Prof. Dr. Sinsi
|
İstanbul Hakkında Bilgi
Sofa Köşkü (Mustafa Paşa Köşkü-Merdivenbaşı Kasrı)
Lale Devri’nde Sofa ismi verilen bu bölümde binaların bakım ve temizliğini sağlayan Sofa Ocağı kurulmuştur
Revan ve Bağdat köşklerinin yakınında bulunan Sofa Köşkü aynı zamanda Mustafa Paşa Köşkü veya Merdivenbaşı Kasrı olarak tanınmıştır Köşkün yapım tarihi bilinmemekle beraber Silahtar tarihinde Rus elçisinin 1682’de burada kabul edildiği yazılıdır Köşk Lale Bahçesi’ni daha aşağı bahçeden ayıran bir duvarın üzerine yapılmıştır Bu duvarın ortasında yuvarlak kemerli kapıdan girilen köşk bir divanhane, bir özel oda ve bir de ara bölümden meydana gelmiştir Divanhanenin altlı üstlü geniş pencereleri bulunmaktadır Duvarları ve tavanı ahşap kaplıdır Duvarlara açılan oymalı nişler, kapılar ve tavanlar güzel bir ağaç işçiliğini yansıtmaktadır Duvarlara talik yazı ile Hakani Mehmet Bey’in Hilye’sinden alınma beyitler yazılmıştır
Mecidiye Köşkü
Dördüncü avlunun sağındaki alçak set üzerinde Mecidiye Köşkü bulunmaktadır Bu köşk yanındaki Esvap Odası ve Sofa Camii ile birlikte ayrı bir bölüm oluşturmaktadır Mecidiye Köşkü ve onunla birlikte Esvap Odası Sultan Abdülmecit (1839–1861) zamanında Avrupa rokoko üslubunda yapılmıştır Ancak yapım tarihini belirten bir kitabe günümüze gelememiştir Yanındaki Sofa Camisi’nin kitabesinden h 1275 (1859) tarihinde yapılmış olduğu belirtilmiştir Buna göre Mecidiye Köşkü de aynı tarihte yapılmış olmalıdır
Köşkün bulunduğu yerde daha önce yapılmış olan Çadır Köşkü ile Üçüncü Yeri Köşkü bulunuyordu Çok harap olan bu köşkler yıkılmış ve yerine bugünkü Mecidiye Köşkü yapılmıştır Buradaki arazide seviye farkı olduğundan köşk üst bahçe seviyesine ulaşabilmek için iki katlı yapılmıştır Köşkün yapımı sırasında eski köşkün zemini korunmuş, yalnızca üst kısmı yıkılmıştır
Mecidiye Köşkü beyaz köfeki taşından yapılmış dikdörtgen planlı bir yapıdır Dış cephe duvarları XIX yüzyıl Avrupa mimarisi etkisinde yarım paye sütun ve ince uzun pencerelerle hareketlendirilmiştir Köşke cephedeki ahşap kanatlı üç büyük kapıdan girilmektedir Bunlardan ortadaki kapı zemin katına inişi sağlamaktadır Köşkün duvarları yabancı ressamların imzalarını taşıyan padişah portreleri, yaldızlı aynalar ve şömineler ile süslenmiştir Tavanlarında 20–30 kollu kristal avizeler bulunmaktadır
Harem Dairesi
Haremin yapımına 1578 yılında başlanmış, her padişahın döneminde yeni ilaveler yapılmış ve bu durum XIX yüzyılın ilk yarısına kadar devam etmiştir Haremin yaklaşık 400 odası, avluları bulunmaktadır Değişik zamanlarda yapıldığından ötürü de farklı bir bezeme ve mimarisi vardır
Günümüzde Harem’e Arabalar Kapısı’ndan girilmektedir Masif demirden ve iki kanatlı olan yay kemerli kapının üzerindeki kitabeden Sultan III Murat’ın (1574–1595) bu kapıyı yaptırdığı anlaşılmaktadır Arabalar Kapısı’ndan Harem’in asıl giriş kapısına kadar uzanan üzeri açık ince uzun bir avlu bulunmaktadır Bu avlunun çevresinde Dolaplı Kubbe, Şadırvanlı Taşlık, Kule, Başhazinedar Ağa ve Başmuhasip Ağa daireleri, Meşhane Kapısı, Kara Ağalar Mescidi, Karaağalar Koğuşu ve Kızlar Ağası Dairesi bulunmaktadır Bu avlunun karşısına gelen küçük bir holün arkasında da asıl Harem’in giriş kapısı bulunmaktadır Bunun sağındaki tonozlu bir koridor ise üçüncü avluya (Enderun) açılan Kuşhane Kapısı’na uzanmaktadır
Arabalar Kapısı’ndan kare planlı, pandantiflerin taşıdığı Dolaplı Kubbe denilen yere girilmektedir Bu bölüm duvarlarındaki büyük gömme dolaplardan ötürü bu isimle tanınmıştır Kubbe ve duvarlarında bezeme görülmemektedir Buradaki dolaplarda Kızlar Ağası’nın evrakları korunurdu
Duvarları XVII yüzyıl çinileri ile kaplı olan bu taşlıktaki şadırvan günümüze gelememiştir Duvarların üst kısmını kaplayan çiniler üzerinde de madalyonlar halinde Peygamber’in cenneti müjdelediği on sahabenin isimleri yazılıdır Bu bölümün sağındaki Meşkhane Kapısı oldukça dar ve dik bir yokuşa açılmaktadır Osmanlı padişahlarının Eyüp Sultan’daki Kılıç Kuşanma Töreni’nden saraya döndüklerinde bu kapıdan hareme girdikleri bilinmektedir
Meşkhane Kapısı’nın karşısında Kule Kapısı bulunmaktadır Oldukça yüksek iki katlı kulenin birinci katında taş merdivenlerle pencereli bir bölüme ulaşılmaktadır Kulenin ikinci katı XVIII yüzyıl üslubunda yapılmıştır
Şadırvanlı Taşlık’taki Meşkhane Kapısı’ndan üzeri mermer oyma ayet yazılı bir kapıdan Karaağalar Mescidi’nin holüne geçilmektedir Mescidin duvarları XVII yüzyıl çinileri ile bezenmiştir Ayrıca tavanlarda kalem işleri görülmektedir Mescidin mihrabının karşısına rastlayan üçüncü bir kapıdan cariyelerin eğitildiği Kalfa Mektebi’ne geçilmektedir Ayrıca bu mescitten bir revak altından geçilerek Karaağalar Koğuşu’na girilmektedir Her ikisi arasındaki duvar XVII yüzyıl çinileri ile bezenmiştir
Karaağalar Koğuşu uzun bir aralığın iki yanında sıralanan odalardan meydana gelmiştir Bunlardan birinci kattaki odalar birer kapı ve pencere ile bu koridora açılmıştır Sol taraftaki odaların duvarları XVII yüzyıla ait çinilerle bezenmiştir Bu aralığın sonunda çinilerle kaplı büyük bir ocak dikkati çekmektedir
Üst kattaki mekânlar aralığa eyvan şeklinde açık balkon konumundadır Bunların önüne mermer korkuluklar yerleştirilmiştir Aralığın üzeri beşik tonozla örtülmüştür Koğuşun birinci katının tümü Kızlar Ağasından sonra Harem’in ikinci konumdaki yöneticisi olan Karaağaların başı, Yeni Saray Başkapı Gulâm Ağa’ya aittir Sol taraftaki çinili odalar, selamlık, yatak, misafir ve yemek odalarıdır Yemek odasının duvarında üzerinde “sakihüm rabbihüm şaraben tahura” ayeti yazılıdır Su ile bağlantılı olan bu ayet saraydaki hemen her çeşmenin üzerine yerleştirilmiştir
Aralığın sonundaki büyük ocağın sonunda ise Karaağalar otururdu Koğuşun üst katlara çıkan merdiven girişinin karşısından Kızlar Ağası dairesinin holüne ve Karaağaların tuvaletine geçilmektedir
Bu koğuşta yaşayan Karaağaların görevleri Harem kapılarını kilitlemek, kapılarda nöbet tutmak, arabalara yardımcı olmak, dışardan içeriye hiç kimseyi sokmamaktı
Karaağalar Koğuşu’nun hemen sağında Kızlar Ağası Koğuşu bulunmaktadır Kızlar Ağası Harem’in baş yöneticisi olup, buradaki giriş çinilerle kaplı büyük bir niş şeklindedir Kızlar Ağası dairesinin solundan Harem’in asıl giriş kapısına gelinir, çift kanatlı demir kapılardan duvarlarında büyük aynalar olan ve burada Karaağaların nöbet tuttuğu büyük taşlığa geçilir Aslında bu taşlık Altın Yol’a, Valide Sultan Taşlığı’na ve Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılan kapıların bulunduğu bir geçit yeridir Asıl Harem’e giriş de burasıdır Buradaki sağ taraftaki kapıdan Altın Yol’a, soldakinden Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılmaktadır Üçüncü kapı da doğrudan doğruya Valide Sultan Taşlığı’na geçişi sağlamaktadır
Kadınefendiler Taşlığı’nın girişinde Kadınefendiler dairesi bulunmaktadır Burada birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü Kadınefendiler’in daireleri bulunmaktadır Bu daireler üç tarafı revaklı, üzeri açık bir avlunun çevresinde sıralanmışlardır Bu daireler kendi aralarında plan olarak farklılık göstermektedir Birinci Kadınefendi’nin dairesi diğerlerinden daha büyüktür Dairelerde günlük yaşantı cereyan eder, bunun için de bir mangalın çevresinde alçak sedirlerin yer aldığı iç içe ikişer oda bulunmaktadır Bu odaların duvarları XVII yüzyıl çinileri ile kaplanmış, tavanları kalem işleri ile bezenmiştir İkinci Kadıefendi dairesinin solundaki büyük bir kapıdan merdivenlerle revaklı bir avlu çevresinde sıralanmış dikdörtgen planlı iki katlı cariyeler hastanesine inilir
