Yalnız Mesajı Göster

Kanser Çeşitleri

Eski 08-13-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kanser Çeşitleri




Mide Kanseri



Mide, sindirim sisteminin bir parçasıdır ve karnın üst sol kısmında diyaframın altında bulunur Üst ucu yemek borusu ile bağlantılıdır, alt ucu ise, adına kapıcı dediğimiz, halka şeklindeki kapama kasları ile onikiparmak bağırsana bağlıdır

Midedeki kötü huylu tümörler genellikle mukoza zarında gelişir ve % 95 oranında bez epitelinden (adenokarsinom) yola çıkar Skuamöz epitel karsinomlar, lenfomlar – yani lenf dokusunda gelişen kanserler – ve kas yapısında gelişen sarkomlar daha ender görülür Hastalığa yeni yakalananların yılda toplam olarak yaklaşık 20000 kişiyi bulduğu mide karsinomu, erkeklerde en sık görülen beşinci, kadınlarda ise en sık görülen dördüncü kötü huylu tümördür



Mide Kanserinin nedenleri:

• Mide kanserinin oluşumunda beslenme alışkanlıkları önemli bir rol oynamaktadır

• Beslenmeye dayalı iyi bilinen risk faktörleri; çok tuzlu yemeklerin sıklıkla yenilmesi ve taze meyve ve sebzenin az tüketilmesidir

• Izgarada pişirilmiş, tütsülenmiş ve tuzlu salamura gıdaların sıklıkla yenmesi de riskli olabilmektedir Izgara ve tütsüleme esnasında tam olmayan yanma sonucu kanseri tetikleyen maddeler oluşmaktadır (kanserojenler) Et ürünlerinin salamurası (tuzlama) yapılırken nitrat tuzları ve nitrit tuzları kullanılmaktadır Bunlar, ısıtma esnasında veya mide içinde Nitrosaminleri oluştururlar ki, bunlarda kuvvetli birer kanserojendir Nitrosaminler gıdaların bakteri veya mantarlarla teması esnasında da oluşabilmektedir Yukarıda bahsi edilen mide karsinomu vakalarındaki gerilemenin nedeni, soğutucu ve dondurucu araç ve gereçlerin (buzdolabı, derin dondurucu) genel olarak daha sık kullanılmaya başlanması ve taze meyve ve sebzenin daha kolay tedarik edilebilmesine dayandırılabilir Tuzlamak gibi konservasyon metodları (yiyeceklerin bozulmasını önlemek) son on yıllarda dondurucu ve soğutucular ve/veya vakumlu steril ambalajlar sayesinde geri planda kalmıştır

• Mide kanseri, kronik bir mide mukozası iltihabı şekli olan ve mide ülserinde sıklıkla ortaya çıkan helicobacter pylori bakterisinin sebep olabileceği atrofik gastritis ile bağlantılı olabilmektedir Helicobacter enfeksiyonu ile mide kanseri arasında yakın bir bağlantı olasılığının çok olduğu kabul edilmektedir Büyük bir olasılıkla midenin helicobacter ile uzun süreli bir istilası (enfeksiyonun çocuk yaşta gerçekleşmesi) daha yüksek bir risk oluşturmaktadır, bu nedenle yetişkin yaşta bu bakterinin ortadan kaldırılması rizikonun azaldığı anl gelmemektedir

• Sigara ve aşırı alkol tüketimi risk faktörü olarak kabul edilmektedir, çünkü bunların tüketimi büyük bir olasılıkla mide mukozası iltihabına yani gastrite neden olabilmektedir Adenomatöz mide polipleri de (mukoza bezlerinde başlangıçta iyi huylu oluşumlar) mide kanseri hastalığı için risk faktörleri arasındadır

Örneğin bir ülser hastalığı nedeniyle midenin kısmen alınması da (günümüzde ender olarak uygulanmaktadır) mide kanseri riskini arttırmaktadır

• Kalıtım yoluyla alınan genler de mide kanserinin oluşmasını destekleyebilir Ancak burada iki tür mide karsinomu biribirinden ayrı tutulmalıdır: Biri, öncelikle sınırlı olarak büyüyen intestinal tür, diğeri ise difüz tür olanıdır ki, bu türü daha kötü huylu olup hızla çevredeki dokuları sarar İntestinal türde daha çok beslenme faktörleri ön planda olurken, difüz türde genetik faktörler sorumlu tutulmaktadır



Belirtiler

En sıklıkla,

• Hazımsızlık

• İştahsızlık

• Yemeklerden sonra şişkinlik hissi

• Kusma

• Yorgunluk

• Bağırsak işlevinde kan yada siyah dışkı

• Kilo kaybı

Teşhis

En emniyetli ve kesin sonuç veren muayene şekli, mikroskop (Histoloji) ile ayrıntılı incelemenin yapılması için doku örneklerinin de alınmasını sağlayan, daha önce bahsi edilen, mide içinin gözetlenmesidir (gastroskopi) Kuşkulu bölgenin derinlerinden ve kenarlarından alınan örnekler, olası kanserin mide duvarına ne kadar yayıldığını tespit etmeye yarar Kontrast maddelerle mide ve bağırsaklara uygulanacak ilave bir röntgen muayenesi, mide duvarının geniş alanlarını da inceleme imkanı verir

Tedavi

Mide kanserinde ameliyat, en önemli ve en belirleyici tedavi önlemidir Buna ilave olarak kemoterapi ve bazı durumlarda ışın tedavisi (Radyoterapi) de uygulanmaktadır

Tedaviden sonra ne oluyor?

