08-13-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Dostluğun Kuvveti Her Zaman...
O akşam, yorgun argın işimden evime geri döndüğümde yapmak istediğim farklı şeyler olduğunu farkettim Yorucu olmayan ama hoş şeyler Odama kapanıp dolabımın üzerindeki büyük kutuyu aşağıya indirdim Üzerindeki tozu dikkatle alırken aynadaki ifademe gözüm ilişti, gülümsüyordum Niye mi? O kutuda okul yaşantımdan pek çok hatıralarım, anılarım saklıydı Günlüklerim, hatıra defterlerim, mektuplar, ders aralarında yazılan notlar, özel bazı insanlardan gelen bir kaç hediye, fotoğraflar  
Günlüklerimi okumaya başlayınca bir kişi geldi gözlerimin önüne Çok sevdiğim, yazık ki dostça sürdüremediğimiz, fakat dostça ayrıldığımız bir ilişkiyi paylaştığım dünya tatlısı bir bey Bir kolye Takmaya bile kıyamayacağım kadar güzel  Çok özlediğimi farkettim onun dostluğunu
İşte ben böyleydim Ne zaman birini özlediğimi anımsasam, bir daha hiç bırakmamacasına ona sımsıkı sarılmak isterim Biriyle kavgalıyken de hep özür diler, hatanın büyük bölümünün bende olmadığını bilsem bile, insanları kırmaktansa tüm suçu üstlenmeyi göze alırım Fakat çok sevdiklerimin "gerektiğinden çok fazla iyi" olduğumu söyleyip, bunu doğrulayan olaylarla incindiğimde isyan etmek isterim Bu isyan duygusu içimi kapladığında bile neyin doğru olduğu konusunda devamlı sorgularım kendimi Yıllar önceki konuşmamıza göre biz artık arkadaş dahi değildik ama dedim ya ben birisini özledim mi, kızdım mı, kendime küskünlüğümden dolayı, kanlı bıçaklı bile olsak, dayak yiyeceğimi bilsem bile, hiç gocunmadan onun ayağına kadar giderim Önemli olan kalplerin daha fazla kırılmaması; zararın neresinden dönülse kardır Sonra saatin geç olduğunu farkedince içimdeki tüm heyecanı bastırmaya çalışarak ertesi güne erteledim
Ertesi gün işyerimden telefonun tuşlarına dokunurken ne kadar tanıdık olduklarını düşündüm Çıkan annesiydi Artık orada olmadığını söyleyince ilk aklıma gelen evlendiğiydi Cevabı almak için annesine soruyu yöneltmeye fırsat kalmadan annesi:
"Onu bir yıl önce trafik kazasında kaybettik " kulaklarım uğuldamaya başlamıştı Duyduklarım doğru olamazdı Tepki veremiyordum Sonrasında konuştuklarımızı pek hatırlayamıyorum Tek hatırladığım göğüs kafesime aniden bastıran büyük bir ağırlık ve tamamen kontrolüm dışında sürekli akan göz yaşlarımdı
Sonrasında kabristanına ziyarete giderken bir buket beyaz papatya aldım Bu onun değil benim en çok sevdiğim çiçekti O tüm çiçekleri severdi, tüm insanları sevdiği gibi
Mezarının başına geldiğimde aklımdan geçenler ilk ayrıldığımızda hep hayalini kurduklarımdı Kapımda önce bir buket papatya belirir, sonra o başını uzatıp sımsıcacık bir gülümsemeyle yepyeni bir sayfa açardı hayatıma Ama gerçekler çoğu kez olduğu gibi bu güzel düşlerden çok uzaktı O bir buket papatya benim elimdeydi ve ben onun kapısından o çiçekleri uzatmak için gecikmiştim O zaman anladım ki ilk kez birinden özür dilemek, onun kalbini geri kazanmak için artık çok geçti Elimde papatyalarla durduğum o dakikalarda karşımdaki yalnızca mermerin çerçevelediği bir avuç topraktan ibaretti
Kendime engel olamıyor, devamlı ağlıyor ve suçluluk duyuyordum Arkamdan gelen ayak sesleriyle biraz toparlanmaya çalıştım İşte onlar da buraya geliyorlardı Oldukça hoş genç bir bayan ve yanında üç yaşlarında dünya tatlısı bir kız çocuğuydu gelenler Bayanla konuşunca eşi olduğunu öğrendim, yanındakinin de biricik kızı  Bense ismimi vermeden, ölümünü haber alamayan, çok iyiliğinin dokunduğu, liseden bir arkadaşı olarak tanıttım kendimi Sanırım onun da aklına gelmedi adımı sormak Az sonra daha fazla dayanamayacağını düşünerek arkamı dönüp yürümeye başladım
Bayan "Pınar!" dedi
Arkamı döndüm Yüzüme bakıyordu:"Sanırım sizin adınız da Pınar  "
Başımla onaylarcasına bir işaret yaptım
"Kızımın adı da Pınar da  " dedi küçük kıza doğru yönelerek
"Eşim bu adı çok severdi Sizi gördüğüm an farkettim, eşimin bu ismi bu denli çok sevmesini sağlayan kişinin siz olduğunuzu  "
O an farkettim ki geç kalınmış bir şey yoktu Biz onca yıl ayrı kalmıştık ama birbirimize verdiğimiz değer ve dostluğumuzun kuvveti hep içimizde var olmuştu
|
|
|