Buradaki koridorun sağında Hünkâr Hamamı bulunmaktadır Hamam Klasik Osmanlı hamamlarının mimari düzeninde, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir Hamamın küçük ölçüdeki soğukluğundan ılıklığa ve sıcaklığa geçilir Sıcaklığın ortasında dört çokgen kesitli sütunun taşıdığı kubbe bu bölümün üzerini örtmüş, bunun dışında kalan alanlar tonozlarla desteklenmiştir Sol taraftaki yaldızlı, bronz parmaklıklı bölüm padişahın özel olarak yıkandığı yerdir Bunun yanındaki diğer bölmelerde ise mermerden dört kurna bulunmaktadır Hünkâr Hamamı’nın arkasındaki ikinci hamam Valide Sultan için yaptırılmıştır Her iki hamamda da süsleme elemanına rastlanmamaktadır
Hünkâr Hamamı içerisinden ayrı bir kapı ile Hünkâr Sofası’na geçilir Hünkâr Sofası’nı XVI yüzyılda Mimar Sinan yapmıştır XVIII yüzyılda Sultan III Osman döneminde büyük bir onarım geçirmiştir Bu bölüm kare planlı olup, dört sivri kemerin taşıdığı pandantifli büyük bir kubbe ile örtülüdür Bunun girişinin soluna da tonozlu bir ek bölüm daha eklenmiş böylece Hünkâr Sofası genişletilmiştir Ek bölüm iki katlı olup, ikinci kat balkon şeklinde Hünkâr Sofası’na açılmaktadır Giriş kapısının karşısına baldaken tarzında hünkârın oturduğu yer yerleştirilmiştir Onun sağında ve balkonun altına rastlayan yere de uzunca bir sedir yerleştirilmiştir Sedirlerin arkasındaki duvarların alt kısımları büyük aynalarla çevrilidir Bu aynalardan bir tanesi balkona çıkan kapıyı gizlemektedir
Hünkâr Sofası’nın duvarları XVIII yüzyılın barok ve rokoko üslubunda ağaç işçiliği ve duvar resimleri ile bezenmiştir Yalnızca sağdaki duvarda Avrupa etkisinde yapılmış mavi-beyaz çiniler bulunmaktadır Sofanın kemer ayaklarının bulunduğu bölümde balkon dışında kalan duvarlarda mavi-beyaz renkte çini Ayet-el Kürsi çepeçevre dolaşmaktadır Duvarların üst kısmındaki bölümler çift vitrayla kaplanmıştır
Diğer duvar diplerine de Kalfalar sıralanırdı Padişah yerini alınca da buradaki eğlenceler başlardı
Hünkâr Sofası’ndan Çeşmeli Sofa’ya, oradan da Ocaklı Sofa’ya geçilmektedir Dikdörtgen planlı olan Ocaklı Sofa’dan büyük bir kapı Valide Sultan Taşlığı’na açılır Bu kapının karşısına önü demir parmaklıklarla çevrili büyük bir ocak yerleştirilmiştir Valide Sultan Taşlığı’na açılan bu kapının bir diğer ismi de Taht Kapısı’dır Buradaki sedef kakmalı bir kapıdan Başkadınefendi Dairesi’ne geçilir Buradaki sofa kubbe ve düz tavanla örtülmüş iki bölüm halindedir Duvarları çinilerle kaplıdır ve duvarları mavi-beyaz bir çini kuşak çepeçevre dolaşmaktadır Bu kuşakta Sultan IV Mehmet’e övgüler yazılıdır Sofaya ismini veren ocak Harem’in tüm odalarında bulunan mangallara ateş sağlardı
Harem’in içerisinde en az değişikliğe uğrayan bölüm Sultan III Murat Has Odası’dır Has Oda’nın girişi XVI yüzyıl Klasik Osmanlı çeşmelerinde olduğu gibi mermer bir portal şeklindedir Kapının üzerinde Sultan III Murat’ın h 986 (1578–1579) yılında yapıldığını belirten kitabe bulunmaktadır Has Oda kare planlı olup, üzeri büyük bir kubbe ile örtülüdür Buradan Sultan I Ahmet’in kitaplığına geçilen ikinci bir kapı vardır Has Oda’yı Mimar Sinan yapmıştır Burada da baldaken tarzda büyük bir oturma yeri ile büyük ölçüde bir ocak bulunmaktadır Girişin solunda da Bursa kemeri üslubunda, niş şeklinde bir çeşmeye yer verilmiştir Has Oda’nın üzerini örten kubbe aşı boyalı bir zemin üzerine kabartma olarak lacivert ve altın yaldızlı palmetler, Rumiler ve geçmelerle bezenmiştir Bu bezemelerin içerisine yerleştirilen küçük aynalarla da iç mekânda gölge-ışık oyunlarının yapılması sağlanmıştır Duvarlar boş yer kalmamacasına çinilerle kaplanmıştır Bu çinilerin üzerinde de Harem’in diğer bölümlerinde olduğu gibi mavi-beyaz çini ile Ayet-el Kürsi yazılıdır Bu çinilerde mercan kırmızısının kullanıldığı görülmektedir Çiniler, hatayiler, narçiçekleri, hançer yaprakları ile bezelidir
Sultan III Murat’ın Has Odası içerisinden Sultan I Ahmet’in Okuma Odası’na geçilmektedir Bu oda kare planlı olup, üzeri Türk üçgenlerinin taşıdığı küçük bir kubbe ile örtülüdür Duvarlar kemerler yazıtlı çinilerle kaplanmıştır Girişin sağında ve karşısında üçer pencere, solunda gömme dolaplar, padişahın yemek odasına açılan kapı bulunmaktadır Girişin solunda ise yine üzerinde kitabesi olan niş içerisinde bir çeşme bulunmaktadır Buradaki dolapların, pencere kapaklarının üzerleri sedef, bağ ve fildişi kakmalıdır
Murat’ın Has Odası’nın çıkışında ve sol tarafta Şehzadeler Dairesi bulunmaktadır Birkaç basamakla çıkılan iç içe iki odadan meydana gelen bu dairedeki birinci oda kare, ikincisi de dikdörtgen planlıdır Birinci odaya üzerinde kitabe yazılı bir kapıdan girilir Bu bölümün duvarları çinilerle kaplı olup, üzeri ahşap bir kubbe ile örtülüdür Girişin sağında büyük bir ocak ve Gözdeler Taşlığı’na açılan altlı üstlü iki sıra pencere bulunmaktadır Üst sıra pencereler XVII yüzyılın vitrayları ile bezenmiştir
Birinci oda girişinin solundaki mermer söveli bir kapıdan ikinci odaya geçilir Dikdörtgen planlı olan bu odanın üzeri düz bir tavanla örtülmüştür Duvarlar, pencere araları mavi-beyaz çinilerle kaplıdır Burada sülüs yazılı bir yazı frizi odayı çepeçevre dolaşmaktadır
Şehzadeler Dairesi’nden çıkıldığında sol tarafta Gözdeler Taşlığı bulunmaktadır Burada çerçeveler içerisine alınmış üç çini pano görülmektedir Bu panoların arkasından Kutsal Emanetler Dairesi’ne geçilmektedir Sonraki yıllarda Altın Yol’un bu bölümü üzerine Gözdeler Dairesi yapılmıştır Çini panoların bulunduğu bu bölümün karşısından Altın Yol’a geçilir Oldukça dar, yüksek tavanlı bir koridor halinde olan bu yolun sağında Valide Sultan Taşlığı revakı, solunda da Enderun’un bulunduğu üçüncü avlu yer almaktadır
Kutsal Emanetler Dairesi (Hırka-i Saadet)
Enderun’da bulunan Has Oda’nın Haliç tarafındaki Divan Yeri de denilen çift sıra sütunlu, kubbeli geniş revakı Sofayı Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılmaktadır Topkapı Sarayı’nın müze oluşundan sonra ayrı bir bölümü oluşturmuştur
Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi, XVI -XVIII yüzyıla tarihlendirilen değişik çinilerle bezenmiştir Burada Türk çini sanatının en güzel örnekleri bir araya getirilmiştir Hırka-i Saadet Dairesi her yıl Ramazan ayının 15 günü başta Osmanlı Padişahı olmak üzere sarayın önde gelen kişileri, devlet ricali tarafından ziyaret edilirdi İlk defa Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan bu gelenek, Sultan VI Mehmet’e kadar devam etmiştir
Ramazan’ın 15 günü padişah Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelir, Tülbent Ağası süngerler ve gümüş taslar içerisinde gül suyu getirirdi Silahtar Ağa süngerlerden bir kaçını alır gül suyunun içerisine batırdıktan sonra padişaha uzatırdı Padişah da Hırka-i Saadet Dairesi içerisinde bulunan büyük gümüş şebekeyi gülsuyuna batırılmış süngerle temizlerdi Bundan sonra Hırka-i Saadet’e ziyaret ertesi günü öğle namazından iki saat önce başlardı Padişahın Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelişinden sonra Has Odalılar gümüş şebeke içerisindeki Peygamber’in hırkasının bulunduğu sandığı altınla kaplı bir sehpa üzerine koyardı Padişah Besmele ile sandığın altın anahtarını çevirerek çekmeceyi açardı Hırkanın bulunduğu yedi bohçanın incili şeritleri teker teker açılır ve hırka meydana çıkarılırdı Hırka-i Saadet’i ziyaret hırkanın sağ omuzu üzerine konan tülbendi öpmekten ibaretti Tülbendi her öpen anı olarak tülbendi alır ve yerine yenisi konurdu Başta padişah, devlet erkânı, saray erkânı, Harem Ağaları, Enderun-u Hümayun, Zülüflü Ağalar ayrı ayrı Hırka-i Saadet’i ziyaret ederdi Padişah sağında Sadrazam, solunda Kızlar Ağası olmak üzere sandığın başında durur, bu sırada Has Odalı ağalar yüksek sesle Kuran okurdu Ziyaretten sonra padişah hırkayı yine altın sandığa koyar ve kilitlerdi