Tedavinin tamamlanmasından sonra, yani ameliyattan sonra, erişilebilecek en iyi netice olarak, hastalar tümörlerinden tamamen kurtulmuş olurlar Bundan sonraki tıbbi kontrolün amacı, tedavinin istenmeyen sonuçları ile olası bir geri dönüşü yani hastalığın olası yeniden nüksetme halini tespit etmektir Genelde tedavi sonrası kontroller ilk zamanlar 3 ayda bir yapılır, 2 yıldan sonra ise 6 ayda bir gereklidir Muayene normalde vücudun incelenmesini, laboratuar testlerini, röntgen ve ultrason muayenesini ve midenin bir bölümü alınmış ise bir de gastroskopiyi kapsar


Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu


Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu hastalığı, lenf sisteminde (T-lenfosit adı verilen) bazı hücrelerde görülen ve cildi etkileyen (malign/habis) bir kanser türüdür Lenfositler kemik iliği ve lenf sistemindeki diğer organlar tarafından üretilen, enfeksiyonlarla savaşan beyaz kan hücreleridir T-hücreleri vücutta bulunan bakteriler ile diğer zararlı organizmaların yok edilmesi görevinde vücudun bağışıklık sistemine yardımcı olan özel lenfositlerdir


Lenf sistemi bağııklık sisteminin bir parçası olup bu sistem, deri dahil vücudun tüm bölümlerinde bulunan kan damarları gibi, vücudun tam yayılan ince tüpçüklerden oluşmaktadır Lenf damarları, lenfosit içeren renksiz bir sıvı olan lenf sıısı taşır İnce tüp altı boyunca sıras sı?ra dizili şekilde, fasulye tanesi şeklinde lenf düğümü adı verilen organlar bulunmaktadır Lenf düğümü kümeleri oltukaltında, pelvis, boyun ve abdomen bölgesinde bulunmaktadır (Üst abdomen bölgesinde bulunan, lenfosit üreten ve eski kan hücrelerini kandan süzen bir organ olan) dalak, (göğüs kafesi altında bulunan küçük bir organ olan) timüs ile (boğazda yerleşik bir organ olan) bademcikler de lenf sisteminin parçasıdır


Çeşitli lenfoma türleri bulunmaktadır En yaygın görülen lenfoma türü Hodgkin hastalığı ile Non-Hodgkin hastalığıdır


Bu lenfoma türlerinin başlangıcı genellikle lenf düğümlerinde ve dalakta olmaktadır

Mikozis Fungoides ve Sezary Sendromu genellikle, yıllar içerisinde yavaş gelişim göstermektedir Hastalığın başlangıç evrelerinde deride batma ve kuruluk hissedilecek ve deri yüzeyinde koyu renkli bölgeler oluşacaktır Hastalık daha da ilerledikçe, Mikozis Fungoides adı verilen bir durum olan deri üzerinde tümör oluşumu meydana gelecektir Hastalıktan etkilenen deri bölgesi artıkça deri efekte olacaktır Hastalık lenf bezleri ile dalak, akciğer ya da karaciğer gibi vücudun diğer organlarına da yayılabilir Kanda yüksek miktarda tümörlü hücre tespit edildiğinde ise bu duruma Sezary Sendromu adı verilmektedir


Kütanöz lenfoma semptomları bulunmakta ise doktor derinin üzerinde oluşan lenfomadan bir parça alarak bunu mikroskop altında inceleyecektir Deride başlayan diğer kanser türleri bulunmaktadır En yaygın olan türleri ise bazal hücreli kanser ile skuamöz hücreli kanserdir


Miyeloproliferatif Hastalıklar


Miyelodisplastik/miyeloproliferatif hastalıklar, bir zamanlar miyelodisplastik sendromlar şemsiyesinin altına dahil olan bir grup bozukluktur O zamandan bu yana ayrı bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadırlar, çünkü bu hastalıklarda, kemik iliği çok az değil de, çok fazla sayıda kan hücresi üretmektedir Belirtileri ve semptomları miyelodisplastik sendromlarınkiler ile benzer olsa da, miyelodisplastik/miyeloproliferatif hastalıkların bulunduğu kişilerin ayrıca dalağı büyümüş ve lenf düğümleri şişmiş olabilir


Petekiyalar pıhtılaşmaya yardımcı olan kan hücrelerinin (pıhtı hücreleri) sayısının az olması nedeniyle, derideki küçük kan damarlarının (kılcal damarlar) derinin içinde kanamasından (hemoraj) ileri gelir Petekiyalar renkleri kırmızıdan mavimsi mora kadar değişebilen minik noktalar olarak ortaya çıkar


Belirtiler ve Semptomlar

Miyelodisplastik sendromun bulunduğu kişiler, hastalığın erken aşamalarında nadiren sorun yaşarlar Ancak kemik iliği sınırlı sayıda sağlıklı kan hücresi üretmeye devam ettikçe, aşağıdakileri de içeren belirtiler ve semptomlar baş göstermeye başlar:

Yorgunluk

Nefes darlığı

Kansızlık nedeniyle olağan dışı solgunluk (benzi uçukluk)

Kolay veya olağandışı çürüme ya da kanama

Derinin hemen altında, kanamanın neden olduğu, toplu iğne başı boyutunda kırmızı lekeler (petekiyalar)

İstem dışı kilo kaybı

Sık sık enfeksiyonlara yakalanma

Nedenleri

Kan hücreleri, belirli kemiklerin içinde bulunan süngersi doku olan kemik iliğinde üretilir Çocuklukta kemiklerin çoğu kan hücrelerinden oluşur, ancak yaş ilerledikçe temel olarak, omurlar, omuzdaki kürek kemikleri, kaburgalar ve leğen kemiğinde de kan hücreleri oluşur

Tüm kan hücreleri farklılaşmamış kök hücreleri olarak başlar (pluripotent kök hücreler) Normal şartlarda, bu hücrelerin yaklaşık olarak yüzde 5’i olgunlaşmadan kalır ve vücudunuz bunlara ihtiyaç duyuncaya dek yedekte tutulur Gerisi bir dizi olgunlaşma aşamasından geçer, bu dönem boyunca blast hücreleri olarak adlandırırlar, nihayet özelleşmiş üç kan hücresi türünden birine dönüşürler:

Alyuvar hücreleri (eritrositler) Bunlar vücudunuzda en bol bulunan kan hücreleridir; her bir beyaz hücreye karşılık, yaklaşık 600 kırmızı kan hücreniz vardır Alyuvar hücreleri, kana karakteristik rengini veren ve akciğerlerden geri kalan dokulara oksijen taşıyan bir protein olan hemoglobini içerirler Sağlıklı alyuvar hücrelerinin eksik olması (anemi) miyelodisplastik sendromlarla bağlantılı, yorgunluk, halsizlik, olağandışı soluk renkte cilt ve nihai olarak nefes darlığı gibi sorunların çoğunun nedenidir

Akyuvar hücreleri (lökositler) Akyuvar hücreleri, bağışıklık sisteminin bir parçası olarak, enfeksiyonlarla savaşılmasına ve vücudun çeşitli istilacı patojenlere karşı korunmasına yardımcı olurlar Akyuvar hücreleri sistemi karmaşıktır ve beş ana türden hücre içerir: monositler, lenfositler, nötrofiller, bazofiller ve özinofiller Toplu olarak granülositler adı ile bilinen son üçü, bakterilerin ortadan kaldırılmasında büyük önem taşır Bu hücrelerin eksikliği, miyelodisplastik sendromunun çoğu zaman ilk belirtilerinden biri olan sık enfeksiyona yakalanmaya neden olabilir

Pıhtı hücreleri Bu hücreler, vücut hücreleri olarak sınıflandırılsalar da, aslında bir tür kemik iliği hücresinin parçalarıdır (megakaryosit) Pıhtı hücreleri, kanamanın kontrol edilmesi ve hasarlı kan hücrelerinin onarılmasının harekete geçirilmesi için, pıhtı oluşumuna yardımcı olan kimyasal maddeler içerir Bu hücrelerin sayısının çok az olması (trombositopeni) olağandışı kanamaya veya çürümeye yol açabilir

Alyuvar hücreleri olgunlaştığı zaman, akyuvar hücreleri ve pıhtı hücreleri kan dolaşımına salınarak, burada beklenen yaşam sürelerini tüketirler; bu süre alyuvar hücrelerinde ortalama 20 gündür, bazı akyuvar hücreleri ve pıhtı hücreleri için ise birkaç saat ila birkaç gün gibi kısa bir zaman dilimidir Her gün, kemik iliğiniz milyonlarca hücre üretir ve milyonlarca daha fazlası da ölür Bunun sonucunda, vücudunuzun, yeni ve eski hücreler arasındaki hassas dengeyi oturtması gerekir, bu süreç, kısmen, kemik iliği içindeki, büyüme faktörleri adı verilen, hormon benzeri maddelerce kontrol edilir

Ancak miyelodisplastik sendromlarda, hücrelerin düzenli ve denetimli bir şekilde üretimi, en temel düzeyde, kök hücrelerin üretilmesinde başarısız olur Olgun olmayan hücreler çoğu zaman kusurludur ve normal gelişim göstermek yerine, kemik iliğinde veya kan dolaşımına girdikten hemen sonra ölürler Bu durum sadece sağlıklı hücrelerin sayısının az olmasına neden olmakla kalmaz, aynı zamanda genel olarak hücre üretimi için de daha az yer bırakır Bu döngü süregeldiğinden ötürü, sorun genellikle zaman içinde daha kötü bir hal alır

Miyelodisplastik sendromlar kanser midir?

Birçok uzman miyelodisplastik sendromları, bir tür kan ve kemik iliği kanseri olarak düşünmektedir, çünkü başka kanserlerde olduğu gibi, tüm anormal hücreler tek bir kusurlu hücreden kaynaklanıyor görünmektedir ve hepsi birbirinin aynı görünüme sahiptir Son olarak da, miyelodisplasytik sendromu olan yaklaşık üç kişiden birinde, olgun olmayan kan hücrelerini etkileyen, hızlı seyreden bir kanser olan akut miyelojenöz lösemi gelişir Yine de, miyelodisplastik sendromların aslen kanser olup olmadığı, tartışma konusu olmaya devam etmektedir

Miyelodisplastik sendromun alt türleri

Miyelodisplastik sendromların sınıflandırılması, birçok karmaşık hastalık gibi zor olmuştur Bununla birlikte, bozuklukların alt sınıflara ayrılması, doktorların ve araştırmacıların, büyük insan gruplarındaki farklı bozuklukların seyrini izlerken, hastalıkla ilgili daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olur

Uluslararası bir hekimler grubu tarafından geliştirilen ilk miyelodisplastik sendromlar sınıflandırma sistemi, 1990ların sonunda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yeniden elden geçirildi Bu sistem, alandaki bazı uzmanlar tarafından hala tartışılmaya devam etse de, klinik uygulamalarda gitgide yaygın hale gelmektedir


WHO kemik iliğindeki değişikliklere ve dolaşımdaki kan hücresi sayılarına dayalı olarak, miyelodisplastik sendromlarının sekiz alt türünü tanımaktadır

Refrakter anemi Bu miyelodisplastik sendromunun bulunduğu kişilerde, alyuvar hücrelerinin sayısının az olması nedeni ile anemi (kansızlık) vardır, ancak akyuvar ve pıhtı hücreleri normaldir

Halkalı sideroblastlı refrakter anemi Bu refrakter anemiden, mevcut alyuvar hücrelerinin aşırı miktarlarda demir (halkalı sideroblastlar) içermesi bakımından ayrılır

Çok kökenli displazili refrakter sitopeni Bu miyelodisplastik sendromda, iki veya üç türdeki kan hücresi anormaldir, kan dolaşımındaki hücrelerin yüzde 1'inden daha azı olgun olmayan hücrelerdir (blastlar)

Çok kökenli displazili ve halkalı sideroblastlı refrakter sitopeni Bu sendrom, alyuvar hücrelerinin daha büyük bir yüzdesinin demir fazlası içermesi açısından, refrakter sitopeniden farklılaşır

