile cüzdanı çekiverdi
Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak”Elde avuçta bir şey kalmayınca ne yapacağını şaşırdı
Elde etmek: 1 Bir şeye sahip olmak 2 Bir kimseyi kendi yanına çekmek”Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, boşuna uğraşma
Elde kalmak: 1 Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı 2 Harcanandan arta kalmış olmak”Şu kasadaki üzümler elde kaldı
Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek”Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin
Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak”O arsa elden çıktığı için üzüldüm
Elden düşme: Az kullanılmış”Elden düşme bir araba aldı
Elden ele dolaşmak: Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçmek”Elden ele dolaşan atı nihayet geri almayı başardı
Elden geçirmek: Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden geçirmek”Yaptığın işi bir daha elden geçir
Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak”Bütün mal mülk bir hiç uğruna elden gitti
Ele almak: 1 Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak 2 İncelemek, araştırmak veya tenkit etmek”Konuyu yeni baştan bir daha ele alalım
Ele avuca sığmamak: 1 Şımarık davranmak 2 Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek”Sen ne ele avuca sığmaz bir çocukmuşsun meğer
Ele geçirmek: Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak”Şu toprak parçasını da ele geçirdik mi işimiz tamam demektir
El elde baş başta: 1 Masrafla para birbirine denk geldi 2 Yapılan işin sonunda ne kâr ne de zarar edildi”Alışverişten el elde baş başta döndü
Elekten geçirmek: Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmak”Şu dosyayı bir daha elekten geçirin
El ele vermek: Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, yardımlaşmak”Bu yolu ancak el ele verirsek yapabiliriz
El emeği: 1 Elle yapılan işe harcanan emek 2 Elle yapılan çalışmanın karşılığı”El emeğinin karşılığı değildir bu para
Ele vermek: Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak”Katili ele vermeyi kafasına koyarak sokağa çıktı
Eli açık: Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen”Eli açık olan insanları severim
Eli ağır: 1 Oldukça yavaş iş yapan 2 Vurunca çok acıtan”Eli o kadar ağırmış ki enseme gülle düştü sandım
Eli altında olmak: 1 İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak 2 Buyruğunda olmak”İyi bir usta, araç ve gereçlerinin elinin altında olmasını ister
Eli ayağı buz kesilmek: 1 Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak 2 Çok üşümek”Haydi elimiz ayağımız buz kesmeden girelim içeri
Eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak”Çok şükür şimdilik elimiz ayağımız tutuyor
Eli bayraklı: Kavgacı, şirret, edepsiz”Onun eli bayraklı bir kadın olduğunu daha yeni anladınız
Eli bol: Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası olan”Duyduğumuza göre Hasan Çavuş eli bol bir insanmış
Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan geri dönmek”Eli boş döneceği hiç aklıma gelmezdi
Eli böğründe kalmak: Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa uğramak”Tek hayvanın öldüğünü görünce eli böğründe kaldı
Eli cebine gitmemek (veya varmamak): Cimri olmak, para harcamaya kıyamamak”Ondan da yardım istediler, ancak eli cebine bir türlü gitmedi, arkasını dönüp uzaklaştı
Eli çabuk: Süratli iş gören”Eli çabuk adamlara ihtiyacımız var
Eli darda: Geçimi için para sıkıntısı çeken”Eli darda insanlara yardım etmek insanlık borcudur
Eli değmemek: Bir işi yapmaya zaman bulamamak”Odanı temizlemeye elim değmiyor
Elifi görse mertek sanır: Cahil, okuması yazması yoktur”Ona mı akıl danışıyorsun, elifi görse mertek sanır o
Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören”İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun
Eli kalem tutmak: 1 Yazı yazmayı bilmek 2 Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek”Elin kalem tutmaz mı senin?”
Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak”Bırakın onu, elinden iş çıkmaz birine ihtiyacımız yok
Elinden tutmak: 1 Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak 2 Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım etmek”Hayatım boyunca elimden tutan olmadı
Eline düşmek: 1 Birine muhtaç olmak 2 Yakalanmak 3 Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hâkimiyetinde kalmak”Düşmanın eline düşmemek için bir yol bulmalıyız
Eline su dökemez: Sözü edilen kişi, değerce ondan çok geride”Sen hamur açmakta Fatma`nın eline su dökemezsin
Elini çabuk tutmak: Hızlı davranmak, acele etmek”Elimizi çabuk tutup şu kömürü yağmura yakalanmadan taşıyalım
Elini kana bulamak: Birini öldürmek veya yaralamak”Zavallı çocuk, boş yere elini kana buladı
Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan getirmemek
Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolaşmak”Bunca ağır suç işlemesine rağmen elini kolunu sallaya sallaya gezmesi şaşılacak şey doğrusu
Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak (kadınlar için)
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden kaçınmak”Ne kadınmış o da, elini sıcak sudan soğuk suya soktuğunu görmedim daha!”
Eli sıkı: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu”Bu kadar eli sıkı bir adam olmak zorunda değilsin
Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri kalmayan
Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak”Bulaşıkları yıkamaya bir türlü elim varmıyor
Eli yatmak: Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi bulunmak
Eliyle koymuş gibi bulmak: Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak”Onca şeyin arasında küçücük düğmeyi eliyle koymuş gibi buluverdi
El kadar: Küçük, küçücük”El kadar çocuk işime karışamaz benim
El kaldırmak: 1 Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak 2 Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek”Sen ne cüretle babana el kaldırırsın!”
El kapısı: 1 Bir kızın gelin gittiği ev 2 Yabancıların memleketi, evi, yurdu”Yıllarca el kapılarında çalıştım durdum
El koymak: 1 Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması 2 Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim olmak”Hükümetin el koyduğu arazi burdan başlıyor
Elle tutulur gözle görülür: Çok açık, gizli bir tarafı yok”Şu zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir iş yaptın mı sen?”
El oğlu: 1 Yabancı 2 Damat”El oğluna güvenme sakın!”
El sürmemek: 1 Dokunmamak, hiç değmemek 2 Yapımına başlamamak”İşe el sürmeye vakit bulamadım daha
El uzatmak: 1 Birine yardım etmek 2 Dokunmaya, almaya çalışmak”O bizim bir yakınımız, ona elimizi uzatmalıyız hemen
El üstünde tutulmak: Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı gösterilmek”Dedem ailemizde el üstünde tutulurdu

Alıntı Yaparak Cevapla