Muhammed’in hırkası 1 24 m boyunda geniş kollu siyah yünlü bir kumaştan dokunmuştur Ancak hırkanın üzerinde bazı eksiklikler bulunmaktadır Hz Muhammed bu hırkayı Mekkeli Şair Kâab bin Züher’e hediye etmiştir Muaviye bin dirhem gümüş karşılığında bu hırkayı almak istemiş, Kâab buna razı olmamış, ölümünden sonra bin dirhem gümüş karşılığında veresesi tarafından satılmıştır Hırka-i Saadet Emevilere, Abbasilere, Memlukluların eline geçmiş, sonra da Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra da İstanbul’a getirilmiştir
Hırka-i Saadet Dairesi’nde Uhut Savaşı sırasında Hz Muhammed’in kırılan dişinin bir parçası, Nakşi Kademi Şerif denilen Hz Muhammed’in Miraç sırasında bastığı ve ayağının izinin çıktığı taş, Ukap diye isimlendirilen siyah renkli Sancağı Şerif, Kâbe suyunun akması için ahşap üzerine altın kaplanmış altın oluk, Bağdat’ta bulunan ve İstanbul’a gönderilen Mührü Saadet, Hz Muhammed’in teyemmüm için kullandığı söylenen Teyemmüm Taşı, Name-i Saadet denilen İslâmiyet’in ilk yıllarında Hz Muhammed’in başta İran, Mısır ve Bizans olmak üzere pek çok kişiye dine davet mektupları, Kuranların yanı sıra Mesahifi Şerifeler, Süyuf-u Mübareke diye isimlendirilen 20 adet kılıç bulunmaktadır Bu kılıçların Hz Muhammed’e, Hz Davut’a, Hz Ebubekir’e, Hz Ömer’e, Hz Osman’a, Hz Zeynel Abidin’e, Hz Zübeyr İlmi Al Avam’a, Ebül Hasan’a, Caferi Tayyar’a, Halid bin Velid’e, Ammar bin Vasr-ül Muays’e ve diğer kirama ait olduğu bilinmektedir
Musa’nın budaklı ağaçtan asası, Hz Muhammed’in altın yaldızlı muhafaza içerisindeki yayı, altın ve gümüş çerçeveli Hacer-i Esved, Hz İbrahim’in mavi mermerden tenceresi, Bab-ü Tövbe kanadı, Hz Muhammed’in gaslinde kullanılan suyun şişesi, üzerinde Ayet-el Kürsi yazılı nalınlar, Hz Fatma’ya izafe edilen seccade bulunmaktadır
Topkapı Sarayı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 3 Nisan 1924’te müze haline getirilmiş ve müzenin ilk müdürü de Tahsin Öz olmuştur Müzede geçici ve sürekli sergi mekânları, kubbe altı, Arz odası, Enderun Kütüphanesi, Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sünnet Odası, Harem, Zülüflü Baltacılar Koğuşu gibi teşhir alanları bulunmaktadır Bunun yanı sıra silahlar, İstanbul cam ve porselenleri, işlemeler, hazine, kaftanlar ve padişah portreleri gibi bölümler bulunmaktadır
Hazine Bölümü
Hazine Odası olarak kullanılan bir bölüm II Avluda kubbe altının sağında korunmaktadır Hazine Odası günümüzde dört odadan meydana gelmiştir Bunlardan birinci odada Yavuz Sultan Selim’in İran seferi sırasında getirdiği eserler bulunmaktadır Burada altın ve gümüş yaldızlı üzengiler, firuze zümrüt ve altın süslemeli taslar bulunmaktadır İkinci oda zümrüt ve zümrütlü eserlere ayrılmıştır Burada Sultan I Ahmet’e (1603–1617) ait olan zümrütlü askılar, hançerler, mine ve altınlı kaplar bulunmaktadır
Hazinenin üçüncü odasında en önemli eseri ve aynı zamanda Topkapı Sarayı’nın simgesi olan Kaşıkçı Elmasıdır Bu elmasın ilginç bir öyküsü vardır:
Kaşıkçı Elmasının Osmanlı Saray hazinesine nasıl geldiğine açıklık getiren, saray arşivinde ve ne de başka yerlerde yeterli bir bilgi bulunmamaktadır Elmasın saraya gelişi farklı biçimde yorumlanmış, ancak hiç birisinde gerçeği yansıtan bilimsel bir belge ortaya konulamamıştır
Yerli ve yabancı kaynaklarda Pigot elması olarak isimlenen ve günümüzde nerede olduğu bilinmeyen bir elmastan söz edilmektedir Pigot elmasının Kaşıkçı elması olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır Bunu ortaya atanların dayandığı tek nokta Pigot elmasının 85,5 kırat, Kaşıkçı Elmasının da 86 kırat oluşudur
Bunun ardından birçok kez el değiştirmiş ve sonunda Napolyon Bonaparte’nin annesi tarafından satın alınmıştır Napolyon’un annesi oğlunu Elbe adasındaki sürgünden kurtarabilmek için elması satışa çıkarmış, Mora Valisi Tepedelenli Ali Paşanın bir subayı tarafından 150 000 altına satın alınmış ve Paşaya hediye edilmiştir Söylentiye göre de Ali Paşa elması kavuğunun ön kısmındaki sorgucunun ortasına koydurmuştur Dr Ülbercht Wirth isimli bir Alman yazarı “Der Balkan” isimli kitabında bunu gösteren bir resmi yayınlamıştır Tepedelenli Ali Paşa gözden düştükten sonra padişah tarafından öldürüleceğini anlamış ve yakınlarına elmasın toz haline getirilmesini, karısının da öldürülmesini istemiştir Ancak Onun bu vasiyeti yerine getirilmemiştir Paşa öldürüldükten sonra hazinesi İstanbul’a getirilmiş ve Topkapı Sarayındaki devlet hazinesine konulmuştur
Bir başka söylentiye göre de Kaşıkçı elması Ayvansaray yakınındaki bir çöplükte bulunmuştur İstanbul’un Latinler tarafından soyulduğu günlerde Latinlerin arasında bulunan Robert Clari Bizanslıların hazinelerinden, altın taçlarından, mücevherlerinden söz etmiştir Bizans hazinesine ait olan bu elmasın çöplüğe nasıl düştüğü bilinmemektedir Tarihler bu konuda sessiz kalmıştır
Ayvansaray’daki çöplükte rastlantı sonucu bulunan elmasın Osmanlı sarayına gelişini Raşit Tarihi ile Defterdar Sarı Mehmet Paşanın Zubde-i Vekaiyat isimli eserinde “Zuhur’u Elmas-ı Kıymet” olarak şöyle yazmışlardır:
“İstanbul’da Eğrikapı mezbelesinde bir müdevver taş bulunup bulan gafil-i bi-baht bir yaymacı kaşıkçı ile üç kaşığı mübadele Ba’dehu kuyumculardan biri mezbur kaşıkçıdan ol taşı on akçeye mübayaa eylemiş ve yine kendü esnafından birine göterip elmas olduğu nümayan oldukta hisse talebi ile ol dahi şerik olmak isteyüp beyinlerinde niza vaki ve giderek bu ahval kuyumcubaşıya mün’akis oldu Kuyumculara birer kese akçe verip taşı ellerinden aldığı Vezir-i Azam Mustafa paşa Hazretlerinin mesmuu oldukta kuyumcubaşıdan kendü için almak daiyesinde iken taraf-ı padişahiye aks olup talebini müş’ir hattı hümayun sadir olup Hasılı taş meydana çıkarılıp işletildikte 84 kırat bir adım’ül misl elmas zuhur etmeğin Hazine-i Hümayun’a zapt olunup bu mukabelede kuyumcubaşıya kapucubaşılık tevcihi ile ikram ve birkaç kese akçe in’am olundu”
Yüzyıl sonlarında İstanbul’a gelen F Genelli, bir gencin Tekfur Sarayı harabeleri içinde bulduğu elmasın Sultan IV Mehmet’in eline geçtiğini ve değerinin 100 000 kuron olduğunu belirtmiştir Sultan IV Mehmet döneminde Rusya seferi için Hazine-i Hümayunda değerli eşyaların tespiti yapılırken düzenlenen hazine defterinde “ Kebir elmas yüzük adet l85 kırat “denilen iri bir elmas yüzükten söz edilmiştir Büyük olasılıkla bu elmas yüzük Kaşıkçı Elmasıdır Ayrıca Sultan I Abdülhamit dönemine ait hazine defterinde de “Kaşıkçı” tabir olunan bir adet büyük bir elmas yüzükten söz edilmiştir
Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümünde özel bir vitrinde 7610 numaraya kayıtlı olarak sergilenen Kaşıkçı Elması 42x35x16 m/m; çevresindeki pırlantalarla birlikte 70x60 m/m ölçüsündedir Pershape (armut) biçiminde ve Briolette kesimlidir Çevresinde iki sıra halinde altın yuvalar içinde 49 pırlanta bulunmaktadır Bu pırlantalar klasik kesimde ve en tepedeki Kaşıkçı Elmasına eş deş biçimde 11x8 m/m boyutundadır Bu küçük pırlantanın iki yanından başlayarak elması çevreleyen diğer pırlantalar çeşitli ölçülerdedir En küçükleri 5x5 m/m, en büyükleri de 8x8 m/m boyutlarındadır Elmasın alt kısmı foya adı verilen ince bir gümüş varak ve onunda altı 12 ayar altın plaka ile kaplanmıştır
Bu bölümde ayrıca bayram tahtı, Osmanlı nişanları, Sultan III Selim’in avizesi, Sultan II Mahmut’un pembe sarı mineli güller ve aralarında mavi çiçeklerin de bulunduğu resmi, altın şamdanlar, tuğlar bulunmaktadır
Hazinenin dördüncü odasında İran Hükümdarı Şah İsmail’e ait olduğu üzerindeki yazılardan anlaşılan kemer, pazubent ve bir de kupa vardır Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’a ait fildişi ayna, Nadir Şah’ın Sultan I Mahmut’a (1730–1754) armağan ettiği taht, çeşitli altın yaldızlı Kuran muhafazaları, murassa bastonlar, murassa kupalar, mineli hançerler ve mücevherli sorguçlar bulunmaktadır
Silah Seksiyonu (Dış Hazine)
Kubbealtı’nın yanında yer alan sekiz kubbeli hazine binası Kanuni döneminde yapılmıştır Fatih döneminde II Avludaki hazinenin yeri kesin olarak bilinmemektedir Burada devlet gelirlerini oluşturan vergiler saklanırdı Maliye Defterhanesi, Osmanlı padişahlarının elçilere ve saraylılara hediye ettikleri hilat denilen kaftanlarla bazı değerli eşyada burada saklanırdı
XVI - XVII yüzyıllarda ve dış cephede geniş bir saçağının olduğu bilinen yapının bu bölümünde hazine görevlileri ve koruyucuları ulufe günlerinde paraları torbalara koyarak hazırlık yaparlardı Yapının içinde ve girişin tam karşısında yer alan iki katlı iç hazine bölümü çok iyi korunmaktaydı Defterdarın sorumluluğundaki Hazine, gerektiğinde açılır ve sadrazamda bulunan padişah mührü ile mühürlenirdi
Bina günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait içinde değişik dönemlere ait silahların sergilendiği Silahlar Seksiyonu olarak kullanılmaktadır Topkapı Sarayı Müzesi dünyanın sayılı silah koleksiyonlarını bir araya getirmiştir Bu bölümde VII Yüzyıldan XX yüzyıla kadar uzanan pek çok silah teşhir edilmektedir Burada on binin üzerinde silah bulunmaktadır
Osmanlı Devletinde ilk kez silahlar Cebehane ismi altında Edirne’de toplanmış, daha sonra İstanbul’da Aya İrini’de koruma altına alınmış ve bunların büyük bölümü de Topkapı Sarayı’na götürülmüştür Topkapı Sarayı’nda silahlar iç hazinede saklanmaktadır İç Hazine kalın duvarlarla çevrili dikdörtgen bir mekân olup, burası üç büyük payenin taşıdığı sekiz kubbe ile örtülüdür Yapı üslubundan bu bölümün XV yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır Değişik zamanlarda onarılmış ve değişikliğe uğramıştır Son olarak da XVIII yüzyılda salonun kuzeyine bir bölüm eklenmiştir
Topkapı Sarayı Silah Bölümünde Arap, Memluk, İran ve Osmanlı silahları önemli bir yer tutmaktadır Burada koleksiyonun en eski örnekleri olan Arap kılıçları, Memluk kılıçları, Memluk zırhları, miğferleri, baltaları, topuzları, şeşperleri, mızrakları, alemleri; ganimet veya hediye yolu ile toplanan İran silahları arasında kılıçlar, baltalar, miğferler, zırhlar, topuzlar, şeşberler, mızraklar, ok ve yaylar, alemler bulunmaktadır
Topkapı Sarayı’nda Türk dönemine ait silah koleksiyonu dünyanın en zengin koleksiyonlarındandır İstanbul’un fethinden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar geçen süre içerisinde toplanan bu silahlar arasında, kılıçlar, yatağanlar, zırhlar, miğferler, tüfekler, tabancalar, baltalar, topuz ve şeşberler, ok ve yaylar, at başı zırhı, mızraklar, kalkanlar, alemler kronolojik bir sıra halinde sergilenmiştir
Cam ve Porselen Bölümü
Topkapı Sarayı Müzesi’nde İstanbul’da yapılmış yerli porselenler ve Çin porselenleri ayrı bir bölümü meydana getirmiştir Yıldız Sarayı’nda kurulan atölyede yapılmış olan eserler başta olmak üzere XVIII yüzyıldan itibaren Galata, Beykoz, Eyüp ve Balat’taki çini ve çömlek atölyelerinde yapılan porselenler ve cam işleri burada bir araya getirilmiştir Eser-i İstanbul damgalı eserlerin yanı sıra Beykoz imalathanesinde yapılan porselenler, Venedik işi camlar yine bu bölümdeki önemli eserler arasındadır Ayrıca Hüseyin Zekai Paşa imzalı Yıldız porselen tabağı, Sultan II Abdülhamit armalı porselen fincan ve tabaklar, çay takımları, tuğralı saatler, değişik tipte çeşmi bülbüller, çeşmi bülbül sürahiler, kristal leğen ve ibrikler, vazolar, aşure testileri, porselen levhalar, seledon kaplar, Çin Mink Çağı ibrik ve kâsesi, mavi-beyaz çini tabak, Mink Çağı’na ait tabak, Atam imzalı Yıldız porselen sürahisi, Yıldız işi Topkapı Sarayı’nın ikinci kapısının resmedildiği kapaklı kâse, padişah portreli fincan ve tabaklar, İsveç vazosu, Sevr porselenleri, Japon porselenlerinin çeşitli örnekleri bölümün başlıca eserleri arasındadır
Kaftanlar Bölümü
Ünü Avrupa ülkelerine kadar yayılmış olan Bursa tezgâhlarında dokunan çatma, kadife, atlas, çuha, kemha kumaş örnekleri yine bu bölümde sergilenmektedir
Enderun hazinesinden Topkapı Sarayı Müzesi’nin bu bölümüne geçen kumaşların bir kısmı hediye, savaş ganimeti, sipariş ve satın alma yolu ile elde edilmiştir Bu eserler üzerinde yüzyılların birikimi, özellikle padişahın iç ve dış giysileri görülmektedir Osmanlı geleneğine göre ölen padişahların tüm giysileri bohçalanır, mühürlenir ve Silahtar Hazinesinde saklanırdı Bu nedenle de padişahlara özgü giyim eşyaları sarayın önemli bir koleksiyonunu oluşturmuştur Bunların arasında Fatih Sultan Mehmet’in 21 kaftanı, Kanuni’nin 77 kaftanı, Sultan I Ahmet’in 13 kaftanı, Sultan II Osman’ın 30 kaftanı ve Sultan IV Murat’ın 27 kaftanı bulunmaktadır
Bunların yanı sıra Sultan II Beyazıt’ın kaftanı, Kanuni Sultan Süleyman’ın ipek kaftanı, Kemha Kaftan denilen kaftanlar, Seraser kaftanlar, çatma kaftanlar ve Selimiye denilen kumaşlar bulunmaktadır Bu bölümde Çatma, Çuha, Atlas, Gezi, Hatayi, Kadife, Kemha, Seraser, Sof, Serenk denilen örnekler de vardır
İşlemeler Bölümü
Bu işlemelerin üzerinde çeşitli bitkiler, güller, narçiçekleri, sümbüller, laleler, karanfiller, çarkıfelekler, çeşitli meyveler, yapraklar, Çin bulutları, üç benekler ve çintemaniler bulunmaktadır
Bu işlemelerdeki motiflerde peyzaja önem verilmiş, özellikle çiçeklere özen gösterilmiş, kıvrık dallar, meyveler, fiyonklar ve vazolar da onları tamamlamıştır
Bu bölümde Buhara işi örtü, çeşitli makrameler, sedir yastıkları, bohçalar, nişan bohçaları, kadın giysileri, kaşbastılar, mendiller, çevreler, uçkurlar, ayna örtüleri, nihaliler, berber futası, yorgan yüzleri, yastık yüzleri, taht örtüsü, taht saçağı, deri üzerine altın simle işlenmiş kutu, üç etekler, XVII yüzyıl çizmeleri, çeşitli yazmalar, peşkirler, hilatlar, kahve örtüleri sergilenmiştir
Padişah Portreleri Bölümü
Çoğunlukla Avrupalı ressamların yaptığı bu portrelerin sergilenmesini ilk kez Atatürk istemiştir Çeşitli nedenlerle gerçekleşemeyen bu sergileme II Dünya Savaşı’ndan sonra yapılmıştır Saray-ı Enderun denilen üçüncü avluda ilk kez Osmanlı padişahlarının, sultanların ve devletin önde gelen kişilerinin tabloları sergilenmiştir Daha sonra bu sergileme ayrı bir bölüm oluşturmuştur