Aşırı blastlı refrakter anemi — tip 1 ve 2 Bu sendromların her ikisinde de, alyuvar, akyuvar ve pıhtı hücreleri olmak üzere, üç hücre tipinden herhangi birinin sayısı düşük olabilir ve mikroskop altında anormal görünebilirler Tip 2 refrakter anemi hastalığı olan kişilerin üçte birine kadar olan kesiminde nihai olarak lösemi baş gösterir

Sınıflandırılmamış miyelodisplastik sendrom Yaygın olmayan bu sendromda, olgun kan hücrelerinin üç türünden birinin sayısı azalır veya akyuvar hücreleri ya da pıhtı hücreleri mikroskop altında anormal görünürler

Yalıtılmış del (5q) kromozom faaliyeti ile bağlantılı miyelodisplastik sendrom Bu sendromun bulunduğu kişilerde alyuvar hücresi sayıları azdır, ancak pıhtı hücresi sayıları normaldir veya artmıştır Bu sendromla birlikte görülen genetik bir kusur olsa da, prognoz genellikle diğer alt türlerdekine göre çok daha iyidir

Anormal kemik iliği ve kan hücrelerinin nedeni nedir?

Çoğu miyelodisplastik sendrom belirgin hiçbir neden olmadan ortaya çıkar Nedeni belirlenebilir olan sendromlara ikincil miyelodisplastik sendromlar adı verilir ve tedavi edilmeleri nedeni bilinen miyelodisplastik sendromlara (birincil veya de novo miyelodisplastik sendromlar) genellikle daha zordur

Farklı miyelodisplastik sendromu alt türlerinin nedenlerinin farklı olması olasıdır, ancak araştırmacılar henüz bu neden sonuç bağlantılarını bulmamışlardır Aşağıdaki faktörlerin genel olarak miyelodisplastik sendromlara neden olabileceğini bilmektedirler

Kanser tedavisi geçirmiş olma Miyelodisplastik sendromların muhtemelen en açık seçik bilinen nedeni, mekloretamin, prokarbazin ve klorambusili de içeren belirli kemoterapi ilaçları ile yapılan tedavidir Bu ilaçlar, kemik iliği için zehirleyici özellik taşır ve radyasyonla birlikte kullanılması halinde bu özelliği daha da artabilir Çoğu miyelodisplastik sendrom Hodgkin dışı lenfoma, Hodgkin hastalığı ve akut lenfotik lösemi tedavisinden sonra meydana gelir; ancak meme, akciğer, testis ve sindirim yolu kanserini içeren başka kanser türlerinin yanı sıra, bazı öz bağışıklık hastalıklarına yönelik kemoterapi uygulanmasından sonra da gelişebilir Buna ek olarak, miyelodisplastik sendromlar organ naklinden önce yüksek dozda kemoterapi ilaçlarının verilmesi nedeniyle, kök hücre nakillerinin yapıldığı kişileri de etkileyebilir

Çevre toksinleri Büyük miktarlarda iyonlaştırıcı radyasyona ve benzen ile başka bazı kimyasallara maruz kalmak, miyelodisplastik sendromlara sebebiyet verebilir Yaygın olarak kullanılan bir sanayi kimyasalı olan benzen, gazolinde, mobilya cilasında, deterjanlarda, sigara dumanında ve zaman zaman kirli kuyu suyunda bulunur Bazı araştırmalara göre aynı zamanda miyelodisplastik sendromlar ile ağır metallere, böcek ilaçlarına, tarım ilaçlarına ve kimyasal gübrelere uzun süre maruz kalma arasında da bir bağlantı vardır

Risk Faktörleri

Belirli kemoterapi ilaçları ile tedavinin ve yüksek dozda radyasyona ve bazı kimyasallara maruz kalmanın yanı sıra, şu faktörler miyelodisplastik sendromlarla ilgili riski artırabilir:

Yaş Çoğu miyelodisplastik sendrom 60 yaşından sonra, çoğunlukla hayatın yedinci veya sekizinci on yılında gelişir Bu sendromlar, çocuklarda ve genç yetişkinlerde ender olarak görülse de, gitgide daha fazla genç insanın kemoterapi rejimleriyle tedaviden sağ çıkması sonucunda, çocuklardaki vakalar da artış göstermektedir Aynı nedenden ötürü, miyelodisplastik sendromlar daha ileri yaştaki yetişkinler arasında da artış göstermektedir

Cinsiyet Erkeklerde miyelodisplastik sendromlara yakalanma olasılığı kadınlara göre biraz daha yüksektir

Sigara içme Sigaranın içindeki benzen ve kansere neden olan diğer maddeler kan dolaşımınızda emildiğinden ötürü, kemik iliğini ve kan hücrelerini etkileyebilir Araştırmacılar pasif sigara içmenin benzer bir etkisi olup olmadığını henüz bilmemektedir

Doğuştan gelen bazı hastalıklar Ender görülen genetik bir hastalık olan Fanconi anemisinin bulunması, miyelodisplastik sendroma yakalanma olasılığını artırmaktadır Down sendromu da dahil olmak üzere başka doğum kusurları ile dünyaya gelen çocuklar da kemik iliği bozukluklarına karşı daha savunmasız olabilirler



Myelodisplastik Sendromlar


Myelodisplastik sendromlar kemik iliğinin yeterli sağlıklı kan hücreleri yapamaması ile oluşan bir hastalıklar grubudur

Myelodisplatik sendromların bir çok tipi vardır

Yaş ve geçmiş devrede yapılan kemoterapi veya radoterapi myelodisplastik sendrom gelişme riski oluşturur

Myelodisplastik sendromun muhtemel bulguları halsizlik hissi ve kısa kısa solunumu içerir

Kan ve kemik iliği inceleme testleri myelodisplastik sendrom teşhisinde ve tayininde kullanılır

Myelodisplastik sendrom kemik iliği ve kan hücrelerinde değişikliklere bağlı olarak teşhis edilir

Temel faktörler prognozu (Düzelme şansını) ve tedavi seçeneklerini etkiler


Myelodisplastik sendromlar kemik iliğinin yeterli sağlıklı kan hücreleri yapamaması ile oluşan bir hastalıklar grubudur

Myelodisplastik sendromlar kan ve kemik iliğinin hastalıklarıdır Normal olarak, kemik iliği kök hücreleri (ümmatüre hücreler) oluşturur, bunlarda olgun kan hücrelerine dönüşür Burada 3 tip olgun (matür) kan hücresi vardır Kırmızı kan hücreleri oksijen ve diğer materyalleri vücudun tüm dokularına taşır

Beyaz kan hücreleri enfeksiyon ve hastalıklarla savaşır

Trombositler kan pıhtılaşmasını sağlayarak kanamayı önlemeye yardımcıdır

Myelodisplastik sendromda kök hücreler olgun sağlıklı kırmızı kan hücrelerine, beyaz kan hücrelerine veya trombositlere dönüşemez Blastdiye adlandırılan olgunlaşmamış kan hücreleri normal fonksiyon görmez ve ya kemik iliğinde veya kana geçtikten hemen sonra ölür Bu kemik iliğinde gelişen sağlıklı beyaz kan hücreleri, kırmızı kan hücreleri ve trombositleri yerini alır Burada kan hücreleri azaldığında infeksiyon, kansızlık ve kolay kanamalar oluşabilir


Myelodisplastik sendromların birçok çeşidi vardır

Myelodisplastik sendromlarda kan veya kemik iliğinde sağlıklı kan hücrelerinin bir veya daha fazlası vardır Myelodisplastik sendromlar aşağıdaki hastalıkları içerir

Dirençli kansızlık (Refractory anemia)

Yüzük şeklindeki sideroblast ile birlikte dirençli kansızlık ( Refractory anemia with ringed sideroblasts)

Ağrılı blastlarla dirençli kansızlık (refractory anemia with excess blasts)

Transformasyonda ağrılı blastlarla dirençli kansızlık (refractory anemia with excess blasts in transformation)

Refractory cytopenia with multilineage dysplasia

Myelodisplastik sendromlar tek başına 5q kromozom anormalliği ile birliktedir

Sınıflandırılamayan myelodisplastik sendromlar



Risk faktörleri aşağıdakileri içerir:

60 yaşından fazla olmak

Geçmişte kemoterapi veya radyoterapi almış olmak

Tütün içimi,böcek zehiri ve benzen gibi çözücüleri içeren bazı kimyasal maddelere maruz kalma


Myelodisplastik sendromun muhtemel bulguları halsizlik hissi ve kısa kısa solunumu içerir


Myelodisplastik sendromlar sıklıkla erken semptom vermezler ve rutin kan testinde bazen bulunur Diğer şartlar aynı semptomlara sebep olabilir Aşağıdaki semptomlardan herhangi birisi var ise doktora konuşulmalıdır

Nefes yetmemesi

Halsizlik veya yorgunluk hissi

Alışılandan daha soluk cilde sahip olunması

Kolayca ezilme ve kanama

Peteği ( deri altında düz noktacıklar tarzında kanamanın sebep olduğu oluşumlar)

Ateş veya sık enfeksiyon


Orofarinks kanseri (Yutak Kanseri)


Orofarinks kanseri, orofarinks dokularında kanser hücrelerinin var olduğu bir hastalıktır Orofarinks, farinks (yutak) denen boğazın orta kısmıdır Farinks 5 inç ( 125 cm ) uzunluğunda, genizden başlayıp mideye giden bir boru olan özefagusun (yemek borusu) üst parçası olarak boynun alt kısmına kadar uzanır Hava ve gıda, trakea (hava borusu) veya özefagusa giden yol üzerindeki farinksten geçer Orofarinks dil kökü, tonsiller, yumuşak damak (ağızın arkası) ve farinks duvarlarını içerir


Orofarinks kanseri en sıklıkla orofarinksi döşeyen hücrelerden başlar


Bir kişide geçmeyen boğaz problemi, yutma güçlüğü, kilo kaybı, genizde veya farinkste bir kitle, seste bir değişiklik veya kulak ağrısı varsa, bir doktora görünülmelidir

Bulgular varsa, bir doktor ışık ve ayna ile boğazı muayene edecektir Ayrıca doktor boğazı kitleler için inceleyecektir Anormal doku bulunursa, doktorun küçük bir parça kesmesi ve kanser hücrelerinin var olup olmadığına mikroskopla bakılması gerekecektir İyileşme şansı (prognoz) kanserin boğazın neresinde olduğuna, kanserin boğazın tam içinde olup olmadığına veya diğer dokulara sıçramasına (evresine) ve hastanın genel sağlık durumuna bağlıdır Tedavi sonrası, baş veya boyunda ikinci bir primer kanser olma şansı yüzünden, düzenli olarak bir doktora görünülmelidir Tedavi sonrası sigara veya alkol içme ikinci bir primer kanser gelişme şansını arttırır



Ösafagus Kanseri (Yemek Borusu Kanseri)


ÖSAFAGUS CA HAKKINDA GENEL BİLGİ


- Ösafagus ca kanserli hücrelerin ösafagus dokusundan köken aldığı bir kanser türüdür

- Sigara,alkol kullanımı,barret ösafagus kanser riskini arttırır

- Ösafagus kanserinin en yaygın semptomları yutma güçlüğü ve kilo kaybıdır

- Ösafagus ca tanısında bazı testler kullanılmaktadır

- Prognoz ve tedavi seçeneklerinin seçimine birçok faktör etki etmektedir


ÖSAFAGUS CA KANSERLİ HÜCRELERİN ÖSAFAGUS DOKUSUNDAN KÖKEN ALDIĞI BİR TÜR KANSERDİR


Ösafagus katı ve sıvı gıdaların boğazdan mideye geçişini sağlayan müsküler bir tüptürÖsafagus duvarı müköz membran,kas ve bağ doku olmak üzere birçok doku katından oluşmuşturÖsafagus kanseri iç duvardan başlayıp tümoral doku büyüdükça dış tabakalara doğru yayılım gösterir


En sık rastlanan ösafagus kanseri türleri malign hücrelerin kökenine göre isimlendirilmiştir;