Bu portreler arasında Sultan Osman’ın XVII -XVIII yüzyıla tarihlenen, Dr Marten tarafından 1929 yılında müzeye hediye edilen portresi, Baiazıtth’nin yapmış olduğu Yıldırım Beyazıt’ın portresi, XVII -XVIII yüzyılda resmedilmiş, 1943 yılında T K Koperler’den satın alınan Çelebi Mehmet’in, Sultan II Murat’ın yağlı boya resimleri, Fatih Sultan Mehmet’in 1865’te Venedik’ten Sir Henry Layard’dan satın alınan ve Dolmabahçe Sarayı’ndan müzeye getirilen yağlı boya tablosu, Sultan II Beyazıt’ın XIX yüzyılda Fransa ekolünce yapılan tablosu, Yavuz Sultan Selim’in 1926 yılında Dolmabahçe Sarayı’ndan getirilen yağlı boya portresi, A Ehrenfeld’den 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınan Kanuni Sultan Süleyman’ın tuval üzerine yağlı boya tablosu, orijinali Münih’te bulunan bir sanatçının elinden kopya olarak çıkmış Kanuni Sultan Süleyman tablosu, Venedik ekolü bir ressamın XVI yüzyılda yaptığı Yavuz Sultan Selim portresi, Sultan III Murat’ın, Sultan III Mehmet’in Fransız ekolü yağlı boya tabloları, Sultan I Ahmet’in, Sultan IV Murat’ın, Sultan İbrahim’in, Sultan IV Mehmet’in, Sultan II Süleyman’ın, Sultan II Ahmet’in, Sultan II Mustafa’nın, Sultan III Ahmet’in, Sultan I Mahmut’un, Sultan III Osman’ın, Sultan III Mustafa’nın, Sultan I Abdülhamit’in, Sultan III Selim, Sultan IV Mustafa, Sultan II Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V Murat, Sultan II Abdülhamit, Sultan V Mehmet Reşat’ın tabloları bulunmaktadır
Bu tablolar yabancı ressamlar tarafından XVI -XIX yüzyıllar arasında yapılmıştır Bu resimler Osmanlı saray giysileri konusunda da ayrı bir bilgi vermektedir Son Osmanlı hükümdarı IV Mehmet Vahdettin’in duralit üzerine yağlı boya tablosu Antranik isimli bir sanatçı tarafından 1915–1916 yılında fildişi üzerine yapılmış olup, buradan Yaşar Çallı tarafından büyütülmüştür
Saat Seksiyonu (Silahtar Hazinesi)
Saatler Enderun Avlusu’nda Hırka-i Saadet Dairesi’nin yanında Eski Silahlar Hazinesi’nin bulunduğu yerde teşhir edilmektedir Bu bölümde çeşitli dönemlerde kullanılmış 350’ye yakın saat bulunmaktadır XVIII -XIX yüzyıllara tarihlendirilen bu saatler içerisinde 30 kadarı Türk yapımıdır Diğerleri Avrupa’dan satın alınmış ve Sultanlara hediye edilmiştir Türk saatlerinin en eskisi 4 adet olup, XVII yüzyıla tarihlendirilmektedir Türk saatleri imzalı ve üzerlerinde yapan ustaların isimleri yazılıdır Saatlerin muhafazaları, kadranları ince bir işçilik göstermektedir Aynı zamanda Osmanlı kuyumculuk sanatı ağaç ve maden işçiliği ile birleşmiştir
XIX yüzyıldaki saatçi ustalarının büyük çoğunluğu Mevlevi olduğundan bazı saatler Mevlevi sikkesi biçiminde yapılmıştır Arşiv belgelerinden öğrenildiğine göre padişahlar bu saatçi ustalarını himaye etmişlerdir
Topkapı Sarayı’nda yabancı kökenli saatler çoğunluktadır Bunların başında İngiliz, Alman, Avusturya, Fransız, İsviçre ve Rus saatleri gelmektedir Büyük çoğunluğu yabancı devlet adamlarının elçiler vasıtası ile sultanlara hediye ettikleri saatlerdir Bu saatler arasında ünlü Markwick-Markham, Le Roy markaları da bulunmaktadır Saraya hediye edilen saatlerin çoğu Osmanlılar için özel olarak yapıldığından rakamlar Arapçadır İçlerinde müzik kutulu olan saatler de bulunmaktadır
Sultan III Ahmet Kütüphanesi
Avlusunda, Enderun’da Arz Odası’nın arkasında bulunan kütüphaneyi Sultan III Ahmet 1719 yılında yaptırmıştır İlk yapılışında Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 3 515 yazma eser burada bulunuyordu
Kütüphane zemin kat üzerine tek katlı olarak yapılmıştır Kitapların rutubetten korunması amaçlanmış, ön kısmına merdivenle çıkılan dar bir revak yerleştirilmiştir Bunun önüne de aynı dönemde bir çeşme yapılmıştır Kütüphane içerisinde okuma için gerekli aydınlatma iki sıra halindeki altlı üstlü pencerelerle sağlanmıştır İç kısımda duvarlar XVI yüzyıl çinileri ile bezenmiştir Ayrıca kitap dolaplarının kapakları sedef, fildişi ve kakma olarak ağaç işçiliğinin en güzel örnekleridir Duvarlarında da hattat padişahlardan olan Sultan III Ahmet’in bir yazısı bulunmaktadır
Kütüphane içerisinde Sultan III Ahmet’in vakfiyesi, kitapların ilk envanter defteri ve kütüphane temelinin atıldığı bir kazma bulunmaktadır Bu kazma aynı zamanda Sultan Ahmet Camisi’nin yapımında da kullanılmıştır Kütüphanede Osmanlı Hat, Minyatür ve Tezhip sanatının en güzel eserleri bir araya getirilmiştir Piri Reis Haritası da burada bulunmaktadır
Saray Mutfakları
Avlusunun girişinin sağında yer alan Saray Mutfaklarına üç ayrı kapıdan girilmektedir Bu kapılardan biri Kiler-i Amire Kapısı, ortadaki Has Mutfak Kapısıdır Bab-üs Sade Kapısına yakın olan üçüncü kapı Helvahane Kapısıdır
Mutfaklar ayrı birimler halinde olup, iki taraftan saçaklı bir servis yolu üzerindedir Birun ve Enderun için yemek pişirilen mutfakta on ayrı göz vardır Ulufe dağıtımında ve şenliklerde de bu mutfaklarda yemekler hazırlanmaktadır
Mutfaklar sarayda yaşayanlar ve çalışanlar için ayrı bir düzen içerisindedir Padişah mutfağında yalnızca padişah için yemek pişirilir ve çeşitli yemekler özel olarak hazırlanırdı Padişah mutfağında Serçini denilen bir baş aşçı ile 12 yardımcı aşçı görev yapardı Serçini denilen baş aşçı aynı zamanda elçi kabullerinde ve padişahın kullandığı porselen takımların da sorumlusu idi
Saray mutfağı için imparatorluğun değişik yerlerinden canlı hayvanlar, sebzeler, meyveler ve baharat getirilirdi Oldukça kalabalık bir kadrosu olan mutfakların asıl sorumlusu Matbah-ı Âmire Emini olup, bu görev vezir rütbesine yakın derecede idi Mutfaklarda tatlıların yapıldığı helvahanelerin yapıldığı Helvacıbaşı kalabalık bir ekiple tatlı yaparlardı Kilercibaşı personelin yönetimini üstlenmiştir ve aynı zamanda mutfaklarda görev yapanların göreve getirilmeleri veya işlerine son verilmeleri ile ilgilenirdi
Günümüzde Kiler-i Âmire’nin kapısından girince sağ tarafta bulunan vekilharç dairesi onarılmış ve müze atölyeleri haline getirilmiştir Fotoğraf atölyesi ile konservasyon atölyesi de burada bulunmaktadır Bunun karşısındaki kiler ve yağhane ise onarılmış ve Müze Saray Arşivi olarak kullanılmaktadır
Yağhane binasının yanındaki iki katlı ahşap Aşçılar Mescidi bugün de korunmaktadır Mescidin iki yanında aşçılar, helvacılar ve tablakârların koğuşları bulunuyordu Günümüzde bu mekânlar müze teşhir salonu olarak kullanılmaktadır Aşçılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılan binada Gümüşler, Avrupa porselenleri ve Billûrlar teşhir edilmekteydi 1999 depreminden sonra bu bölümlerden Gümüş seksiyonu dışındakiler ziyarete kapatılmıştır Karşıda ayrı bölümler halinde müze teşhir salonları haline getirilmiş mutfaklarda, Çin ve Japon porselenleri teşhir edilmektedir
Has Ahırlar (Istabl-ı Âmire)
Topkapı Sarayı’nın II avlusunun Haliç yönünde, Silah Seksiyonu, Kubbealtı ve revakların arkasında kalan alanda Has Ahırlar bulunmaktadır Buraya Babü’s-Selam’ın sol tarafındaki meyilli bir yolla ulaşılmaktadır Yolun II Avludan sonraki kısmında Has Ahırların kapısı, cenazelerin çıkarılmasında kullanıldığı için Meyyit Kapısı adıyla anılır
Fatih Sultan Mehmed’in Has Ahırları, II ve III Avlu denilen Divan Meydanı ve Enderûn’daki binalardan sonra, Sûr-ı Sultâni’nin tamamlanması sırasında yaptırmıştır II Avlu’nun bu yönünü tamamı ile kaplayan Has Ahırlarda padişahın ve Enderun’daki yüksek rütbeli kişilerin bineceği seçme atlar bulunurdu
Haz Ahırlar ince uzun bir yapı olup, kuzey ucunda üzeri kubbe ile örtülü bir mekân ve onunla bağlantılı odalar, Raht-ı Hümayun Hazinesi bulunuyordu Burada padişah ve yüksek rütbeli kişilerin atlarında kullanılan değerli taşlarla süslenmiş koşum takımları, eğerler korunuyordu Bu bölümde ayrıca, Ahır Emini ile diğer üst düzey yöneticilerin odaları da bulunuyordu Istabl-ı Âmire’de (Has Ahır) Osmanlı kaynaklarından öğrenildiğine göre, 3 000’den fazla kişi görev yapıyordu Ayrıca sarayın bahçelerinde ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde bu kısma bağlı örgütlenme, tavla, atölye ve çeşitli binalar da bulunmakta idi
Saray Camileri
Ağalar Camisi (Saray Kütüphanesi)
Padişahlar, Akağalar ve İçoğlanların ibadeti için kullanılan bu caminin, Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451–1481) yapıldığı sanılmaktadır Cami Mekke’ye yönelik olması için hafif diagonal biçimde yerleştirilmiştir
Cami kesme taştan kare planlı ve tek kubbeli olup, yanında tek şerefeli taş gövdeli yuvarlak bir minaresi bulunmaktadır Günümüzde Saray Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır Kütüphanede sultanların hazinelerinde sakladıkları el yazmaları ile sarayın çeşitli köşk ve koğuşlarından toplanan son derece kıymetli el yazma ve minyatürlü kitaplar bulunmaktadır
Beşir Ağa Camisi
Istabl-ı Amire’nin güney ucunda Beşir Ağa Camisi vardı XVI yüzyılda yapılan bu caminin yanına bir de hamam yaptırılmıştır Buradaki caminin yerine I Mahmut döneminde(1730–1754) Harem ağası olan Beşir Ağa tarafından XVIII yüzyılda bugünkü cami yeniden yaptırılmıştır Bu nedenle de cami Beşir Ağa Camii olarak bilinmektedir
Cami kesme taştan kare planlı olup, fevkani bir yapıdır Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür
Aşçılar Mescidi
Sarayın mutfaklar bölümünde, Yağhane binasının yanında Aşçılar Mescidi bulunmaktadır Mescit, fevkâni ahşap bir yapı olup, üzeri kırma çatı ile örtülüdür
Sofa Camisi
Sofa Ocağı denilen koğuşun ve Mecidiye Köşkü’nün yanında bulunan bu camiyi Sultan II Mahmut yaptırmıştır Kaynaklardan burada daha önce yapılmış bir mescidin olduğu öğrenilmektedir
Cami kesme taştan kare planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür Küçük ölçüde bir camidir Yanındaki minaresi kesme taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir
Haremağaları Mescidi
Harem’in içerisinde bulunan bu cami fevkani, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır Cami yuvarlak kemerli kesme taş bir koridorun üzerinde Harem’e bitişiktir Kare planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür
Cephe görünümü bir sıra kesme taş, bir sıra tuğla dizisi ile hareketlendirilmiştir İbadet mekânı iki yan kenarında altlı üstlü ikişer, mihrap yanında da altlı üstlü birer pencere ile aydınlatılmıştır Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen mermer söveli olup, üzerleri tuğladan yuvarlak sahte kemerlidir İkinci sıra pencereler sivri kemerli ve vitraylıdır
Minare yer konumundan ötürü caminin kubbe ile birleştiği yerde, kesme taştan ve şerefesiz olarak sembolik yapılmıştır
Sultanahmet-Eminönü
Tel : (0212) 512 04 80
Faks : (0212) 528 59 91
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi (İbrahim Paşa Sarayı) (Eminönü)
Süleymaniye Camisi ile birlikte 1550–1557 yıllarında yapılan imarette, Süleymaniye medreselerinde görevli hoca ve öğrencilerin yemek gereksinimleri karşılanıyordu
XIX yüzyılın ortalarında Türkiye’de başlayan müzecilik çalışmaları sırasında İslâm ve Osmanlı eserlerinin bir araya getirilmesi düşünülmüştü O yıllarda imparatorluğun vakıf yapılarında müzelik eserler bulunuyordu Dönemin Evkaf Nazırı Hayri Efendi’nin öncülüğünde bir komisyon kurularak bu eserlerin toplanması kararlaştırılmıştır Bu komisyona Mehmet Ziya (İhtifalci), İbnülemin Mahmut Kemal (İnal), Reşat Fuat, İsmet, Armenak ve Ahmet Hakkı Bey’lerden kurulmuştu Bu komisyon 1911–1914 yıllarında yoğun bir çalışma yaparak cami, mescit, medrese, dergâh ve türbe gibi yapılardaki teberrükât eşyalarını incelemiş ve imparatorluğun en uzak bölgeleri ile bağlantı kurmuştu Bu çalışma sonunda yazma eserler, madeni eserler, çini kap kacak ve halılardan oluşan Evkaf-ı İslamiye Müzesi (bugünkü Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) kurulmuştur
Müze 14 Nisan 1914 tarihinde açılmış, açılışta veliaht Yusuf İzeddin Efendi başta olmak üzere Hamdi Bey, Besim Ömer Paşa, Sadrazam Sait Halim Paşa, Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi ve Tarihçi Ahmet Rasim de bulunmuşlardı Onların yanı sıra çeşitli devlet kuruluşlarının önde gelenleri, yabancı diplomatlar ve misafirler ile davetli sayısı 250’ye ulaşmıştı
Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de müzeciliğe daha da önem verilmiş, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ismini alan Evkaf-ı İslâmiye Müzesi Hars Müdürlüğü kanalı ile Maarif Vekâleti’ne bağlanmıştı O yıllarda Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağlı bir kuruluş olan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi 1964 yılında yeniden düzenlenmiş ve müstakil bir müdürlük haline getirilmiştir
Süleymaniye Külliyesi’nin imaretinde 1983 yılına kadar işlevini sürdüren Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı’nın restore edilerek düzenlenmesinden sonra oraya taşınmıştır
yüzyıl Osmanlı mimarisinin önemli yapılarından biri olup, Hipodromun oturma kademeleri üzerinde bulunmaktadır Yapım tarihi kesin olmamakla beraber, bu yapı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520 yılında on üç yıl sadrazamlık yapan İbrahim Paşa’ya hediye edilmiştir
İbrahim Paşa Sarayı kaynaklardan ve minyatürlerden öğrenildiğine göre; At Meydanı’nda (Hipodrom) yapılan şenlik, düğün gibi olayların yanı sıra Osmanlı tarihindeki isyanlarda da ismi geçmiştir İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinin ardından ondan sonra gelen sadrazamlar tarafından kullanılmış, kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi, cezaevi olarak da kullanılmıştır Bir ara avlusu içerisine evler yapılmış, bir bölümünden askerlik şubesi olarak yararlanılmıştır
İbrahim Paşa Sarayı ilk yapılışında dört büyük iç avlu çevresinde yapılmış bir saray idi Osmanlı sivil mimarisindeki ahşap yapıların aksine bu yapı kesme taştan yapılmıştır Bugün müze olarak kullanılan bölümü dışında kalan yerlerine Adliye Sarayı ve Tapu Dairesi yapılmıştır Günümüzde müze olarak kullanılan bölüm Osmanlı minyatürlerinde ve Batılı sanatçıların gravür ve tablolarında görülen ikinci avlu, merasim salonu ve onu çevreleyen kısımlardır
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi yazı ve yazma eserler; halı, kilim ve düz yaygılar; madeni eserler, çini ve keramik eserler, ağaç işleri, taş oymalar ve kitabeler ve etnoğrafik eserlerden meydana gelmiştir
Yazma Eserler Bölümü
İslâmiyet’in ilk yıllarından günümüze kadar kullanılan yazı örnekleri burada bulunmaktadır
Hicretin ilk yıllarına tarihlendirilen ceylan derisi üzerine kufi yazı ile yazılmış kuranlar, Hz Osman’a ait olduğu söylenen kuranlar, İbn-i Bevvab’ın, Yakut El-Mustasami’nin, Abdullah Seyrefi’nin yazıları, Abbasilerin tarihi belgeleri, Endülüs Memlüklularının, İlhanlıların, Muzafferilerin, Timurluların, Safevilerin, Selçukluların, Anadolu Beylikleri’nin ve Osmanlıların yazı örnekleri ile ciltleri burada bulunmaktadır Minyatürlü ve minyatürsüz yazmaların yanı sıra XIX yüzyılda yangından kurtarılan Beni Ümeyye Camisi’nden İstanbul’a getirilen Şam evrakı da bu bölümün koleksiyonlarını tamamlamaktadır