-Yassı hücreli karsinom:kanser ösafagus yüzünü döşeyen ince,düz hücrelerden köken almıştırBu tip kanser genellikle üst orta ösafagus bölümünde görülmesiyle beraber ösafagusun herhangi bir bölgesinde de oluşabilirEpidermoid karsinoma şeklinde de adlandırılmaktadır


-Adenokarsinoma:Kanser sekretuar (glandüler) hücrelerden köken alırGlandüler hücreler ösafagusa yerleşmiş mukus gibi salgılar üreten hücrelerdirAdenokarsinom genellikle ösafagusun mideye yakın alt segmentinde ortaya çıkar


Risk Faktörleri


-sigara alışkanlığı

-aşırı alkol tüketimi

-Barret ösafagus

-ileri yaş

-erkek cinsiyet

-zenci ırk


Sık Görülen Semptomlar


-güç veya ağrılı yutma

-kilo kaybı

-sternum arkasında ağrı

-horlama veya öksürük

-hazımsızlık


Ösafagus Ca Tanısında Kullanılan Tetkikler


-direkt göğüs grafisi

-baryumlu ösafagus grafisi:mide ve ösafagusun seri halinde çekilmiş direkt grafileridirHastaya baryum içeren bir tür sıvı içirilir sıvı ösafagusu kaplar ve bu esnada ösafagus görüntülenir

-Ösafagoskopi:ince ışıklı bir tüple ösafagusun iç yüzüne bakılarak hastalıklı bölgelerin araştırılması işlemidir

-Biyopsi:Hastalıklı bölgeden örnek hücre yada dokuların alınarak mikroskop altında incelenmesi işlemidirBu işlemde kanser görülmese bile kansere ilerleme olasıkları olan lezyonların saptanması açısından önemlidir


TEDAVİ


Ösafagus Kanserinde Beş Tip Standart Tedavi Protokolü Mevcuttur;


Cerrahi:Cerrahi ösafagus ca da en sık tercih edilen tedavi yöntemidirÖsafajetomi adı verilen cerrahi prosedürle ösafagusun bir kısmı çıkarılabiliroktor geriye kalan hastalıksız ösafagus parçası ile mideyi birbirine bağlayabilir ki yutma işlevi devam edebilsinBağlantı yapmak amacıyla barsak dokusu veya plastik tüpler de kullanılabilirÖsafagus etrafındaki lenf nodları da çıkarılıp kanser içeriği açısından örneklenebilirEğer ösafagus lümeni tümör tarafından kısmen kapatılmışsa ösafagusu açık tutmaya yönelik stent uygulaması yapılabilir


Radyoterapi:Radyoterapi ösafagus ca da iki şekilde uygulanabilir;radyoterapi cihazı ile dışardan uygulama yapılabileceği gibi vücuda yerleştirilen tüpler aracılığıyla internal olarak da uygulanabilir


Kemoterapi:Kemoterapi kanser hücrelerini öldürmeye yada çoğalmalarını engellemeye yönelik uygulanan ilaç tedavisidir

Lazer tedavisiazer tedavisi lazer ışınları kullanarak kanser hücrelerini öldürme işlemine verilen addır

Elektrokoagülasyon:Elektrokoagülasyon tedavisi elektrik akımı kullanılarak kanser hücrelerini öldürme işlemine verilen addır


Paratiroid Kanseri


Paratiroid kanseri malign hücrelerin paratiroid dokusunda bulunduğu nadir görülen bir kanserdirParatiroid bezi boynun tabanında tiroid bezinin hemen yanında yerleşmiştirParatiroid bezi kalsiyum kullanımı ve depolanmasını sağlayan parathormon isimli hormonu salgılar


Paratiroidle ilgili sorunlar sık görülmekte olup genellikle kanserle ilgisi yokturEğer paratiroid kanseri mevcutsa paratiroi bezinden fazla miktarda parathormon salgılanıyor olabilirBu durum kan kalsiyum seviyesinin yüksek düzeyde olmasına neden olabilirekstra PTH kalsiyumun kemiklerden fazla çözülmesini sağlayarak kemik ağrılarına, böbrek bozukluklarına ve diğer başka bozukluklara sebebiyet varebilirParatiroid bezinin çok miktarda PTH üretmesine neden olan başka durumlar da vardırEğer ailenin diğer bireylerinde de hiperparatiroidizm mevcutsa paratiroid kanseri ihtimali oldukça artmıştır


Eğer kemik ağrısı ,boyunda şişlik ,kas güçsüzlüğü,konuşmada zorluk,kusma gibi semptomlar mevcutsa mutlaka doktora başvurulmlıdır


Prognoz kanserin paratiroidde sınırlı olup olmaması,vücudun diğer bölgelerine yayılmış olup olmaması ve hastanın genel durumuyla yakından ilişkilidir



Rektal Kanser (Kalın Bağırsak Kanseri)


Kalınbarsak kanseri, erkeklerde prostat ve akciğerden, kadınlarda da meme ve akciğerden sonra üçüncü sıklıkta görülen kanserleri oluşturmaktadır Bütün kanselerin yaklaşık olarak % 15’ ini oluşturmaktadır ABD’ nde, kanser ölümlerinin ikinci en sık nedenidir 1973 ve 1995 yılları arasında, kalınbarsak kanserine bağlı ölüm oranı % 20 azalırken görülme sıklığı da yaklaşık olarak % 7 azalmıştır Bu azalma da meyve ve sebze tüketimindeki artış ile NSAİİ’ ların kullanılmasındaki artışa bağlanmaktadır 5 yıllık sağkalım oranı, tüm hastalar ele alındığında yaklaşık % 62’ dir Kalınbarsak kanseri riski yaşla birlikte artmaktadır Hastaların % 90’ ı 50 yaş ve üzerindekileri kapsamaktadır Hastalık 70 yaşında zirve yapmaktadır İleri evre kanserli hastalarda, adjuvant kemoterapi ve cerrahi tedavi tekniklerindeki gelişmelerle ölüm ve nüks riski azaltılmıştır

Kanserin tedavisinde büyük ilerlemeler sağlanmakla birlikte, kanserle mücadelenin en önemli unsuru korunmadır Kanserden birincil korunmada, kanserin altında yatan genetik, biyolojik ve çevresel faktörlerin saptanması gereklidir Kansere dönüşme riski olan anormal oluşumların (adenom) çıkarılması, birincil korunma olarak etkili olabilir

Yapılan çalışmalarda, kalınbarsak kanserinin gelişiminde, genetik yatkınlık ile çevresel faktörlerin etkileşiminin rol oynadığı düşünülmektedir En önemli risk faktörü aile hikayesidir Alınan besinlerin, kalınbarsak kanserinin gelişiminde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir Adenom denen oluşumlar, kalınbarsak kanserlerinin gelişiminde önemli bir yer tutar Bunların görülme sıklığının azaltılması ile kalınbarsak kanserinde azalma sağlanabilir Sigmoidoskopi ile adenom saptanırsa, daha ileridekileri görebilmek için kolonoskopi yapmak gereklidir Küçük adenomlardan kanser gelişmesi yıllarca sürmektedir


Diyetle yağ ve et alımı : Yapılan çalışmalarda, diyetle yüksek miktarda yağ alan kişilerde kalınbarsak kanseri gelişme riskinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir Diyetle yağ alımı düşük olanlarda ise, kanser gelişme riski azalmaktadır Alınan toplam kalorinin % 40-45’ ini yağlardan karşılayan topluluklarda kanser riski yüksek iken, sadece % 10’ unu yağlardan karşılayan topluluklar kalınbarsak kanseri için düşük risk grubunu oluşturmaktadır Japonya’ da yapılan bir araştırmada, et tüketimi fazla olanlarda kalınbarsak kanseri sık saptanırken, vejetaryanlarda daha az sıklıkta saptanmıştır Yapılan araştırmalarda, kalınbarsak adenomlarının gelişmesinde, diyetin çok önemli bir yer tutttuğu gösterilmiştir Bu çalışmalardan bazılarında, diyetteki yağ miktarının adenom geliştirme riskini arttırdığı gösterilmiştir Ayrıca, diyetle yüksek miktarda yağ alınmasının poliplerin çıkarılmasını takiben adenomun tekrar oluşma riskini arttırdığı gösterilmiştir

Safra asidi : Safra asitlerinin, kalınbarsak kanserinin gelişimindeki rolü araştırılmıştır Diyetle alınan yağ, barsaklara geldiğinde safra asitlerinin salınımını uyarır Kalınbarsaktaki safra asidi miktarını, temel olarak diyetteki yağ oranı belirlemektedir Bununla birlikte, safra asitlerinin kalınbarsak kanserinde oynadıkları rol tam olarak bilinmemektedir Fakat, diaçilgliserol isimli madde üzerinden etkili olduğu düşünülmektedir Diyetle alınan fosfolipidlerin, barsaklarda bulunan bakteriler tarafından diaçilgliserole çevrilme işlemi; yüksek yağ diyetiyle artmaktadır Diaçilgliserolün, hücrelerde hücreiçi sinyal iletimini düzenleyen protein kinaz C isimli molekülü uyararak etkili olduğu düşünülmektedir

Diyetle alınan sebzeler ve lifli gıdalar : Yapılan çeşitli çalışmalarda, diyetle alınan lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir Lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olmasının çeşitli mekanizmaları vardır Bu mekanizmaları şöyle sıralayabiliriz: safra asitlerini bağlayarak zararlı etkilerinin azaltılması, dışkının barsakta kalış süresinin kısalmasıdır Lifli gıdalar, bakteri miktarını arttırarak bütirat gibi kısa zincirli yağ asitlerinin yapılmasını arttırırlar Bütiratın kansere karşı koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir Yapılan çalışmalarda, lifli gıdadan zengin diyetle beslenmenin kalınbarsak kanseriyle ters ilişkili olduğu gösterilmiştir Bu besin maddeleri, fenolik bileşikler, sülfür içeren bileşikler ve flavonları içermektedir Bir başka çalışmada, sebzeden zengin beslenmeyle kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır

Kalsiyum : Ağızdan alınan kalsiyumun, safra asitlerine ve yağ asitlerine bağlanarak onların barsak hücreleri üzerine olan zararlı etkilerini azalttığı ileri sürülmüştür Yapılan çalışmalarda, kalsiyum alınması ile kanser arasında ters ilişki olduğu gösterilmiştir Amerika’ da kalsiyumdan zengin olan süt ve süt ürünlerini bol olarak tüketen iki toplulukta, kalınbarsak kanserinin daha az görüldüğü gösterilmiştir Bazı hayvan çalışmalarında ve insanlarda yapılan çalışmaların hepsinde olmamakla birlikte bir kısmında, kalsiyum sitrat kullanılmasını takiben kalınbarsak epitel hücre çoğalmasının azaldığı gösterilmiştir Rastgele, plasebo kontrollü yapılan bir araştırmada, dışarıdan kalsiyum verilmesinin adenomun tedavi sonrasında tekrarlama riski üzerine etkisi araştırılmıştır Kalsiyum, 1200 mg elemental kalsiyum içeren 3 gram/gün kalsiyum karbonat ile verilmiştir Bu çalışmada kalsiyum verilmesinin, adenomun tekrarlama riskinde ve oluşan adenomların sayısında azalma olduğu gösterilmiştir Bu çalışmanın en önemli dezavantajı, sadece adenom saptanmış hastaları kapsaması; kalsiyum alımının ilk adenom gelişmesine etkisini göstermemesi ve adenomdan kanser gelişimini izleyecek kadar uzun süreli olmamasıdır Çalışmalarda günde ortalama 1250-2000 mg kalsiyum dışarıdan uygulanmıştır