Bu bölümde ayrıca XV -XVI yüzyıla ait minyatürlü Firdevzi Şeyhnamesi başta olmak üzere 600 İran yazması bulunmaktadır
Türk yazı sanatının nesih, sülüs, rık’a, talik, mubari örneklerinin tezhip sanatı ile gelişimi yine burada sergilenmiştir Osmanlı yazı sanatının ünlü hatalarından Şeyh Hamdullah, Ahmet Karahisari, Hafız Osman, Yesarizâde Mehmet İzzet, Mustafa Rakım, Hakkı Bey, Şefik Bey, Alaaddin Bey, Mehmet Ekrem Bey, Faik Efendi ve Halim Efendi’nin yazıları da yine burada görülmektedir Bunların yanı sıra çeşitli devirlere tarihlendirilen ciltler, padişah tuğraları, fermanlar, beratlar, temliknameler, vakfiyeler, minyatürlü eserler, maktalar, mühürler, makaslar, divitler ve kalem traşlardan oluşan yazı takımları, dini ve özel yapıları süsleyen çeşitli levhalar yine bu bölümün önde gelen eserleri arasındadır
Bu bölümde hat sanatının çeşitli tekniklerine yer verildiği gibi başta ceylan ve oğlak derilerinden yapılmış çeşitli kâğıt örnekleri, tezhipte kullanılan boyalar da değişik şekillerde bulunmaktadır
Halı ve Kilim Bölümü
Selçuklu sanatının XIII yüzyılda meydana getirdiği, kendine özgü özellikleri olan, üstün renk anlayışını yansıtan sekiz halının yanı sıra Osmanlıların yıldızlı, madalyonlu, kuşlu, ejderli, taraklı, hayat ağaçlı Uşak halıları, XV yüzyıl ejder motifli halılar bu bölümde bulunmaktadır Ayrıca Bergama, Lâdik, Mucur, Kula, Gördes, Milas, Konya, Afgan, Kafkas ve İran halı ve kilimleri de onları tamamlamaktadır Bunların yanı sıra XV -XVII yüzyıl arasında Anadolu’da dokunan, Holbein isimli bir ressamın eserlerinde görülen Holbein Halıları’ndan örnekler, Hereke fabrikalarında dokunan Osmanlı saray halıları da yine bu bölümde bulunmaktadır
Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nin kuruluşu sırasında cami, dergâh ve türbe gibi yapılardan derlenen halılara 1970’li yıllardan sonra satın alma yolu ile yenileri eklenmiştir Yakın tarihlerde ise çeşitli Anadolu kilimlerinin yanı sıra düz yaygılar da onlara eklenmiştir
Madeni Eserler Bölümü
Buradaki madeni eserlerin çeşitliliği, sanat nitelikleri müzeye çok daha zengin bir görünüm kazandırmıştır
XIII yüzyıllara tarihlendirilen Selçuklu maden işlerinden başlayarak günümüze kadar ulaşan süreç içerisinde yapılmış madeni eserler burada sergilenmektedir Bu madeni eserlerin üzerindeki yazılardan İslâm sanatındaki emir ve sultanlar hakkında da bilgi edinilmektedir
Büyük Selçukluların önemli maden yapım merkezlerinden Horasan ve Herat; Osmanlıların Sivas, Konya Erzurum, Diyarbakır, Tokat, Bursa ve Edirne’de yapılmış madeni eserleri değişik formları ile dikkati çekmektedir Ayrıca Osmanlı sanatında uygulanan çeşitli maden tekniklerinde yapılmış tunç, gümüş, bakır ve tombak şamdanlar, tepsiler, ibrikler, leğenler, kazanlar, davullar, dirhemler, kapı tokmakları, usturlaplar, kandiller, gülaptanlar, buhurdanlar, değerli taşlarla süslü murassa madeni eserler ve kemerler bu bölüme zengin bir görünüm kazandırmıştır Bunların yanı sıra Cizre Ulu Camisi’nden buraya getirilen ejder figürlü kapı tokmağı, burç ve gezegen sembolleri ile bezeli XIV yüzyıl şamdanları, XII Yüzyıl Selçuklu davulu, XIII -XIV yüzyıl Selçuklu kurşun kartalı, XIII yüzyıl tunç havan, XV yüzyıl Selçuklu Sultanı Kayıtbay’a ait badiye, XVI yüzyıl Osmanlı gümüş ajur tekniğinde yapılmış gümüş fener, XVIII yüzyıl tunç Osmanlı yangın musluğu, XVI -XVIII yüzyıl Osmanlı alemleri bu bölümün önemli eserleri arasındadır
Ahşap Eserler Bölümü
İslâm, Selçuklu ve Osmanlı ağaç işlerinin tarihsel gelişimi, bezemeleri ve yapım tekniklerini gösteren bu koleksiyonun en erken örnekleri IX Yüzyılda Abbasi döneminden başlayarak günümüze kadar gelmektedir
XIII yüzyıl Anadolu Selçuklu ağaç eserleri Karaman imaretinin pencere kanatları, XIV yüzyıl Konya Sadreddin Konavi Türbesi’nin pencere kanadı, Sultan Keykavus’un XIII yüzyıla tarihlendirilen rahlesi, Seyyid Mahmud Hayrani’ye ait XIII yüzyıl Selçuklu sandukası bölümün başlıca eserleri arasındadır Bunların yanı sıra Osmanlı sanatının ortaya koyduğu kündekâri, geçme, oyma, taklit kündekâri tekniğinde yapılmış çeşitli kapı, rahle, Kuran mahfazası ve çekmeceleri, kahve soğutucuları, XVIII yüzyıl Edirne işi çekmece, Edirnekâri üslupta yapılmış çekmeceler ayrı bir yer tutmaktadır Osmanlı sanatının ortaya koyduğu sedef, bağa, fildişi ve kemik kakmalı rahle ve Kuran mahfazaları da üzerinde durulacak eserler arasındadır
Keramik ve Cam Eserler Bölümü
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde İslâm öncesi, İslâm dönemi, Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı dönemi çini ve keramikleri zengin bir koleksiyon halinde sergilenmiştir XI Yüzyıl Büyük Selçukluların önemli kültür merkezlerinden Nişabur, Rey, Keşan, Sultanabad gibi keramik yapım merkezlerinin yanı sıra Konya, İznik ve Kütahya’da yapılmış olan çini eserler bu bölüme zenginlik kazandırmıştır
XIII yüzyıl Samarra’da, XIII -XIV yüzyılda Rakka’da yapılmış perdahlı Keşan keramikleri, XIII yüzyılda Anadolu’da mozaik ve minai, sıratlı ve sır üstü tekniğinde yapılmış çiniler, alçı örnekleri, ştuklar, freskler yine bu bölümün belli başlı eserleri arasındadır
XIX -XX yüzyılda Çanakkale’de yapılmış Çanakkale seramikleri de değişik form ve teknikleri ile ayrı bir bölümü oluşturmuştur
İslâm-Osmanlı kültüründe önemli bir yeri kapsayan cam işçiliğinin belli başlı örnekleri yine burada bulunmaktadır Az sayıda olmalarına rağmen müzedeki cam eserler kronolojik olarak sıralanmış, onları Osmanlı cam işleri, Memluklu eserleri ile Venedik kandilleri tamamlamıştır
Taş Eserler Bölümü
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin taş eserler bölümünde İslâm ve Osmanlı döneminin özelliklerini yansıtan taş eserler, Mezopotamya, Suriye, Mısır ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toplanmıştır İslâmiyet’in ilk yıllarına kadar inen bu eserler yazı ve tarihi bilgiler yönünden son derece önemlidir
Kufi, sülüs, celi sülüs yazılı olan bu eserlerin hepsinde mükemmel bir taş işçiliği görülmektedir Bu taş eserlerin büyük bir kısmı, özellikle kitabeler günümüze çeşitli nedenlerle ulaşamayan cami, mescit, medrese, dergâh, sebil ve çeşme gibi yapılara aittirler Mezar taşları ise her biri kendine özgü ayrı birer tarihi belge niteliğinde olup, Türk mitolojisinde isimleri geçen ejder, sfenks, grifon gibi figürlüdür Bu eserler arasında Halep Valisi Özdemir’in 1493 tarihli lahit mezarı, Mustafa Rakım’ın levhası, kufi yazılı Halife El Mehdi’nin yaptırdığı camiye ait VIII -IX Yüzyıl küfi yazılı kitabe, XII Yüzyıl Selçuklu grifonlu kitabesi de bulunmaktadır
Etnografya Bölümü
Bu bölümde Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden toplanmış halı-kilim tezgâhları, dokumalar, yün boyama teknikleri, halk dokuma ve işleme sanatı örnekleri, yöresel zenginlikleri içinde kostümler, ev eşyaları, el sanatları, el sanatı aygıtları, göçer çadırları kendilerine özgü mekânlar içinde sergilenmektedir
Türk İslam Eserleri Müzesi 1984 yılında Avrupa Konseyi Yılın Müzesi Yarışması Jüri Özel Ödülü'nü, 1985 yılında da Avrupa Konseyi-UNESCO tarafından çocuklara kültür mirasını sevdirme konusundaki çalışmalarından ötürü verilen ödülü almıştır
Süleymaniye'deki müzenin kuruluşunda Can Kerametli'nin; İbrahim Paşa Sarayı'ndaki müzenin yeniden düzenlenmesinde ve bugünkü durumuna gelmesinde Dr Nazan Ölçer'in büyük payı olmuştur
Sultanahmet Meydanı, Eminönü