Non-steroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) : Yapılan araştırmaların çoğunda, aspirin kullanılmasının kalınbarsak kanserinin görülme riskini azalttığı gösterilmiştir Amerika’ da yapılan büyük bir araştırmada, aspirin kullanan kişilerde, kalınbarsak kanserine bağlı ölümlerin % 40 daha az görüldüğü saptanmıştır Başka bir çalışmada da NSAİİ kullanan ve romatoid artritli 11000 erkek ve kadın hastada, kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 37 daha az olduğu gözlenmiştir 47000 erkek üzerinde yapılan başka bir çalışmada, düzenli olarak aspirin kullanan (haftada enaz iki defa) erkeklerde, kalınabarsak kanseri görülme riskinde % 30 azalma saptanmıştır Aspirin dışında NSAİİ kullanan 65 yaş üstündeki hastalarda, kalınbarsak kanseri görülme riskinin azaldığı gösterilmiştir Yapılan başka bir çalışmada ise; 40-84 yaş arasındaki 22000 erkeğe rastgele plasebo veya aspirin (325 mg/gün) verilmiştir 4,5 yıllık takip süresinde, kalınbarsak kanseri veya adenom gelişme riskinde herhangibir azalma saptanmamıştır Arkasından yapılan 12 yıllık takip değerlendirilmesinde, aspirin kullanılması ile kalınbarsak kanseri görülme sıklığı arasında herhangibir ilişki saptanmamıştır Sulindak isimli NSAİİ ile yapılan birçok çalışmada, familyal polipozis hastalarında kullanıldığında adenomların sayısında ve büyüklüğünde azalma olduğu gösterilmiştir Piroksikam isimli NSAİİ, 20 mg/gün kullanıldığında, adenom hikayesi olanlarda, rektal prostaglandin düzeylerini yaklaşık olarak % 50 azaltmaktadır NSAİİ’ ların yeni üyesi ve COX-2 isimli enzimi inhibe eden Celecoxib (Celebrex), bu alanda çalışmaları yoğun olarak yapılan bir diğer ilaçtır Genel olarak NSAİİ’ ların, kalınbarsak kanseri ve adenom riskini azaltmak için kullanılması henüz önerilmemektedir Bu konuda daha kapsamlı araştırmalar gereklidir Çünkü, NSAİİ kullanılmasının ülser, şoka neden olabilecek mide-barsak kanaması yapma riskleri vardır

Fiziksel aktivite : Hareketsiz bir hayatı olan kişilerde, çalışmaların bazılarında kalınabarsak kanseri riskinde artış olduğu gözlenmiştir Başka bir çalışmada ise, hareketsiz işlerde çalışanlarda rektum kanseri riskinde artış olduğu saptanmıştır Öte yandan, doymuş yağ alımı ve kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasındaki ilişki; aktif hayat yaşayanlara göre hareketsiz hayat yaşayanlarda daha belirgin saptanmıştır

Alkol kullanılması : Yapılan büyük bir araştırmada, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasında zayıf bir ilişki saptanmıştır Başka bir derlemede de, özellikle bira içen erkeklerde rektal kanser riskinde istatistik olarak anlamlı artış olduğu gösterilmiştir Açıklama olarak, alkolün kalınbarsak mukozası hücrelerinin çoğalmasını uyardığı ve barsaklarda karsinojenezisin başlamasını uyardığı öne sürülmektedir Sonradan yayınlanan araştırmalarda, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğu desteklenmiştir Çok sayıdaki çalışmalarda, alkol alınması ve kalınbarsak adenomu gelişmesi arasında ilişki olduğu gösterilmiştir Çalışmalar, alkol alınmasının adenom-kanser ilişkisi üzerinde etkili olabileceğini düşündürmektedir

Vitaminler : Yaklaşık olarak 35000 kadında yapılan bir çalışmada, vitamin E alınması ve kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır Başka bir çalışmada da, vitamin D alınması ile kolorektal kanser gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır Günde 400 mcg’ dan fazla folik asit alınması ile 200 mcg/gün veya daha az alanlar karşılaştırıldığında, yüksek vitamin alanlarda, kalınbarsak kanserinin riskinde azalma olduğu gözlenmiştir

Sigara içilmes i: Çalışmaların çoğunda, sigara içenlerde adenom gelişme riskinde artış olduğu gösterilmiştir Ayrıca, adenom nedeniyle polipektomi geçirenlerden sigara içen erkek ve kadınlarda adenomların tekrarlama riskinin yüksek olduğu saptanmıştır Kanser gelişiminin olması için en az 35 yıl sigara içilmesinin gerektiği öne sürülmektedir Ayrıca, ince ve kalınbarsak adenomu olanlarda, kanser gelişiminin uyarılmasının en az 35 yıl sigara içilmesiyle ilişkili olduğu saptanmıştır Ayrıca, halen sigara içiyor olma veya son on yıl içinde sigara içiyor olma ile, kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğunu destekleyen veriler vardır Günde bir paketten daha fazla sigara içenlerde, hiç içmeyenlere göre kalınbarsak kanseri riskinin % 50 daha fazla olduğu gösterilmiştir 28 yıllık takibin yapıldığı bir çalışmada, çalışmanın başlangıcında sigara içip içmemenin riski arttırmadığı saptanmıştır Fakat, sürekli sigara içenler ayrı bir grup olarak ele alındığında, diğerlerine göre kalınabarsak kanseri gelişme riskinin % 57-71 daha fazla olduğu saptanmıştır Bu yüzyılın ortalarına kadar kalınabarsak kanserinden ölüm oranlarının erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olmasının nedeni olarak, erkeklerin daha fazla sigara içmesine bağlanmaktadır Kalınbarsak kanserinin yaklaşık olarak % 20’ sinin sigara içilmesi nedeniyle geliştiği düşünülmektedir

Polip alınması (polipektomi) : Yapılan bir çalışmada, kolonoskopik polipektomi sonrasında kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 75 azaldığı gösterilmiştir Bu da 50 yaşından sonra veya aile hikayesi olan daha genç hastalarda tarama tetkiklerinin önemini göstermektedir


Alıntı Yaparak Cevapla