Tel : (0212) 518 18 05
Faks : (0212) 518 18 07
Adam Mickiewickz Müzesi (Beyoğlu)
İstanbul Beyoğlu ilçesi Kasımpaşa, Yenişehir’de bulunan Adam Mickiewickz Müzesi Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yönetimindedir
Adam Mickiewickz Polonya’nın ünlü şairlerinden olup, Polonya’nın işgale uğradığı 1795–1918 yıllarında birçok Polonyalı ile birlikte Polonya’nın siyasi bağımsızlığı için çaba sarfetmiştir Bu arada 22 Eylül 1855’te Polonya asıllı Sadık Paşa komutasında kurulacak ve Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı savaşacak olan Polonya taburunu toplamak üzere İstanbul’a gelmiştir Hasta olarak geldiği İstanbul’da 26 Kasım 1955’te İstanbul’da ölmüştür Adam Mickiewickz’in İstanbul’da öldüğü ev 1870 Büyük Beyoğlu yangınında yanmıştır Bugünkü bina bir başka Polonyalı siyasi mülteci olan Jean Gorczynski tarafından yaptırılmıştır 1955’te Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yönetimine bırakılmıştır Müze üç katlı evde yeni düzenlemelerden sonra 1984 yılında açılmıştır
Müzede şairin yaşadığı dönemin kültürel ve siyasi özellikleri yansıtılmış, Polonya’nın tarihsel gelenek ve görenekleri, Polonya ile Avrupa halklarının kurtuluş mücadelesi, şairin çocukluk yılları ile ilgili ilk şiirleri burada sergilenmiştir Ayrıca Polonyalı şairin Maryla Wereszczakowna’ya duyduğu aşk nedeni ile yazdığı eserler, Osmanlı İmparatorluğu’nda geçirdiği günler farklı bölümler halinde müzede bir araya getirilmiştir
Adam Mickiewickz’in ölümünden sonra cesedi İstanbul’dan Paris’e götürülmüş ve Montmorency Mezarlığı’na gömülmüştür Mezarı üzerine 1867 yılında aile dostu Fransız heykeltıraş A Preault tarafından üzerinde madalya bulunan mezar taşı dikilmiştir Polonyalı şairin sembolik kabri müzenin bodrum katında mermer bir lahit olarak bulunmaktadır Bu bölümde Adam Mickiewickz’in 27 Kasım 1855’te alınmış maskının bir kopyası, mezarın önündeki odada da Polonya ve dünyada onunla ilgili yapılmış heykeller ile Xawery Dunikowski’nin yapmış olduğu iki bronz heykel de sergilenmektedir
Kasımpaşa Yenişehir, Tatlıbadem Sokak
Beyoğlu-İstanbul
Tel : (0212) 253 66 98
Divan Edebiyatı Müzesi (Galata Mevlevihanesi) (Beyoğlu)
Bir diğer adı da Kulekapısı Mevlevihanesi’dir
Ağaçlarla kaplı ıssız bu yeri, Sultan II Beyazıt Bostancıbaşılık ve Beylerbeylik yapan İskender Paşa’ya vermiş, O da burada bir av çiftliği kurmuştu Mevlana’nın torunlarından Sema-i Mehmet Dede, Paşa’dan Mevlevi dergâhı yapmak için arazisinin bir bölümünü istemişti İskender Paşa da bu dileği kabul etmiş ve Galata Mevlevihanesi’nin 1491’de yapımına başlanmıştır Galata Mevlevihanesi kuruluşundan kısa bir süre sonra halveti zaviyesine dönüşmüş, XVII Yüzyıl başlarında Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin kurucusu Sırrı Abdi Dede’nin çabasıyla yeniden Mevlevihane’ye dönüşmüştür Galata Mevlevihanesi Sultan III Mustafa zamanında 1765-1766’da Tophane yangını sırasında yanmışsa da padişahın emriyle o yıl yeniden yapılmıştır Mevlevihane’yi Sultan III Selim, Sultan II Mahmut ve Sultan Abdülmecid birkaç kez onartmıştır Ancak bunlardan Sultan III Selim’in yaptırdığı onarım, diğerlerinden biraz farklı olmuş ve Divan Edebiyatında iz bırakmıştır O yıllarda Galata Mevlevihanesi’nin post makamında Şeyh Galip bulunuyordu Divan Edebiyatına yenilik getiren şeyh Galip harap olmaya başlayan, suyu akmayan Mevlevihane’nin onarımını devrin sadrazamına yazdığı ve buna eklediği bir kaside ile istemiştir Sadrazam da bu durumu padişaha arz ederken Şeyh Galip’in kasidesini de ona eklemiştir Sultan III Selim bu kasideyi çok beğenmiş Mevlevihane’nin onarımının yanı sıra uzak bir kaynaktan suyunu da getirtmiştir Bundan sonra padişah, Mevlevihane’nin açılışına katılmış, bu olaydan birkaç gün sonra da Kaptan Paşa Akdeniz seferinden başarı ile dönünce Mevlevihane’nin uğurlu geldiği düşünülmüştür
Avlu girişinin yuvarlak kemeri üzerinde Sultan II Mahmut’un tuğrası ile şair Lebib’in talik yazılı onarım yazıtı yer alır Kapının iç yüzünde ise Sultan III Selim’in yapmış olduğu bu onarımı dile getiren Şeyh Galip’in dizeleri bulunmaktadır Mevlevihane’nin girişinde XIX Yüzyıla tarihlenen Halet Efendi’nin Kütüphanesi, Sultan Abdülmecit’in onardığı 1649 tarihli Hasan Ağa çeşme ve sebili yer almaktadır Avluda, üzerinde Mevlevi sikkesinden ilginç bir âlemi olan Şeyh Galip’in türbesi vardır Bu türbeyi Hüseyin Ayvansarayî’den öğrendiğimize göre, Bağdat seferi dönüşünde (1810) Halet Efendi yaptırmıştır
Semahane, selamlık ve derviş hücrelerini bir araya getiren ahşap yapı avlunun sonundadır Arazi konumundan ötürü, ön tarafı iki, arka tarafı da üç katlıdır Semahanenin kapısı üzerine Sultan Abdülmecit’in tuğrası ile 1895 tarihli onarım yazıtı yerleştirilmiştir Semahanenin içerisi sekiz ahşap sütunun ve bunların arasındaki korkulukların yardımıyla sekizgen plana dönüştürülmüştür Girişin karşısında mihrap ile minber, ikinci katta kafeslerle ayrılmış mahfiller, şeyh dairesi, Konya Postnişini hücresi ile hünkâr mahfili yer almaktadır Girişin üzerindeki balkon mıtrip heyetine ayrılmıştır Sol taraftaki Bacılar Dairesinde de yabancı misafirler sema ayinini izlerlerdi Mevlevihane’nin hamam, mutfak ve kilerleri avlunun ayrı bir köşesinde yapılmışlarsa da bunlar günümüze gelememiştir
Mevlevihane’nin bu perişanlığını önleyebilmek için İstanbul’u Sevenler Cemiyeti 1947’de onarımını yaptırmış, ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na, sonra da Kültür Bakanlığı’na devredilmiştir Kültür Bakanlığı Mevlevihane’nin yeniden onarımını yapmış ve burada Mevlevi kültürü ile divan edebiyatı eserlerini bir araya getiren “Divan Edebiyatı Müzesi”ni açmıştır (26 Aralık 1975) Müzenin kuruluşunda Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü Can Kerametli’nin ve Necati Ergin’in büyük emeği geçmiştir Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne bağlı bir birim olan bu müze açılışı ile birlikte Müdürlük haline getirilmiş ve müzenin ilk müdürlüğüne de Türk ve İslâm Eserleri Müzesi uzmanı Erdem Yücel getirilmiştir
Divan Edebiyatı Müzesi’nin Semahane Bölümünde kös, rebab, kabak kemençe, baron kemençe, ud, halile, kanun, davul, zurna, tekke defi, növbe, kudüm gibi çeşitli Mevlevilikte kullanılan musiki aletleri sergilenmiştir Ayrıca Mevlevilerin kullandığı dilli kaval, billur kaval, sibsi, gümüş telli zurna ve nefir gibi ney çeşitleri de onları tamamlamaktadır
Semahanede çeşitli tombak, gülabdanlar, buhurdanlar, celi sülüs yazı ile sikke içerisinde istif edilmiş “Ya Hz Mevlâna Celaleddin-i Rumi” yazılı levha, Hilye-i Şerif, keçe seccadeler, çeşitli mesneviler, Galata Mevlevihanesi’nin son şeyhi olan Ahmet Celaleddin Efendi’ye ait hırka, çeşitli Mevlevi sikkeleri, mestler, müttekalar, fermanlar ile tennure hırka ve sikkeden oluşan Mevlevi giysileri de sergilenmiştir
Selim’in tuğrası bulunmaktadır
Mevlevihane’nin haziresi Mevlevi kültürü, hat sanatı, bezeme ve tarihi yönünden de son derece önemlidir Burada Galata Mevlevihanesi’nde şeyhlik yapmış olanlar, kudümzenler, neyzenler, divan sahibi olan şairler gömülüdür Ayrıca Humbaracı Ahmet paşa’nın, Türkiye’de ilk matbaayı kuran İbrahim Mütefferika’nın, ünlü bestekâr Vardakosta, Seyyid Ahmed Ağa’nın, Nayi Osman Dede’nin, Tepedelenli Ali Paşa’nın mezarları bulunmaktadır
Galip Dede Caddesi No:15 Tünel-Beyoğlu/İstanbul
Tel : (0212) 245 41 41
Faks : (0212) 243 50 45
|